15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 11 N SAN 2011 PAZARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘İthal’ İngilizce Öğretmeni Yanılgısı AB Toprağına Çözüm GEÇEN hafta Kıbrıs çıkışlı bir haber üzerinde pek durulmadı. Belki, inanılmaz ve isyan ettirici olduğu için. Çünkü, sözde ekonomik kısıntıları protesto amacıyla bir araya gelen KKTC’li sendikacılar hangi devlette yaşadıklarını unutmuşa benziyorlardı. Türkiye Büyükelçiliği önünde bağrışıp Kıbrıs Cumhuriyeti denen Rum Yönetimi’nin bayrağını direğe çekmeye kalkmışlardı. Daha da kötüsü, AB’ye seslenerek “Toprağına sahip çık!” diyen bir pankart vardı. Onlara göre, Rum devletinin bütün ada adına üye olduğu AB, KKTC toprağının da sahibiydi ve “işgalci” Türk askerini oradan kovmalıydı. Elbet, böyle bir rezilliğin, hangi devlette olursa olsun, vatandaşlıktan çıkarılmayı ve sınırdışı edilmeyi gerektireceğini söyleyeceksiniz ama, bu tutumu cezalandırmakla ancak şamata çıkarmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürülmüş olacağını düşünen resmi makamların soğukkanlılığını hoş görmelisiniz. e var ki, resmi politikaların değiştirilmesi de artık mutlaka “icabına bakılması” gereken bir zorunluluk olarak kapıdadır. Yoksa, sabırlar tükenecek, “sorun” denen, ama “hem haklı hem güçlü olunan bir dava” kangren olacak. Her şeyden önce, Birleşmiş Milletler’ce zorlanan, ama Ankara’ca uzun sürede tek seçenek olarak “doğru çözüm”ü kaçınılmaz kılacağı umulan nafile görüşmeler kesilmelidir. Doğru çözüm, umulduğu gibi adadaki iki devletin birbirini tanıyıp yan yana barış içinde yaşaması ise, Ankara ciddi bir çalışmayla, önce adanın insanlarını, garanticiler olarak Yunanistan’la İngiltere’yi ve hatta dünya kamuoyunu tatmin edecek bir model ortaya koymalıdır. Zor ama, “olur mu” demeyin, devletler arası politikada da olmaz olmaz. öyle bir bakarsanız, konuyla yakından uzaktan ilgilenenleri tatmin edecek adımlar için kullanılıp geliştirilebilecek ipuçları da eksik değildir. Kuzeyindekilerle güneyindekiler uzlaşmaya varıp yan yana barışık yaşamayı, her iki tarafa kısıntısız gidip gelebilmeyi, kendi işlerini ayrı ayrı kendi iradeleriyle çözmeyi, her devlet gibi dünyayla ve anavatanlarıyla serbest ilişkiler sürdürmeyi, turizm, meteoroloji, ekoloji, hava trafiği gibi coğrafyanın zorladığı sorunları ortaklaşa çözmeyi, yabancıların değil de kendi anavatanlarının askerlerince sağlanan güvence altında insanca geçinmeyi istemezler mi? Toprak konusu, şimdiki haritayı ufak değişiklerle ve Varoşa bölgesinde varılacak formüllerle düzelterek kolayca çözülecek bir sorun sayılmaz mı? Mal mülk konusu, Strasburg Mahkemesi’nin ve Kuzeydeki mülkiyet komitesinin oluşturduğu içtihatla geliştirilerek kesinleştirilemez mi? kdeniz’in hiç değilse bu köşesine kalıcı barış getirecek bir çözüm planı, Türkiye’nin diplomasisiyle resmî tanıtım mekanizmasını ve özel reklamcılığı seferber ederek dünyaya satılamaz mı? Hele ölümlü çekişmelerden yorgun düşmüş ve bezmiş bir dünyaya. Milli Eğitim Bakanlığı’nın çok sayıda yabancı ngilizce öğretmenini Türkiye’ye getirmesi, bilimsel gerçeklerle bağdaşmadığı gibi kalıcılığı ve verimliliği bulunmayan hayali bir girişimdir. MEB’in nitelikli mesleki donanımı ve birikimi olan 10 bin öğretmeni her yıl bulabilmesi de bir hayalden ibarettir. Prof. Dr. Sinan BAYRAKTAROĞLU K N Ş üreselleşen bir dünyada kendisine daha sağlam bir yer edinmek ve bu arada öğrencilerinin en az iki yabancı dil bilmelerini öngörmekte olan Avrupa Birliği’ne katılmak isteyen Türkiye’de, orta ve yükseköğretim gören öğrencilerimizin yabancı dil olarak yeterli bir düzeyde İngilizce öğrenmeleri beklenmektedir. Bugün dünyada İngilizceyi anadil olarak 375 milyon, ikinci dil olarak yine 375 milyon ve yabancı dil olarak da 750 milyon kişi konuşuyor. Ayrıca, 1 milyarın üstünde kişinin de İngilizceyi öğrenme çabası içerisinde olduğu tahmin edilmekte olup, bunun sonucu olarak da bugün milyarlarca dolarlık bir hacme ulaştığı düşünülen büyük bir “İngilizce eğitimi sanayisi” doğmuş bulunuyor. Uluslararası alanda bilim, teknoloji, tıp, diplomasi, spor, müzik ve ticaret dili İngilizcedir. Elektronik bilgi iletişiminin de yüzde 80’i İngilizce olarak yapılıyor. İngilizce artık sadece İngiliz, Kanadalı, Avustralyalı veya Amerikalılarla iletişim kurabilmek amacıyla kullanılmıyor. Anadili İngilizce olmayanlar bile birbirleriyle İngilizce aracılığıyla anlaşıyorlar. Kısaca, İngilizce bugün uluslararası bir dil olarak kabul edilmiş olup dünya ülkelerinin ortak dili (lingua franca) haline gelmiş durumda. İngilizcenin dünyadaki konumunun böyle olması ve bu dilin ülkemizde iyi bir şekilde öğretilmesinin de ne kadar zorunlu olduğu ortada iken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın son günlerde kamuoyuna açıklamış bulunduğu 1.5 miyar TL maliyetli “Yabancı Dil Öğretiminin Geliştirilmesi Projesi” kapsamında yurtdışından anadili söz de İngilizce olan (!) 40 bin yabancı İngilizce öğretmeni getirmesinin pedagojik gerekçelerini algılamakta güçlük çektiğimizi belirtmek isteriz. Bu projenin Türkiye’de İngilizce öğretim ve öğreniminde yıllardır süregelen sorunlara çözüm getirebilmek bakımından 3 bin Türk İngilizce öğretmeninin hizmet içi eğitim görmek amacıyla yurtdışına gönderilmesi gibi birçok olumlu ve yapıcı yönleri bulunuyor. Bulunuyor ama proje tamamlanıncaya kadar her yıl 10 bin tane olmak üzere, toplam 40 bin anadili İngilizce olan yabancı İngilizce öğretmeninin yurtdışından getirilmesinin hem uygulamada pedagojik bakımdan ciddi sakıncalara neden olacağı, hem de projenin yönetilmesi bir tarafa, daha da önemli olarak uygulanabilmesi bakımından birtakım güçlüklere yol açacağı da apaçık ortada. uygulanmaya çalışılmaktadır. Muhakkak ki, MEB’in İngilizceyi ileri düzeyde güvenle ve doğal bir biçimde konuşup kullanabilen, üstün vasıflı, nitelikli, mesleki deney ve donanımı bulunan, yeniliklere açık öğretmenlere gereksinimi vardır. Türk eğitim sisteminde her dersin işlenişinde geleneksel olarak uygulanan “öğretmen merkezli” bir yöntem yerine, öğrencilerin dinamik bir güç olarak derslere katılımını sağlayan, onları derslerde etkin kılan “öğrenci merkezli” yöntemler uygulanmalı. Hedef alınması gereken öğretmen profili, “öğrenci merkezli” yöntemler uygulayarak öğrencileri pedagojik içerikli etkinliklerle motive edip onların konuşma ve anlatım becerilerini geliştirebilen, kısaca, “İngilizceyi öğrenmeyi öğretebilen” öğretmendir. Yetiştirici getirilmeli Dolayısıyla, öğretmenlik vasıf ve deneyimlerinin ne olduğu belirsiz 40 bin gibi çok büyük bir sayıda yabancı öğretmeni çok yüksek bir maliyete katlanarak yurtdışından kısa vadeli olarak getirmek yerine, hiç olmazsa Türk İngilizce öğretmenlerine hizmet içi eğitim vermek amacıyla deneyimli, üstün vasıflı, başarılarıyla uluslararası düzeyde kendini kanıtlamış çok daha az sayıda “öğretmen yetiştiricisi”nin çok daha düşük bir maliyetle getirilmesinin MEB’in “Yabancı Dil Öğretiminin Geliştirilmesi Projesi”nin kısa, orta ve hatta uzun vadede verimli kılınabilmesi, sürdürülebilirliğinin sağlanabilmesi bakımından çok daha akıllıca olacağı muhakkaktır. Diğer taraftan, Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye’de İngilizce öğretimöğreniminde yaşanan sorunlara çözüm getirmek iddiasıyla, yurtdışından Türk dilini ve kültürünü bilmeyen, Türk öğrencilerinin İngilizce öğrenim güçlükleri, yaşayış biçimleri ve dünya görüşleri hakkında bilgi sahibi olmayan ve sırf doğuştan İngilizce konuştukları için dört yıl süreyle her yıl 10 bin gibi çok sayıda yabancı İngi lizce öğretmenini getirmesi, bilimsel gerçeklerle bağdaşmadığı gibi kalıcılığı ve verimliliği bulunmayan hayali bir girişimdir. Bu aynı zamanda Türk olan İngilizce öğretmenleri için de mesleki gururlarını incitici bir durumdur.Öğrenen kişinin anadili ile öğrenilen yabancı dilin arasındaki dilbilgisi, sözdizimi, sesbilgisi, anlamlılığı bakımından yapı farkları yabancı dil öğrenirken karşılaşılan en büyük güçlüktür. İngilizce öğrenen Türk öğrencilerin karşılaştıkları güçlükler, kültür farkı da dikkate alınırsa, nitelik ve nicelik bakımından kendine has özellikler taşır. Bu güçlükler, özellikle iş yabancı dilin konuşulmasına gelince, iyice belirginleşir. Aynı şekilde, İngilizce öğrenen Almanların, Fransızların, Japonların, vb. karşılaştıkları güçlükler de birbirinden çok farklıdır. Bu nedenle, her ülke, bu bilimsel gerçeğin bilinci içinde, kendi yabancı dil eğitimi politikasını uluslararası kalite kriterleri doğrultusunda hazırlamakta ve bu politikayı en etkin biçimde uygulayabilecek kendi öğretmenini yetiştirmektedir. Avustralya gibi ülkelerde, nitelikli mesleki donanımı ve birikimi olan 10 bin öğretmeni her yıl bulabilmesi bir hayalden ibarettir. Bu özelliklere sahip olanlar, bugün dünyada son derece gelişmiş olan büyük “İngilizce eğitimi sanayisi”nden pay kapabilmek amacıyla kendi ülkelerinde son derece elverişli ücretlerle kolayca iş bulabiliyor ve doğal olarak da yaşamlarını orada sürdürmeyi tercih ediyorlar. Bu kişilere karşılık, fazla öğretim deneyimi bulunmayan ve üçdört haftalık bir İngilizce öğretmenliği kursundan sertifika almış olanlar kendi ülkelerinde iş bulma konusunda zorluklar yaşadıkları için yurtdışında çalışmayı çaresiz kabul ediyorlar. Bilinçsiz bir özenti Özetlenecek olursa, MEB’in yurtdışından yüksek bir maliyete katlanarak 40 bin İngilizce öğretmeni getirme niyeti, yabancı İngilizce öğretmenlerine karşı süregelen bilinçsiz bir özentidir. Bazı özel ortaöğretim kuruluşlarında ve vakıf üniversitelerinde yaygın olarak gözlemlenen bu özentinin amaçlanan eğitim kalitesini yükseltmek bakımından beklenen katkıyı sağlayacağını beklemek ve bu projenin sürdürülebilirliğini ümit etmek büyük bir mali israftır, yanılgıdır ve hatta hayaldir. Buna karşılık, uluslararası kalite kriterleri doğrultusunda kısa, orta ve uzun vadeli hizmet içi meslek eğitimi kurslarını cazip hale getirmek, bunları yaygınlaştırmanın yollarını aramak suretiyle Türk İngilizce öğretmenlerini maddimanevi bakımdan güçlendirmesi halinde, Milli Eğitim Bakanlığı daha gerçekçi ve kalıcı bir yol izlemiş olur. Unutulmamalıdır ki, bugün Türk eğitim sistemi bünyesinde en etkin olabilecek İngilizce öğretmenleri, öncelikle İngilizceyi ileri düzeyde bildiğini uluslararası sınav ölçekleriyle kanıtlamış ve aynı zamanda yine uluslararası kalite düzeyinde mesleki donanımı ve deneyimi olan Türk İngilizce öğretmenleridir. Uyum sağlanacak mı? Öte yandan, belki çok daha fazla özveriyle çalışacak olan Türk İngilizce öğretmenlerinin “ithal” İngilizce öğretmenlerine sağlanacak ayda 15002000 dolar maaş ve konaklama kolaylıklarına kıyasla daha az maaşla çalışacak olmalarının etik anlayışla bağdaşmaması konunun daha da vahim olan tarafıdır. Aynı şekilde, “ithal” öğretmenlerin Türk toplumuna ve eğitim sistemine uyum sağlayabilmelerinde, Türk öğrencilerle ve birlikte çalışacakları Türk İngilizce öğretmenleriyle mesleki olarak bağdaşabilmelerinde birçok sorunun yaşanması da kaçınılmazdır. İngilizce eğitimi alanında hem öğretici ve araştırmacı hem de uygulamacı ve yönetici olarak İngiltere’de 35 yıl boyunca edindiğimiz deneyimlere dayanarak ayrıca belirtmek isteriz ki, MEB’in İngiltere, Amerika, Kanada ve Zaten uygulanıyor Projenin olumlu yönü, her şeyden önce, Türkiye’deki İngilizce öğretiminde geleneksel olarak alışılagelen “gramer yöntemi” yerine bugün Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin oluşturduğu ve tüm dünyada yabancı dil eğitimi konusunda devrim yaratmış bulunan “Avrupa Yabancı Diller Ortak Çerçevesi” modeli kapsamında “iletişimsel, kavramsal, işlevsel” yöntemin uygulanmasını amaç edinmesidir. Ancak, “iletişimsel, kavramsal, işlevsel” yöntem bugün MEB Talim Terbiye Kurulu’nun özen ve başarıyla hazırlamış olduğu “İngilizce Dersi Öğretim Programı” ile zaten öngörülmekte ve Türk İngilizce öğretmenleri tarafından zorunlu olarak büyük bir özveriyle günümüzde zaten ‘Öncü Kadınlarımızın Aydınlığı’ . Gürşen KAFKAS EğitimciYazar umhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadarki süreçte öncü olan nice kadınımız vardır. Öncü kadınlarımızın aydınlığı insanımıza çağdaşlaşma seslenişidir. Onlar, bilimsel başarıları, sanatsal verileri ve üretkenlikleriyle kültürümüze vurgu yapanlardır. Kadınlarımızın sorunlarıyla yüzleşmek, onların yönsemelerine katılımda bulunmak, benimsemek çağdaşlık gereğidir. Kadınlarımızın Kurtuluş Savaşı süresince gösterdikleri yararlar; Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan uygarca yaşamımızın gerçekleşmesine büyük emek ve katkıları unutulmayacaktır. Nezihe Muhittin’le başlayan “karanlık yollara” direniş; Nene Hatun’un “Yumruklarım yüreğim kadar, yüreğim de memleketim kadar cesur ve büyük, gün bugündür” haykırışı; Halide Edip’in Sultanahmet ve Kadıköy meydanlarında kadınlarımızı kurtuluşa yönlendiren; “Cesur olun, mert olun ve karşı koyun” söylevleri kulaklarımızı çınlatmaktadır. Kadınlarımız uluslarına kattıkları güçte ve başarıya sonsuz inançta Cumhuriyetimizin aydınlık yüzü oldular. Bereketli Anadolu toprağı onların alın teriyle ürüne durdu. Kadınlar, asırlardır ezilmişler, ekin olmuşlar, un olmuşlar, güneşin aydınlığına emekleriyle yürümüşler. Halkın, özellikle köylü kesimin içinde en çok onlar etkilenmişler. Onca emek ve çabaya karşın ikinci sınıf bir varlık olarak görülmüşler. İnce, temiz, güzel ve hoşgörülü kadınlarımız bunu hak etmiyorlar. Onların özlemi kadın/erkek bütünlüğünün çağdaş düşüncede buluşan toplumsal düzendir. Şanlıurfa’nın Kurtuluşu Prof. Dr. Coşkun ÖZDEM R Nisan, ulusal bağımsızlık savaşımızın şanlı destanlarından biridir. Bu yıl, kurtuluşun 91’inci yıldönümünü kutlayacak hemşerilerim. Önce İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Urfa (1919), emperyalizme karşı tüm yurtta verilen savaştan payına düşeni gerçekleştirerek işgalcileri kovalamış ve özgürlüğüne kavuşmuştur (11 Nisan 1920), isotuyla çiğköftesi ve türküleriyle, kalesi, kutsal gölleri, dili, bayrağı ve peygamberleriyle birlikte. Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına daha 12 gün vardı Urfa özgürlüğünü ilan ettiğinde. 1984’te ilimizin adının önüne Şanlı unvanı geldi. Birkaç kez yineledim. Bugünkü yaşlı Urfalı hemşerilerim bana gençleri göstererek “Coşkun Bey, sen bu gençlere bahma, onlar Şanlıurfalı, biz senin kimin Urfalıyıh” demişlerdir. Oldukça anlam yüklü bir vurgulamadır bu. Çünkü uzun yıllar önce bizim kuşağımızdan Urfalılar hiçbir ayrım yapmadan birlikte övünüyor, birlikte seviniyor, sevinci, kederi, eksiksiz her şeyi paylaşıyorduk. C A miz gerektiği öngörülüyor. İnsana, insanca davranmalı. Davranışlarda empati kültürü geliştirilmelidir. Yüreğimizde, beynimizde insan sevgisi çoğalmalı. İnsanlar cinsiyet ayrımı olmaksızın, sevgi, hoşgörü ve anlayış kavramlarının ışığında değişim ve gelişim göstermelidirler. Kadınların zekâlarını anlamlı kılan akılları onları her alanda üretken ve başarılı olmaya yönlendirmektedir. Alanlarında önder olan nice “öncü kadınlarımız” gibi. Onlar akıl ve zekâlarının kurnazlık, tekdüzelik yerine; bilim, sanat, eğitim, kültür, spor vb. alanlarda başarılı olmuş ve üretkenlikleriyle toplumu aydınlatmışlardır. Kurtuluş Savaşı’nda vatanın özgürlüğü için ölüme koşan Şerife Bacı’lar, Kara Fatma’lar. “İstikbal göklerdedir” özdeyişinin simgesi Sabiha Gökçen’ler. Türk kadınının Meclis’teki temsilcisi halk kadını Satı Bacı’lar; eğitimimizin emektarı Refet Angın’lar; siyaset emekçisi Behice Boran’lar; uğraşları bilim olan Afet İnan’lar, Suna Kili’ler, Aysel Çelikel’ler, Semahat Demir’ler, Nermin Abadan Unat’lar, Nüzhet Gündoğan’lar, Necla Arat’lar, Muazzez İlmiye Çığ’lar, Füsun Akatlı’lar ve daha nice emekçi öncü kadınlar… Tavşanoğlu gibi aydın kadınlarımız ile “Kızlar da Yanmaz ve Hasat Vaktiydi” adlı eserleriyle Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un iş eğitimini üretici eğitimle birleştiren Köy Enstitülerinin aydınlık yüzü Pakize Türkoğlu ve daha niceleri başarıdan başarıya koşan, eserleriyle, çalışmalarıyla ülkemizin aydınlık ışığı oldular. Onlar “öncü kadınlarımız” olup karanlıkları ışıtanlar oldu. Kadınlara yönelik tüm özellikleri “Öncü kadınlarımız” adlı kitabımda örnekleyerek anlatmaya, betimlemeye çalıştım. 11 kadar güzeldi yaşantımız. Anzelha’da kravl yüzücüleri izliyor, halkevinde tiyatro seyrediyor, hıdrellezde yüzlerce uçurtma uçuruyorduk. Urfa’nın orta yerinde Türk musikisi yapılan, isteyenin rakısını içtiği gazino vardı. KübaUrfa... Küba’da geçirdiğim günlerde hep Urfa’yı andım. Küba halkı ambargodan bunalıyordu ama her yerde, her köşede müzik ve dans vardı. Urfa da çok benzer ona, en güzel türküler o yöreden çıkar ve her yerde, her evde, her toplulukta şarkı, türkü, müzik, halk oyunları vardır. Müzik, şarkı, türkü, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Devrimden, hümanizmadan, aydınlanmadan uzak, beceriksiz, ufuksuz, şoven, demokrasiyi amaç değil araç olarak gören ve Türkiyemizin kaderine egemen olan politikacılar, dış dinamiklerin de etkisi ile bu güzelim beraberliği yaşatmadılar. Özellikle 12 Eylül’den sonra, bu insancıl beraberliklere ağır darbeler vurulmuştur. Kürt kökenli yurttaşlarımızın kendi isimlerini, kendi dillerini kullanmalarına, kendi kültürlerini yaşatmalarına ne engel vardı? Birlikte bağımsızlık savaşı vermiştik, birlikte gelişme, ilerleme, çağdaşlaşma, bilime, sanata, aydınlanmaya ulaşma için çaba verecektik. Dogmalardan, cehaletten kurtulup feodaliteye son vermek için çalışacaktık. Benim çocukluk arkadaşlarımla arama giren basiretsiz, karşıdevrimci politikacıların ihaneti olmasaydı, sürekli devrim için elbirliği yapacak, etnikçilik, ırkçılık yerine, sınıf bilincini egemen kılacak, Türkiye’yi ileriye taşıyacak, sömürüye ve emperyalizme karşı savaşacaktık. Türk, Kürt, Arap, Yahudi, Ermeni, Rum, Laz, Çerkez, Abaza bir araya gelecek, eşitsizliğe, ilkelliğe, din istismarına karşı mücadele edecektik. Canlarından can... “Emekleriyle ülkemize taç giydiren kadın, sevgiyle, saygıyla anılır adın” özdeyişi gerçek bir anlatımdır. Kadına daha iyi, daha özgür, daha güvenli yaşam koşulları sunulmalıdır. Onlar, eğitimin aydınlığından yararlanmalıdırlar. “Ey utancın ölümü, / Ey amaçsızlığın, haksızlığın ölümü, / Duy sesimizi, / Kırılacak bu zincirler, / Kadınlar öğütüyorlar bu değirmenin bereketini…” Bu dizelerde; kadına yönelik şiddet, hiddet, dayak, baskı, töresellik, ayrımcılık, özgürlüğü kısıtlama ve ikinci sınıf görülme gibi temlere karşı duruşun gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü kadınlar; canlarından can katıyorlar nesillerine. Bağırlarında büyütüyorlar çocuklarını, ruh veriyorlar dudaklarında donmuş sözleriyle… William Shakespeare, “Tadı güzel olanın sindirimi zordur” diyor. Kadın, güzelliği, zarafeti, hoşgörüsü, üretkenliği; akıl, bilinç ve bilgisiyle birleştirdiğinde daha güçlü ve daha başarılı olacaktır. “Bizden selam olsun insanlığa, / Dünyamızdaki erkek ve kadına, / Doğum ile ölüm arasındaki yolculuğa, / Hakça yaşamaya, hakça paylaşmaya” dizelerindeki haklı istekleri… “Bir kadın eli uzanmalı, / Beyaz, ince, sıcak, / Sevgiyi kucaklayacak, / Dünyayı unutturacak. / Bir kadın eli gerekli / Sımsıcak sarılacak, / Sevgiyi sevince katacak. / Bir kadın eli olmalı, / Aşka, güvene, inanca uzanacak, / Dahası, her şeyini paylaşacak, / Bir kadın eli / Kadınca sevecek.” Kadına sevgimizin kalıcılığına örnek dizelerdir. “Öncü kadınlar” Mustafa Kemal devrimini sürdüren, benimseten ve uygulayanlardı. Onlar, uygarlığın, sanatın, özgürlüğün, insan sevgisinin ve üretkenliğin emekçi öncüleridirler. Onlar bizim aydınlığımızın meşalesidirler. Çokkültürlü şehir Annem İzmir’den kopup gelmişti, babam Urfa doğumlu. Etnik kökenimizi sorgulamak diye bir şey yoktu o günlerde, bundan bir ayrımcılık çıkarmak kimsenin aklına gelmiyordu. Birlikte Kurtuluş Savaşı vermiştik ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları idik. Kürtçe konuşanlar çoğunlukta idi. Arapça konuşanlar da az değildi. Farklı diller ve kültürlerden etkilenmiştir ilimiz. Urfa dilinde çok sayıda Kürtçe, Farsça, Arapça, Azerice sözcükler vardır. Ben o dili iyi konuşanlardanım. Eminim, iki ünlü Urfalı yazar Mehmet Faraç ve Bekir Coşkun da o dili iyi bilirler. Sizler isotu bilirsiniz ama Frenk, pirpirin, bahteniz, arış, külünçe, biyambalı deleme, arzele, hayır, pürcüklü, has, puşu, zerzembe, belleme’yi bilemezsiniz. İzmirli annem de öğrenmişti Urfa dilini, Urfa ağzını. Sınıf arkadaşlarım arasında Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Yahudi kökenliler vardı kuşkusuz ama kökenimizin ne olduğu sorusu gündemde yoktu. Toplumun mayası Kadınlarımız ulusal kalkınma ve gelişmemiz için “Bir doktrin simgesi değil, bir dirilişin, bir uyanışın sürecidir. Özü sevgidir, fendir, bilimdir” diyordu Mustafa Kemal. Bu sözde cinsiyet ayrımı yerine kadın/erkek bütünlüğü vardır. O, çağdaşlaşmayı eğitim devrimiyle gerçekleştiriyordu. Karma eğitim uygulaması bu amaçladır. Atatürk’e göre toplumun en güçlü mayası kadınlıktır. Sanat güneşleri kadınlarımız Yıldız Kenter, Füreya Korel, Suna Kan, Leyla Gencer, Fahrelnisa Zeid, Semiha Berksoy, Afife Jale, Adile Naşit, Türkan Şoray, Türkiye’nin harika çocuğu İdil Biret, Bediha Muvahhit başarılarıyla yurtiçi ve yurtdışı sanat aydınlığının yüz akı oldular. Sivil toplum gönüllüsü bilim kadını, eğitim âşığı Türkan Saylan, halkla ilişkiler aydınlığının temsilcisi Betül Mardin, Lerzan Öke, Nazan Moroğlu.. Kültürsüzlüğün ışığında üşüyen yürekleri dindirmek için yazdıkları kitaplarla toplumu aydınlatarak yönlendiren Ayşe Kulin, Gülten Dayıoğlu, Zeynep Oral, Leyla Topçu Meydanı’nda 11 Nisan Nasıl anıyorum o birlikte Topçu Meydanı’nda kutladığımız 11 Nisan günlerini. Trampetler çalıp borazanlar öttürdüğümüz, Tılfıdır Tepesi’ne tırmanan eyersiz Arap atlarını alkışlarla izlediğimiz o coşkulu günleri. Nemrut’un putlarını kıran İbrahim’in atıldığı, ateşten suya dönüşen o dünya güzeli Anzelha’yı. Bir gün doğacaktır bizim güneşimiz, güneşin zaptı yakın diyor şair. İki yıl önce Mahsun Kırmızıgül, Güneşi Görmek filmi ile güzel yurdumuzun o büyük dramını başarı ile sergilemişti. Ona buradan bir selam yolluyor ve aydınlık günlerin özlemi ile tüm hemşerilerimin bu büyük onur ve gurur gününü kutluyorum. Not: Urfa’da uzun yıllar öğretmenlik yapan, her alanda hizmet veren annem ve babamın isimleri birer okulda yaşıyor. Bu vefa örneğini gerçekleştiren başta ünlü Vali Muzaffer Dilek olmak üzere Urfa’nın yöneticilerine şükranlarımı sunuyorum. nsana insanca davranılmalı İnsanlarımızın ayrımsız, birbirleriyle, doğayla ve toplumla barışık bir yaşamı paylaşmaktır istekleri. 21. yy’ın bilim çağı olduğu gerçeği, akıl ve bilimin rehberliğinde gelişmeyi öngörüyor. Bu gelişmenin duyguda ve düşüncede olması kadınlara yönelik birtakım önyargıları giderecektir. Kadınların yaşam çizgisi kader olarak algılanmamalıdır. Russel Gough, “Karakterimiz Kaderimizdir” adlı kitabında “Doğru ve iyi olanı bilmek ve yapmak” betimlemesini düşündüğümüzde, kadına yönelik doğru ve iyi olanları yapmamız, gerçekleri bilme Nostalji Öylesine candan bir beraberliğimiz vardı. O yıllarda bir insanın Kürtçe konuştuğu için suçlandığına hiç tanık olmadım. O kadar doğaldı ki Kürtçe konuşmalar. Kürtçe şarkıları çok dinledim. Toplantılarda kalkıp “eziherim Diyarbekir hatuni lorke” diye oyunlar oynardık. Sahnede Babi Yılmaz skeçler yapardı. Sıklıkla Kürtçe sözcükler kullanarak “Top heyye, tabanca heyye, tüfek heyye, ceseret tunne” dediği zaman salon coşku ile alkışa dururdu. Ne C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle