18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 MART 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA HABERLER 9 ‘Bu kadar kitap yeter’ zulmü İstanbul Haber Servisi Silivri Cezaevi’nde Birinci Ergenekon davasından tutuklu bulunan Doğu Perinçek’in, kısa bir süre gazetemiz yazarı Mustafa Balbay’ın kaldığı tek kişilik hücreye alındığı, ancak “Ankara çok kızmış” gerekçesiyle başka koğuşa nakledildiği iddia edildi. Ergenekon ve Balyoz davalarında birçok sanığın avukatlığını yürüten Hüseyin Ersöz, yazılı bir basın açıklaması yaparak 5 Mart Cumartesi günü Ergenekon davası sanığı Levent Göktaş, Poyrazköy davası sanığı Levent Bektaş ve gazetemiz yazarı Mustafa Balbay ile yaptığı görüşmenin notlarını aktardı. Ersöz, olayın gelişimini Balbay’ın şu sözlerle aktardığını kaydetti: “Saat 15.00’te Perinçek geldi. Bundan sonra kendisiyle kalacağım söylendi. Ancak saat 16.30 sularında İnfaz Koruma Memurları yeniden gelerek ‘Perinçek’i alalım. Ankara çok kızmış’ dediler. Perinçek’i Nusret Senem’in yanına yerleştirdiklerini öğrendim.” Açıklamasında Ersöz, “Koğuşa yeniden gelen memurlar Balbay’ın kitap sayısının çok fazla olduğunu ve bunları azaltmak zorunda olduğunu söylemişlerdir. Kitaplarının elinden alınması ise Balbay’ın yazı yazamaz hale getirilmesi anlamı taşımaktadır” dedi. Ersöz, Balbay’ın kitaplarının elinden alınmasıyla ilgili olarak şu sözlerini aktardı: “Şu an için en zorlandığım şey kitaplarımdan ayrılmak olacak. Çünkü cezaevi yönetimi kitaplarımı azaltmamı istedi. Bir terzinin elinden iplik ve iğnesi alındıktan sonra ‘hadi elbise dik’ denilmesi ne anlama geliyorsa, tutuklu olan bir gazetecinin elinden tek bilgi kaynağı olan kitapları alındıktan sonra ‘sana gazeteye yazı yazma hakkı veriyoruz’ demek de bu anlama geliyor.” Ersöz, Balbay’ın şu sözlerini aktardı: “Şu an cezaevinde üç şeye yoğunlaşmış durumda Mustafa Balbay’dan koğuştaki kitaplarını azaltması istendi yım. Bunlar yeni kitabım, aiKEYF UYGULAMALAR le hasreti ve 12 Haziran seçimlerine hazırlık. İçinde bulunduğum durumun kabul edilemezliği ortada ancak en ufak bir moral bozukluğu yaşamadım. Tutuklu olduğum 2 yılın sonunda bizlere değerlerimizi yitirtmeye çalışıyorlar. Yaşatılan tecrit ve kimliksizleştirme politikası ile buradan yeni Kuddusi Okkır’ların çıkması kuvvetle muhtemel. Hapis içinde hapis yaratma gayreti var şu an. Sürekli değişen Ankara talimatları ile cezaevini yönetmeye çalışıyorlar. Bunu her konuda ve uygulamada hissetmek mümkün.” Hücre çok pis olduğundan ve yemek tabaklarını tuvalet lavabosunda yıkamak zorunda bulunduğundan yemeklerini karavanadan yemek zorunda kalmaktadır. Bulaşıcı hastalık riski yüzünden cezaevi idaresine başvurarak koşulların iyileştirilmesi talep edilecek. Metris Cezaevi’nden getirilen mahkumlarla bir işçi koğuşu oluşturulmuş olup yemek dağıtma işi bu kişilere yaptırılıyor. Cezaevi içinde hiçbir Ergenekon davası tutuklusunun koridorda avukat görüşünü beklerken dahi yan yana gelmemesi için özel bir gayret sarf edilmekte. Öyle ki bir tutuklu koğuşuna gitmeden diğerini dışarı çıkarmak kesinlikle yasak. Cezaevinde yaşananlar bir otoritenin bulunmadığını, standarda oturmuş uygulamalar yerine keyfiliğin hâkim olduğunu göstermektedir. Yeter ki Oyuncular Bizden Olsun Sevgili dostlar, bu dönemde tam bir oyun sergilendiğini, yapmamız gerekenin de oyunu sahneye koyanı, ipleri elinde tutanı, oyunu oynayanları ve sahnelenmesine yardımcı olanları ortaya çıkarmak olduğunu ve bunu da mutlaka yapacağımızı söylemiştim. Gerçi oyun bu kez daha farklı ve dışarıdan destekli. Öyle ki, eskiden oyunun kendisi de oynayanlar da “yerli yapım” idi. Ya da bizler öyle zannederdik. Şimdi ise çok açık bir “yabancı yapım”! Enerji yatırımıyla, Habur açılımı, WikiLeaks belgeleri, BOP eşbaşkanlığıyla ve “Ne olur deliğe süpürmeyin, kullanın, o buna hazır” sözüyle, tamamen bir dış yapım. Üstelik bu yeni oyunda hiçbir kural da yok. Ne etik ne hukuk kuralı, hiçbir şey! İstersen yalan söyle, istersen ikiyüzlülük yap. İstersen mağdur, istersen zalim ol. Ve öyle bir oyun ki, her şey yalanlar üzerine kurulu. Yoksulluk artmış, bir yıl içinde yoksul sayısı 818 bin artmış, “oyunu oynayanlar” hayal anlatıyorlar, birileri de, bazı aydın(!) ve gazeteciler de hiç görmezden geliyorlar. Gençlerin yüzde 25’i işsiz kalmış, gazeteler “işsizlik düştü” diye yazıyor. UNDP’nin hazırladığı “İnsani Gelişmişlik” sıralamasında, yani insanlarına insanca bir yaşam, eğitim, sağlık, barınma, gelir ve zenginlik sağlayıp sağlayamamaya göre yapılan sıralamada, Türkiye 83. sıradaki yerini koruyor, birileri “16. büyük ekonomi olduk” diye masal anlatıyor. Birileri de “vallahi doğru” diye alkış tutuyor. O kadar ki, hukuk kuralları çiğneniyor, birileri(!) “Bunlar usul kuralı, önemli olan amaç” diyebiliyor. İnsanlar sabah 5’te gözaltına alınıyor, gazeteciler, daha yazmadıkları kitaplardan dolayı, bulundurdukları belgelerden dolayı tutuklanıyor, birileri(!) “Ne var bunda büyütecek” diyor. Türkiye Barolar Birliği ve ceza hukukçuları, bildiri yayımlayıp her dava ve soruşturmada uyulması gereken evrensel ilke ve kuralları koyuyorlar, hem de büyük gazetelerde, o gazetelerin bazı yazarları görmezden geliyor. Tek kelime bile etmiyorlar. Öyle bir oyun ki bu, işler sarpa sardığında ve faşizmin ayak seslerinin hiçbir zaman istediğin yerde kalmayacağı ortaya çıkınca, birileri “timsah gözyaşları” dökmeye başlıyor, “Nasıl oldu da işler buraya kadar geldi, keşke sarı öküzü vermeseydik” demeye başlıyorlar. Bir de oyunda çok önemli bir farklılık daha var. Eskiden oyunu oynayanlar genelde siyasetçiler iken, bugün sayıları da, rolleri de arttı. Üstelik hiçbir kural da yok. İstediğini söyle, göstere göstere yalan söyle, olmayanı söyle. Bir tek seyirciyi “yalanlar dünyasına inandır”. O kadar. Örnek mi istersiniz? Haydi gelin darbeleri ve darbecileri ele alalım. Bakıyorsunuz, darbecilere ziyafet veren, onur konuğu olarak ağırlayan gazeteci, bugün televizyonlarda ahlak dersi veriyor, darbeyle nasıl mücadele edileceğini anlatıyor. Bakıyorsunuz, “12 Eylül darbe değildir” diye yazan, “sadece bir şeye dikkat edin, terörle mücadelede kullandığınız haklı yöntemleri, bireysel suçlar için de kullanmayın” diye akıl veren gazeteci, bugün televizyonları gezip, Cumhuriyet mitinglerine katılanların ve gazetecilerin, neden darbeci sayılmaları ve bu nedenle içeri atılmaları gerektiğini anlatıyor. 12 Mart faşizminin ertesi günü “Ve Şahmerdan güm diye indi” diye yazan gazeteci, bugün bakıyorsunuz, liberal aydın olmuş, askeri darbelerin kötülüğünü anlatıyor. Bakıyorsunuz 12 Eylül’ün Başbakanlık müsteşar yardımcılığını yapmış, en üst düzeyde sorumlu olan bürokratı, bugün gazetelerde ve ayrıca televizyon televizyon gezerek ona buna darbeci diyor, darbelerin kötülüklerini anlatıyor. Kendi döneminden söz bile etmeden! Bakıyorsunuz 12 Eylül’ün, hem solculara hem sağcılara kan kusturan ama aynı yöntemleri, mafya temsilcileri için kullanmayan, tam tersine çok müsamahalı(!) davrandığı herkes tarafından bilinen askeri yargıcı, televizyonlarda darbe ile mücadele yöntemlerini ve darbeci olduğu iddia edilen gazetecilere ne kadar katı davranılması gerektiğini anlatıyor. Bakıyorsunuz, darbecilerin avukatlığını yapabilmek için her şeyi göze alan, “para bile almayan” avukat, bugün siyasetçi olmuş, darbelerle ve darbecilerle mücadele eden(!) AKP iktidarının milletvekili ve komisyon başkanı olmuş. Avukatlığını yaptığı darbeci ile sözüm ona mücadele(!) ediyor. Ve partisi de herkesi darbecilikle suçlamaya devam ediyor. Dedim ya, oyun tamamen “yalanlar üzerine” ve bir de “Halkı ikna(!) ederiz, yeter ki gazeteci ve aydın rolü oynayanlar bizden olsun” üzerine kurulu... Yıllardır, genellikle sol örgüt davasında yargılananların maruz kaldığı ‘tecrit’, artık Silivri Cezaevi Yerleşkesi’ndeki Ergenekon davası sanıklarına da uygulanıyor Tecrit içinde tecrit H LAL KÖSE / S BEL BAHÇETEPE HÜLYA KESK N Yıllardır, genellikle sol örgüt davasında yargılanların maruz kaldığı “tecrit”, artık Silivri Cezaevi Yerleşkesi’ndeki Ergenekon davası sanıklarına da uygulanıyor. Gazetemiz yazarı Mustafa Balbay ve Yeni Parti Genel Başkanı Tuncay Özkan’ın, 28 Şubat gecesi operasyonuyla, inşaatı bile tamamlanmamış olan tek kişilik hücrelere konulması, on yıllık insan hakkı ihlalini görünür kıldı. Hukukçular ve insan hakkı savunucuları, tecridin “travma” yarattığına ve “işkence” olduğuna dikkat çekerek uygulamaya son verilmesini istiyor. Yüksek güvenlikli cezaevleri bir ya da üç kişilik tecrit nedeniyle sürekli tartışılıyor. Tek başına kalan bir tutuklu, yandaki iki hücrenin de boş bırakılmasıyla tamamen yalnızlaştırılıyor. Çünkü tek kişilik üç hücrenin kapısı, aynı havalandırmaya açılıyor. Tecridin, idarenin keyfi uygulamalarıyla ağırlaştırıldığı durumlarda, bir blokta tek bırakılan tutuklunun hücresinin havalandırma kapısı bile açılmıyor. Ergenekon davası sanıklarının avukatı Celal Ülgen, bilimsel çalışmalara göre, bir kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü koruyabilmesi için “uygun, yeterli ve değişken dış uyarılara” gereksinim duyduğunu vurguladı. “Adına F tipi de dense L tipi de dense, yüksek güvenlikli cezaevlerinde, tutukluların, adını ‘tek tek’ taktıkları tek kişilik hücre blokları, insan sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlar doğurmaktadır” diyen Ülgen, Balbay ve Özkan’ın da aralarında olduğu 6 Ergenekon tutuklusunun, 5 tek kişilik hücre blokuna, tek başlarına yerleştirildiklerini bu kişilere “tecrit içinde tecrit” uygulandığını belirtti. Ülgen şunları söyledi: “Örneğin Balbay 5 kişilik hücre blokunda tek başına. Özkan da başka bir blokta aynı durumda. Tek başına kaldıklarından, seslerini birbirlerine duyurma olanakları olmadığı gibi bir başka tutukluya da duyuramamaktadırlar. Bu mekânlarda, güneş ışıklarının girmesine olanak verilmediği ve çok küçük radyatörler yerleştirildiği için kış aylarında yeterli ısıtma sağlanamamaktadır. Bu uygulama insan haklarına açıkça aykırıdır. Üstelik tutuklular, masumiyet ilkesi gereğince suçsuz sayılırlar. Mahkum olanlar için de bu 5 ayrı kişi için hazırlanmış hücrelerin tek kişi tarafından kullanılması sakıncalıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi izolasyon içinde izolasyon uygulamasıdır.” Sosyal tecrit modeli “Sosyal tecrit modeli”nin uygulandığı F tipi cezaevleri, genellikle “devlete karşı işlenen suçlar” nedeniyle, tutuklu ve hükümlülerin, üç kişilik ya da tek kişilik yaşam birimlerinde kaldıkları, diğer tutuklularla ve infaz memurlarıyla iletişimlerinin sınırlandırıldığı infaz kurumları olarak biliniyor. Yüksek güvenlikli cezaevleri olarak geleneksel koğuş sistemine karşı inşa edildiler. F tiplerine geçiş, 2’si asker 30 kişinin öldüğü operasyonla 2000’de başladı. Yaklaşık 360 kişi kapasiteli, 3 ana bloktan oluşan bu cezaevlerindeki her bir blok 1 ve 3 kişilik hücrelerden oluşuyor. Odalar, 25 metrekarelik alanı kaplıyor. Türkiye’deki toplam 371 cezaevinden 14’ü F tipi cezaevi. Ç Hakları kısıtlıyor Psikolojiyi bozuyor kanser yapıyor tipi cezaevleriye birlikte, birçok tutuklu ve hükümlü ağır sağlık sorunları yaşadı, birçoğu hâlâ yeterli tedaviye ulaşamıyor. Cezaevlerinin fiziki koşulları da tutukluları hasta ediyor. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, F tipi cezaevlerinin bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açarak birçok hastalığı beraberinde getirdiğini söyledi. Fincancı, “Tek kişilik hücre tipinde kalanlarda, uyaran eksikliği ve bağışıklık sisteminin çökmesi gibi sağlık sorunları ortaya çıkıyor. F tiplerinde kalanlarda, son yıllarda, kanser hastalığının arttığı ortada. Adalet Bakanlığı önceki yıllarda cezaevlerindeki intihar vakaları istatistiklerini verirdi, ancak son yıllarda bu rakamları vermiyor. Ama avukatlardan aldığımız bilgilere göre son yıllarda, intihar olayları da artmış durumda” diye konuştu. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) eski başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, F tipi cezaevlerindeki tutukluların, yıllardır ağır sağlık F koşullarında yaşadıklarını, tecridin ağır psikolojik sonuçlarının olduğunu vurguladı. Gürsoy, “Tecrit başlı başına travmadır, her türlü bağışıklık sistemini negatif etkiler. Her gün birkaç saat açık hava imkânının, bağışıklık üzerine çok büyük bir olumsuzluğu olmayabilir ancak psikolojik olarak ağır yıkıma neden olur” dedi. Islah edilmeli Özellikle yeni yapılan F tiplerinde, rutubet ve ısınamama gibi problemlerin olduğuna dikkat çeken Gürsoy, “Ağır kış koşullarının yaşandığı yerlerde, özellikle de Trakya’da soğuk ve rutubet ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Tek kişilik odalarda kalan mahkumlar 56 metrelik açık alana çıkabiliyorlar, havalanma fiziksel bakımdan mümkün ama insanların istediği zaman açık alanlara çıkmaları, volta atmaları, futbol oynamaları gibi olanaklar maalesef yeteri kadar yok” diye konuştu. ağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi Başkanı avukat Taylan Tanay, “Tecride dayalı bu infaz rejimi, savunma, havalandırma, görüş, okuma, giyim, sağlık gibi temel ve vazgeçilmez hakları dahi kısıtlıyor veya yok ediyor” dedi. Birçok siyasi tutuklunun, bir iki yıl tek başlarına tutulduklarını ifade eden Ülgen şöyle devam etti: “Tek kişilik hücre uygulaması idarenin keyfine bağlı. Tutukluları, dönemsel olarak tek başlarına bırakmayı, cezalandırma politikası olarak uyguluyorlar. Üç kişilik hücreye tek kişiyi de koyabilirler. Tek kişilik hücreler yan yana. Bir tutuklunun kaldığı hücrenin yanındaki iki hücreyi boş bırakırsanız, onu yine tek başına tutmuş olursunuz. Kimseyi göremez. Çünkü cezaevi mimarisi gereği, havalandırmaya ondan başka çıkacak kimse olmaz.” Avukat Behiç Aşçı’nın 2007’de eylemine son vermesine neden olan genelgenin, on kişinin haftada on saat bir araya gelmesini içerdiğini anımsatan Tanay, “yeterli personel” olmadığı gerekçesiyle genelgenin uygulanmadığını, bu hak 4 saate indirilince de tutukluların kabul etmediklerini belirtti. Tanay şu anda tecridin, Tekirdağ F Tipi’nde çok yoğun şekilde uygulandığını söyledi. HD’den uyarı İ Onarılmaz ruhsal acılar Tutukluların, sürekli insansız kalmalarının, bir başkası ile konuşmamalarının benlik parçalanmasına neden olduğunu ve bu parçalanmanın tutuklulara onarılmaz ruhsal acılar verdiğinin bilindiğine değinen Ülgen şöyle konuştu: “İnsan hakları kaynakları, bu tür tecrit hücresi ile işkence seçenek olarak sunulduğunda tutukluların işkencelerin bedene vereceği acıları hücrelerinde insansız kalmaya tercih ettiğini kaydetmektedir. Bu hücreler insanca yaşamayı olanaksız kılmakta, tuvalet ile banyonun aynı mekânda olması, bulaşıkların tuvalet lavabosunda yıkanacak olması, sürekli anonslarla, sürekli yanan beyaz ışıkla tutuklu ve mahkumlar üzerinde acılı baskılar yaratmaktadır.” nsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, F tipinin bir tecrit uygulaması olduğunu, insanların havasız bir ortamda kaldıkları için bile çok ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya kaldıklarını dile getirdi. Türkdoğan, Balbay ve Özkan’ın tek kişi tutulmalarını da eleştirirken, “Bu tamamen saçmalık. Zaten cezaevlerinde yer yok. Bir de ‘yer var koyduk’ diyorlar. Türkiye’de tek kişilik hücrelere bile 34 kişi konuluyor” dedi. Türkdoğan, 2010 yılında cezaevlerinde toplam 413 kişinin öldüğünü belirterek, şöyle devam etti: “2010 yılındaki ölüm sayısı, son 10 yılın en yüksek rakamı. 213 tutuklu normal ölüm yaşadı. 161’i hastalıklarının tedavi edilmemesi, 38’i intihar ederek yaşamlarını yitirdiler. 266 kişi hastalık nedeniyle acil tedavi bekliyor. Bu kişiler acilen tahliye edilmeli.” Alkol cezasına biralı tepki ANTALYA (AA) Antalya’da, Yat Limanı amfitiyatroda alkol alan iki kişi hakkında para cezası uygulanmasına tepki gösteren bir grup, aynı yerde bira içerek cezayı protesto etti. Bir sosyal paylaşım sitesinde bir araya gelen ve çoğunluğunu avukatların oluşturduğu grup adına konuşan Av. Soner Ustaoğlu, özgürlüklerin kısıtlanmasına tepki göstermek amacıyla toplandıklarını belirterek “Her pazar buradayız” dedi. Kaçak ocak işçiye mezar oldu ZONGULDAK (Cumhuriyet) Zonguldak’ın Gelik Beldesi’ndeki, Taşbaca Mevkii’ndeki Kenan Demiro’ya ait kaçak kömür ocağında dün göçük meydana geldi. Yerin 70 metre altında tavan çökmesi sonucu oluşan göçükten 2 işçi kaçarak kurtuldu. Serkan Malkoç ise toprak altında kaldı. Yapılan arama çalışmaları sonucunda Malkoç’un cesedi bulundu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle