16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 16 N SAN 2011 CUMARTES 10 DİZİ Sağımız, solumuz, önümüz pirinç tarlası... MACAR PARLAMENTOSU Mekong’da yolculuk ochinchine’in güneyindeki büyük çamur ve pirinç ovasının, Kuşlar Ovası’nın ortasında, Mekong’un… bir kolunu geçerken, araba vapurunda oldu olan. Otobüsten iniyorum. Küpeşteye gidiyorum. Irmağa bakıyorum. Annem arada bir, bu ırmaklar, yani okyanuslara doğru yol alan Mekong ve kolları, okyanusların boşluklarında silinip gidecek olan bu su alanları kadar güzel, bunlar kadar büyük, bunlar kadar yabanıl ırmakları yaşamım boyunca hiçbir zaman göremeyeceğimi söyler. Göz alabildiğine uzanan düzlükte bu ırmaklar hızla ilerler, sanki toprak eğiliyormuş gibi boşanırlar.” Marguerite Duras’nın “Sevgili” romanı, aşağı yukarı böyle başlar. Vietnam sadece bir savaş adından ibaret değil... Vietnam coğrafyasını “savaş” denli güçlü biçimde kolektif düşümüze yerleştiren unsurlardan biri, Marguerite Duras’nın bu etkileyici romanı olmuştu. Duras’nın otobiyografik öğelerle örülü kurgusu arkadan Fransız yönetmen Jean Jacques Annaud tarafından filme alınmıştı. Mekong, o filmden sonra dünya çapında ün kazandı… Ermenistan ve Rumlara soğuk duş FIRAT KOZOK “C “Bütün suların anası” anlamına gelen Mekong Nehri, Himalaya Dağları’ndan doğuyor, Çin’in Yuan bölgesinden geçtikten sonra Burma’yı kat ediyor, Laos’u suluyor, Tayland ve Kamboçya’ya uğrayıp Vietnam’da eşsiz bir doğa harikası olan bu deltayı yaratıyor. Yak 9 ejdarha ve bütün suların anası dokuz ağızdan karışırmış. Erozyon ve çeşitli doğa olaylarından ötürü bu ağızların bazıları tıkanmış. Ama Vietnam halkı gene de “asalet”, “güç”, “refah” simgesi olarak gördükleri “ejderha” adından vazgeçmiyor ve Mekong için ısrarla “Cuu Long” tabirini kullanmaya devam ediyorlar. dışına ihraç edilen pirincin yarısı buradan geliyor. Ağaçlardan meyvenin her çeşidi fışkıyor. Kuşlar, çiçekler, böcekler, bitki örtüsü, nehir yatağının biyoçeşitliliği Amazon dışında dünyada rakip tanımıyor. “Mekong” kısaca tropik bir yeryüzü cenneti. Saygon’dan 120 kilometre uzaklıktaki bu “tropik cennete”, beş saatlik bir araba yolculuğundan sonra vardık... Gece deltanın en büyük kenti Can Tho’da kalacağız. Ertesi sabah da Can Tho’ dan 38 kilometre ötedeki Sa Dec’de ‘Sevgili’nin evini görmeye gideceğiz… Güneye doğru indikçe, sağımızı, solumuzu önümüzü pirinç tarlaları sarıyor. Rehberimiz Anna burada yalnız tek bir mevsimin olduğunu söylüyor: Sıcak mevsimi! Yeşil pirinç tarlalarının ortasında benek gibi beyaz mezarlar göze çarpıyor. Aileler, inançları gereği ölülerini bu bölgede tarlalarına gömerlermiş. Aile toprakları içinde kalan sevdiklerinin ölüleriyle, bu şekilde her daim “birlikte” olduklarını düşünürlermiş. Mezarlar her yıl, mutlaka büyük bir merasimle temizlenirmiş. Bunu yapmamak uğursuzluk anlamına gelirmiş... Mekong’da bir tek mevsim var Fotoğraflar: G AN PAOLO PAP A laşık 5 bin kilometrelik uzun yolculuğunun sonunda “boşanarak” Büyük Okyanus’a açılan Güney Çin Denizi’ne dökülüyor. Vietnamlılar nehre “Cuu Long/ Dokuz Ejderha” diyorlar. Büyük denizlerin sularına vaktiyle bu ırmak Ülkeye hayat veren “Dokuz Ejderha”nın kollarında, nüfusun nerdeyse beşte biri sayılan 20 milyon Vietnamlı yaşıyor... Nehrin zengin alüvyonları ile beslenen deltada yılda üç defa pirinç hasatı alınıyor. Vietnam’ın “pirinç deposu” burası. Yurt BUDAPEŞTE Macaristan Parlamentosu Türk Macar Dostluk Grubu Başkanı ve parlamentonun 3. büyük partisi olan sağcı Jobbik Partisi Milletvekili Tamas Hegedus, Ermenistan’ın Azerbaycan üzerindeki işgali sonlandırması için meclise karar tasarısı sunan partisinin, uluslararası toplum tarafından KKTC’ye uygulanan ambargonun kalkması için yeni bir tasarı hazırlığı içerisinde olduğunu söyledi. Macaristan Parlamentosu Türk Macar Dostluk Grubu yetkilileri bir grup Türk gazeteciyle dün parlamento binasında bir araya geldi. Görüşmede Türkiye’yi dünya politikasının önemli bir motoru olarak nitelendiren Hegedus, AB Dönem Başkanı Macaristan’da Türkiye dizilerinin halkın büyük ilgisini çektiğini söyledi. Gazetecilere Azerbaycan ve KKTC konularında da önemli değerlendirmeler yapan Hegedus, Ermenistan’da “soğuk duş” etkisi yapacak girişimlerini şöyle anlattı: “Azerbaycan’la ilgili meclise dilekçe önerisi verdik. Bu öneride Ermenilerin Azerbaycan’a yaptıkları saldırıların durması ve 1 milyondan fazla Azerinin evlerine dönebilmesi gerektiğini vurguladık. Ermenistan işgali bitirmeli. Konu Meclis Dışilişkiler Komitesi’nde tartışıldıktan sonra bu dilekçe önerisi sunduk. Resmi bildirim nasıl olur şimdilik bilmiyoruz.” ‘Kıbrıs’a ambargo kalksın’ Benzer bir girişimi önümüzdeki günlerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için de yapacaklarını anlatan Hegedus, “Kuzey Kıbrıs ambargo altında. Bu da bir problem. Biz problemin çözülmesini istiyoruz. Kuzey Kıbrıs ulusal pazara ulaşabilmeli. Yunanistan ve Güney Kıbrıs bunu AB içinde bloke ediyor. Biz bunu da parlamentoya bu ay içinde ya da gelecek ay sunacağız” dedi. Dostluk Grubu Başkan Yardımcısı Istvan Hiller de TürkiyeMacaristan arasında ortak yatırıma dikkat çekerek, “Bu teknolojide bizim sizden öğrenmemiz gereken çok şey var” dedi. ‘Ölüm günlerini anarız!’ lmüş atalarla teşriki mesai, yalnız yılda bir defa mezar temizlemeyle sınırlı kalmıyor. Her evde ailenin ölüleri için bir küçük “mihrab/sunak” bulunduruluyor. O sunağa her gece meyveler, çiçekler ve tütsüler bırakılıyor. Anna, “Ölülerin anısına dua/tapınma bizde fevkalade önemlidir” diye konuşuyor: “Biz insanları doğum günleriyle değil, ölüm günleriyle anarız!” Vietnam dini karışık. Vietnamlıların çoğunluğu Budizm, Taoizm ve Konfüçyonizmin karmasından oluşan bir kokteyle inanıyor. “Atalara ibadet” diye anılan aile ölülerine tapınmak inancı, bu kokteylin özellikle Konfüçyanizm dalından gelen bir uygulamaymış. Komünist rejime karşın, Vietnam’da din, geleneğe bağlılık anlamında insanların hayatında hâlâ çok önemli bir yer tutuyor. Konuşa konuşa böyle öğlen molası verdiğimiz bir Mekong konağında duruyoruz. Burası nehrin kollarından birinin yakasında küçük bir top Ö rak sahibinin evi. Evin içi sade. Ama bahçe, bir cennet köşesi. Avluda mango ve orkide ağaçlarının altında hazırlanmış bir masa, öğle yemeğinde bizi bekliyor. Etrafımız çepeçevre begonviller ve karambole, rambutan, papaya, mangosten, jambo, pomelo, ejderha gözü ağaçlarıyla çevrili. İsimlerine çok aşina olmadığımız bunların hepsi, tropikal meyveler… Anna önüne ilk gelen ağaçtan koparttığı bir meyveyi açıp bana veriyor. Damakta “gül suyu” tadı bırakan bu enfes meyve “Mekong şeftalisi”imiş! Yeryüzündeki bu cennet köşesindeki ağaçları bir bir ince lerken arka bahçede mezarlar görüyorum. Oturduğumuz yerden bir düzine türbe seçiyorum. Anna’nın yol boyu anlattığı gibi bunlar, aile mezarları… Yaşamla ölüm iç içe Ölülerin küllerinin döküldüğü Ganj’da yıkanan Hintliler gibi… Mekong’da da her köşeden hayat fışkıran bir bahçenin içinde, böyle mezarlarla iç içe, yan yana, karşı karşıya oturuyoruz. Doğu’yu Batı’dan farklılaştıran en ayırt edici özelliklerden biri bu. Hayattan kesin çizgilerle ayrılan “ölüm” Batı’da göz lerden uzak tutulan bir “tabu” gibi yaşanıyor. Doğu’da ise “hayat” ve “ölüm”; bu bahçede olduğu gibi aynı doğal döngünün birbirinden ayrılmayan parçaları sayılıyor. Birbiri ardına yemekler gelmeye başladığında hızla yeniden “hayatın nimetlerine” dönüyoruz. Önce şeffaf denecek denli ince kreplere sarılmış nehir balıkları geliyor. Ardından bunları “muz yaprağı mücveri”, dev büyüklükteki Mekong karidesleri, kalamar kızartması ve “fried rice/kızarmış pilav” izliyor... Gelen her yemeğin yanında herkesin önüne, kenarında yarım “lime/tropik limon” olan bir küçük çukur tabak bırakılıyor. “Lime”ı, içinde karışık tuz karabiber bulunan o çukur tabağa sıkıyorsunuz. Her lokmayı bu lime, tuz, karabiber karışımına banarak yiyorsunuz. Bu ufacık lezzet, her şeye farklı, çok hoş bir tat katıyor. Tropik meyvelerle tamamlanan bu muhteşem ziyafetin ardından evin yanı başında bekleyen ince uzun Mekong kayıklarından birine geçiyoruz. AVRUPA’DAK TÜRK PARLAMENTERLER Yüzen çarşıdan Sevgili’nin evine... ekong’dan, “Sevgili”nin çevrildiği evi görmeden ayrılmak istemiyorum. Sabah, Can Tho’dan Saygon’a hareket etmeden önce, Duras’nın gençlik yıllarını geçirdiği Sa Dec’e uğruyoruz. Kanalları, çiçek pazarlarıyla ünlü bu ufak Mekong kentinin öncelikli ilgi merkezi ilk bakışta sıradan görünen bir sokak içindeki bu ev. Turist kafileleri henüz Cai Be pazarındayken eve varabildiğimiz için etrafı rahatlıkla gezebiliyoruz. Ön bahçeyi aşıp eve ulaşıyoruz. Kapıdan girer girmez rehberimiz bulunduğumuz evin maliyetinin, vaktiyle Vietnam ortalamasının on kat üstüne çıkmış olduğunu söylüyor. Beş kuşak boyunca aynı evde ikamet eden “tüccar” Doung ailesi, yer döşemeleri, tahta panjurlar dahil evin tüm malzemelerini, bu villanın yapıldığı tarihte yurtdışından Fransa’dan getirtmiş. 19. yüzyılda Vietnam’ın Fransız sömürgesi olduğu dönemde yapılan evi anlatırken rehber bize şu mesajı veriyor: “Bu ev, dönemin sömürge güçleriyle iş yapanların, Vietnam’ın yaşam standartlarının ne denli üstünde yaşamış olduğunu gösteriyor!” Panjurlardan süzülen ışıkla yarı loş olan ortamda, sağ duvarda “Sevgili” filminin yönetmeni Jean Jacques Annaud’nun Doung ailesi ‘Türkiye 3 yıldır geriye gidiyor’ İstanbul Haber Servisi Danimarka Parlamentosu Sosyal Demokrat Parti Milletvekili Hüseyin Araç, Türkiye’deki hukuki uygulamalar konusunda eleştirilerde bulunarak, “Hukuk bütün dünyada tarafsızdır. Bir kişiyi yakaladığınızda suçunu söylersiniz. Suçsuzları kanunsuzca yıllarca tutuklu yargılarsanız sizi AB’ye karşı savunamam. ABD Guantanamo’da tuttuklarına bile suçlarını söylüyor. Savunma hakkı veriyor” dedi. Esenkent Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlediği sempozyumda, Türk kökenli 11 Avrupalı parlamenterin katılımı ile Türkiye’nin AB süreci değerlendirildi. Sempozyumun açılışını yapan vakfın başkanı Dr. Gürbüz Çapan, Başbakan’ın Şık ile ilgili değerlendirmesini “Küflenmiş kafanın açığa çıkmış hali bu açıklama. Başbakan bir candan bir de camdan konuşur. Candan konuşunca böyle oluyor” dedi. Danimarka Milletvekili Araç, AB üyeliği konusunda Türkiye’ye yapılan haksızlıklıklara karşı doğduğu ülkeyi savunduğunu anlatarak “Ama kadın devletten kendisini korumasını istediğinde, devlet onu koruyamadığı için 18 yerinden bıçaklanarak öldürüldüğünde bunu nasıl savunayım?” diye sordu. Türkiye’nin eksikliklerini sıralayan Araç, dokunulmazlıkların da önemli bir sorun olduğuna işaret etti. M ğlen saatleri ortalık sakin. Kuşlar, kelebekler dahi uçmuyor. Hatta balıklar bile uyuyor. Güneş tepede. Uzaktan yalnızca “üüürüüü!” bir horoz sesi geliyor. Nehrin ve doğanın sükuneti karşısında gene Duras’nın o unutulmaz Mekong tasvirlerinden birini hatırlıyorum: “Irmağın sisli güneşinde, sıcaklığın güneşinde, kıyılar silinip gitmiş, ırmak çevrenle birleşir gibi. Irmak sessizce akıyor, hiç ses çıkardığı yok, bedende kan. Suyun dışında yel esmiyor. Vapurun motoru sahnenin tek gürültüsü, devim kolları gevşemiş, bozuk bir emektar motorun sesi. Zaman zaman, hafif esintilerle, insan sesleri. Sonra köpek havlamaları, her yandan geliyor köpek havlamaları, sisin ardından, bütün köylerden… Vapurun çevresinde ırmak iyice yükselmiş, yürüyen suları pirinç tarlalarının durgun sularının içinden geçiyor…” Mekong, Vietnam’a girerken aslında gücünü yitirip yavaşlarmış... Söğütlükler, sazlıklar arasından ilerlerken alabildiğine durgun bir nehirle karşılaşıyoruz. Küçük kanallarda in cin top oynuyor. Tahta kazıklar üzerinde yükselen ne ‘Bedende kan gibi akan ırmak’ Ö hir evleri arasından geçiyoruz…. Irmak, Marguerite Duras’nın burada yaşadığı 20. yüzyıl başından bu yana hiç değişmemiş ama yaşam çok değişmiş. Küresel köy Mekong’a ulaşmış Rehberimiz, kuş uçmaz kervan geçmez sazlıklar arasında gizlenen balıkçı evlerinde bile artık cep telefonu, uydu TV ve inter net wifi bağlantısı olduğunu söylüyor. “Global köy”, yerkürenin öbür ucundaki… Mekong deltasının en ücra yerleşim birimlerine dek ulaşmış. Ana arterler baştan sona dünya turizmiyle bütünleşmiş. Nehrin ana kollarına döndüğümüz anda yanımızdan suları yararak süzülen, “sampan” tabir edilen bambudan yapılmış şık kruz tekneleri geçiyor… Bu Rolls Royce gibi klas tekneler; dört kişilik. İçinde bir o kadar da mürettebat var. 22 metre uzunluğunda 4 metre enindeki tekneler; bir gecelik olduğu gibi, birkaç gecelik kiralanabiliyor. Gece, dingin bir köşede demir atan “sapman”lar, sabahın erken saatlerinde sonra konuklarını Cai Be kentinde toplanan Mekong’un en büyük “floating market/yüzen çarşı”sına götürüyor. Yerlisiyle, turistiyle deltada bulunan herkesi mıknatıs gibi çeken bu “yüzen çarşılar” sabah saat 4’te faaliyet göstermeye başlıyor ve 11’e dek açık kalıyor. Hummalı alışveriş furyası; değişik kokular, insanlar ve heyecanlı pazarlıkların en yoğun yaşandığı sabah 6 sularında tavan yapıyor... Yüzen çarşılar, “hal” işlevi gören meyve, sebze, balık, et yüklü teknelerden ibaret değil sadece. Bunların yanında bir zamanlar Boğaz kıyılarında cirit atan bizdeki “takanik” tekneleri misali “yüzen restoranlar”, “yüzen benzin istasyonları” ve çeşitli eşya satan “yüzen dükkânlar” da oluyor. SÜRECEK C MY B C MY B ne yazdığı kısa bir teşekkür notu göze çarpıyor. Notun yanında, yakışıklı yönetmenle birlikte “Sevgili” de başrolleri paylaşan çıtır Jane March ile olgun Çinli sevgiliyi oynayan Tony Leung’ un fotoğrafları var... Bir de filmden alınmış kilit bir sahnenin fotoğrafı duvara asılmış. Ayrı ırktan genç sevgilisini babasına hiçbir zaman kabul ettiremeyecek olan Çinli erkeğin Sa Dec’te gördüğümüz bu aile evinde ebeveynlerine yaptığı ziyaretin fotoğrafı bu... Filmden bu evde sergilenmek amacıyla seçilmiş olan tek sahne bu! Geleneğe aşkını feda eden zengin, paralı ve soylu sevgilinin; tam karşımızda duran “ataların mihrabına” doğru yürüdüğü an görüntüleniyor fotoğraftaki sahnede. Oturma odasının tam merkezinde, girdiğimiz Mekong evlerinin hepsinde gördüğümüz; “aile ölülerinin anısına dikilen” mihrap… karşımızda duruyor... Mekong “Yüzen Pazar”ından çıkıp soluğu öğle saatlerinde burada alan turist kafilelerine gezdirilen Sa Dec’ teki “Sevgili” nin evinde, filmde canlandırıldığı gibi tıpkı… kuşaklardır olduğu gibi mihrapta Doung ailesi atalarının ruhlarına hala buram buram tütsü yakılıyor. Türkiye’ye eşit davranılmadı Almanya’nın ilk Türk kökenli milletvekili Prof. Hakkı Keskin de AB üyeliği sürecinde Türkiye’ye eşit davranılmadığını belirtti. Keskin eleştirilerini şöyle sıraladı: “100 binlerce kişinin telefonu hukuksuz bir şekilde dinleniyor. Yargının bağımsızlığı bertaraf edildi. Medya üzerinde müthiş bir baskı var. Tutuklu gazeteci sayısında Çin ve İran’ı geride bırakarak birinci oldunuz. Ne olduğu hâlâ ortaya çıkarılmayan Ergenekon soruşturmasındaki tutuklama süreleri yıllara yayılıyor. Bilim ve sanat baskı altında. Ben 30 yıldır Almanya’da bir akademisyen olarak yerden yere vuran açıklamalar yaptım kimsenin sesi çıkmadı. Geçen günlerde gazetecilerin tutuklanmasından duyduğumuz endişeyi dile getirmek için bir açıklama yaptık. Başbakan Erdoğan, grup toplantısında Türk kökenli Avrupalı parlamenterlerin haddini aştığını söyledi. Bunun neresi demokrasi...” Keskin, Başbakan’ın AKPM’de Şık ile ilgili konuşmasına değinerek “Hangi çağda yaşıyoruz. Ortaçağda mıyız? Adam kitap yazıyor. Bombanın nasıl yapıldığı mı yazıyor kitapta. Türk halkı buna layık mı?” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle