16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 N SAN 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 21 İtalya’nın Elbe Adası’nda yaşayan Behçet Safa’nın Türkiye’de ilk kez sergilenen 37 yapıtı Galeri Tantekin’de Çöp, silah, pornopolitika Behçet Safa, insanoğlunun yarattığı uygarlığın çöpten başka bir şey üretmediğini vurgularken, günlük yaşam ve politikanın pornoyla yakınlığını sergiliyor. MELTEM YILMAZ Napolyon’un sürgün yeri, bugünün turizm cenneti İtalya’nın Elbe Adası’nda yaşayan bir adam, bir ressam, çok yönlü bir sanatçı. Türkiye’de ise, nefret ettiği amcasının soyadının yarattığı çağrışımla tanınan biri... Peyami Safa’nın yeğeni Behçet Safa’dan söz ediyoruz. Behçet Safa, plastik sanatlar dünyasının aslında yakından tanıdığı bir isim. Çöp, silah ve pornopolitika onun resimlerinin ana teması. İnsanoğlunun yarattığı “medeniyetin” çöpten başka bir şey üretmediğini gösteren, tüm bu çöpleri bir şekilde sanata dönüştüren, günlük yaşamın ve politikanın ise porno ile yakınlığını/ benzerliğini sergileyen bir sanatçı. Geçenlerde Galeri Tantekin’de açılan sergisinin adına gelince: “Işık Vurur Üzerlerine Hafifçe”. Galeri yöneticilerinden Mehmet Tantekin, Behçet Safa’nın sanat serüveninin bu sergi aracılığıyla, gerçek anlamda ilk kez keşfe çıkıldığını belirterek, ressamın 196090 arasında gerçekleştirdiği ve iç dünyasını bütünüyle yansıtan 37 yapıtının Türkiye’de ilk kez sergilendiğini vurguluyor: “Behçet Safa, resimlerinde, medeniyetimizin atıktan, silahtan ve fahişeden başka bir şey üretmediğini gösteriyor. Safa’nın son dönemlerde işlediği bir başka konu da pornopolitika. Zaten atık kartonlardan porno yıldızlara anıtlar yapıyor. Aslında kusmuk bunlar, “Renkleri ve konuları büyük bir cesaretle işleyebiliyor. Aslında itici olan konuları, renk ve şekil armonisiyle dekoratif hale getiriyor. Türkiye’de birçok sanatçının işlemediği günlük konuları işliyor. Bir de bana göre, Behçet Safa’nın başka önemli bir özelliği, Türkiye’den Avrupa’ya gitmiş sanatçılardan faklı olarak, kendi kültürünü Avrupa’ya taşıyor ve harmanlıyor olması.” Yayıncılıkta ‘Topkapı’ Çözümü Günümüzdeki yayınevlerine bakıyorum da, benim yayıncılık yaptığım yıllar (197080’ler) “ister inan, ister inanma dönemi” gibi geliyor. Dizgi kurşunla yapılıyordu. Üçüncü hamur kâğıt bile bulunmuyordu. 64 sayfalık haftalık dergiyi hazırlayan kadromuz beş kişiden oluşuyordu dizgici dahil. Bir kitap genellikle 3 bin basılıyordu. Daha çok okura ulaşabilmek için satış fiyatlarını nasıl indirebilirdik? Aklıma bir şey geldi. Aziz Nesin’i aradım. Ertesi gün geldi. Oturduk, uzun uzun konuştuk. Düşüncemi söyledim. Aziz Nesin’in bütün kitaplarını basmak istiyordum. Onları haftalık dergi biçiminde yayımlayacaktım. Her çarşamba satışa verilecekti. Kapak kartonu derdimiz yoktu. Ciltleme tel dikişle yapılacaktı. Her sayı 20 bin basılacaktı. Böylece giderler büyük ölçüde azalacak, dergi fiyatına kitap çıkaracaktık. Dergiler (fasiküller) biriktirilip ciltlenince ortaya bir “Aziz Nesin Külliyatı” çıkacaktı. Bunun için cilt kapakları da hazırlatacaktık. Aziz Ağabey, düşünceme çok sıcak yaklaştı. Oracıkta “Evet” dedi. Biz de kolları sıvayıp işe giriştik. Bir basımeviyle anlaştık. Her hafta pazartesi günleri, dizilmiş metinler yayınevine gelecek, düzeltileri yapılacaktı. Basımevi, o gece fasikülü basacak, ciltçiye gönderecekti. Salı günü öğleden sonra fasikülü ciltçiden alıp dağıtımı yapan şirkete verecektik. “Kitapdergi” çarşamba sabahı, gazete satıcılarında olacaktı. “Külliyat” inanılmaz bir ilgiyle karşılandı. Bu ucuz kitap çözümü, okuru da bizi de mutlu kıldı. Birkaç ay sonra bir pazartesi günü saat iki sularında, o hafta çıkacak fasikülün dizgisinin basımevinden gelmediğini söylediler. Basımevine telefon ettik. Yanıt yok. Hemen bir arkadaşı gönderdim. Biraz sonra geldi. Basımevinin kapalı olduğunu söyledi. “Kimse yok” dedi. “Kapı kilitli. Hepsi memlekete gitmiş. Bir ay sonra döneceklermiş.” İnsanın tepesinden kaynar sular nasıl boşanır, bunu o zaman yaşadım. Ne yapacaktık? Fasikülün ertesi gün dağıtıcıya teslim edilmesi gerekiyordu. Dizilecek metinler de yoktu ortada. Hepsi basımevinde kilitli kalmıştı. Hiç çaresi yok, ne yapıp edecek, basımevine girip metinleri alacaktık. Yayınevinin deposundan genç bir arkadaşla basımevine gidildi. Binanın tepesine çıkıldı. Arkadaşın beline ip bağlandı. Küçük bir pencere kırılarak Topkapı filmindeki gibi basımevine “iniş yapıldı”. Arkadaş araya taraya metinleri buldu. Yine iple yukarı çekildi; Aziz Nesin’in yazdıkları, yayınevine getirildi. Ağaoğlu Basımevi’ni aradım. Mustafa Kemal Ağaoğlu’na hemen gelmesini rica ettim. Hızır gibi yetişti. Durumu anlattım. “Artık ne yaparsan yap, bu sayıyı yetiştir” dedim. Metinleri alıp fırladı. On beş dakika sonra alı al moru mor döndü. “Tamam,” dedi, “biz bunları sabaha kadar çalışıp basabileceğiz, ama bir sorun var.” “Nedir?” “Bizde o harf karakterleri yok. Başka harf karakterleriyle istersen, dizeyim.” Olacak iş değildi bu. “Külliyat”ın bütünlüğü bozulurdu. “Sen otur, bir kahve iç, biraz bekle,” dedim. Yayınevinden aynı arkadaşın cambazlığına başvuruldu yine. Delikanlı, beline ip bağlanıp indirildi. Harf kasası sökülüp yukarı çekildi, Ağaoğlu Basımevi’ne teslim edildi. O sayı da gecikmeden piyasaya sunuldu! ‘Rüyasal ve grotesk’ Serginin küratörü Enzo Mazzarella ise, Behçet Safa’nın yapıtlarının, 1966’dan bu yana Türkiye’de ilk kez sergilendiğini söylerken, sergi kapsamındaki yapıtları nasıl seçtiğini anlatıyor: “Behçet Safa’nın tablolarını neşeli kompozisyon ve güçlü renk patlamalarından dolayı seçtim. Bu patlamaların, sanatçının ruhunun göstergesi olduğunu inanıyorum. Bu resim seçkisini sanatçının 30 yıllık sanat arayışının ve yolculuğunun içinden gerçekleştirdim. Bu sergi bizi sanatçının içsel yapısına, içsel bir yolculuğa çıkarıyor.” Behçet Safa’nın yapıtlarında düşsel ve grotesk olanın öne çıktığını belirten Mazzarella şöyle noktalıyor sözlerini: “Bu rüya âleminde hayvanlar, insanlar ve onların yaşam artıkları bayramsı ve ateşli bir anafora dönüşüyor. Canlı renkleri, hızlı ve kesin fırça darbeleri eserlere bakan izleyiciyi düşünce boyutuna taşıyor. Behçet Safa resimlerinin karşısında kayıtsız kalmak olanaksız, çünkü yapıtlarının arkasında çok derin bir düşünce ile dünyayla ilgili kaygılar beliriyor.” Mr. Hipopotam ve saygıdeğer eşi. 1967, tuval üstüne akrilik, 114x113 cm. hayatla ilgili.” 4 Mayıs’a kadar sürecek olan sergi, bir elinde ölüm, bir elinde adaleti tutan savcıyla başlıyor. Tantekin, her şeyin, adalet kavramından yola çıkarak bozulma sürecine girmesi nedeniyle serginin bu yapıtla başlayarak, doğanın ve hayatın döngüsüne göre bir sıralamayla sürdüğünü söylüyor. Behçet Safa’nın resimlerinin önemli özelliklerinden birinin de derin konuları renklerle ifade etmesi olduğunu belirtiyor Tantekin: CANNES F LM FEST VAL ’NDE Cafer Penahi’ye cesaret ödülü Kültür Servisi Cannes Film Festivali’nde, İranlı yönetmen Cafer Penahi’ye Film Yönetmenleri Derneği’nin Carrosse d’Or (Altın Araba) ödülü verilecek. Uğraşlarında cesaret ve düşünce bağımsızlığı gösteren yönetmenlere verilen Carrosse d’Or ödülün yanı sıra, festivalin “Yönetmenlerin 15 Günü” başlıklı bölümüne katılan filmlerin gösterileceği Croisette sinemasında da bir koltuk, İran’da altı yıl hapis cezasına çarptırılan ve film çekmesi 20 yıl süreyle yasaklanan Penahi’ye saygı göstergesi olarak boş bırakılacak. Penahi’nin “Ofsayt” adlı filmi de 12 Mayıs’ta Cannes’da gösterilecek, ertesi gün de yönetmenin uğradığı baskılara dikkati çekmek amacıyla bir basın toplantısı düzenlenecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle