25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 ŞUBAT 2011 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL YAZILIŞI zor olduğu ve üstelik e’nin üstüne bir de iki nokta koydukları için, siz “Letisya” diye okusanız pekâlâ olur. Çok mu önemli? Önemli değil ama, bizdekilere benzer önemli bir hukuk tartışmasında sık geçecek bir adın kolay söylenebilmesi için yararlı. Batı Fransa’nın Nantes kenti yakınlarındaki bir göletin dibinde kolları, bacakları, galiba başı da koparılmış cesedi bulunan bir genç kadının adıymış bu. Cinayet, canavarca oluşundan ötürü kamuoyunu sarstı ama, yol açtığı tartışma daha da sarsıcı oldu. Suçu Tony Meilhon adında birinin işlediği çabuk anlaşıldı. Adam kısa süren bir birliktelik boyunca ve ayrılırken kadına eziyet ettiği için zaten bir yıl hapse çarptırılmış, ayrıca mahkemeye hakaretten iki yıla mahkum olup psikiyatri tedavisi görmesi ve iş araması için emniyet gözetimi altında tutulmasına hükmedilmiş durumdaymış. Cinayet şüphesi üzerinde yoğunlaşınca inkâra çalışmışsa da, dalgıçların göletten çıkardığı ceset parçaları taze olduğundan başaramamış. Buraya kadar, bütün vahşetine karşın, benzerlerine başka ülkelerde de rastlanan söz konusu cinayet, önemsenecek bir olay sayılmaz değil mi? ma hayır; Sarkozy Fransa’sında çok önemli bir olay sayıldı bu. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, ‘Değişen Doğa Değişen Bilim’ Küresel bilim kuruluşlarının temsilcileri, itiraftan çekinmediler: Gezegendeki kültürel varlığımızın kaynağı “doğa”nın hassas dengelerini belki yeni anlıyoruz; ama, değişen insantoplum ve çevre sorunlarını araştırmaya bile başlamadık. Belki yeni bilimlerden çok, filozof Wittsgenstein’ın yıllar önce Tractatus’ta önerdiği gibi “Öteden beri bildiklerimizin yeniden düzenlenmesi”ne gerek duyuluyordu. Laetitia ve Adliye şarkıcı eşinin güzelliği kadar bazı konulara sımsıkı takılışıyla da tanınır. Letisya cinayeti öyle bir konu oldu onun için. Ülkesinin yarı başkanlık sistemine hükmeden bu ufak tefek adam, şimdi polisleri, savcıları, yargıçları haşlamakla meşgul. Fransa, aslında bu üç topluluğu da rahatlatan, ama bizde bir türlü gerçekleşmeyen “adli zabıta”yı çoktan kurmuş bir devlet. Sarkozy işte tam bu konuda kızgın: “Böyle bir devlet” diyor, “Tony canavarını cezası bitmeden nasıl salıverir? Bu ne biçim emniyet gözetimidir ki, canavarın zavallı Letisya’yı öldürmesini önleyememiştir?” undan sonrası, bizdekine benzeyen bir tartışma. Ama, önemli bir farkla: Yargıçların ve savcıların sendikaları var. Sarkozy konuştukça, onlar da “Ne ödenek verip ne olanak sağladınız ki kusursuz hizmet bekliyorsunuz? Nantes mahkemelerinde dava dosyaları yığılı duruyor. Herkesi apar topar içeri tıkıp kalabalık tutuklu koğuşlarında isyanlara mı yol açsaydık? Bozuk düzenin bedelini bize mi ödeteceksiniz?” diye sesli yanıt veriyorlar. Sonuç şu: O hukukçu sendikalarının kararıyla Cumhurbaşkanı’nı protesto için bir çeşit grev: Perşembeye kadar davalara bakılmayacak. [email protected] Bozkurt GÜVENÇ luslararası Sosyal Bilimler ile Felsefe ve Beşeri Bilimler konseylerinin Japonya’da ortaklaşa düzenlediği bir konferanstan izlenimlerimi özetle sunuyorum. Yazı başlığında görüldüğü gibi konu, hızla büyüyen doğa sorunları karşısında bilim insanlarına düşen görev ve sorumluluklar. Konferans gündeminde, yalnız “iklim değişmesi” değil; son yılların, “ısınma, kirlenme, nüfus artışı, yenilenebilir enerji, doğal afetler, tüketim ve tükenme, KuzeyGüney, DoğuBatı, varlıklıyoksul kutuplaşmaları vb. türlü çevre sorunlarına” yer verilmişti. Belki daha doğru bir deyişle, farklı disiplinlerden gelen 90 kadar bilim insanı, doğakültür ile fensosyal gibi “İki kültür” çelişkilerine bilimsel çözümler önerdiler. Sosyalbeşeri ve felsefi bilimler ya U B A nıltıcı olmasın. Sempozyumu düzenleyen ve destekleyen konsey üyelerinin belki yarısı fen bilimci idi. Sorun, aslında Kyoto Protokolü ve habitat zirveleri gibi son on yılda dünya forumlarının gündeminden düşmüyordu: “Mavi gezegen” Dünya üzerinde insan türünün yarattığı benzersiz bir medeniyet mucizesinin geleceği ve ömrü! Bilimsel öngörüler 4080 yıl arasında değişiyordu. 14 santigrad derece olarak bellediğimiz ortalama ısı, 15’e doğru hızla yükseliyordu. 16 derecede yaşam zincirinde büyük kırılmalar bekleniyor; 1718 derecede, yalnız insanlar değil, bilinen canlılar âlemi sona erecekti. Tartışmalar bu senaryonun geçerli olup olmadığı değil, felaketi ya da kıyameti önlemek için ne kadar zamanımız kaldığı sorusu üzerinde yoğunlaşıyor; bildiri verenler ağız birliği etmişçesine kürsüden soruyordu: “Hemen şimdi değilse, kim, ne zaman?” Geçen yıl Oslo’da yapılan 2. Dünya Sosyal Bilimler Forumu’nun “Dünyaya uzak bir Dünya!” sloganıyla, Dünya Sosyal Bilimler Raporu 2010’un “Bilgi [birleştireceğine] bölüyor” yargılaması ve bölünmenin olası sonuçları bu yılki toplantılarda değerlendirildi. ABD Ulusal Bilim Vakfı ve İngiliz Ulusal Çevre Araştırmaları Konseyi’nin 2009’da Belmont (Washington DC’de ortaklaşa düzenlediği “Dünya Sorunları”) Uyarısı 2 ile varlığını daha önce pek duymadığımız “Dünya Sistem Bilimi” 3, konferans çalışmasına yön veren kaynak belgeler oldu. Belmont Uyarısı’nın önerdiği 2.5 milyar dolarlık finansman paketinin bir milyarlık açığı için yeni sponsorlar aranırken, fen ve sosyal bilimlerin uzlaşma şartına dayanan Dünya Sistem Bilimi, “yöntem” olarak, yeni bir “Öngörü, gözlem, sınırlama, yanıtlama ve özgün çözüm” stratejisi öneriyordu. Küresel bilim kuruluşlarının temsilcileri, itiraftan çekinmediler: Gezegendeki kültürel varlığımızın kaynağı “doğa”nın hassas dengelerini belki yeni anlıyoruz; ama, değişen insantoplum ve çevre sorunlarını araştırmaya bile başlamadık. Belki yeni bilimlerden çok, filozof Wittsgenstein’ın yıllar önce Tractatus’ta önerdiği gibi “Öteden beri bildiklerimizin yeniden düzenlenmesi”ne gerek duyuluyordu. Toplumbilim ile insanbilim, sosyoloji ile psikoloji nasıl özerk kalabilirdi? Öyleyse n’apalım? Söylemesi kolay, uygulaması zor üçlü bir çözüm reçetesi: 1) Çokdisiplinli, 2) Disiplinlerüstü ve 3) Bütünleştirilmiş Araştırma! Sempozyumun Nobel ödüllü yıldızı, Profesör Yuan Lee, durumu şöyle özetledi: a) Bilişim devrimiyle ‘sınırsız’ bir dünyadan ‘sınırlı’ya geçiyoruz: b) Dünya liderleri, “yaklaşan sonumuzun ivmesini kavramak” zorunda, c) İnsanlığı aydınlatacak “yeni bir sosyal bilime” acil ihtiyaç var. * Bkz. Durning, A. Ne Kadarı Yeterli? Tüketim ve Dünyanın Geleceği. TÜBİTAK 1998. Millennium Board Bildirisi. İmkânlarımızın Ötesinde Yaşam. TÜBA 2009. 1) Dünya Sosyal Blimler Raporu 2010 özeti için, www. tuba. gov.tr 2) Uluslararası Bilim Konseyi (ICSU’nun Belmont Challenge (Uyarısı). Paris 2009. 3) “Küresel Sürdürülebilirlik” için Dünya Sistem Bilimi. (ICSU Bilim Konseyi). Paris 2010. Sanat, Sanatçı ve Toplumlar Prof. Dr. Abidin KUMBASAR anat, duyguları yoğunlaştırarak yansıtıp insanları etkileme yeteneğidir. Bu eylem sözcüklerle yapılırsa şiir, çizgilerle yapılırsa resim ya da karikatür, diğer bir dalda, örneğin ezgilerle yapılırsa müzik alanında bir sanat yapıtı oluşur. Sanatçı, evrimin sağladığı ayrıcalıklı özel yeteneklerini diğer insanlara yapıtlarıyla sunarken onlarla duygu düzeyinde iletişim kurar. İnsanda kişisel özellikleri belirleyen beynimizin korteks bölümü (Latince CortexKabuk), sanatçılarda, onlara özgü bağlantılar (Latince, Synaps) oluşturduğundan, sanatçılar, başkalarınca görülemeyeni görmek, sezilemeyeni sezmek ve duygularını yoğun olarak dışa vurabilmek ayrıcalığını taşırlar. Bu özellik üstün kişilerde genellikle çok yönlü olup onlara sanatın birçok dalında yeteneklerini dışa vurabilmeyi olanaklı kılar. Örneğin Leonardo da Vinci resimde olduğu gibi yontuda, yazın sanatında ve bilimde eşsiz düzeyde yapıtlar yaratmıştır. Benzer olarak büyük şairimiz Nâzım Hikmet de sadece şiir alanında değil, resim, görsel sanatlar ve sosyal konularda birçok nitelikli yapıt bırakmıştır. Bu nedenle Horace’ın “Resim gibi şiir” tanımlaması ve Simonides’in, “Resim, dilsiz şiir; şiir, konuşan resimdir” özdeyişi, sanatın çok yönlü bir nitelik taşıdığı gerçeğini vurgulamaktadır. Fransa’da Lescaux ve İspanya’da Altamira mağaralarında bulunan, büyük olasılıkla 15.000 yıl öncesinde çizilen resimleri yapan insanlar da dahil, tüm çağlar boyunca sanat yapıtlarını oluşturanlar duygularını dışavurma yeteneğinde olan ve sonraki kuşaklarla ölümsüz, evrensel bir dille iletişim kurabilen özel yetenekli insanlardır. Ünlü sanat tarihçisi E.H. Gombrich’in, acısı hep içimizde yaşayan terör kurbanı Bedrettin Cömert tarafından dilimize çevrilen “Sanatın Öyküsü” yapıtında belirtildiği gibi, sanat yapıtlarının nitelikleri, sanatçının yetenekleri kadar, onun yaşadığı toplumun düzeyiyle de ilgilidir. Grek uygarlığının ünlü yontucuları Praxiteles ve Fidias’ın Atina’nın altın çağı olan Perikles döneminde yapıtlarını oluşturmaları, Ayasofya’nın Jüstinyen döneminde yapılması, “Rönesans” ve “Aydınlanma Çağı” nın sanatsal zenginliği bu gerçeğin kanıtlarıdır. Bizim tarihimizde de Mimar Sinan’ın Kanuni çağında yapıtlarını üretmesi, sadece varlıklı olmakla örtüşen bir rastlantı olarak alınamaz. Cumhuriyet dönemimizde “Kemalist Devrim”in sağladığı özgür ve çağdaş eğitim uygulanan ortamda yetişen sanatçılarımızın yüksek nitelikli ve çok sayıda olmaları da aynı gerçeği yansıtmaktadır. Bilim aklın, sanat duyguların ürünüdür. Beyinsel gelişiminde kusur olmayan herkes istekli olur ve çaba harcarsa her türlü bilgiyi öğrenebilir ama sanatçı olmak için sadece o konuda bilgili olmak yeterli değildir. Sanatçı olabilmek için kişiye özel yetenek, duygu zenginliği, ayrıca ürettiği yapıtlarla çevresi ve toplumla iletişim kurarak etkileyebilme gücü gereklidir. Büyük sanatçı Leonardo da Vinci’ye erişilmezliğinin gizemi sorul S duğunda, “Saper vedere” (Görmeyi bilmek) diye yanıtlamıştır. Bu tümce bütün sanatçıların başarılarının gizemini yansıtmaktadır. Gerçekten de sanatçıların özel yetenek ve sezgileriyle kazandırdıkları yapıtlar, evrensel bir iletişim aracı, evrensel bağımsız bir dil oluşturur. Bu dili aklımızla, öğrenilen bilgilerle değil, sezgilerimizle algılayabilir, ilkel tutkulardan soyutlanmış bir tutumla özümseyebiliriz. Duygu ve sezgileri dogma ve çağdışı kısıtlamalarla küntleşmiş olanların sanatçı ve sanatı, tüm nitelikleri ile algılayabilmeleri beklenemez. Bu nitelikteki kişilerin bir bakan olmayı aşarak Da Vinci ustanın belirttiği gibi, gören birisi olabilmeleri için düşünsel özgürlüğe erişmeleri, dogmatik tutkulardan soyutlanmaları gerekir. Sanatçılarla toplumun çoğunluğu arasındaki aykırılık nedeniyle birçok üstün yetenekli sanatçı, yaşadığı toplumların çok ötesinde yapıtlar verdikleri zaman, yaşadıkları çağda anlaşılamamış, çok sonraki kuşaklar aynı düzeye erişince yapıtları yüceltilmiştir. Bizim toplumumuzda da yaşadığı çağda bazılarınca dışlandığı halde sonradan değeri anlaşılarak yüceltilen pek çok sanatçı sayabiliriz. Ülkemizde son dönemde zaman zaman öne çıkan, sanat galerilerine ya da tek tek sanat yapıtlarına yapılan saldırı ve haksız eleştiriler, toplumumuzun sanat konusunda hâlâ geçmişteki özgürlük kısıtlayıcı ve bağnaz nitelikli alışkanlıkların sürdürüldüğünü göstermektedir. Çağdaşlıktan uzak toplumlardaki yönetimler de sanat ve sanatçıyı özümseyemeyen kitlelerin seçimi olduklarından, belirli bir düzeyi aşamazlar; sanat ve sanatçılar onların sezgi ve düşünce ufuklarının ötesinde yer alırlar. Bu nedenle sanatsal kişiliği olmayan yöneticilerin, sanat yapıtlarını eleştirirken kendilerinde bir algılama yanılgısı olup olmadığını düşünmeleri gerekir. Ayrıca her türlü aşırılıkları önlemek öncelikle yönetimlerin görevi olduğundan, sanat ve sanatçıların başlıca güvencesi de çağdaş yasaları yansız uygulayan yönetimler olmalıdır. Günümüzün uygar topluluklarında yönetimlerin çağdaşlığının ölçütü, bilim ve sanata verdikleri değer, bilim adamları ve sanatçılara tanıdıkları hoşgörü ve özgürlük alanının kapsamıdır. Sanatçılar hiçbir zorlama ile yönlendirilmeye çalışılmamalı, inanç ve tutkular etkisiyle çalışmaları kısıtlanmamalıdır. Olumsuz yönde uygulanan zorlamalar toplumlarda sanatın güdükleşmesine, Nazi dönemindeki Almanya’da olduğu gibi ülke değerlerinin dışlanmasına neden olur. Unutulmamalı ki tüm toplumlar için geçerli olan, “Sanat da tıpkı bilim ve aşk gibidir; ya özgür olarak vardır ya da yoktur” özdeyişi çağlar boyu geçerliliğini hep korumuştur ve gelecekte de koruyacaktır. Kaynaklar: Gombrich, E. H., Sanatın Öyküsü. Remzi Kitabevi. 1992. Hof, İ. M., Avrupa’da Aydınlanma. Afa İntermedia. 1995. İbabnez, F.M., Felsefe Öyküleri. İmge Kitabevi. 1996. Cassirer, E., İnsan Üstüne Bir Deneme. Yapı Kredi Yayınları. 1997. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle