23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 16 N SAN 2011 CUMARTES kultur@cumhuriyet.com.tr 14 KÜLTÜR Romain Goupil’in ‘Eller Yukarı’ filmi İstanbul Film Festivali’nin Sinemada İnsan Hakları bölümünde gösterildi Özgür ve yaratıcı sinema Goupil, “Eller Yukarı” filminde, Fransa çişleri Bakanlığı’nın 29 bin yabancının sınır dışı edilmesini Fransız polisine hedef olarak göstermesinden yola çıkmış. Goupil, “Üç yıl önce okuduğum bu haber kanımı dondurmuştu” diyor. MEHMET BASUTÇU Uzak Seslerle Gelen Ozan Salı günü Sabahattin Kudret Aksal’ı anacağız. Ölümünün on sekizinci yıldönümünde. Ama İstanbul Belediye Konservatuvarı öğrencilerinden bir grupla onu seven kimi dostları bu anmayı öne aldık. Yarın toplanıp anılarımızı dile getireceğiz. Gülümseyerek düşünüyorum: Aksal yarın aramızda olsaydı ne yapardı bilmem. Saatlerce sigarasızlığa nasıl dayanırdı? Öğrencisi olan eşim anlatıyor. Ders anlatırken bile sigarası düşmezmiş ağzından. Benim kafamdaki bütün fotoğrafları da öyle… Uyumlu bir insandı Aksal. Ama ilkelerinden hiç ödün vermezdi. Sigara sorununa da ne yapar eder, bir çare bulurdu. Bir başka öğrencisi, sigara düşmanı sevgili doktor dostumuz Nevzat Doğan’a rağmen… Aksal, Cumhuriyet dönemi şiirimizin en önemli sanatçılarından biriydi bence. Yalın şiirin büyük ustasıydı. 19401950’lerin şiiri için bir zamanlar ne yazmıştım: “Duru, yalın, içten bir şiirdi o dönemin şiiri. Saflığın şiiriydi. Çocuksu bir yanı vardı neredeyse. Dil oyunlarıyla, imge cambazlıklarıyla, kişilik gösterileriyle örülmemişti. Dizeler kâğıda dökülmeden önce beynin binbir kıvrımından geçerek sınanmıyordu. Duygular ne yapay bir biçimde ateşleniyor, ne de gereksizce dizginleniyordu. Kuramlar ülkesi çok uzaklardaydı. Şiir yazılıyordu. Şimdi ise şiirden çok şiir üstüne yazı yazılıyor.” Aksal, Cahit Külebi, Behçet Necatigil, Necati Cumalı, Ceyhun Atuf Kansu gibi çağdaşlarıyla birlikte o “duru, yalın, içten” şiirin doruklarında dolaşıyordu. Şiire Garip akımının etkisiyle başlamıştı Aksal. Küçük mutlulukları, avareliği, yaşama sevincini kuşağının neredeyse ortak diliyle anlatıyordu. Kısa sürede özel sesini, kurgusunu buldu. Kendi deyimiyle, “coşku veren bir matematiksel yapı”ya yöneldi. O arada yalınlığını hiç yitirmedi, “saf şiir”den hiç ödün vermedi, Behçet Necatigil gibi uçlara savrulmadı. Her çağda her kuşağın okuyup haz duyacağı ince titreşimlerden örülü bir şiir yarattı. Birkaç ayrıcalık dışında, değerleri unutmayı pek güzel başarıyoruz. Sadece sanatta değil, her alanda. “Unutma”yı da bir geleneğe dönüştürdük nerdeyse. Bu geleneği yıkın. Bu hafta sonu bir Sabahattin Kudret Aksal şiiri okuyun. Sizde kitapları yoksa bile, herhangi bir antolojiden bir şiirini bulun. Başka şiirlerini de okumak, belki yeniden yeniden okumak isteyeceksiniz. Kısacık “Uzak” şiirini hatırlıyorum: “Uzak seslerle gelir ozan, Uzak seslerle gider.” Hiç olmazsa gittiği yeri iki adım yakınlaştıralım. İstanbul Festivali’nin “Sinemada İnsan Hakları” bölümünde sunulan “Eller Yukarı” adlı filminde, Fransa’nın yabancı küçük çocukları bile sınır dışı eden göçmen karşıtı, neredeyse yabancı düşmanı resmi politikasına karşı umut dolu, taptaze bir soluk getiren Romain Goupil, Fransa’yı sarsan 1968 öğrenci eylemlerinde aktif bir rol oynamasından bu yana, hem sol politik hareketlerin hem de sinemanın içinde adını duyuran çift kimlikli bir sanatçı. Belgesel nitelikli “Otuz Yaşında Ölmek” (1982) ile Cannes’da Altın Kamera ödülü alan Goupil’in sineması, sürekli insan hakları temasını günlük yaşamın akışı içinde işleyen, toplumsal yaralara ve politik açmazlara parmak basarken çözümlemelere gitmek ya da çözüm yolları sunmak yerine, seyircisini anlamaya ve düşünmeye çağıran, alabildiğine özgür ve yaratıcı bir sinema. Fransız yönetmen Romain Goupil’in “Eller Yukarı” adlı filmi Fransa’daki yabancı kökenli gençlerin sorunlarını işliyor. zmir’de ödül Fransa’daki türban konusuna el attığı “Onun Yaşamı” (1996) ile yıllar önce İzmir Festivali’nde de ödül alan Goupil ile sinemadan politikaya atlayarak söyleşiyoruz. Daha lisedeyken çektiğin kısa filmler sansür edilmişti. Sinema mı politikayı yaşamına soktu, yoksa politika mı sinemaya giden yolu açtı? Birbirine koşut gelişti diyebilirim. İlkgençliğimden bu yana toplumsal olaylarla ilgiliydim. Dünyamızın daha iyi, daha yaşanabilir olması için kendimi ifade etmede sinemanın iyi bir araç olduğunu düşünüyor, elimde küçük bir kamera çevremi görüntülüyordum. İlk kısa filmlerimin yasaklanması başlı başına isyan ettirici bir olaydı. Üstelik oldukça saf, çocuksu filmlerdi bunlar ve içerikleri nedeniyle falan değil, benim lisede öğrencileri örgütlüyor olmamdan dolayı yasaklanmışlardı! Bu akıl almaz durum, aslında içinde yaşadığımız tutucu toplumun hastalıklarına işaret ediyordu. Uğradığım haksızlığın getirdiği öfke ve bilinçle, eylemlerime daha canla başla sarıldım. Babalarımızın biçimlendirdiği eski dünya artık değişmeliydi; gençlere, işçilere, halka yeni özgürlükler tanınmalıydı. İlginçtir ki, demokratikleşmenin ilk simgesel belirtileri de aynı dönemde yaşama geçmiştir. Ayrıcalıklı bir kesimin kullanabildiği seyahat etme özgürlüğünü geniş kitlere tanıyan “charter” uçak seferleri o yıllarda başlamıştı; hatta herkese ‘lokantaya gitme’ olanağı tanıyan ilk McDonald’s’lar da Paris’te o yıllarda açılmıştır. Biraz geriye bakarsak, 200 yıl önce Fransız halkı eşitlik, özgürlük ve kardeşlik isteyerek isyan etmişti. O dönemde sadece asil kan taşıyanların hakkı olan eğitim ve öğretim olanaklarından yararlanmak istiyorlardı. 1968’de eğitim hakkından yararlanan kuşaklar başkaldırıyordu. “Eller Yukarı”nın çıkış noktası neydi? Üç yıl önce okuduğum bir gazete haberi kanımı dondurmuştu. Sarkozy’nin İçişleri Bakanı Brice Hortefeux’nün yayımladığı bir genelge, Çıkış noktası yıl içinde 29 bin yabancının sınır dışı edilmesini Fransız polisine hedef olarak saptıyordu! Demokrasiyle, hukukla bağdaşmayan, tümüyle keyfi bir karardı bu. Eğer bazı yabancılar sınır dışı edilecekse, dosyalarının adli makamlarca incelendikten sonra buna yasalar çerçevesinde karar verilmesi gerekirdi; önceden bir sayı saptamak, Fransa Cumhuriyeti’nin temel değerlerine aykırıydı. Bu keyfi uygulamaya gösterilen tepkileri yetersiz buluyordum; konuyu sinemaya taşımaya karar verdim. On yaşlarındaki çocukların sınır dışı edilmek korkusuyla yaşayan yabancı kökenli arkadaşlarına nasıl sahip çıktıklarının öyküsünü, hem onları, hem de anne, baba ve öğretmenlerini anlamaya çalışarak işledim. Ne yazık ki Fransa’nın yabancılara karşı güttüğü politika bugün tam bir felaket noktasına geldi. Geçen yaz, Sarkozy’nin Romanları hedef alan konuşması; bugün Fransa’da yaşayan Fransız vatandaşı Müslümanların iç politika hesaplarıyla hedef gösterilmesi; gençlerin, özellikle de banliyölerde yaşayan yabancı kökenli gençlerin önyargıyla suçlu addedilmeleri bir yüz karasıdır. Sonuç olarak biraz karamsar mısın? Tam tersine. Bugün küreselleşen toplumsal ve siyasi gelişmeler doğaldır ki inişli çıkışlı bir çizgi izliyor. Ancak biraz önce de konuştuğumuz gibi insan hakları konusunda sürekli yükselen bir çizgi var. Mücadeleyi sürdürmeliyiz. Bugün, başkaldırmalarının daha dün olanaksız olduğu sanılan Arap halkları ayakta! Diktatörlerden kurtulma savaşımlarını desteklemeliyiz. Karamsar değil ‘Öteki Kasaba’, stanbul Film Festivali kapsamında bugün Pera Müzesi’nde TÖREN 9 MAYIS’TA Kasabam öyle önyargılıydı ki... AYŞEGÜL ÖZBEK Suyun iki yakası. Yunanistan’da Dimitsana, Türkiye’de Birgi... Nefin Dinç’in son belgesel filmi “Öteki Kasaba” yazar Herkül Millas rehberliğinde bu iki yerleşimi seyre çıkıyor. Kasabaları bir yıl boyunca izleyen film, halklarının “öteki tarafı” nasıl gördüğünü, algıladığını sorguluyor. Halklar arasındaki olumsuz düşüncelerin çatışmalı tarihten çok, milliyetçi anlayış ve eğitimden türediği fikrine varan filmin yönetmeni Dinç, “Milliyetçilik ve önyargının her iki tarafta da bol bol bulunduğunu söyleyebilirim. En kötüsü de her iki taraftan birçok kişinin ‘Biz ötekine karşı kötü bir his beslemiyoruz, böyle bir şey yok’ demesi ve buna karşılık biraz daha fazla soru sorunca bütün bu önyargıların farklı biçimlerde kendini göstermesi” diyor. 13. Selanik Film Festivali İzleyici Ödülü’nü alan “Öteki Kasaba”, bugün İstanbul Film Festivali kapsamında saat 16.00’da Pera Müzesi’nde Dinç ve Millas’ın katılımıyla Kasaba’ belgeseli, Yunanistan ve Türkiye’deki iki kasaba halkının ‘öteki taraf’ı nasıl gördüğünü sorguluyor. Film, 13. Selanik Film Festivali’nde zleyici Ödülü’nü almıştı. gösterilecek. Neden özellikle bu iki kasabayı seçtiniz? İki kasabayı seçmemizin birkaç nedeni var. Öncelikle kasabaların ikisi de coğrafi ve mimari olarak çok güzel kasabalar. Derin bir tarihleri var. Bu tarihte “öteki” de büyük bir yer kaplıyor. O yüzden bu iki kasabayı seçtik. Benim düşünceme göre “öteki”ne karşı önyargı her iki ülkede de başka kasabalarda ve şehirlerde de bulunuyor. Bu belgeseli başka yerlerde yapsaydık bence sonuç benzer olurdu. Kamuoyu yoklamalarına, “öteki”ni içeren romanlara, filmlere ve özellikle okul kitaplarına bakınca bu durumun ipuçları da kolayca görünüyor. Karşılaştırma yöntemiyle konuyu anlatmanın önemi nedir? Sanırım bu yöntemin başarılı olduğu Selanik Film Festivali’nde ortaya çıktı. İzleyiciler filmi beğendiler Nefin Dinç’in ‘Öteki ve gösterim sonrasında yaptığımız soru/cevap kısmında, neredeyse hiç kimse, “Biz böyleyiz ama karşı taraf daha da kötü” demedi. Çünkü filmde biz bu karşılaştırmayı, farklılıkları ve benzerlikleri zaten göstermeye çalışmıştık. Sanırım bu ödül izleyicinin filmde söylediklerimize katıldığını gösteriyor. Bir de izleyici filmi seyrederken çok güldü. Filmi montajlarken bazı durumların bu kadar komik göründüğünü düşünmemiştim. Bu da bizim için ayrı bir sürpriz oldu. Sanırım bu bizim açık fikirli bir yaklaşım sergilemeye çalısmamız olarak anlaşıldı ve kabul gördü. Filmde bir çocuğun ‘Kimler kazandı’ sorusuna ‘Hiç kimse’ diye cevap vermesi konuyu özetleyen bir söz mü sizce? Küçük çocuk “Herkes kaybetti” deseydi, bizim söylemek istediğimizi daha iyi özetlerdi aslında. Bu bir belgesel olduğu için ve filmde söyleşi yaptıklarımızı yönlendirmediğimiz için çocuğun kendi söylediği cümleyi kullandık. Hiç kimsenin kazanmadığı da doğru zaten. Yiğenoğlu’na ‘Puduhepa’ ödülü ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Adana Kültür Sanat Derneği (AKSD) Başkanı Nuran Terliksiz, Altınkoza ile birlikte düzenledikleri Puduhepa Kültür Günleri kapsamında BilimSanatBaşarı Onur Ödülü’nün bu yıl Gazetemizin Temsilcisi Çetin Yiğenoğlu, Prof. Dr. İlter Uzel, eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. İmren Aykut ile RessamSeramikçi Güngör Arıbal’a verileceğini açıkladı. Puduhepa Kültür Günleri çerçevesinde her yıl verilen ödüle bu yıl, Yiğenoğlu’nun edebiyat ve kültürsanat dallarında başarılı çalışmalara imza atması nedeniyle değer görüldüğü belirtildi. Ödüller, 9 Mayıs’ta yapılacak törende sahiplerine sunulacak. Dinlerin Kardeşliği Nobel’e aday HATAY (AA) Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan dinlerine mensup 120 kişiden oluşan Antakya Medeniyetler Korosu, 2012 Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Medeniyetler Korosu Derneği Başkanı Yılmaz Özfırat, kendilerini izleyen ve koro hakkında bilgi edinen bazı bakan, rektör, bilim insanları, büyükelçi, profesör, sanatçı ve Nobel ödüllü kişilerin önerisiyle, ödüle aday gösterildiklerini söyledi. Koroda farklı meslek gruplarından kişiler bulunduğunu belirten Özfırat, korodaki Alevi, Sünni, Katolik, Ortodoks, Ermeni ve Musevi yurttaşların dostluk ve kardeşlik mesajları verdiğine dikkat çekti. İlk yurtdışı konserlerini Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne seçilmesi nedeniyle New York’ta verdiklerini belirten Özfırat, en büyük hayallerininse Gazze Şeridi’nde bir tarafta İsrail, diğer tarafta Filistinlilerin bulunacağı alanda konser vermek olduğunu ifade etti. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle