16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 13 N SAN 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 KÜLTÜR Hayat bir arayış hanesi Hale Arpacıoğlu’nun son dönem çalışmaları, uzun bir aradan sonra stanbul’da açtığı sergiyle 22 Nisan’a kadar Ark Kültür’de ÖZLEM ALTUNOK Bataklığa Dönen Dünya Memet Fuat, çok sevilen anı kitabı “Gölgede Kalan Yıllar”a (Adam Yayınları) şöyle başlar: “Piraye öldü. (...) 21 Mart 1995 Salı günü gece yarısına doğru, bataklığa dönüşmüş dünyamızdan, iyiliğin, dürüstlüğün, onurun, bağlılığın, özverinin simgesi bir kadın ayrıldı...” İlk okuduğum günden bu yana belleğimden silinmeyen bu cümleyi durur durur yinelerim. Piraye’yi ve Memet Fuat’ı çok sevdiğimden mi? Yoksa aynı cümle içinde, “bataklığa dönüşmüş dünya” ile iyilik, dürüstlük, onur, bağlılık, özveri kavramlarının oluşturduğu karşıtlığın çarpıcılığından mı? Piraye’nin yukarıdaki nitelikleri ne denli hak eden bir yaşamı olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Nâzım Hikmet’in ona cezaevlerinden on sekiz yıla yayılan bir süre boyunca yazdığı şiirlerin yanı sıra 581 mektup da nasıl çağlar üstü bir sevgi ve bağlılık ilişkisi yaşadıklarını gösteriyor. Dahası, herkesin korkudan elindekileri yaktığı bir dönemde Piraye’nin Nâzım Hikmet’in pek çok yapıtının bugüne ulaşmasındaki payı da başlı başına bir yüreklilik örneği. Piraye’nin Nâzım’dan sonra geçirdiği kırk beş yıl boyunca, kimseyle bu konuları konuşmaması, hakkında yapılan yayınlara cevap verme gereği duymaması da bu tutumunun bir sonucu. Memet Fuat’ın şiirler, mektuplar ve arada küçük açıklamalar yazarak hazırladığı “Nâzım ile Piraye” adlı kitabı gözyaşlarına boğulmadan okuyabilenler olmuş mudur bilmiyorum. Memet Fuat, annesinin temel kişilik özelliklerini taşıyan biriydi. Özel yakınlıkların, dostluk ilişkilerinin çok öne çıktığı edebiyat dünyasında yıllar boyu ilkelerine bağlı bir eleştirmen ve yayıncı olarak varlığını sürdürdü. Modalardan ve yaygın eğilimlerden hiç etkilenmeyen, kendine güvenli bir duruşu vardı. Bütün dünya karşısında olsa, doğru bildiğinden şaşmaz bir sağlam kişilikteydi. Karşısındakini de arıtan, temizleyen biriydi. Onun yanında bu dünyanın kötülüklerinden, çirkinliklerinden uzaklaştığınızı, daha güzel bir dünyaya yaklaştığınızı duyumsardınız. 90’lı yıllardaki yazılarında en çok üzerinde durduğu konu, dünyanın giderek bir “bataklığa dönüşme”siydi. Temel insani değerlerin yitirilmesi, tüketim arsızlığı, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, sevgi gibi insanı insan kılan özelliklerin yok sayılması karşısında, döneme ilişkin yazılarını topladığı “Çağdaşımız Makyavel” adlı kitabı yeni dünya düzeninin insan odaklı bir sorgulanmasıydı. Dünyanın “bataklığa dönüşmüş” olması, bugün yeryüzünde yaşayan herkesin temel sorunu. Gazete sayfaları, televizyon ekranları, insan olanın yüzünü kızartacak rezilliklerle dolup taşıyorsa, insan insanlığını nerede arayıp bulacak? İnsanlığın bilgi ve kültür birikimi, içine düştüğü bu bataklıktan kurtulabilmesi için yeterli. Gelgelelim, dünya egemenleri, doğayı, çevreyi, tohumları değiştirdikleri gibi, insanı da düşünen, güzeli arayan bir varlık olmaktan çıkarıp, kendi buyrukları doğrultusunda yaşamaya yazgılı bir robota dönüştürme çabası içindeler. İletişim organlarını, inançları, gelenekleri, akla gelebilecek her şeyi bu yolda kullanıyorlar. O zaman insanın elinde kendini savunabileceği insancıl kültür mirasından başka ne kalıyor? Bataklıktan kurtuluş, insanın insani özüne dönmesi, insanlık onuruna yeniden kavuşabilmesiyle olanaklıdır. Bu yolda ortaya çıkan tek tek örnekler, geleceğe ilişkin umut beslemenin birer işaret fişeği olacaktır. Hale Arpacıoğlu, Ark Kültür’de açılan yeni sergisinde belki de, bir ömürlük sanat yaşamını mekânın iki katına yayarak bir özet sunuyor izleyiciye. Kurduğu sahne, hayatının ta kendisi. İçinde arayışları, devinimleri, savrulmaları, keşifleri barındırıyor, en çok da hareketi. 18 yaşında Amerika’da peşine düştüğü sanat yolculuğunu İtalya’da sürdürmesi, susma süreci, oradan Doğu’ya savruluşu… Tuvalle başlayan reçetesiz, formülsüz resimsel yolculuğu 2000’lerden bu yana pleksiglas kutulardan oluşturduğu “sahne”lere kâğıt kesme yöntemiyle yerleştirdiği “görüntü”lerle sürüyor şimdilerde. Bir dostunun da dediği gibi “onun mutfağı yok” belli ki. Bilinmeyenin peşinde insanı, evreni anlamaya, yorumlamaya çalışıyor. Serginin adı da buna işaret ediyor: No Thing Happens / No Body is There. “Hiçbir şey ‘oluyor’ ve ortada beden yok. Hareket bilinmeyenden ortaya çıkıyor, yokluktan var oluyoruz, varlığımızı da, yokluğumuzu da bunlarla temsil ediyoruz” diyor. Sergi de üst katta bu bilinmeyenden çıkan hareketi anlatan enstalasyonla başlıyor. Simsiyah bir yokluktan çıkan hareket, ışığa altın rengi dairesel formlarla dönüşüyor. Yerde, hareketin ama artık “orada olmayan” başka bir yere hareket eden bedenin temsili, ayaklar yer alıyor. Bu enstalasyonun tam karşısında Arpacıoğlu’nun 89 yılına tarihlenen “kadın” serisinden bir tablosu var. “Bundan 22 yıl önce bir kadın bu resimleri yaptı, izi var, ama kendisi yok. Çünkü ben artık o kadın değilim ki” diyor. Bu iki işin arasında ise insanın olmadığı, o yokluğa işaret eden bir âlem yer alıyor… “95 2004 arası bir susma dönemim var. Susan Sontag’ın ‘Susmanın Estetiği’ adlı makalesi bu anlamda yol göstericidir benim için. Susmanın da söylediği bazı şeyler olduğunu bilmek, sanatçının susma hakkını kullan ması, kendini yeniden kurması, yol alması önemli” diyor. İşte o yıllarda kadim felsefeyle ilgilenmeye başlıyor Arpacıoğlu, Çin, Hindistan derken, Orta Asya’ya, Özbekistan’a oradan Anadolu’ya uzanıyor. “Ne kadar Batı’ya giderseniz o kadar da Doğu’ya gitmek zorundasınız. Bu kendiliğinden oluyor. Bir de mum ışığını dibine ver 2011 LONDRA K TAP FUARI’NDAN NOTLAR Türkiye, ngiltere pazarında ERDEM ÖZTOP LONDRA Londra Kitap Fuarı, Earls Court’ta önceki gün açıldı. Bu yılki konuk ülkenin Rusya olduğu fuara ulusal standıyla Türkiye de katıldı. Frankfurt Kitap Fuarı’nda konuk ülke olduğumuz 2008 yılında tasarlanan logomuzla Londra Kitap Fuarı’nda boy gösteren ülkemizin standına ilgi büyüktü. Özellikle Türk yayıncıların ve ajansların soluklanma ve görüşme yeri olarak akın ettiği standımızda görüşlerini aldığımız Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı ve Ulusal Koordinatör Ümit Yaşar Gözüm, bir yıl arayla bu sene yeniden Londra Kitap Fuarı’na katıldığımızdan söz etti. Bu fuarın Türk edebiyatının başka diller yanında özellikle İngilizceye çevrilmesi için büyük bir fırsat olduğunu belirten Gözüm, İngiliz Yayıncılar Birliği ve British Council ile koordineli çalışmalar yürüttüklerini, bu çalışmaların meyvelerini önümüzdeki yıllar içinde alacaklarını da sözlerine ekledi. Fuardaki standda telif görüşmelerini sür dürmekte olan Kalem Telif Ajansı sahibi Nermin Mollaoğlu’na göre de bu yıl yedinci kez katıldığı Londra Kitap Fuarı diğer yıllara göre oldukça iyi geçmekte! Bu başarının Türkiye olarak, Kültür Bakanlığı, meslek birlikleri, ajanslar, herkesin bir arada olmasından kaynaklandığını dile getiren Mollaoğlu, aynı zamanda İngiltere pazarının Türkiye için çok önemli olduğunu vurguladı. Örnek olarak da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın önümüzdeki süreçte Penguin Yayınları tarafın dan Penguin Klasikleri arasında yayımlanacak olmasını gösterdi. Yapı Kredi Yayınları Genel Müdürü Tülay Güngen de Londra Kitap Fuarı’nın diğer ülkelere kıyasla küçük ama daha profesyonel bir çalışma yürüttüğünü gözlemlediğini, ulusal standımızda da bu profesyonellik çerçevesinde özellikle İngiliz piyasasında yayımlanan belli başlı yazarların görsel olarak sunumunun daha iyi yapılabileceğini belirtti. Yapı Kredi Yayınları editörlerinden Dürrin Tunç ise Londra Kitap Fuarı’nı gözlemledikten sonra biz yayıncıların bu işi ne kadar da amatör bir ruhla yaptığımız konusuna dikkati çekti. Tunç, bu amatörlüğün ‘satış kaygısı’ duymamızdan kaynaklandığını sözlerine ekledi. Bugün sona erecek olan Londra Kitap Fuarı, diğer ülkelerde düzenlenen fuarlara oranla küçük olsa da profesyonellik anlamında üst düzey bir fuar olduğunu bize ve katılan Türk yayıncılara hissettirdi. 2013 Türkiye Konuk Ülke çalışmalarına da bu yıl devam edildiği gözlenen fuar ajanslar açısından da bir hayli yüksek satışlarla sonlanacağını gösteriyor. Fotoğraf: VEDAT ARIK “Boşluğu paranteze alıp bir sahne yarattım. Hepimiz o boşluğun içinde yer almıyor muyuz zaten? Benim sahnemde bilinmeyenden su içen kaplanlar, ışığın içinde beliren formlar, şamanizmde ruhu temsil eden atmacalar, dağlar, ışıktan çıkan ve oraya dönen yalnız ruhlar var.” mez ya, Batı formatını bir reddediş de vardı tüm bu sorgulamanın içinde” diyor. Shakespeare’in Fırtına’sından da bir referansı var bu noktada, “Shakespeare ‘İnsanlar hayallerden yapılmış ‘şey’lerdir’ derken buradaki ‘şey’lerin de bedenler, dolayısıyla hayal olduğunu, bunun da bizdeki ‘yalan dünya’ sözünde karşılık bulan o yokluğa işaret ettiğini düşünüyorum. İşte o derinlere ulaşmaya çalıştım bu süreçte”. Kolay olmasa gerek sil baştan yola koyulmak. “Ruhun türü, ihtiyaçları, niye anlamak istediği, ruhundaki bütün katmanları gerçekleştirme isteği… Bir tür doygunluğa ulaşmış, sanat çevresince ‘takdis’ edilmiş bir sanatçıyken sıfırlamak… Bu noktada bütün eksikliklerinizi fark ediyorsunuz. Okumaya, geri çekilmeye, yalnızlaşmaya başlıyor, torbanızı boşaltıyorsunuz” diyor. Torba elbette yeniden dolacak, doluyor… Tahran ve Taşkent’teki iki serginin ardından işte mekânın giriş katında Arpacıoğlu’nun bugünü, yeni biriktirdikleri karşımızda. Bu yeni çalışmalar, fotogram tekniğiyle, yani fotoğrafın negatifpozitif ilkesiyle yapılan kâğıt desenlerden oluşuyor. “Boşluğu paranteze alıp bir sahne yaratarak altın renkli figürlerle bir dünya kurdum. Hepimiz o boşluğun içinde yer almıyor muyuz zaten? Benim sahnemde bilinmeyenden su içen kaplanlar, ışığın içinde beliren formlar, şamanizmde ruhu temsil eden atmacalar, dağlar, ışıktan çıkan ve oraya dönen yalnız ruhlar var” diyor. (0 212 243 07 70) Nuri Bilge Ceylan’a Fransa’dan madalya Dünyaca ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan, Fransız hükümeti tarafından üstün yeteneği ve sinema filmi hassasiyetinden dolayı “Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Madalyası” ile onurlandırıldı. Ceylan’a madalyası, 30. stanbul Film Festivali kapsamında stanbul Modern’de düzenlen Arte France resepsiyonunda Fransa’nın stanbul Başkonsolosu Herve Margo tarafından verildi. Magro, konuşmasında sinemasının büyüklüğünden bahsettiği Ceylan’ı “Türk sinema ustası” olarak nitelendirdi. Ceylan da konuşmasında Fransız kültürünün kendisi üzerinde önemli bir etkisi olduğunu anlatarak, Fransız yönetmen Robert Bresson’un zamanla üzerinde çok derin izler bıraktığına değindi. 10. Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali Mozart’la açıldı Ahmet Say’a onur ödülü S BEL ÇORBACIOĞLU AFYONKARAHİSAR Genel sanat yönetmenliğini Hüseyin Başkadem’in üstlendiği Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali, Rehberlik Araştırma Merkezi (RAM) Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen açılış konseri ile başladı. Konserde, şef Işın Metin yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası ile Çek flüt sanatçısı Anna Stavelova ve arp sanatçısı Çağatay Akyol, Mozart’ın “Do Majör Flüt Konçertosu”nu seslendirdiler. Konsere Afyonkarahisar Valisi İrfan Balkanlıoğlu ve Belediye Başkanı Burhanettin Çoban’ın yanı sıra sanat dünyasından çok sayıda davetli katıldı. Konser öncesinde, Yekta Kopan’ın sunumuyla bir açılış töreni gerçekleştirildi. Kopan, festivalin afişinde yer alan nota ağacını göstererek, bu festivalin kendi topraklarında büyüyerek bir ağaca dönüştüğünü söyledi. Törende ilk olarak, gerek festivale verdiği destekler gerek Türk müzik dünyasına sağladığı zenginlikler adına, “Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali Onuncu Yıl Onur Ödülü” mü zik eğitimcisi ve yazar Ahmet Say’a verildi. Say teşekkür konuşmasında Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali’ni bir mucize olarak tanımlarken, “Afyon’da Mozart’ın tadı bambaşka oluyor” dedi. Festival destekçilerine birer anı plaketi verilen törende, gazetemiz adına plaketi Egemen Berköz aldı. Gecede ‘keyif’e dönüşen bir de aksaklık yaşandı. Konserin başlarında yaşanan elektrik kesintisi yüzünden seyircileri mağdur etmek istemeyen Akyol, arpı ile “Sarı Gelin” türküsünü ve yakın arkadaşım dediği Fazıl Say’ın kızı Kumru Say için yaptığı bir besteden kısa bir bölüm çaldı. Elektriklerin gelmesinin ardından konser tamamlanarak büyük alkış aldı. 10. Afyonkarahisar Klasik Müzik Festivali, yerli ve yabancı pek çok sanatçının konserleri, okul söyleşileri, atölye çalışmaları, sergiler, kitap stantları gibi çok sayıda etkinlik ile birlikte 17 Nisan’a kadar devam edecek. ADANA (AA) “Bal” filminin yönetmeni Semih Kaplanoğlu’na Bal Tanıtım Derneği’nce, “balın tanıtılmasına verdiği katkılar” nedeniyle “Altın Arı Ödülü” verildi. Dernek Başkanı Ömer Salcan, hasat töreni kapsamında bu yıl ilk kez “Altın Arı Ödülü” verdiklerini belirtti. Ödül, Kaplanoğlu’nun törene katılamaması nedeniyle Vali İlhan Atış tarafından İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Nuh Yıldız’a verildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle