18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 MART 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9 Şölenin başında çeyrek yüzyıl CELAL ÜSTER 1982’de “Sanatlar ve Sinema” izlekli 6 filmin gösterildiği film haftasından başlatırsak, Uluslararası İstanbul Film Festivali 29 yılı geride bıraktı, bu yıl 30. yaşını kutluyor. Kendi kendime festivalin 29 yılını kiminle konuşabilirim diye sorduğumda, yanıtı kendiliğinden geldi. Dünya sinemasını İstanbul’a taşıyan, Türk sinemasına yepyeni ufuklar açan bu şöleni 1983’ten 2006’ya kadar yönetmiş olan Hülya Uçansu’dan başka kiminle konuşabilirdim ki! Hülya Uçansu, beyazperdenin yıldızlarıyla çocukluğunun Bandırma’sında, babasının “ayçiçeği çıtırtılı” sinemasında tanışmıştı. Yıllar sonra, 1975’te Sinematek’te Onat Kutlar’ın asistanlığını üstlenmesi, onun önünde, İstanbul Film Festivali’ne giden yolu açacaktı. Festivalin gerçek bir sinema şölenine dönüşmesinde, giderek dünyanın önde gelen film şenliklerinden biri olup çıkmasında Uçansu’nun verdiği uğraş ve emeğin katkısı tartışılmaz olacaktı. sansürü kaldıran bir kararname çıkarttı. Bu da ilerdeki yıllarda sansürün sinemamız üzerindeki baskısının görece olarak azalmasına yol açtı. En büyük zorluk Festival yöneticiliğinde en büyük zorluğu hangi konuda çektin? Sanırım en uzun süren ve en büyük sıkıntıya neden olan sorun altyazı konusuydu. Uluslararası bir film festivalinde filmler ya özgün dillerinde, yani altyazısız ya da İngilizce veya Fransızca altyazı ile sunulur. Gelişmiş uygar ülkelerde izleyicilere kulaklık sağlanır. Bizde sadece 1000 kişilik koltuk kapasitesi ile Emek Sineması’nı düşünün. Kulaklık sağlayamadığımız için ilk yıl salona yüksek sesle çeviri yapmaya başladık ve daha ilk gün kıyametler koptu. Elektronik altyazı icat edilene kadar da her yıl izleyici tarafından neredeyse linç ediliyorduk. Hem ben hem de büyük özverilerle çalışan simultane çeviri ekipleri. Bu vesileyle hepsine selam olsun. Fotoğraf: Muammer Yanmaz 25. yılına kadar Uluslararası stanbul Film Festivali’ni yöneten Hülya Uçansu yaşadıklarını ve düşüncelerini anlattı Galatasaray ve Kurumların Onuru Sevgili dostlar, Galatasaraylı olduğumdan dolayı bir kez daha gurur duydum. Galatasaray Spor Kulübü’nün Divan üyesi olduğumdan dolayı bir kez daha gurur duydum. Çünkü Galatasaray’ın seyircileri gibi dün öğleden sonra tüm kongre üyeleri de başkanları ve yönetim kurulu üyelerinin bir bölümü gibi düşünmediklerini, onlar gibi yapmayacaklarını, bazı (muhakkak manevidir ama) çıkarları gözeterek, koca bir kurumu, 106 yıllık bir kurumu, yıpratma, prestijini ayaklar altına alma haksızlığına ortak olmayacaklarını açıkça gösterdiler. Herkese gösterdiler, tüm Türkiye’ye gösterdiler. Her şeyden önemlisi, Türkiye’de zaten sayısı pek fazla olmayan tüm yüzyıllık kurumlar adına, iktidara ve kendi başkanlarına gösterdiler. Hepimiz görüyoruz, yaşıyoruz; AKP iktidarı, “kendi sistemini” kurmak için, geçerli olan tüm kurumları ve kavramları yıpratma, ortadan kaldırma yolunu seçti. Daha doğrusunu söylemek gerekirse, tabii ki esas olarak, kurumları ortadan kaldırmayı isteyen esas aktör AKP iktidarı değildi. AKP iktidarı, bu rolü oynayan bir aktördü. Esas bu oyunu kuran, kurgulayan güç ise başka bir güçtü. Hangi güç mü? AKP iktidarını destekleyen, onu iktidara getiren, 2002 seçiminden önce, Beyaz Saray’da kırmızı halılarla karşılatan güç. Evet dediğim gibi, “bu güç”, Türkiye Cumhuriyeti’ni var eden tüm “kurumları”, tüm “kavramları” ortadan kaldırma rolünü üstlenirken, medyadan yararlandı, gazeteciler devşirdi, sözüm ona aydınları(!) kullandı, soruşturmalar açtırdı. Amaç “yeni sistemi” kurmaktı. Laiklik, demokrasi, anayasa, her şey bu amaçla yıpratıldı, kullanıldı. Olmayan kavramlar varmış gibi gösterildi. Bu yolla yargı yıpratıldı, ordu yıpratıldı. Yaşamını bu vatan için vermiş şehitlere “kelle” dendi, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” denildi. Vatanını korumak için kolunu, bacağını, gözünü kaybeden gaziler, “engelli vatandaşlar” olarak değerlendirildi. Şehit cenazelerinin televizyonlarda gösterilmesi yasaklandı. Her şey, her kurum yıpratıldı. Yandaş aydınlar bulundu, sadece yargının ele geçirilmesine yönelik anayasa değişikliklerine “yetmez ama evet” diyen sözüm ona aydınlar bulundu. İşte tüm kurumlar ortadan kaldırılırken bunun içinde Galatasaray Spor Kulübü de, bundan nasibini alacaktı, aldı da. Bu kurumlar yıpratılırken, ele geçirilirken, nasıl farklı aktörler kullanıldıysa, sözüm ona aydınlar, sözüm ona gazeteciler, cemaatler, tarikatlar kullanıldıysa, bazen de bizzat o kurumların içinden kullanılanlar oldu. Aynen emniyet gibi, aynen yargı gibi. Aynen bazı hukukçular gibi, aynen bazı yargı mensupları gibi. Galatasaray’da da bazı yöneticiler kullanıldı. Maalesef Sayın Başkanı yanıltıldı, maalesef söylemek bile zor ama kullanıldı. Türkiye’de ilk defa, bir başkan, bir Galatasaray Başkanı, kendisinin hakkı olan, tüm Galatasaraylıların analarının ak sütü gibi hakları olan, karşılığında dünyaları verdikleri “statlarını” Başbakan’ın yaptığını, her şeyi ona borçlu olduklarını zannetti. Bizleri de ikna etmeye, inandırmaya çalıştı. “Daha önceki statları kim yapmıştı Sayın Başkan, böyle bir anlayış olur mu, siz hiç İnönü Stadı’nı size yaptım, yollar yaptım, bir allah kuruş paranız yok diyen bir başbakan gördünüz mü” denmesine bile izin vermedi. Koca Galatasaray Stadı’nın açılışını AKP şovuna dönüştürdü. Stadın yapımında emeği geçen kişileri, yönetim kurulu üyelerini yanına bile almadan AKP açılışına dönüştürdü. Dahası da var. “Statlarının açılışının” AKP şovuna dönüşmesini şaşkınlıkla izleyen, TOKİ Başkanı’nın, Galatasaray’ın 106 yıllık geçmişine hakaret eden konuşmasına tepki gösteren seyircileri için, üyeleri için, sadece Başbakan’ı memnun etmek için, “Onları tek tek kameralardan inceliyorum, hepsini polise teslim edeceğim” dedi. Hatta kongre üyelerinin önünde “Başbakan konuşma yasağı koydu, bu nedenle özür diletemedim” dedi. Düşünün 106 yılllık bir kurum ve o kurumun, Başbakan’ın konuşma yasağı getirdiği başkanı. Ama gurur duydum. Çünkü 106 yıllık kurumun üyeleri, seyircileri, nasıl 106 yılllık kurumlarının yıpratılmasına karşı koydular, onu yıpratmak isteyen kim olursa olsun, ıslıkları, tepkileri ile kaçırdılarsa, kongre üyeleri de, kendi başkanlarına oyları ile gösterdiler. Maddi manevi çıkarları ne olursa olsun, 106 yıllık kurumların yıpratılamaycağını açıkça gösterdiler. Yani Galatasaray’ın kâğıttan kaplan değil, 106 yıllık bir kurum olduğunu hatırlattılar. Darısı tüm kurumların, tüm kavramların, tüm aydınların, tüm gazetecilerin başına. Sinematek olmasaydı İstanbul Film Festivali’ne gelmeden, Türk Sinematek Derneği’ni anmak gerekir diye düşünüyorum. 1965’te Onat Kutlar’la Şakir Eczacıbaşı’nın öncülüğünde kurulan ve 42 numaralı üyesi olmakla bugün hâlâ övündüğüm Sinematek. Sence, Sinematek’in Türkiye’de sinema kültürüne nasıl bir etkisi oldu? Sinematek Derneği, İstanbullu sinemaseverlere, dünya sinemasını tanıma ve klasiklerini görme imkânını sağladı. Sinemanın farklı bir yaratıcılık alanı olduğunu, tecimsel sinemanın dışında farklı bir sinemanın var olduğunu gösterdi. Sinematek Derneği olmasaydı, ’60’lı yıllarda o kuşağın sinemaseverleri Japonya’dan Kurosawa’yı, Hindistan’dan Satyajit Ray’ı ya da dünyanın dört bir köşesinden farklı yaratıcıları nasıl izleyebilirlerdi? Sinematek’in yarattığı kültürel dalganın ’70’li, ’80’li yıllarda Türk sinemasının genç yönetmenlerinin yetişmesinde büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Bütün bunların dışında, ’80’li yılların başında kültür yaşamımıza girecek olan ‘Sinema Günleri’nin de tohumunu attığını o yıllarda bilemezdik tabii. “Onat Kutlar, hesapsız kitapsız kişiliğinin benzersiz cömertliğiyle, ülkemizde sinema sevgisinin yaygınlaşması için çalıştı. Hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin, bilgi ve birikimini KSV için seferber etti. Hakkı ödenmez.” başlayarak Sinema Günleri nisan ayında düzenlenmeye başladı. Vaha etkisi Onat Kutlar’ın katkısı Onat Kutlar’ı en yakından tanıyan insanlardan biri olarak, onun sinema kültürümüze katkılarından söz eder misin? Onat Kutlar’ın sinema sevgisi 1964’te Paris’te Sorbonne’da felsefe okuduğu yıllarda Fransız Sinemateki’nde izlediği filmlerle başlamış. Ulm Sokağı’ndaki Sinematek’in, Doğum öyküsü İstanbul Film Festivali’nin doğum öyküsünü senden dinleyebilir miyiz? 1973’te kurulan İKSV’nin İstanbul Festivali programlarında her türlü sanat disiplinine yer verilmesine rağmen sinemanın olmayışı gerek basın, gerekse izleyiciler tarafından tepkiyle karşılanıyordu. Vakıf yönetimi 1981’de programlarında sinemayı temsil etmek üzere sadece 2 belgesele yer verince, Vecdi Sayar Milliyet Sanat dergisinHülya Uçansu, Elia Kazan’la birlikte. de eleştirel bir yazı kaleme almıştı. Bu yazı üzerine vakıftan davet alan Sayar 1982’de Konak SiFerit Edgü, Hüseyin Baş “12 Eylül 1980 neması’daki 6 filmden oluşan ve Kutlar’ın diğer yakın ve büyük beğeniyle karşılaşan dostlarından oluşan başka askeri darbesinden film haftasını düzenliyor. Haftamüdavimleri de var, o yılsonra yaşamımız kıraç nın gördüğü ilgi üzerine Yönetim larda dinlediğim öykülere bir bozkıra dönmüştü. Kurulu Başkanı Nejat Eczacıgöre. başı Türk Sinemateki kurucusu Dernekler kapatılmış, Kutlar 1966’da, Fransız ve eski yöneticisi Onat Kutlar’ı Sinemateki’nin efsanevi yökültür dünyamız İKSV’ye davet ederek bundan neticisi Henri Langlois’nın hoyratça böyle İstanbul Festivali çerçeda arkadaşı olan Şakir Ecvesinde sinemaya da yer vermek susturulmuştu. Film zacıbaşı ile el ele vererek İsistediklerini söylüyor. Onat Bey tanbul’da Türk Sinematek festivalini izleyerek de bu görüşmeler üzerine benden Derneği’ni kurup 10 yıl bogenç bir yönetmen bu çalışmayı üstlenmemi istedi. yunca yöneticiliğini yapıyor. kuşağı yetişti.” 1983’te ‘Sinema Günleri’ başKutlar, 1966’dan onu ka bir etkinliğe nasip olmayan kaybettiğimiz 1995’e kaçok büyük bir sevgiyle kucakdar, yaklaşık 40 yıl, kendilandı. İKSV’nin iki yöneticisi, Nejat Ecza sinden bile esirgediği bütün zamanlarını cıbaşı ve Aydın Gün, İstanbul Festivali ile vakfederek, hesapsız kitapsız kişiliğinin ben‘Sinema Günleri’nin tarihlerini ayırma ka zersiz cömertliği ile ve derya gibi bilgi birirarını 1983’te Haziran ayında aldılar. 1984’ten kimi ile ülkemizde sinema sevgisinin yay İstanbul Film Festivali’nin Türk sinemasına nasıl bir katkısı oldu? Önce bir vaha etkisi yarattı, sonra da süreç içinde bir eğitim kurumu gibi işlev gördü diyebiliriz. 12 gınlaşması için çalıştı. Zor yıllarEylül 1980 askeri darbe“Festival sa dı. Yeni Sinema ve Film gibi dern sinden sonra yaşamımız kıilk yılında ta sürle giler çıkarttı, TV programları nıştı. raç bir bozkıra dönmüştü. yaptı. İstanbul Sinema Günle‘Csontvary’ film Bütün dernekler kapatılmış, ri’nin can suyu oldu. Yıllarca tasahnesinde inin bir kültür dünyamız hoyratça mamen amatör koşullarda, hiçduva susturulmuştu. Kiril alfabes rda bir maddi çıkar gözetmeksizin iyle Film festivalini izleyerek enerjisini ve bilgi birikimini yazılmış söz ler vardı. genç bir yönetmen kuşağı yeİKSV için seferber etti. Hem Bunun kom tişti. Nuri Bilge Ceylan bir koünizm Sinema Günleri’nin danışmanuşmasında: “Baharı bekler propaganda nı hem de İKSV Yönetim Kusı gibi beklerdik Sinema Günrulu Başkan Yardımcısı olaolabileceğin e lerini” der. Vedat Türkali de rak. Hakkı ödenmez. hükmettiler bir karşılaşmamızda: “Bizim ve yasakladıla filmi omünizm ramazanımızdı Hülya’cım” r.” ve seks demişti ‘Sinema Günleri’ için. Zeki Demirkubuz “Sinemayı İstanbul Film Festifestivalde öğrendik hepimiz” vali’ni yönettiğin günlerder. ge Ceylan de, zaman zaman, bazı “Nuri Bil filmlere çeşitli biçimlerında s yrılık nedeni bir konuşma gibi de sansür geldiğini anımkler 2006’da, uzun bir uğraşharı be sıyorum. İlginç bir örnek ‘Ba ema tan sonra, film festivalinin anlatır mısın? beklerdik Sin Vedat başından ayrıldın. Bu ayrır. Uluslararası bir film fese Günleri’ni’ d bir lığın nedenlerini açıklar tivali yönetirken bir insanın mısın? Türkali de a başına gelebilecek en absürd Ayrılmayı isteyen ben aşmamızd sorun ‘sansür’ kavramı olsa karşıl değildim. 25 yıl süren çazanımızdı gerek. Bir yandan o günlerin öl‘Bizim rama işti. Zeki lışmanın sonunda çüsüz talebini karşılamaya çaem İKSV’den ayrılış biçimim Hülyacım’ d uz ise lışıp bilet satıyoruz, öte yandan olması gerektiği gibi olaDemirkub filmler gümrükten sansür heyealde tinin huzuruna (!) indiriliyor ve emayı festiv er.” madı ne yazık ki. İKSV ‘Sin üstyönetimi, kurumu gennormal insanların zor kabul edeimiz’ d ğrendik hep ö çleştirmek istediğini söyceği ölçülerle kesilmek isteniledi. Bu anlaşılır bir talep, yor, arkasından da gösteriler iptal ancak benim ayrılmamdan sonra bu uyguediliyordu. Sansür heyeti elindeki şartnameye daya lanmadı. Süreç içinde bu gerekçenin geçernarak en büyük kısıtlamayı komünizm teh li olmadığı görüldü. Bunun dışında karşılıklı hatalar da yapıldı. Ayrıntıları burada verlikesi ile seks kavramına getiriyordu. Festival sansürle ilk yılında tanıştı: Konak meyi doğru bulmuyorum. Taraflardan biri arSineması’ndaki haftada programdaki “Csont tık hayatta değil. Kültürümüzde ölünün arvary” filminde bir sahnede duvarda Kiril al kasından konuşmak yoktur. fabesiyle yazılmış sözler vardı. Bunun koözbebeği talyan sineması münizm propagandası olabileceğine hük Festival yöneticiliğin süresince, izleyimettiler ve filmi yasakladılar. İlk kurban vecilere film ve yönetmen adı önermekten karilmişti. Leos Carax’ın “Boy Meets Girl” filminde çındın. Şimdi, geriye baktığında, üç film ve de, sevişen bir çiftin kapının arkasından üç yönetmen adı ver desem? Haklısın, film önermekten hep kaçınırdım. seks konuşmaları geliyordu. Görüntü olmadığı için bunu hangi kategoride yasaklaya Filmler çocuklarım gibiydi. Onları nasıl ayıbileceklerini aralarında epey tartıştıklarını ha rırsın? Ama hazırlanan programlardan da anlaşılacağı gibi İtalyan sineması hep gözbetırlıyorum. 1988’de Elia Kazan’ın jüri başkanı oldu beğim oldu. Visconti’nin “Leopar”ı, Anğu yıl 5 film birden yasaklamak istediler. Çok tonioni’nin “Macera”, “Gece” ve “Batan da iyi oldu. Uluslararası basında koparılan gü Güneş” üçlemesi ve Rosselini’nin “Açık Şerültünün sonunda dönemin Kültür Bakanı Tı hir Roma” filmleri hâlâ farklılıklarını konaz Titiz uluslararası film festivallerinden ruyan özel filmlerdir benim için. K A Jacman’ın Bollywood merakı Kültür Servisi XMen’in yıldız oyuncusu Hugh Jackman, Bollywood’da yer almak istediğini söyledi. “Hint sineması her geçen gün büyüyor. İleride bir Bollywood yapımında yer almak isterim” diyen Jackman buna, “Monsoon Wedding” ve “Slumdog Millionaire” gibi ödüllü filmleri örnek gösterdi. G Pet Shop Boys bale sahnelerinde Kültür Servisi İngiliz elektropop ikilisi Pet Shop Boys, şimdi de bale sahnelerinde. Hans Christian Andersen masallarından esinlenilen “The Most Incredible Thing” isimli gösteri, Pet Shop Boys’un müzikleriyle ilk kez 17 Mart’ta Londra Sadler’s Wells Tiyatrosu’nda sahnelendi. The Guardian gazetesinden Judith Mackrell’e göre sonuç, “baleyi, bambaşka bir mıntıkaya sürükler nitelikteydi.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle