18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 5 ŞUBAT 2011 CUMARTESİ AÇI MÜMTAZ SOYSAL Karanlığı Sorgulamak... Elli yıldır yanlış politikalarla varılan sonuçları görmek ya da görmemek bizi bugünlere getirdi. Eğitimde fırsat eşitsizliğini yok edemedik. Karanlığı sorgulayacak olan Köy Enstitülerini kapattık. Eğitimi yaygınlaştıramadık. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN MAM’ın Uçuşu SIKIŞTIRILAN, “O adamın uçağıyla yirmi dakikacık uçtum” diyor. Sıkıştıran ise, “İster yirmi dakika desin, ister yirmi saat; uçtu mu, uçmadı m?” demekte. Sıkıştırılan, Fransa Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı Michele AlliotMarie. Adını akılda tutmak zor olduğu için, genellikle ilk harfleriyle “MAM” diye anılıyor. Gaflarıyla ünlü olduğundan “MAMlaGaffe” diyenler de var. Birkaç gündür radyolarda, ekranlarda, metroda ve kafelerde dillerden düşmeyişi şundan: MAM, Noel tatilini geçirmek için anası babası ve bakan arkadaşı Patrick Ollier ile birlikte Tunus’a gitmiş, turistik merkez Hamaret’te birkaç gün kaldıktan sonra deniz kıyısındaki Tabarka’da Sentido Beach oteline gitmek istemiş. “Ne var bunda?” diyeceksiniz. Gerçek de öyle. Bu noktaya kadar bir şey yok. “Mösyö Ollier arkadaşı mı, yoksa Bodrum diliyle arkedeşi mi?” diye Parislilere hiç yakışmayacak bir merakın peşine düşen de olmuyor buralarda. Böyle bir masumluğu dillerde dolaşan bir habere dönüştüren olay, MAM’ın bindiği Challenger 300 tipi lüks uçağın sahiplerinden birinin zengin işadamı Aziz Miled, öbürünün de ayaklanma sonrası B F ülke dışına giden Cumhurbaşkanı Bin Ali’nin bacanağı Belhassen Trabelsi oluşu. öyle kişilerin ya da devletin lüks uçaklarıyla yalnız arkadaşların değil, medya mensuplarının da dolaştırıldığı bir ülkenin vatandaşları olarak, belki “Bunda da ne var?” diyebilirsiniz. Ama, bilin ki bu gibi ikramlara pek alışık olmayan bazı ülkelerin kamuoyu böyle bir haberle günlerce çalkalanabiliyor işte. Daha doğrusu, bu gibi olayları büyük skandal sayan ve kıyameti koparabilen medya organları da var dünyada çok şükür. ransızcanın “canard” (ördek) sözcüğü argoda “gazete” demektir. Kendine “Zincirli Ördek” adını yakıştıran haftalık “Le Canard Enchainé” gazetesi, yeryüzünde benzeri olmayan, güvenilir, sağlam haberleri ve azçok Aziz Nesin’in “Markopaşa”larını andıran eğlenceli üslubuyla, bir gazetecilik harikasıdır. MAM olayını bütün boyutlarıyla ortaya koyan yine o oldu. Kendini üzmeden ve kahrolmadan, güle oynaya toplum temizliği yapmanın yollarından biri bu tür rezaletleri gülünçleştirmek olabilir mi acaba? Hatice YÜCEL ÇYDD Onursal Başkanı odrum, Adalet ve Demokrasi Haftası’nda on sekiz yıldır kendine düşen görevi yapmış, çeşitli etkinliklerle faili meçhul cinayetlere kurban edilen, yeri doldurulamayacak insan değerlerimizi saygı ve özlemle anarak toplumsal belleğe taşımış, gündemde tutmuştur. Bu konuda Cumhuriyet gazetesi ve yazarlarının büyük katkısı olmuş, acı gerçekleri yılmadan yurdun dört bir köşesine götürürken bilinçlendirme görevini de yerine getirmiştir. Bu yıl Bodrum’da bizlerle olan Ali Sirmen’e, Ümit Zileli’ye teşekkürler... “Anne, insanlar öldürülürken sen nerelerdeydin?”, “Demokrasilerde bir kişiye yapılan haksızlık, bütün bir topluma yapılmış demektir”, “Vurulduk ey halkım, unutma bizi”, “Bir bebekten katil yaratan toplum, karanlığı sorgulamalıdır” soruları ve yargıları çevremizde hâlâ dolaşırken üzülmemek, düşünmemek insanlığımızı şüpheye düşürür. Daha da kötüsü kabadayılıkla liderliği bir B [email protected] birine karıştıran ülke yöneticileri ve uzantıları, bütün bu olanlardan hiç haberleri yokmuş gibi ağızlarından bir tek söz etmediler. Öldürülenler sanki bu ülkenin insanı değillermiş gibi; sanki bugün oturdukları koltukta onların katkısı yokmuş gibi. Erzurum Kış Oyunları’nın görkemli gösterisinde gerinirken utançlarını örtmenin yolunu da iyi biliyorlar gibi geldi bana. Bu yılın parolası Uğur Mumcu’nun önemli tespiti “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz”. Eğitimci olarak bu düşüncesinin hep arkasında oldum. Çünkü ülkemizde hastalıkların asıl nedeni bu. Yanlış nedenlerle verilen yanlış ilaçlar hepimizi alabora etti. Boşuna kürek çektik yıllardır. Bilgi çağının gerçek anlamına ulaşmayan bir toplumdan verim alınamayacağını ancak anaokulundan üniversiteye daha doğrusu beşikten mezara kadar uygulanacak ilkeli, çağdaş, insan eksenli, eşit, özgür, ulusal eğitim sistemleriyle yarısı 30 yaşın altındaki yetmiş dört milyo nun bir güç olabileceğini savunduk. Karnelerin alındığı şu günlerde sesi soluğu çıkmayan, yamalı bohça yöntemlerle kaybolmuş öğretmenlerle; neyi, niçin, nasıl öğrendiğinden çok sınavların, teşekkür ve takdirlerin, performans ödevlerinin peşinde koşan ya da hiç koşmayan velilerle, çanta ve test kitabı yükünden kurtulamayan, yaratıcılığı yok edilmiş, sorgulamayan, okumayan, tartışmayan, sınav girdabındaki çocukları gördükçe bu ülkenin daha çok acılara, sıkıntılara gebe olduğunu düşünüyor, çareler arıyorum. Elli yıldır yanlış politikalarla varılan sonuçları görmek ya da görmemek bizi bugünlere getirdi. Eğitimde fırsat eşitsizliğini yok edemedik. Karanlığı sorgulayacak olan Köy Enstitülerini kapattık. Eğitimi yaygınlaştıramadık. Ortalama eğitim süremiz hâlâ dört yıl. Atatürk’ün miras bıraktığı akıl ve bilimi öne geçiremedik. İmam hatipleri meslek okullarına tercih ettik. Sanatı ve felsefeyi kaldırdık. Milli eğitimi avukat hanımlara (göstermelik) uygun gördük. Sonuç mu? 81 ilde 3 bin 690 ortaöğretim okuluna karşılık 4 bin 282 dershanenin olduğu, dershaneye gitme yaşının 10’a indiği, sınavlara hazırlık için 10 milyar dolar harcandığı, ilköğretimde 2 milyon öğrencinin dershaneye gittiği, çocukların ortalama 2.1 yıl dershanede kaldığı, 2.5 kez ÖSS’ye girdiği, sınava girenlerin ancak yüzde 15’inin doğru yerde olduğu, üniversiteden sonra ‘KPDS, KPSS, ALES, TUS, UDS’ gibi sınavların onları beklediği, yüzde 18 işsiziyle zavallı bir ülke durumuna geldik. Acaba çocuklarımız yedikleri ekmeğin, içtikleri suyun, kullandıkları elektriğin, ilacın, gazın, eğitimin, sağlığın nereden, nasıl geldiğini ya da niçin gelmediğini öğreniyorlar mı? Geçmişle bugünün bağını kurabiliyorlar mı? Doğruları geleceğe taşıyabilecekler mi? Her yönden bağımsız bir Türkiye’yi yaratabilecekler mi? OECD tarafından yapılan bir araştırma sonucu Türkiye 30 ülke arasında fen alanında yirmi sekizinci, okuma becerisi yönünden yirmi dokuzuncu sırada. Sınavda sıfır çeken öğrenci sayısı otuz bin. SBS sonuçlarında 1 milyon adayda 100 üzerinden Türkçe karne notu 41, matematik 11, fen ve teknoloji 26, sosyal bilgiler 47, yabancı dil 33, ayrıca güzel sanatlar, müzik ve spor alanlarında 2. sınıf vatandaş ayarında. Kırkından sonra saz çalınamayacağını da hepimiz biliriz. Bütün bunların sonucunda “Bebekten katil yaratan ve karanlığı sorgulamayan toplum”, “Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın”, “Biz değil, ‘ben’ varım” noktasına gelen; kaptanı yüzünü geriye çevirmiş bir geminin içinde, maddi ve manevi yönden yoksullaşan bir halkla nereye gidiyoruz, sorusu kalır. İşte Uğur Mumcu ile sembolleşen tüm demokrasi şehitlerini çok önceden bunları sorguladıklar için öldürdüler. Onlar gericiliğin, yobazlığın, talanın önüne geçtikleri için öldürüldüler. Basının dördüncü güç olduğunu ödünsüz savundukları için öldürüldüler. Demokrasinin seçimden seçime oy vermek olmadığını söyledikleri, emeği, bağımsızlığı, insan haklarını savundukları için öldürüldüler. Öldürülenler mi suçlanmalı yoksa unutarak yaşayanlar mı utanmalı? Şimdi bize düşen onlara sarılmak, bel bağlamak değil; savunduklarının onlar kadar savunucusu olmaktır. Borcumuzu başka nasıl ödeyebiliriz? Bu ülke değil mi ki 1919’ları aşmıştır, 2010’ları da aşacaktır. Bu inanç ile yazımı, bize karanlıkları sorgulamayı öğreten demokrasi şehitlerinin ve Hasan Âli Yücel, Türkel Minibaş, Türkan Saylan gibi eğitimcilerin anısına; Mustafa Balbay’ların mücadelesine adıyorum. Taş Devri... İktisatçı, ama törende kürsüye çıkıp hukuk dersi verdi... Cumhurbaşkanı’ndan hükümetine kadar, koca devlet oradaydı ve oturup iktisatçıdan hukuku dinlediler. O da uzun uzun anlattı zaten... İşin ilginç yanı Anayasa Mahkemesi Başkanı olan iktisatçı Haşim Kılıç’tan hukuki açıklamalar dinleyenler arasında hukuk profesörleri de vardı. Çıt çıkarmadan kulak verdiler... Baktılar; hukuk nasıl oluyor... Artık hukukçularımız da gidip makine mühendislerine konuşma yaparlar bu durumda, dizel domatesler üzerine... Kimse kendi işini yapmıyor... Dinleyenlerden Başbakan da zaten imam... Nitekim imam Başbakan, anayasa hukukunu iktisatçıdan öğrendiği için zaten; Danıştay’ı Yargıtay’ın üstüne koyup, ikisini birlikte Anayasa Mahkemesi’ne bağlamayı düşünebiliyor. Bu, hukuk devletlerinde bir ilk olacak... Çünkü üyelerinin hukukçu olma zorunluluğu olmayan bir mahkemenin (AYM), ömrünü hukukla çürütmüş birinci sınıf yargıçlardan kurulu yüksek mahkemelerin (YargıtayDanıştay) kararlarını denetlemesi, yeryüzünde yok... Eh... Anayasa Mahkemesi’ne hukukçu dışından da üye atanabildiğine göre, yarın birkaç imamhatip daha atanırsa... İktisatçı Başkan sorar artık: “Ey cemaat, bu rahmetli hukuk devletini nasıl bilirdiniz?..” Peki, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ı her gördüğümde, niçin benim aklıma çizgi film kahramanı Fred Çakmaktaş geliyor?.. Devir zaten taş devri... En zirvedeki destekçisi Barney Moloztaş... Altı delik hukuk aracını, delikten çıkarttığı ayakları ile götüren Fred Çakmaktaş, tozu dumana katıyor, kime karşı olduğunu Başbakan açıkladı size: Dinozorlara karşı... Herkes anlıyor aslında; kendi hukuk düzenlerini kurduklarını... İrticayı, gericiliği, tarikat istilasını tehlike mehlike saymayacak... Öyle parti marti kapatmayacak... AKP’nin dinci yapılanmasında anayasal sorunengel çıkartmayacak... Ama en önemlisi, Türkiye’yi bu hale getirenler yarın Yüce Divan’a düştüklerinde, onları kurtaracak bir hukuk düzeni... Devir; taş devri... [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle