23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 MART 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA 15 Asıl Neden... Deneyimli gazeteci dostumuz Yılmaz Polat, ABD’den gönderdiği son mektubunda, son birkaç haftadır Washigton ile Ankara arasındaki iletişimdeki protokolü garipsediğinden söz ediyor: “Başkan Obama’nın muhatabı Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül’ün de Ankara Büyükelçisi Ricciardone değil. Obama’nın yürütmenin başındaki başbakanla da konuşmasında yadırganacak bir şey yok. Ancak, Obama’nın Gül’ü tamamen bypass etmesi de normal değil. Başkan Obama nedense Gül’ü bir yıldır aramıyor. En son Gül, Obama’yı 2010 Mart ayının ilk haftasında sözde Ermeni soykırım tasarısına karşı çıkması için telefonla arayıp konuştu. Halbuki, Başkan Obama, 2009’da Ankara’ya Başbakan Erdoğan’ın değil, Cumhurbaşkanı Gül’ün resmi konuğu olarak gitti. Ortak basın toplantısı yaptı. Obama’nın Cumhurbaşkanı Gül’ü hiç aramaması teamüllere uygun değil. Bu durumun Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkma arzusuyla ilgisi olabilir mi? Ya da asıl neden güç mü? Göreceğiz.” Uyumaktan Başka laç çin Olsun KADER’in hedefi Meclis’in yarısını kadınlarla doldurmakmış. Ah, keşke... KADER’in hedefine ulaşmada kamuoyuna tanıttığı “kadın yüzleri”ne bir baktık. Patron kadınlar var, televizyon dünyasının her konuda soluksuz konuşanlarından Ayşe Özgün var, bir de Gülben Ergen var... Ama ilaç için, bir işsizin ya da her gün imanı gevreyen bir çalışan kadının ya da yaşamın tüm yükünü omuzlarında taşıyan bir ev kadınının “yüzü” her nedense yok... Doğru ya, Gülben varken onların yüzüne kim bakar? En Büyük Tahliye Büyük başarıymış Libya’daki Türklerin tahliyesi... Oysa, Mülkiye dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dr. Serdar Şahinkaya bir başka tahliyeyi anımsattı bizlere: “Cumhuriyet tarihinin en büyük tahliyesi bu ise, demek ki başka tahliyeler de olmalıdır. Ama onlardan tık yoktur. Tık. Varsa yoksa son sekiz yılda ne yapıldı ise ‘Cumhuriyet tarihinin en iyisi’ diye abartarak anlatmak. Balık hafızalı ve nerede ise kendi tarihini hiç okumamış, okudu ise en hafif tabiriyle unutmuş insafsız kalem erbaplarına hatırlatmak lazım gelir: Neyi ya da kimi? II. Dünya Savaşı sırasında Paris Büyükelçisi olan Behiç Erkin’i tabii ki. 6 milyon Yahudi soykırıma uğramak üzere bilmedikleri bir istikamette raylar üzerinde trenlerle Auschwitz’e doğru yol alırken, Behiç Erkin Türkiye’den getirttiği ya da üzerlerine ayyıldız astırttığı, ‘Büyükelçi’nin vagonları’ diye anılan trenlere bindirdiği 20 bine yakın Yahudiyi aynı rayların ters istikametinde, hem de Almanya toprakları üzerinden yaşama, yani Türkiye’ye göndermeyi başarmıştı. İşte Cumhuriyet tarihinin en büyük tahliye operasyonu budur.” Türkiye’nin ilk iktisatçı Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, “Yüksek yargı bugüne kadar uyumaktan başka bir şey yapmadı” demiş, biz de yıllardır Anayasa Mahkemesi’nin önünde bekleyen kimi davaları anımsatmıştık. Aradan iki hafta geçti. Sözünü ettiğimiz TRT, Devlet Memurları, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası, Tohumculuk, Tapu, telefon dinlemelerine ilişkin Ceza Muhakemesi Yasası ile ilgili iptal istemli davalar konusunda yine en ufak bir gelişme olmadı. Gündemini Haşim Kılıç’ın belirlediği Anayasa Mahkemesi’ne birisi çıkıp da “Uyumaktan başka bir şey yapmıyorlar” derse hiç de hoş olmayacak doğrusu. Hukukun Araçlaştırılması “Biz iktidarı meşru yoldan ele geçirmek istiyoruz. Fakat iktidarı ele geçirdiğimizde neler yapacağımızı da ancak biz biliriz.” Adolf Hitler’in propaganda bakanı olarak tanıdığımız Dr. Paul Joseph Goebbels bu sözleri Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi 5 Mart 1933 seçimlerinde aldığı yüzde 43.9 oranında oyla iktidarı tek başına ele geçirmeden iki yıl önce yaptığı bir konuşmada söylemiştir. Bir Alman dili ve edebiyatı uzmanı olan Goebbels’in bu sözlerini dönemin parlamentosunda güçlü bir biçimde temsil edilen Merkez Partisi ve Sosyal Demokrat Parti gibi Alman halkı da ciddiye almamış, bir uyarı olarak algılamamıştır. İktidarda kaldığı 12 yıl içinde başta kendi ülkesi Almanya olmak üzere Avrupa’yı kana ve ateşe boğarak yıkımına ve 50 milyondan fazla insanın ölümüne neden olacak Alman faşizminin iktidardaki ilk uygulamaları hukuk alanında olmuştur. Eğer “hukuk”tan yalnızca “yasa” anlaşılıyorsa Nazi Almanyası’nın Polonya’ya saldırarak II. Dünya Savaşı’nı başlattığı 1939 yılına kadar geçen altı yıl içinde iktidar partisinin attığı her adımın yasal bir dayanağı vardır. Nazi Partisi’ne, dolayısıyla Hitler’e her alanda yaptırım yetkisi veren, özünde bir “diktatörlük yasası” olan “Yetkilendirme Yasası (Ermaechtigungsgesetz)” 24 Mart 1933 günü parlamentoda yeterli sayıda milletvekilinin oyunu alarak yürürlüğe girmiştir. 1 Aralık 1933 günü parlamento, “Partinin ve Devletin Birliğinin Güvence Altına Alınmasına İlişkin Yasa’yı (Gesetz zur Sicherung der Einheit von Partei und Staat)” onaylamıştır. Bu yasaları özellikle ceza yasasındaki geniş çaplı değişiklikler izlemiştir. Nazi Almanyası’nın tarihi, hukukun araçlaştırılmasına ilişkin sayısız örnekle doludur. Bu süreçte ülke bir “hukuk devleti” olmaktan çıkarak bir “yasa devleti”ne dönüşmüştür. Nazi Partisi dışındaki tüm partiler yasalara “uygun olarak” kapatılmış, muhalifler yasalara “uygun olarak” tutuklanmış, basın yasalara “uygun olarak” susturulmuştur. Dış dünyadan yükselen itiraz seslerine verilen yanıt hep aynı olmuştur: “Yasalar bunu öngörüyor, biz yargının işine karışamayız!” Bu yanıt temelde doğrudur da; çünkü yargının işine en başında karışıldığından daha sonra karışılmasının önemi de, anlamı da kalmamıştır. Nazi Almanyası örneği bize bir diktatörlüğün kurulması için ille de bir askeri darbe ya da sivil ayaklanma gerektirmediğini, demokratik seçimler yoluyla “yasal zeminde” de kurulabileceğini göstermektedir. Bu kasvetli, soğuk günde insanın içini açacak, ısıtacak bir yazı olmadı, biliyorum. Ama yine de kafamdan geçenleri bir not olarak buraya düşeyim dedim. Güçlendirme CHP’li yetkililer, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı çekincesiz kabul etme düşüncelerinin gerekçesini “yerel yönetimleri güçlendirme” diye tanımlıyorlar. CHP Parti Meclisi içinde de yerel yönetimlerle ilgili uzman kişilerin var olduğu biliniyor. Onlara danışsalar, yerel yönetimleri güçlendirme ile onlara özerklik verme arasında dağlar kadar fark olduğunu anlayacaklar. Devrimci Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin, Ankara Mithatpaşa Caddesi’ndeki evinin yıkık halini bu köşede dile getirmiş, bunun üzerine dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay, evi kamusal kullanım için onartmıştı. AKP gelir gelmez, Mustafa Necati’nin evini kuru fasulyeciye vermeye kalktı. Bu uygulama tepki toplayınca, ev TBMM’ye devredildi. Adı Var, Kendisi Yok Evin son durumunu eğitimci Mustafa Aydoğan’dan öğrenelim: “Mustafa Necati’nin evini onarımdan sonra görmemiştim. Bir resim sergisi vesilesiyle gördüm. Sergi giriş katında idi. Gelmişken ikinci katı da görmek istedim. Bir görevli ‘yasak’ dedi. Asıl sorumlu ile görüştüm. Gezmeme yardımcı olması amacıyla bir refakatçi ile görmeme izin verdi. Salon ve odalar güzel koltuklarla donatılmıştı. Bana verilen tanıtım belgesine göre, Mustafa Necati’nin evinin ikinci katındaki tüm hizmetlerden (kültürel faaliyetler, günlük gazete, dergi, internet, özel toplantılar, kokteyller) TBMM’nin eski ve yeni üyeleri ile Meclis personeli yararlanabiliyormuş. Oysa Mustafa Necati, ‘Yıllar boyu kötü yönetimlerin ihmal ettiği, aydınlanmadan yoksun kalmış halkı aydınlatmak da bizim görevimizdir’ diyordu.” Mustafa Aydoğan, mektubun sonunda kısaca özetlemiş gördüklerini: “Binanın girişinde Mustafa Necati adı yazılı, ama içerde Necati yok.” K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK behicak@yahoo.com.tr ‘Büyük Aydınlanmacı’: Hasan Âli Yücel 26 Şubat 2011, Cumhuriyet tarihinin en uzun süre görev yapmış ve en çok iz bırakan, iş yapan Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Âli Yücel’in ölümünün 50. yıldönümü. Bu nedenle büyük aydınlanmacı için ülkenin değişik yerlerinde çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), doğumunun 100. yılı nedeniyle 1997 yılını “Hasan Âli Yücel Yılı” olarak duyurmuştu. O yıl da yurtiçinde ve dışında birçok etkinlikler yapılmıştı. (…) Nitelikli eğitim vermek kamunun öncelikli, temel bir göreviydi. Hasan Âli Yücel’in bakanlıktan ayrılmasından sonra eğitim, kültür ve sanat politikalarından verilen ödünler, Cumhuriyetin önemli kazanımlarını tersine çevirdi. (*) Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladığım 1956 yılında tanıdığım Hasan Âli Yücel, Milli Eğitim’e büyük hizmetler vermiştir. Kitaplıklardaki Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı “Dünya Klasikleri” onun Türkiye’ye armağanıdır. Onun bakanlık yaptığı dönem, Milli Eğitim’in en parlak dönemi olmuştur. Bu dönemde: * Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi kurulur. * Yüksek Mühendis Okulu, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştürülür ve Ankara Tıp Fakültesi kurulur. * Türkiye’nin “aydınlığa açılan kapıları” olan Köy Enstitüleri kurulur. * Dünya edebiyatının ve düşün dünyasının klasik eserleri, en yetkin çevirmenler aracılığıyla Türkçeye çevrilir. * Devlet Konservatuvarı kurulur. * Onun çabaları sonucunda Türkiye UNESCO’ya üye olur. * Üniversiteler yasası çıkarılır. 1946 yılında, 7 yıl sürdürdüğü Milli Eğitim Bakanlığı’ndan isteği ile ayrılır. Köy Enstitüleri Hasan Âli Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un büyük çabalarıyla oluşturulmuş bir eğitim devrimidir. Köy Enstitülerini UNESCO, “dünyanın örnek alması gereken öğretim kurumları” olarak göstermiştir. Sayıları 21’e ulaşan Köy Enstitüleri 1954 yılında kapatılmamış olsaydı, Türkiye’nin dünya ulusları arasındaki yeri ön sıralarda olurdu. 1946 yılında, 7 yıl sürdürdüğü Milli Eğitim Bakanlığı’ndan isteği ile ayrılır. Köy Enstitüleri Hasan Âli Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un büyük çabalarıyla oluşturulmuş bir eğitim devrimidir. Köy Enstitülerini UNESCO, “dünyanın örnek alması gereken öğretim kurumları” olarak göstermiştir. Askerlikleri sırasında başarılı olan gençler, gelişen tarımsal teknolojiyi önce öğrenip sonra da öğretmek üzere, ‘Ziraat Bakanlığı’nın desteği ile eğitilip yetiştirilir ve öğrendikleri ‘modern tarım tekniklerini’ köylülere aktarmak için köylere gönderilir. Bu gençler ayrıca, ‘öğretmenlik’ görevini de üstlenir. İsmail Hakkı Tonguç’un yönetip, yönlendirdiği bu proje çok başarılı olur. Kısa bir süre sonra çıkarılan yasalarla ‘köy eğitmeni’ yetiştirilmesi giderek yaygınlaşır. Bu uygulama gelecekte kurulacak ‘Köy Enstitüleri’ için çok başarılı bir deneme olmuştur ve Türkiye’nin ‘aydınlığa açılan kapıları’ olan Köy Enstitüleri kurulması için uygun ortamı oluşturmuştur. Toprak ağaları, laik Cumhuriyet düşmanları ve dini siyasete alet edenler el ele vererek 1954 yılında Köy Enstitülerinin “aydınlığa açılan kapılarını” kapatırlar. Türkiye’ye büyük hizmetler veren “büyük aydınlanmacı” Hasan Âli Yücel’i saygıyla anıyorum (*) (Ölümünün 50. Yılında Hasan Âli Yücel: Mustafa Gazalcı, Cumhuriyet gazetesi 26 Şubat 2011 2. sayfa) HARB SEM H POROY BULMACA HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N hetiyatrosu@mynet.com SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEK LER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com Çelenk ve mutlu gün bağışlarınız için 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 275 52 44 www.yekuv.org yekuv@yekuv.org Vakıflar Bankası: Osmanbey Şubesi 00158007287986476 1/ “Yakın arkadaş, dost” 2 anlamında ar 3 go sözcük... 4 Üzerinde ma5 den dövülen demir araç. 2/ 6 Eski Türk gü 7 reşlerinden bi 8 ri... Kadınların omuzlarını 9 örtmek için kullan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 dıkları geniş atkı. 3/ 1 P E D E R A S T İ Bir salon dansı... İs 2 A P A Ş F A U L lamda geçici evliliğe 3 T E Ğ E T K L E verilen ad. 4/ En kı4 A L A F U T sa zaman süresi... 5K O R E R AM İ Küçük erkek karK L A S deş... Hicap. 5/ Dün 6 A R 7B U N A P A T İ yanın ilk nükleer de8A J A N A B A K nizaltısının adı. 6/ 9K O S T A N İ Ç E Çok konuşan, geveze. 7/ 106 taşla oynanan bir oyun... Sivas’ın bir ilçesi. 8/ 21 yaşın altındaki oyunculardan oluşan spor takımları için kullanılan sözcük... “Benden gayrısına gönül verirsen / ola yolların bağlana dostum” (Pir Sultan Abdal). 9/ Yerfıstığı... Fas’ın plaka imi. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Argoda bir işi birine yüklemeye verilen ad. 2/ Kastamonu’nun bir ilçesi... Bir hastalığın özel yöntemlerle tedavisi. 3/ Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan demir... İslam bilginlerine verilen ad. 4/ Övme, övgü. 5/ “Gönül tandırında bir pişiyor / Yanan ciğer midir yürek mi bilmem” (Seyrani)... İzmir’in Kemalpaşa ilçesinin eski adı... Boru sesi. 6/ Nişastayı parçalayarak şekere çeviren bir enzim. 7/ Argoda civalı zara verilen ad... Nuri Bilge Ceylan’ın bir filmi. 8/ Bir şeyi zihinde biçimlendirme ve kurma. 9/ Büyük bir ün kazanmış sinema ya da müzik sanatçısı... Kütahya’nın Simav ilçesinde bir kaplıca. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle