23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 9 ŞUBAT 2011 ÇARŞAMBA AÇI MÜMTAZ SOYSAL Büyük ve Cesur Düşünmek Zamanıdır CHP, beğenelim beğenmeyelim toplumsal muhalefetin sandıktaki önemli bir adresidir. “Gücü”, aynı nicel büyüklükte bir başka seçeneğin, “çare”nin görülmemesinden geliyor. Herkese mavi boncuk dağıtıp, hiç kimseyi tatmin etmeyen altı boş bir popülizmin sınırları ise bellidir. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Çözülüş ve Önlem ONLAR ihtilal ya da devrim diyorlar, ama son haftalarda Tunus’ta ve Mısır’da olanlara bu adı vermek pek doğru olmayabilir. Kalabalıkların sokağa dökülmesi, meydanların insan yığınlarıyla dolması, ayaklananların güvenlik güçleriyle çatışması tarihin büyük devrimleriyle aynı kefeye konabilir mi? Başkaldırının ardında hangi anafikrin yattığı, kimin kimlere öncülük ya da önderlik yaptığı, kalabalıkların kimden ne istediği, ortak amacın tam ne olduğu belli değilse böyle bir olaya “devrim” denebilir mi? Kahire’deki Tahrir Meydanı’nın görüntüsü dünya televizyonlarının ekranlarından hiç eksilmiyor: Yer yer pankart açan, bağırıp çağıran ya da biraz ötedeki polislere laf ya da taş atan gençlik grupları, hareketsiz birkaç tankın yanından polislere yan gözle bakan askerler. Ne istendiği, neyin beklenmekte olduğu belli değil. Sanki bizdeki büyük parti kurultaylarının toplantı salonları dışında bekleşen kalabalığın aylaklığını andıran bir yanı var bu görüntünün. Dikkati çeken özellik, yaş ortalamasının yirmiyle otuz arası olması ve kadınların eksikliği. İstekler de, biraz zorlamayla, Reis Hüsnü Mübarek’i alaşağı etmek biçiminde özetlenebilir. Tarz, yakın tarihteki örnekler arasında en çok “Turuncu devrimler”in tarzına benziyor. Sovyetler Birliği dağılırken Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinde ayakta kalan ve eski rejimin bazı yanlarını diri tutmaya çalışan yönetimleri de devirip Batı’ya daha da yanaşmak istenen Ukrayna gibi yerlerde bu çeşit “devrim”lerle işbaşına geçmişlerdi. öyle olaylara tam tanı koymak pek kolay oluyor. Acaba Tunus ve Mısır ayaklanmaları daha önceden bilinen “Büyük Ortadoğu Projesi”ni tamamlamaya yönelik bir gidişin başlangıcı mıdır? Şimdiki rejimleri değiştirip yerlerine “Ilımlı İslamcı” ve yarıdemokratik rejimleri getirecek bir süreç mi başlamaktadır? Asıl amaç buysa ve İslam dünyasını daha iyi etkileyebilmek amacıyla cumhuriyetin niteliklerinden ödün vermeye zorlanılacaksa, önlemleri şimdiden almak gerekmez mi? nlemler, gerçekleri halk yığınlarına çok iyi anlatmak yanında, cumhuriyeti koruma açısından gelecek yılların asıl güvencesi olan gençliğe ve etkin bekçisi sayılan orduya öncelik vererek alınmalıdır. Arap dünyasının son örnekleri, bilinçsiz bırakılmış gençlerdeki coşkunun nafile yöneltişlerle nasıl israf edildiğini açıkça gösteriyor. Türkiye’de de sözde demokrasi adına ordunun cumhuriyetçiliğini örseleme girişimleri zaman zaman göze batar ölçülere varabilmekte... Bunlara seyirci kalmak, cumhuriyetin kuyusunu birlikte kazmak sayılmaz mı? Haluk YURTSEVER 1 B Yazar 2 Haziran’da tarihimizin en kritik seçimlerinden biri yapılacak. Bu seçimin, İran savaşı, Afrika’daki dalganın bizim kıyılara vurması ya da içeride sansasyonel bir olay türünden ABDAKP ittifakını, bu yoldan gerici iktidar blokunu çatlatacak bir gelişme yaşanmaz, yeni bir seçim denklemi oluşturulamazsa nasıl sonuçlanacağı şimdiden bellidir: AKP büyük bir olasılıkla yüzde 40’ın üzerinde bir oyla tek başına hükümet kuracak, belki anayasayı tek başına değiştirebilecek bir çoğunluğa ulaşacaktır. AKP ve bağlaşıkları, geldikleri yolun ve bu yolu nasıl kat ettiklerinin bilincindeler. Programları, stratejileri ve taktikleri, “genel olarak” değil, ayrıntılar düzeyinde nettir. Seçimden sonra yeni anayasayı, Meclis’teki çoğunlukla, olmazsa referandumlarla dayatacaklar. Evrensel hukuk ilkesidir; “Usul esastan önce gelir”. Yeni anayasa oyununa, “Meclis’te uzlaşıyla” diyerek yeşil ışık yakanlar, “ilk kez sivil anayasa yapılacak” güzellemesiyle barajlı Meclis’e yeni anayasayı yapacak bir meşruiyet bahşedenler büyük bir yanılgı içindeler. Halk iradesinin eşit temsil için gerekli en küçük yüzdesini kapsamayan hiçbir siyasal bileşim Türkiye toplumu için meşru ve geçerli bir anayasa yapamaz! açıktır. Peki ama, “bölücü terör”ün “dış mihraklı” olduğunu yineleyip emperyalist çözümleri dayatanların karşısında, toprak ve tarih kardeşliğinin gereğini yapmak, önerileri ciddiye almak, bu olanağı değerlendirmek gerekmez mi? Kâğıttan Kaplan Isırığı!.. Süheyl Batum Hoca, “Koca askeri yıktılar. Asker kâğıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz. ABD içini oymuş, o koca ağacı hop diye yıktılar” deyince herkes kızdı… Kızanlar içinde, şehitlere “kelle” diyen, ya da polise Genelkurmay’ın kozmik odalarında “suikastçı” aratan Başbakan da var… Askerlere “Sen benim memurumsun, otur oturduğun yerde” diyen Bülent Arınç da… Genelkurmay da kızanlar arasında… Anlayamadığım niçin şimdi kızdıkları?.. Diyelim ki kuvvet ve ordu komutanları birer adi suçluymuş gibi teşhir edilerek götürülürken kimse tınmadı… Şerefli askerlerin özel hayatları çarşaf çarşaf yayımlandı, kimse alınmadı… Telefon konuşmaları, kadınları, kızları dinci gazetelerin malzemesi yapıldı, yine “TSK’nin haysiyeti” diyen çıkmadı… Askerler cinayetle suçlandı… Karargâhlar kazıldı… Polis kışlaları bastı… Yatak odaları arandı… Azarlandı… Horlandı… Aşağılandı… İktidarın adamları ve medyaları askerleri küçük düşürmek için tam sekiz senedir söylenmedik söz, yakıştırmadıkları suç, yamamadıkları günah bırakmadılar… “Avantacılık” karalamasından “eşcinsellik” iftirasına kadar… Kızan olmadı… Şimdi kızdılar… “Kâğıttan kaplan” ısırığına uğrayan Hoca’nın sözlerine hiç de katılmasak bile en azından içindeki “zannedermişiz” sözcüğü doğru… Neleri zannetmemişiz ki… Biz zannetmiştik ki bu cumhuriyetin kaleleri asla yıkılmaz… Hukuk üstündür… Çağdaşlık yolu bu… Demokrasi bizim için… Gelecek aydınlık… Karanlığın korkusu geride kaldı… Sadece zannedermişiz… [email protected] lük sözcülüğünü AKP’nin elinden almak durumundayız. AKP yalnızca kendisi ve yandaşları için “özgürlük”çü. Hak arayan işçiye, öğrenciye, muhalif yazara vb. ise “özgürlük” bunları fiilen kullanacak irade ve örgütlülük kırıldığı, dağıtıldığı zaman ihsan edilecek! Gidişat, emek hareketi, sosyalist sol ve Kürt hareketi açısından yalnız totaliter değil, aynı zamanda likidatör karakterlidir. Öte yandan, AKP iktidarı, siyasal, etnik renkleri çeşitli, ağır basan sınıfsal karakteri emekçi olan halk dinamiklerini karşısında birleştiren bir işlev de görüyor. Yeni bir AKP iktidarı, işçiler, işsizler, güvencesizler, kent ve kır yoksulları için yoğun sömürünün, ekonomik siyasal şiddetin tersinmez biçimde süreklileşmesi, kurumlaşması demektir. Bu, bilince çıkıyor. Hiç kuşku yok, AKP’den kurtulmak, Çincede “yetkinin halka iadesi” olarak tanımlanan bir toplumsal devrim, bir düzen değişikliği getirmeyecek, ama özetlediğim gidişin bir direnme çizgisinde karşılanması bugünkü güç ilişkilerini, emek sermaye karşıtlığı üzerinden yeniden ayrıştırıp birleştirmenin daha uygun koşullarını hazırlayacaktır. CHP CHP, beğenelim beğenmeyelim toplumsal muhalefetin sandıktaki önemli bir adresidir. “Gücü”, aynı nicel büyüklükte bir başka seçeneğin, “çare”nin görülmemesinden geliyor. Herkese mavi boncuk dağıtıp, hiç kimseyi tatmin etmeyen altı boş bir popülizmin sınırları ise bellidir. CHP eskiye dönemez. Ya AKP’nin biçimlendirdiği bir Türkiye’nin dekorasyon unsuru, silik ve güdük “ana muhalefet” partisi olacak, ya da sosyal demokrathalkçı bir çizgiye oturarak yeni bir enerjiyle geleceğini arayacaktır. Üçüncü yol gerçekten yoktur! CHP’nin en büyük sorunu Kürt sorununda özgürlükçü bir bakış ve tutumdan uzak durmasıdır. Bu uzaklık, doğal olarak CHP seçmeni için de geçerlidir. Buna rağmen CHP çevrelerinin, özgürlükçü bir çizgiye gelmenin bu partiye Batı’da oy kaybettireceği biçimindeki kaygıları, ana medya ve anket basıncının pompaladığı, cesaret ve kararlılıkla üzerine gidildiği zaman değiştirilmesi olanaklı bir değişkendir. Özetle, yoğun ve dizginsiz sömürüye, işsizliğe, taşeronlaşmaya, açlık sınırının altındaki asgari ücrete “hayır” diyen işçinin, anadilinde eğitim ve demokratik özerklik istemlerini yükselten Kürt emekçisinin, zorunlu din dersinin kaldırılması vb. için eyleme geçen Alevinin, seküler yaşamı savunan, seçme ve seçilme özgürlüğü üzerindeki ipoteğin kaldırılmasını isteyen gerçek demokratın, toplumsal/ataerkil, ideolojik şiddet ve baskılara direnen kadının istemlerini ve daha birçoklarını özlü olumlu mücadele başlıkları çerçevesinde ortaklaştıran, “yeni anayasa” konusuna içerik ve usulü birbirinden ayırmadan yaklaşan bir program halk çoğunluğunun istemlerini kucaklayabilir. Kürt dinamiği Bu yolda atılacak ilk adımlardan biri, egemenlerin çözüm zamanı gelmiş bir “sorun” olarak gördükleri, çözümü ise kendi talepleri için ayağa kalkmış halk hareketini tüm varlığıyla tasfiye etmekte aradıkları Kürt gerçeğine farklı bir bakış açısıyla yaklaşmak, bu halk hareketinin, toplumsal kurtuluş mücadelesi, toplumsal açıdan ileri bir Türkiye için taşıdığı potansiyeli, dinamiği görmektir. Bu hareket, belirgin bir emekçi/yoksul ağırlığı taşıyor; oluşumundan bu yana ilkel milliyetçiliğe ve emperyalist girişimlere mesafeli duruyor; Ortadoğu’nun bu kitlesellikteki en ve belki tek seküler halk hareketi olma özelliği gösteriyor; kadınların siyasete kitlesel katılımında ileri bir örnek oluşturuyor. Bu hareketin tasfiye edildiği bir durumda Kürt coğrafyası Barzani’yle Hizbullah’ın, Gülen cemaatiyle AKP’nin ortak ve kimi zaman birbirlerine alternatif olduğu, kapkaranlık bir gericiliğe teslim edilmiş olacaktır. İkincisi, Kürt hareketi bağımsızlık, ayrı bir Kürt ulus devleti hedefi gütmediğini, üniter devleti, resmi dil olarak Türkçeyi, ay yıldızlı bayrağı kabul ettiğini defalarca açıkladı. Çözüm için federasyon değil, “demokratik özerklik” öneriyor; önerilerini tartışılmak üzere, yazılı biçimde ortaya koyuyor. Ortada, başka bir program da yok. Bu açıklamaların içtenliğine inanıp inanmamak son çözümlemede öznel bir değerlendirmedir. Kuşku ve güvensizliğin, sözcüklerle değil pratik tutarlılıkla dağılacağı Totaliter tek parti iktidarı Peki dayatılan nedir? Yalnız seküler yaşama müdahale, devletin daha da dinselleştirilerek laikliğin son kalıntılarının da süpürülmesi mi? Bunlar var; ancak dayatmayı bunlardan ibaret görmek aysberg körlüğü olur. AKP, gözlerimizin önünde, küresel sermayenin Türkiye programına uygun, emek ve aydınlanma düşmanı bir rejim, totaliter, korporatist, İslamcı bir devlet ve toplum inşa ediyor. Totaliterlik, devletin toplumsal ve bireysel yaşamın ‘bütün’ alanlarına karışması, o alanları a’dan z’ye zapturapt altına almasıdır. Korporatif devlet; sendikalar dahil, belli iş, meslek ve etkinlik alanlarının devlet güdümündeki dernek, lonca ve cemaat örgütlenmeleri eliyle denetim altında tutulmasıdır. AKP, açık biçimde yargıyı ve yasamayı merkezi yürütmenin, hatta tek adamın otoritesi altında topluyor; kendini olağan yasalarla bağlı görmüyor; beğenmediği her yasayı anında değiştiriyor. Kimse yanılmasın, “hızlı yasama” otoriter rejimlerin tipik özelliğidir. “Tek devlet, tek bayrak, tek dil” söylemi “tek parçalılık” olarak Türkçeleştirebileceğimiz “monolitiklik”in ta kendisidir. Bunlar faşist devletin özellikleridir. Totaliterdevletçi bir siyasal öznenin, aynı zamanda “mağdur”, “muhalif” görünebilmesi ülkemize özgü bir tuhaflıktır. Bu tuhaflığı ortadan kaldırmak, hak ve özgür Ö Yalnızca seçim ittifakı CHP, BDP ve sosyalist solun bu ve benzeri başlıkları içeren seçim işbirliği, ayrı bayraklar altında yürüyen siyasal öznelerin bu özneler kadar saçılmış olmayan seçmen kitlelerine durumları değiştirecek bir çıkış yolu göstermeleri demektir. Siyaset, kendi iradeleri peşinde savaşan öznelerin, “ya hep ya hiç” keskinliğinde yol aldığı steril bir dünyada yapılmıyor. Tarihi değiştiren bütün büyük açılımlar, toplumsal dinamiklerden birinin “tam programı” olarak değil, birçoğunun bileşkesi olarak ortaya çıkıyor. Büyük ya da devrimci siyaset, toplumsal bileşkeyi temel sınıfsal karşıtlıklar, toplumsal kurtuluş çizgisinde ayrıştırıp yeniden kurma işidir. Türkiye’de, bugünkü durumun tüm olumsuzluğuna rağmen böyle bir yeniden kuruculuğun sınıfsal temelleri, insan gücü ve kapasitesi var. Yeter ki, güncel miyopluktan kurtulup, hep birlikte en kritik, en çözücü ana halkaya odaklanma cesareti gösterelim. [email protected] aşallah ülke gündemi hep taze! Sayın Başbakan bu konuda çok üretici; halkın önüne her an yeni bir gündem koyup onları can sıkıntısından koruyor! En yeni gündem “başkanlık sistemi” ve iki M Başkanlık Sistemi! Fatma ESİN partili yönetim. Her ne kadar hukukçular, akademisyenler, yazarlar, eski politikacılar, hatta bazıları kendi partisinden ve yakın mesai arkadaşlarından olmak üzere siyasiler bu sistemin ülke koşullarına uygun olmadığını, bu sistem ile demokrasinin çok daha kötüye gideceğini söyleseler de Başbakan isteğinde ısrarlı. İlle de başkanlık sistemi! Başbakan’ın bu önerisinin ardında “tek adam” olma arzusunun yattığını bazı gazeteler yazsalar da, bazı TV programlarında ve açık toplantılardaki söyleşilerde dile getirilse de ne gam!.. İlle de başkanlık sistemi! Sayın Başbakan acaba neye güvenerek bu konudaki ısrarını sürdürüyor? Tabii halka! Zaten kendisi de açıkladı: “Halk bunu tartışmalı” dedi. “Eğer bugün Amerika bunu uyguluyorsa, bu nedir, nasıl bir şeydir, halkım bunu bilmeli” dedi. Hangi halk? Tabii referandumda “evet” oyu veren halk; yani halkın yüzde 58’i. Evet Başbakan bu halka güveniyor. O halk ki, referandumda neye ve niçin olduğunu bilmeden attı “evet” oylarını sandığa. Kanıtı da var: Gazeteci Osman Terkan, çıktı İstanbul’un kalabalık meydanlarına, önünden geçen sıradan insanlara sorduğu sorular ve aldığı yanıtlarla bu gerçeği gün gibi ortaya koydu. O sorulardan biri şuydu: 12 Eylül 2010 referandumu niçin yapıldı? Yani siz ne için oy verdiniz? Yanıtlayanların yarıdan fazlası (Sözcü Gazetesi 27 Ocak 2011) bilmiyor; yani oy vermiş, ama neye oy verdiğini bilmiyor. Yanıtlardan bazıları ise şöyle: “Türkiye’nin iyiliği için.” “Askeri düzeni yıkmak için!” “Cumhurbaşkanını seçmek için.” “Ekonominin iyi olması için.” Sayın Osman Terkan’ın, kadın erkek, genç yaşlı, bakımlı bakımsız ayrımı yapmadan önüne çıkan her kesimden insana sorduğu başka sorular ve aldığı yanıtlar bir TV ekranından yayımlandı. Bu yanıtlar ne yazık ki, halkın ülke sorunlarından çok uzak ve ülke yönetimi ile ilgili bilgilerden habersiz olduğunu açıkça ortaya koydu. İşte bir örnek daha: Önce TBMM’de grubu olan kaç parti var, diye soruyor. Verilen yanıtlar genellikle onlu sayılarla sürüyor; 5060’a kadar varıyor. Bunun üzerine sorusunu değiştiriyor. Meclis’te kaç parti var? Yanıtlar tek parti ile 30 parti arasında geniş bir yelpaze oluşturuyor. Mehmet Haberal kimdir, sorusunu, “bilmiyorum” diye yanıtlayanların sayısı yüzde yetmiş! Bilmiyorum dışındaki yanıtlar ise şöyle: Spiker, haber okuyor. Bakan. Gazeteci. Komutan. Yazar. Siyasetçi. Bir kişi, evet bir kişi bilir gibi oldu. Doğu illerimizin birindeki bir ilçenin başkanı, “Ergenekoncu, ama hapiste olması gerekirken hastanede yatıyor” dedi kızgın bir ifadeyle! Ancak halkın hakkını da yememek gerek. Dizi oyuncularının fotoğraflarının arasına sıkıştırılan siyasetçilerin kim olduklarını bilemediler, ama dizi oyuncularının hepsini eksiksiz bildiler!.. Futbolcular için de aynı oldu. Hepsini tanıdılar, ama aralarına konmuş siyasetçiyi tanımadılar. Bu koşullarda Başbakan’ın seçim kazanma şansını arttırmak için yoksul halka yiyecek kolileri, kömür çuvalları dağıtmasına gerek yok. En büyük şansı bu ilgisizlik ve bilgisizlik. Zaten o da bunu biliyor. Onun için aydınları hapishanelere kapatıyor ki, halkı uyandırmasınlar! C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle