18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 8 ŞUBAT 2011 SALI EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ortadoğu’daki Yeni Dünya... Bütün bunlar yaşanırken, “karar mekanizmalarının içinde bölgesel güç olma” iddiasındaki AKP’nin, dış politikasının her zaman övündüğü aktifliğin aksine sessizliğe bürünmesi dikkat çekicidir. Anlaşıldığı kadarıyla tüm bu gelişmeleri öngörmemenin ve Ortadoğu’yu doğru okuyamamanın faturası ödenmiştir. Yapılan ilk açıklama da Davutoğlu yerine, ayaklanma başladıktan dokuz gün sonra Başbakan Erdoğan’dan gelmiştir. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Yüzde 10’u yüzde 5’e indirmek!.. Türkiyemizde demokrasinin kurulmasının birinci koşulu budur. Yüzde beş ya da daha az, hatta hiçbir sınır olmaması... Ne kadar oy almışsa o kadar pay almak seçim sonuçlarından... Dünyanın önemli ülkelerindeki seçim barajını bir düşünsek! Yüzde 10 baraj nerde var? Kimin armağanı bu yüzde 10? 12 Eylül 1980 günü bir darbeyle işbaşına gelip demokrasinin kökünü kazıyan bir askeri darbenin değil mi? Bütün partileri kapattılar, Atatürk’ün dil ve tarih kurumlarını ortadan kaldırdılar. Milletvekillerini, parti yöneticilerini on yıl, beş yıl politika dışına ittiler. Yanlışlıklarla dolu bir anayasa hazırlatıp oylattılar; yüzde doksan oyla kabul ettirdiler... Benim gibi “Bu anayasaya oy verilmez” diyenleri hapse attılar... Bütün bunları bozmak, değiştirmek, ülkemizi, halkımızı demokrasinin nimetlerine kavuşturmak gerekiyordu. İktidara kim, hangi parti, hangi lider gelirse gelsin ilk işi 12 Eylül rejiminin yaptıklarını bozmak, gerçek bir demokrasinin temel ilkelerini yaşama geçirmek olmalıydı. Ama olmadı!.. AKP adlı bir parti, Tayyip Erdoğan adlı bir lider sekiz yıldır işbaşında, ama kendinden önce yapılanları benimsemiş, hatta onlara yenilerini de eklemiş, demokrasi uygulamasını bir tramvaya benzetmiş, gerekli bir amaç olmaktan çıkarmış!.. Giderek, Evren paşaların eksik bıraktıklarını tamamlamak üzere!.. Hem de büyük sevinçle, gururla... Bu güzel ülke, bu gidişle Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de yaşanan halk kalkışmalarının yaşandığı, yaşanacağı bir topluma doğru son hızla gidiyorsa, suç sekiz yıldır iktidardakilerin değilse kimin? Yüzde 10 seçim barajını bir silah gibi kullanmakta direnenler!.. Bu ülkeyi, bu halkı, bile bile yeni çıkmazlara, karışıklıklara sokmak isteyenler!.. Ha Evren Paşa, ha Tayyip Bey ya da paşa!.. Aralarında hiç fark yok! Demokrasi Düşmanlığı Bunun Adı! Alper TAŞDELEN Ortadoğu Uzmanı / Columbia Üniversitesi MIA 1998 unus ve Mısır’da halklar, devlet hazinesini yolsuzluklarla kendi ceplerine akıtan; demokrasi, insan hakları ve özgürlükler yolunda reform taleplerini sürekli bastıran; totaliter, oligarşik yönetimlere ve onların yıllardır halkı ezen, çarpık siyasi, ekonomik ve sosyal düzene isyan etti. Mısır’da Mübarek direnmeye devam ediyor ama direndikçe ayaklanmanın şiddetinin ve etkisinin artacağı öngörülüyor. ABD yönetimi de Mübarek’e iktidarı bırakmasının, ülkesine yapacağı bir iyilik olacağı yönünde telkinlerde bulunuyor. Barack Obama başkan seçildikten sonra Demokratların klasik dış politikası denebilecek “dış sorunların yerel bazda çözülmesi” yöntemini benimsedi. Bu politikaların temelinde ABD’nin Afganistan hariç tüm angajmanlarını bölgesel güçlere terk etmesi ve risk taşıyan müttefik ülke ve bölgeleri siyasi/ekonomik istikrara kavuşturması bulunmaktadır. T ABD destekliyor Oysa Ortadoğu’daki totaliter rejimleri destekleyen, hatta bazılarının güvenliğini bilfiil üstlenen yine ABD’dir. Obama yönetimine yakın bazı düşünce kuruluşları ve çevreler ise bir süredir şu tespitleri seslendirmekteydiler: 1. İslam coğrafyasında kendisi yolsuzluklarla zenginleşen ama halkını yoksulluğa iten mevcut totaliter rejimler ve adaletsiz çarpık ekonomik düzen, İslami terör örgütlerine doğal taban sağlamaktadır. 2. Bu baskıcı rejimlerin halkın değişim, demokrasi ve özgürlük taleplerini bastırmaları artık ayaklanmalara ve sosyal patlamalara yol açacak düzeye gelmiştir; muhtemel ayaklanmaların öncülüğünü İslami örgütler ve partiler yapacaktır. 3. ABD Irak müdahalesi ile büyük bir itibar kaybına uğramıştır. Halkı tarafından devrilmesi öngörülen rejimlerin sahiplenilmesi, İslam coğrafyasında ABD düşmanlığını daha da arttırmaktadır. 4. Bu rejimlere verilen maddi desteğin geri dönüşü yoktur. Halkları tarafından diktatör rejimlere duyulan tepki yine terörü ve ABD karşıtlığını beslemektedir. 5. Radikal İslami güçlerin kontrolünde olacak bir Ortadoğu’da, ABD için İsrail’in güvenliğinin sağlanması, başta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına erişim ve enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara çıkışı zorlaşacaktır. Kısacası Obama yönetimine yakın çevreler Ortadoğu’nun köhnemiş rejimlerinin değişime direndikçe er ya da geç halkın bunlara karşı ayaklanacağını öngörmekte ve bunu dile getirmekteydiler. Örneğin Mısır’da çıkacak bir ayaklanmada Müslüman Kardeşler’in Mübarek sonrası tek güç olarak ülkeye hâkim olacağı öngörüsünde bulunuluyor ve İran örneğinden yola çıkarak böyle bir durumda Ortadoğu’nun geri dönüşü olmayan bir yola gireceği vurgulanıyordu. ABD yönetiminin uzun bir süredir Mübarek’i siyasi ve ekonomik reformlar yapması, aksi taktirde ülkenin sosyal patlamalara açık olduğu ve böyle bir durumda Müslüman Kardeşler’in yönetimi ele geçirebileceği yönünde uyardığı bilinmektedir. Örneğin bu kapsamda kendisinden sonra yerine oğlu Cemal’i getirmesi fikrinden vazgeçmesi gerektiği açıkça talep edilmiş ama Mübarek tüm bu talepleri geri çevirmiştir. Son iki haftadır Tunus ve Mısır’da halk değişim, demokrasi ve özgürlük için yolsuzluk batağına saplanmış totaliter yönetimlere karşı ayaklanırken bu isyan aynı zamanda çarpık ekonomik ve sosyal düzene, yoksulluk ve sefalete, yaratılan korku imparatorluklarına karşı da bir haykırıştır. Bu ayaklanmalar çok güçlü ve örgütlü bir şekilde yaşanmış, bir araya gelmesi imkânsız olan muhalif gruplar ortak hareket etmiş, ordu eylemcilere sert müdahalede bulunmaktan kaçınmış ve bunlar da eylemlerin etkili ve kalıcı olmasını sağlamıştır. Dikkat çeken diğer bir konu ayaklanmada önemli rol alan kişi ve grupların internet sosyal paylaşım siteleri (Twitter, Facebook) üzerinden haberleşmeleridir. Mısır’da en örgütlü güç olan Müslüman Kardeşler bile ayaklanmanın ilk günlerini, isyanı kimin organize ettiğini anlamaya çalışmakla geçirmiştir. Ayrıca isyanın planlamasında ve ilk kıvılcımında başı çekenlerin en alt yoksul kesimden ziyade üniversitede öğrencisi veya mezunu olan, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak çağın nimetlerinden ve uygarlığın eriştiği düzeyden faydalanmak isteyen, orta gelir seviyesine sahip kişiler oldukları gözlemlenmiştir. Mübarek’in ayaklanmayı bastırmakta kullandığı yollardan birisinin internete erişimi engellemek olması, bu nedenle tesadüf değildir. Ayrıca Kıptilerin özelinde de dini ve tarihsel nedenlerle birlikte azınlık refleksinin devreye girdiğini unutmamak gerekir. Ayaklanmanın geldiği noktada, Mübarek’in çeşitli tavizlerle pazarlığı sürdürerek seçimlere kadar başta kalması çok zordur. Mübarek direndikçe, ayaklanmanın boyutu artacaktır. Sosyal olaylar matematiksel doğrular olmadığından nasıl gelişeceği yüzde yüz öngörülemez. Ancak süreç sonunda iktidara gelecek yeni yönetimlerin vatandaşlarına vaat edecekleri kavramlar yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele, bağımsız ve adil bir hukuk sistemi, özgür basın ve üniversite, demokratik sivil toplum ve Batılı gözlemciler denetiminde serbest seçimler olacaktır. Yani her alanda geri kalmışlıktan kurtulmak ve çağı yakalamak topluma bir hedef olarak sunulacaktır. Önümüzdeki süreçte Muhammed el Baradey’in ön plana çıkması da şaşırtıcı olmayacaktır. Müjdat Gezen’i Niye Vurmalı?.. ‘Yüzde 60’ nedir?.. Hemen bildiniz... Peki, bu koca ülke içinden bir tek kişi çıkıp da “Bizde aptal yoktur” diyebilir mi?.. Diyemez... O zaman tartışma yüzde oranı üzerinde… Eğer birisi çıkıp da “Yüzde 60 değildir” derse, adama sorarlar: “Oranını söyle...” Sevgili Müjdat Gezen, bir televizyon sohbetinde Aziz Nesin’in “Yüzde 60’ımız aptaldır” sözlerini sadece hatırlatınca, iktidardaki dincilerin saldırısına uğradı ve hedef olmaya devam ediyor... Tıpkı Aziz Nesin’i yakmak istedikleri gibi, bu kez dehşet verici tehditlerini ona yönelttiler… Müjdat Gezen asla yalakalık, ikiyüzlülük, sahtekârlık, dalkavukluk yapacak bir sanatçı olmadığı için… O bizim gözbebeğimiz... Namusluonurlu bir yaşamın bitmez sancıları içinde ağarttığı saçının bir teline zarar gelirse, sevdalıları dünyayı başınıza yıkar… Peki aptal sayısı yüzde kaç?.. “Yüzde sıfır” derseniz, zaten etti bir... Karşınızdakini de aptal yerine koyduğunuza göre; etti iki... Koyun üzerine; sandığa gidip de gericilere oy verip sonra Türkiye’nin ileri gitmesini bekleyenleri… Memleket Arabistan’a dönüştürülürken “AB’ye girmeyi” umanları… Halk yoksullaşırken Türkiye’nin zenginleştiğine inananları… Nohutmakarna paketini alıp… “Şu zengin memlekette” niye bir paket nohudamakarnaya muhtaç olduğunu sorgulamadan, bu iktidarların peşine takılıp gidenleri… Koyun üst üste… Toplayın… Kaç etti?.. Daha önceki gün açıklandı; 2010 yılı evrensel verilerine göre Türkiye rüşvette dünya beşincisi… İktidarın adına ne diyorlar: “Ak…” “Bizde aptal yok” diyen çıkar mı?.. Çıkmaz… O zaman oranını söyle: Yüzde kaç?.. [email protected] AKP’nin dış politikası Bütün bunlar yaşanırken, “karar mekanizmalarının içinde bölgesel güç olma” iddiasındaki AKP’nin, dış politikasının her zaman övündüğü aktifliğin aksine sessizliğe bürünmesi dikkat çekicidir. Anlaşıldığı kadarıyla tüm bu gelişmeleri öngörmemenin ve Ortadoğu’yu doğru okuyamamanın faturası ödenmiştir. Yapılan ilk açıklama da Davutoğlu yerine, ayaklanma başladıktan dokuz gün sonra Başbakan Erdoğan’dan gelmiştir. Bu noktaya gelinmesinde Davutoğlu politikalarının temel yanlışı, halkların yıkmak üzere ayaklandığı baskıcı, yolsuzluklarla zenginleşmiş, totaliter yönetimlere çok fazla angaje olunması, dar bir bakış açısı ve ideolojik alışkanlıkla bu yönetimlerin halk ile bir bütün olarak görülmesi bulunmaktadır. Bu büyük yanılgı Ortadoğu’da sınıfta kalmış, halkı ve gerçeği ıskalamıştır. Çünkü halkın gündeminde her şart altında bu çağdışı yönetimlere biat etme ve teslimiyet değil, yoksulluk, yolsuzluk, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri ve bunlar için isyan vardır. Halklar baskıcı ve totaliter rejimlerin yolsuzluğa dayanan yönetimleri altında hiçbir siyasi hakları olmadan, yoksulluk içinde yaşamaktan bıkmışken, Mübarek, Bin Ali ve AKP, Ortadoğu’da kurulu düzenin devam edeceğini zannetmişlerdir. Görüldüğü gibi ne kadar sanal diplomasi zaferleri yaratılırsa yaratılsın ve rutin dış politika aktiviteleri ne kadar parlatılırsa parlatılsın, ideolojik bazlı ve gerçeklerden uzak bir dış politika anlayışı reel olaylar karşısında boşluğa düşmektedir. Türk dış politikası “Gideceği liman belli olmayan gemiye hiçbir rüzgâr fayda etmez” sözünün reel pratiği olmaktan çıkmalıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle