16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 N SAN 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 15 olan laik ahlakı, her zaman cennet ödülü ve cehennem korkusuyla oluşturulan dini ahlaktan üstün tutan benim özgür vicdanım, bir toplumun insanlığını, çocuklarına verdiği değerle ölçer. Çünkü insanı, aynı ortak ağaçtan indiği diğer memelilerden ayıran temel özellik, yavrularını hayvanca üretmekle yetinmeyip insanca yetiştirme sorumluluğudur. İşte bu kapsamda, laik ahlaka değil din ahlakına sahip kişilerin, YGS ve ÖSYM’de, cemaat ve tarikatların yetiştirdiği “esker”leri üniversiteye sokabilmek için milyonu aşkın gencin hakkını yiyip, dindar geçinen sahtekârlar hakkında ne düşündüklerini merak ediyordum. Yanıt, kendisini “Cumhuriyetin kurucu aklının ve Mustafa Kemal’in istediği gibi bir teolog olmak arzusu taşıyan ve hâlâ yolda bir öğrenciyim..” diye tanıtan, gerçek bir din bilgininden, o sahtekârların anlayacağı dilde geldi: “Ey Muhammedul Emin’in ümmeti… O güvenilir olanın. O asla yalan söylemeyenin. Ey, Mümin, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir hadisinin sahibine iman edenler! Bu gidiş nereyedir? Yıllar yılı sadece belirli bir zümreye ait olan muasır öğrenim hakkını Yozgat’ın köylüsüne, Trabzon’un yaylalarındaki çobanın oğluna, bakkal çırağına, müstahdem çocuğuna götürdü bu beğenmediğimiz, kırık dökük eğitim sistemimiz. Artık İstanbul’un seçkin okullarındaki müfredat neyse Diyarbakır’ın Bağlar’ındaki müfredat aynı doğruluğa saygıyı temel alan Hak, adalete vebilincibir ahlak ilkesidir. İnsanlık demek YGS, ÖSYM, Fe Eyne Tezhebun Fotoğraf: DANİEL COLAGROSSİ N O K T A S I olacaktı. Bir umut, bir ışık vardı Anadolu çocuğu için. Çalışırsam doktor, hâkim, hatta Cumhurbaşkanı olabilirim diyordu hayatın mutluluk paketi olarak sunulmadığı Anadolu’nun çilekeş insanı. Gayrı çobanın çocuğu çoban, rençperin çocuğu rençper olmayacaktı. Ben diyordu Asım’ın nesli, ne olursa olsun çalışırsam bu bana reva görülen zinciri kırabileceğim, anneme o istediği çamaşır makinesini alabilecek, altmışlık babamı tarlaya gitmek zorunda bırakmayacağım. Ama birileri bu ülkenin hep veren, hiç alamayan insanından bu kez paradan daha önemli bir şey çaldı. Gençlerimizin umutları, hayalleri çalındı. Ve hangi devirde oldu bu? Allah’a, Resulüne, Ahiret gününe iman etmiş insanlar nefes alırken oldu. Her cuma adaleti, iyiliği emreden Allah’a secde eden insanlar yaşarken oldu. Diyelim ki kimse bunun hesabını sormadı? Diyelim ki gene günah keçileri bulundu? Diyelim ki haftaya gündem değişti… Peki, yarın iman ettiğiniz din gününde, Allah’ın mahkemesinde sorulduğunda, Kim size benim adıma zulmetme yetkisi verdi? Hangi maslahat, çocuğunun dershane parasını ödemek için traktörünü satan babanın yıllarca ter döken çocuğunun hakkını yemenize izin veriyor? Ne cevap vereceksiniz? Hani Fırat’ın kıyısında kapılan koyunun hesabını bile kendi omuzlarında hisseden Ömer’in dinindendik? Hani inandığımız Rab, Rabbul Müslimin değil, Rabbul âlemindi. Şimdi hangi kefaret bu zulmü temizler? Hangi dergâhın Nasuh tövbesi sizi arındırır? Bu sınavdan başka hiçbir ümidi olmayan çocuklarımızın hangi birinden helallik alınır? Yapılan savunmalara siz inanıyor musunuz? Allah’ı inandırabilecek misiniz? Ne yaptığınızın farkında mısınız? Ya bir tek kişi bile bu yaptıklarınızdan ötürü size ve inandıklarınıza isyan ederse? Hangi tatmin olmuşluk sizi kurtaracak? Hangi edemediğiniz istifa size himmet edecek? Bunlar da zalimmiş derse tek bir çocuğumuz, hangi hizmetimiz bu günahın bedelini ödeyecek? Bir insanı kurtaran âlemleri kurtarmış, gene bir insanın küfrüne sebep olan âlemleri öldürmüş gibi değil midir? Ve susanlar... Dilsiz şeytanlar olmaya değer mi koltuklarınız? Fazla değil üç beş senelik ömür geçip de, yataklarınızda ölümü beklerken keşke diyeceksiniz. Keşke haddi aşanlara hayırhah olsaydık. Keşke zalim sultanın yüzüne zalimsin diyenlerden olabilseydik. Keşke Muhammedî olabilseydik. Keşke susmak yerine hakkı haykıran bir Ebu Zer olabilseydik! Bir an durun ve sorun bu ilahi hitabı, her fiilinizi mazur gören kalplerinize. Fe eyne tezhebun Bu gidiş nereyedir?” Rıza Heybetoğlu “Ahlak, salt doğru olm ak değil, doğru olana hizme t zorunluluğudur.” H.D. THOREAU Ne Söylenebilir ki? giden Karadenizli Haccataşlıyormuş. bir mümin, Mina’da Şeytan Yoldaşları bakmışlar, bizimki ufacık taşları seçip ufak ufak atıyor. “Yahu” demişler, “Niye leblebi gibi taşlar atıyorsun, bak burada daha büyükleri var”. Karadenizli, çok bilmiş başını sallayıp “Ne tarafa gideceğimiz belli olmaz” demiş, “Durup dururken düşman edinmeyelim...” Partilerin aday listeleri açıklandı, ortalık toz duman oldu. Olan biteni televizyon kanallarından izledik, izliyoruz. Söz konusu milletvekilliği olunca her aday belirlemesinden sonra bunlar olur, listeye alınanlar liderlerine bağlılık söylevleri çekerler, alınmayanlar ise nasıl korkunç bir haksızlığa uğradıklarını anlatırlar önüne gelenlere. Bu hep böyledir ve partiler “lider partileri” olarak kaldıkça, önseçim gibi demokratik yöntemler “tu kaka” edildikçe böyle de kalacaktır. Bu, demokrasimizin aksak yönlerinden biridir. Beni bu aşamada AKP, MHP ve BDP ağırlıklı “Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku”nun listeleri pek ilgilendirmiyor. Daha önce bu köşede duyurduğum gibi “kan ya da beyin bağım” olmamasına karşın sırf AKP karşısındaki en büyük siyasal güç olması nedeniyle önümüzdeki seçimlere kadar CHP’yi destekliyorum. Dolayısıyla CHP beni öncelikle ilgilendiriyor. Hemen söyleyeyim, “düş kırıklığı”, “hüzün” gibi derin anlamlı sözler kullanmak istemiyorum ama CHP’nin aday listesi beni mutlu etmedi. Özellikle CHP’de ille de dış transferler yoluyla bir “merkez sağ öbek” oluşturma çabalarına bir anlam veremedim. Sosyal demokrat tanımlı partilerde hiç kuşkusuz sağ ve sol kanatlar olduğu gibi bu kanatlar arasında denge oluşturma işlevini üstlenen bir merkez olur; bu doğaldır. Merkezin sağ kanada yakın kesimine “merkezsağ”, sol kanada yakın kesimine de “merkezsol” denir, denebilir. Fakat esas olan bu kanatlarda yer alan herkesin sosyal demokrat olması, bir siyasalideolojik görüş olarak sosyal demokrasiyi benimsemesi ve özümsemesidir. Fakat açıklanan listeyle birlikte tanık olduğumuz ise bambaşka bir olaydır. CHP Parti Meclisi eski DYP’li bakanları, eski MHP’li belediye başkan adaylarını, adları “sağ” ile özdeşleşmiş 15 kişiyi genel seçimlerde vitrine koymak, çoğu tartışmalı bu adlarla sağ seçmenden oy kırpmak, seçilebildiklerinde de TBMM’de bir CHP grupiçi koalisyonu oluşturmak için bu adları listeye almıştır. Sonuçta, yaşamının 40 yılını sosyal demokrasiye hizmetle geçirmiş, gerek Almanya sosyal demokrasisinde gerekse iki dönem milletvekilliği yaparak Türkiye sosyal demokrasisinde zengin deneyimler kazanmış, bakanlık yapmış, TBMM çalışmaları dışında Sosyal Demokrasi Vakfı – SODEV’i kurmuş, üstelik halen Parti Meclisi üyesi olan Ercan Karakaş gibi demokratsolcu bir kişilik liste dışı kalmıştır. Ülkemizin önde gelen Avrupa Birliği uzmanlarından Can Baydarol hiç dikkate alınmamış, Enver Aysever gibi çalışkan, donanımlı, inançlı bir CHP’li küstürülmüştür. Bir Ergenekon sanığı ve çok değerli bir bilim adamı olmasından bağımsız olarak sormak gereksinimi duyuyorum. Ailesinin CHP’li olmasının dışında sosyal demokrasiyle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı bir işçi kenti olan Zonguldak’ta liste başına oturtmak nasıl bir mantıktır? Salt Zonguldaklı olmak bu siyasal tercihte yeterli midir? İlhan Cihaner, Murat Karayalçın gibi kendilerini kanıtlamış kişiliklerin adları bile geçmezken sosyal demokrasinin yanından bile geçmemiş Sinan Aygün’ün Ankara 2. bölgede 3. sıraya oturtulması ne tür bir “stratejik” deha ürünüdür? Bu sorular doğal ki çoğaltılabilir. Fakat gerek yoktur. Sonuçta aday listelerinin seçmene ne ölçüde yansıyacağı, partinin oylarını ne ölçüde etkileyeceği CHP Parti Meclisi’nin sorumluluğundadır. Biz 12 Haziran’a kadar tüm olumsuzlukları sineye çekip CHP’yi desteklemeyi sürdüreceğiz. Evet, başka ne söylenebilir ki? Bu fıkranın kıssadan hissesi, ne yazık ki Yiğit Bulut ve Mümtaz’er Türköne’ye düşmedi, sevgili okurlarım. Oysa AKP’den aday adayı iki kafadar, çok bilmiş Karadenizli hacı adayından bile daha temkinliydiler! Zirvedeki ilaha leblebi kadar taş bile atmadılar, leblebinin hasını, fıstığın içini, üzümün dolmalık olanını medyatik çanaklar içre sundular. Gel gör ki yine de boş tarafa düştüler. Demek ki yalakalıkla Ankara’daki ilahlara bile yaranılmıyor! K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ [email protected] Nükleer Kandırmacalar Japonya’daki depreme ve tsunamiye yenilerek zehrini saçmaya başlayan Fukuşima Nükleer Santralı, iki farklı yorumla ele alınıyor… Nükleer karşıtları, “haklılık”larının bir kez daha kanıtlandığını anımsatarak felaketin hükümetlere artık “ders” olmasını söylüyorlar; başta “bizim hükümet” olmak üzere “nükleer sevdalıları” ise adeta “olur böyle vakalar” diyerek asla vazgeçmeyeceklerini belirtiyorlar. Ne var ki “yaşam”ı önemseyen bilim insanları da diyorlar ki: “En zararlı kaynak olduğu bilinmesine rağmen bu inat, ‘egemenlerin dünya nükleer pazarına etkisi’ni gösteriyor. Oysa 1978’den beri yeni sipariş verilmedi: ABD verilenleri bile iptal etti.” önemi artık görülmekte… Nitekim Dünya Bankası da Türkiye’ye aynı nedenle kredi vermedi.” Nükleer pazar Marmara Üniversitesi Enerji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı yapan Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, gelişmeleri özetle şöyle yorumluyor: “Avrupa ülkelerinin nükleer yapımından vazgeçmeleri ve var olanları kapatmalarına karşın Türkiye’nin ‘istekli’liğine sessiz kalmaları, eski teknolojilerini satmak için pazar yaratılması niyetlerinden kaynaklanıyor.” Uyar’a göre, bakım ve güvenlik maliyetleri kuruluş maliyetlerini çok çok aşıyorken bilimsel olarak zaten reddedilen nükleer santralların ekonomik açıdan da savunulabilir yanları yok. Bir başka bilginin kaynağı da Amerika... ABD’li mühendisler, kapatılmasına karar verilen nükleer santrallardan “esenlik içinde kurtulabilmek” için, kuruluş maliyetinin “sekiz katı” harcama gerektiğini hesaplamışlar... Yani artık “kapatılmaları” bile büyük dert! Bütün bunlara rağmen Enerji Bakanımızın açıklamasındaki şu cümle, tanımlanması zor bir ruh halini açığa çıkartıyor: “Nükleer santral konusunda diğer ülkelerle yarışa gireceğiz..”! Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] Küresel tepkiler Yıllardır süren nükleer karşıtı eylemlere, Japonya depreminden bu yana artık sadece “sivil” BULMACA HARB SEM H POROY SEDAT YAŞAYAN değil, “resmi” kesimler de katılıyor. Martın sonlarında Tokyo ve Nagoya’da liseli gençlerin önderliğiyle düzenlenen gösterilerin sloganı “Başka Fukuşima istemiyoruz”du… Kalp şeklinde balonlar taşıyan Japonlar, Honşu Adası’ndaki Hamaoka Nükleer Santralı’nın da kapatılmasını istediler. Aynı günlerde Avusturya Çevre Bakanı Nikolaus Berlakovich, “Nükleer Karşıtı Konferans” düzenleyeceklerini bildirdi. Yunanistan, Portekiz, Malta, Kıbrıs (Rum kesimi) ve İrlanda’yla birlikte, Viyana’da yapılması planlanan konferansa diğer AB ülkelerinin katılımı da bekleniyor. Gündeminin en önemli maddesi ise “alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi…” Türkiye’nin bu konferansa katılması dileğimiz, ama Başbakan’ın “tüp gazın da tehlikesi var” gibi sözlerine bakılırsa, Viyana buluşması bizimkileri pek ilgilendirmiyor!.. Avrupa’da yükselen nükleer karşıtı politikaların gerekçelerini araştıranlar diyorlar ki: “Santralların güvenlik maliyetleri kurulumlarından çok daha yüksek. Oysa bunun yaşamsal 24 Nisan’da Kadıköy’de Peki, “biz” ne yapmalıyız? Elbette “Nükleer Karşıtı Platform”u destekleyerek, sömürgeciliğin yarattığı, çağın bu büyük belasına karşı ülkemizi korumalı; “enerji için nükleer seçenek zorunlu” kandırmacasına “halkın kanmaması” için eylemlerimizi yoğunlaştırmalıyız. Platform, Çernobil faciasının 25’inci yılı nedeniyle 24 Nisan Pazar günü, Kadıköy İskele Meydanı’nda “Nükleer Santrallara ve Yaşamı Yok Eden Enerji Üretimlerine Hayır” mitingi düzenliyor. Bir hafta sürecek etkinliğin programı Elektrik Mühendisleri Odası sitesinden öğrenilebilir... (Ulusal Kanal’daki ‘İmar Dosyası’nda bu akşam 20.30’da EMO İstanbul Şubesi Başkanı Erhan Karaçay ile siyasilerimizin “nükleer kandırmacılar”ını ve “alternatif enerji kaynakları”nı konuşacağız.) HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Muğla’nın 1 Marmaris ilçesine bağlı turistik bir bel 2 de. 2/ İlgi eki... Ar 3 kalıksız iskemle. 3/ 4 Önemli tarihsel olgu... Uzun ve yoru 5 cu çalışma. 4/ Se 6 bep... “Dayan 7 ile/Tırnak ile, diş ile/Umut ile, sevda 8 ile, düş ile/Dayan 9 rüsva etme beni” 1 2 3 4 5 6 7 8 9 (Ahmed Arif). 5/ Bir yerde oturma... Eski dilde su. 1 Y E Ğ İ N L İ K 6/ Devlet görevlilerinin 2 A Ş Ş E AME T aylıklarından her ay belli 3 Ğ A V O K A D O oranda kesilen para. 7/ 4 M A D E M R E Y Sodyum elementinin sim 5 U L A İ B E R gesi... Işık. 8/ Bir cetvel tü6R İ Y A S E T K rü... Şeker üretiminde bil7C A Z İ L D O lurlaşan şeker alındıktan N İ P E L sonra kalan posa. 9/ MÖ II. 8 A B U A S İ K İ V İ binyılda Doğu ve Güney 9 doğu Anadolu’da yaşayan eski bir halk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Konya’nın antik dönemlerdeki adı. 2/ Bir meyve... İskambilde koz. 3/ Kutsal bir güce, bir dileği yerine getirmesi için yapılan vaat... Rütbesiz asker. 4/ Vejetaryen. 5/ Bir nota... Şiirleri şeriata aykırı görüldüğü için Halep’te derisi yüzülerek öldürülen ünlü tasavvuf şairi. 6/ Oyunda cezalı çocuk... Seyrek ve eğreti dikiş. 7/ Bir takvim türü... İnleme, inilti. 8/ Penye konfeksiyonunda kullanılan ve zincirli dikiş yapan özel makine... Utanç duyma. 9/ İçine başka bir sıvı karıştırılmamış içki... Yankı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle