18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 SAYFA CUMHUR YET 27 ŞUBAT 2011 PAZAR İstanbul’a. Ama şehir, ama memleket, Yine gece geldim,karanlık. artık gündüzleri de Korkunun mazoşistlere zevk verdiğini herhalde bilirsiniz. Ama başkasına yönelik şiddetten duyulan dehşetin, kölelikten zevk alan “domus”luk, yani bendelikte orgazmı tetiklediğini, bilir miydiniz? “Stockholm sendromu” diye anılan cellat sevdası, işte bu kölelik ruhu, aşağılanmaktan hoşlanmak duygusuyla açıklanır. Arenaların yenilmez gladyatörlerini kırbaçlayan “dominus”un önünde dizlerinin bağı çözülüp hayranlık içinde sahip olunmayı arzulayan tinsel sapıklardır, bunlar. Televizyon ekranında bile okunuyor gözlerinden, teslimiyetçi arzuları. Bir kubur kanalının çanak CEO’su... Çukur gazetelerde girinti çıkıntı yalamaktan yalama olmuş, yazarlıkta ar damarının tutmadığı dikişe diliyle tutkal atan pazarlamacılar... Azar oğlanları gibi dizilmişler güya sorguladıkları “dominus”un önüne; adamdan sayılıp muhatap alınmaktan, tuttukları çanaklara tükürük, tenezzül edilip laf atılmasından nasıl da mutlu, nasıl da “domus”lar! Hayvanlar bunlardan daha onurludur. Çünkü ne sadist, ne mazoşist, özetle sapık değildirler. Azarlanmaktan, dövülmekten tat almazlar, acı duyarlar. Oysa onlar da boyun eğer güçlü olana, sahibine, sürü başına. Ama domine edilmişlikten haz damıtmazlar! Benim evimin manzarası, ‘ G ’ N O K T A S I Hele şafak vakti, Latince bir deyişle “yarı it, yarı kurt” karanlıkta, sansarın kapıyı çaldığı saatler... Acaba aynı gezegenin, zaman içinde defalarca aynı yörüngeden geçtiği gibi bir burgu düzeni mi tarih? Belki de benim geçmişim, tarihin tekrarlanacağı kadar uzadı ardımda... Havada, 1980’lerin başında soluğumu kesen, boğulmamak için terk ettiğim kokular var. Ciğerleri dağlayan kömürün kokusu. Dilleri bağlayan korkunun kokusu. Daha da kötüsü, korkusundan, uçkurunu diliyle çözüp “dominus”a, yani efendiye sadakat bildirme yarışında laf ishali olanların ağız kokusuyla zehirli, hava... Martılarla Kargalar Arasında karşımdaki evin damıdır. Bilirim ki ötesi, damdan ötesi denizdir. Martılar konar üstüne. Her biri yeni doğmuş kuzu büyüklüğünde, iri beyaz... Ve martıların olduğu her yere, kara kargalar da gelir. İlginç hayvanlardır kargalar. 100 yıldan fazla yaşar, bellekleri uzundur, denir. Neyi unutur, neyi anımsarlar bilemem, ama martılarla uzun bir husumet tarihleri olduğu kesindir. Martılarla kargalar, İstanbul semalarında her yıl cenge tutuşurlar. Martılar daha cüsseli, ama daha hantaldır. Kargalar ise cüssedeki eksiğini manevra hızıyla giderir. İnsan gözlerinden ırakta, günlerce süren bu savaş, o yıl kentin Avrupa ve Asya yakasında, hangi bölgeye kimlerin hâkim olacağını belirleyen bir “çöplük ihalesi”dir. Örneğin Kadıköy ve Moda’da iki yıldır kargalar daha kalabalık, sokakların nemasını onlar yiyor. Avrupa yakasında ve denizin üstündeki sayısal üstünlüğü ise yıllardan beri martılar koruyor! Fotoğraf: AL AR F ERSEN İstanbul, İstanbul olduğu için değil, hatta hiç ilgisi yok; iki kıtayı ayıran denizlerin üstünde, iki kıtayı birleştiren insan safrası üzerine verilen bu yıllık savaşın sonucunu bilmek isterseniz, kuş pisliklerine bakın. Çünkü kuşlar da tıpkı insanlar gibidir, yaşadıkları çevreyi kirletirler. Martı pisliğinin çokluğu bölgede martıların egemenliğini gösterir, karganınki tersini... Uğur Mumcu, “Faşizm nedir? Sorusuna karşılık arayalım,” yazıp, şöyle sürdürmüş: “Faşizm, sermayeci azınlığın silah gücüyle egemenliğinin sağlandığı bir diktatörlük çeşididir, der ve açıklama yaparız: Faşizm, ekonomik liberalizmin siyasal liberalizm ile tamamlanmadığı ülkelerde söz konusudur. Yani sermaye her türlü devlet olanağı ile desteklenecek, düşünceler devletin gücüyle kısılacak. İşte burada faşizm başlar. Ve perde perde devam eder.”* Mumcu’nun bu saptaması 12 Nisan 1974’te Yeni Ortam’da yayımlandığından beri, sermaye ve sermayeyi besleyen devlet el değiştirdi, kısılan düşünceler aynı, sadece hapiste düşünen sayısı arttı. Perde perde iniyor karanlık. Acaba kaçıncı perdedeyiz? Martılarla kargalar arasında, hep kumrular mı telef olacak? Hiç güvercinler kazanmayacak mı bu savaşı? *Ben, Uğur Mumcu’yum / Derleyen: Orhan Tüleylioğlu/um:ag yayınları, 2011 ‘İneğin yalakası, kasabın bıçağını yalarmış.” ANONİM BİLGE Safa’nın, 10 Peyami1959 günkü Ocak Milliyet’teki “Objektif” köşesinden Aziz Nesin’e saldırdığı “Bir Habisin Akıbeti” başlıklı yazısı: “... Bu habis, Nâzım Hikmet’ten sonra Moskova’ya kaçan Serteller’in gazetelerinde uzun zaman günlük yazılar yazmıştır. Bu habis, Bulgaristan’a kaçarken vurulan komünist Sabahattin Ali ile ortak olarak Marko Paşa adındaki komünist mizah gazetesini çıkarmıştır. Bu habis, hak ettiği 16 ay mahkumiyetinden evvel, komünist faaliyetinden dolayı Bursa’ya sürgün edilmiştir...” diye başlıyor ve benzer ihbarlarla tek sütun/tam sayfa sürüyordu.* Bugün Aziz Nesin’in adı ve öyküleri yaşıyor. Peyami Safa’yı ne bilen kaldı, ne de anan. Komünist yazılanı Ergenekoncu okuyun: Acaba bugünden kimler Aziz Nesin’lik, kimler Peyami Safa’lık yarınlara hazırlanıyor? *Emin Karaca’nın “Türk Basınında Kalem Kavgaları” kitabından alıntıdır/Bizim Kitaplar, 2008 Demokrasi ve Demokrat Olmak Haftalardır Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarını izliyoruz ekranlarda. Alanları dolduran yoksul, yoksun insanlar hayal ettikleri başka hayatlara ilişkin özlemlerini haykırıyorlar. Başlarındaki despot çekip gidince kurdukları hayallerin gerçek olacağını sanıyorlar. Doğal ki olmayacak; gidenin yerini bir yenisi dolduracak, daha örgütlüsü, daha güçlüsü gelip oturacak tepelerine. Demokrasinin, özgürlüğün, eşitliğin, insan haklarının “ha” deyince gelivermeyeceğini yaşayarak öğrenecekler. Demokrasi, ona gereksinim duyanların omuz omuza, el ele özverili savaşımlar vererek kurdukları bir rejimdir. “Demokrasi” diyenler her şeyden önce bu kavramın neleri içerdiğini, ne anlama geldiğini bilmek, demokrasiyi toplum/ülke adına talep etmeden önce bireysel yaşamlarında, kendi doğal çevrelerinde uygulayarak öğrenmek, içselleştirmek durumundadırlar. Demokrasi savaşımına ancak demokratlar öncülük/önderlik edebilir. Arap ülkelerinin nüfusu İslamdır. İslam ise tüm “kitaplı” dinler gibi bir dogmalar bütünüdür. Temel yasası, müminler tarafından “Tanrı’nın sözü” olarak kabul edilen, tek bir virgülünün bile değiştirilmesi mümkün olmayan Kuran’dır. İslam, esasları Kuran’da belirlenen biçimiyle kadınerkek eşitliğini yadsıyan bir dindir. Bu yadsıma aileden toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel alanlara kadar İslami hayatın tümünde geçerlidir. Nüfusun yarısının eşit görülmediği, ikincilleştirildiği bir toplumda demokrasiden söz etmek olası değildir. İslam ülkelerinde çocuklar bu inanç koşullarında doğar, bu inanç çerçevesinde eğitilir, bu inanç temelinde toplumsal hayatta yer alırlar. Bu da erkeklerin “erkek”, kızların da “kız” olduklarının bilinciyle yetiştikleri, dolayısıyla aralarındaki eşitsizliği “dinen meşru” gördükleri anlamına gelmektedir. Yeryüzünde nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olup da laikliği anayasal güvence altına almış tek ülke Türkiye’dir. Eşitlik, özgürlük, insan hakları açısından laiklik modern Türkiye toplumunun en büyük kazanımıdır. Ne var ki Türkiye’nin sahip olduğu bu ayrıcalık, İslami dogmaların dışında gelişen toplumsal hayatı içlerine sindiremeyen bağnaz güçlerin gözünde bir dikendir. Bu güçler, anayasanın 2. maddesinden “Türk Devleti’nin dini, İslam dinidir” cümlesinin çıkarıldığı 1928 yılından bu yana “laik Türkiye” gerçeğini benimseyememişler, buna karşı savaşım vermişlerdir. Bu savaşım bugün de sürmektedir. Türkiye, 2002 yılında “dinsel muhafazakâr” söylemlerle iktidara gelmiş olan Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yönetilmektedir. Bu dokuz yıllık dönemde AKP’nin en belirgin siyasetlerinden birinin “laiklik karşıtlığı” olduğu ortaya çıkmış, AKP, Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak tescil edilmiştir. İslami inanç laiklikle 83 yıldır ortak bir zeminde uzlaşmayı başaramamış, kendini güçlü hissettiği her olanağı kendi lehine kullanmayı denemiştir. Dinsel muhafazakârlığın dokuz yıl içinde YÖK’ü, Anayasa Mahkemesi’ni, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu ele geçirmesi; karşıt medya, gazeteciler, gençler üzerinde kurduğu baskılar gibi uygulamalarla demokrasiden ne anladığı açıkça ortaya çıkmıştır. AKP bu kafayla ne Alevilerin ne de Kürtlerin sorunlarına bir çözüm getirebilmiştir, getirebilir. Biz 83 yıl önce laikliğe ilk adımımızı atmış olmamıza, 65 yıl önce de çok partili parlamentarizme geçmiş olmamıza rağmen bu durumdayız. Tanrı, başka hayatların özlemini çeken Arapİslam halklarına güç versin. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK @ [email protected] Umudun ‘Kırık Kanatları’na “Tanımadan önce sert, acımasız bir kişiliği var sanırdım… Sonra ne kadar insancıl, duygusal, yumuşak olduğunu görünce, bir yazarın, ‘sadece yazılar’ıyla anlaşılamayacağını kavradım.” Bu sözler Mine Kırıkkanat’ın ve benim ortak doktorum Nöroloji Uzmanı Dr. Emel Gökmen’in. Sözünü ettiği “fark”ın, belki de “yazıların amacı”ndan kaynaklandığını; yaşamını Cumhuriyetin çağdaş uygarlık değerlerine adamış bir yazarın, hele ki şu son dönemlerde kolay kolay “yumuşak” yazamayacağını konuştuk... Çünkü o “hesapsız, kitapsız” yazılar, Kırıkkanat’ın “kavgası”ndan türüyor. Neyin kavgası için mi? Yanıtını son kitabı “Umudun Kırık Kanatları”nda öylesine içtenlikli veriyor ki… Güzelim ülkesinin, güzelim kentlerini bu denli “yaşanılmaz” kılanlara olan “acımasız” haklılığıyla birlikte... 93’üncü sayfada bakın ne diyor: “Nasıl anlatabilirim ki Sıraselviler ile Akarsu caddelerinin birleştiği kavşakta trafik tıkanır; çünkü Firuzağa Camii altındaki sigara yanıklı, topal bayaşıyoruz… daha doğrusu hayatta kalmaya çalışıyoruz. Yasama yarım yamalak, yürütme yarım yamalak, yargı, infaz, sağlık hizmetleri, ücretler yarım yamalak, (...) insanlar yarım yamalak, insanlar! Çünkü eğitim yarım yamalak, (...) hal böyleyken, Türkiye’deki üniversite sayısını 200’e çıkarmayı konuşuyorlar.” Destek Yayınevi’nin yayımladığı kitap 7 bölüm… Özel ilgimi çeken sayfalar arasında ise “bölüm kapakları” da yer aldı. Çünkü her biri dünya aydınlarından özenle seçilmiş özdeyişleri anımsatıyor. Örneğin; “Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var diye sevinelim.” (Goethe) “Kaybedilmiş günlerin en kötüsü, bir defacık olsun, gülmeden geçenidir.” (Chamfort) “Kuru pantolon ile balık tutulmaz.” (Cervantes) …ve “tarihsel mirası kimlikli geleceğimiz için korumalıyız” diyen bizlere, “Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı” laflarıyla karşı çıkanlar için eşsiz bir özlü deyiş de Bertolt Brecht’ten; “Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen birkaç adım geriye gitmek zorundadır. Bugün yarına, dün ile beslenerek yol alır.” Kırıkkanat gazetemizden Gamze Akdemir ile söyleşisinde, kitabın ana fikrini de Seneca’nın şu sözüyle özetliyor; “Muzafferlerin zaferinde, onların başarısını değil, yeniklerin hatasını arayın.” Ve şunları da ekliyor: “Biz Cumhuriyetçi kuşaklar çok zengin bir birikim ve kültüre sahibiz. Vazgeçmiyoruz, direniyoruz, mücadele ediyoruz. Geçmişten, uzak ve yakın tarihten dersler alarak sürmeli bu mücadele. Bugünü ve yarını en sağlıklı böyle anlayabiliriz; böyle doğru tahlil edebiliriz. Bu kitabı bu mücadelenin destekçisi ve tanığı olmuş bir Cumhuriyet kadını olarak yazdım.” Peki, neden “kanatlar kırık”; hem de “umut”un kanatları? Söz yine Kırıkkanat’ta: “Elbette hâlâ umut var. Yıkıcıları yıkıp, yıktıklarımızı onarmak ve bu eşsiz ülkeye sahip çıkmak için zaman daraldı ama hâlâ çok geç değil...” Kitabı okuduğunuzda ise diyeceksiniz ki; “Hiç geç değil; hatta tam zamanı...” Özlü deyişler ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI @ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY caklı masalarda, kirli iskemlelerde oturabilmek için gelen beyzadeler Cherokee’lerini, Jeep’lerini, Mercedes’lerini yol ortasına bırakı bırakıverirler... Nasıl anlatabilirim ki dört kişilik bir ailenin aylık giderini bir gecede harcayan bu cipçiler, aslında salaş kahvelerin, mangalda etin, sucuk ekmeğin ve ekmek arası balığın çocuklarıdır…” aşamdaki gerçekçilik’ Yakın geçmişe dek, “bozuk düzen”in sorgulandığı edebiyat türü için “toplumsal gerçekçilik” denirdi. Kırıkkanat’ın doğrudan “insan”larımızı gözleyerek düzeni irdelediği yazılarına ise “yaşamdaki gerçekçilik” demek daha doğru olmaz mı? İşte, 41’inci sayfadan özetle bir “yakınma”: “Yarım yamalak bir ülkede UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] ‘Y 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Yurdumuzun 1 sulak alanlarında da yaşayan 2 bir ördek cinsi. 3 2/ Başlıca, te 4 mel niteliğinde olan... Yavaş, 5 ağır. 3/ Çikola 6 ta yapımında 7 kullanılan temel madde... Uçu 8 rum. 4/ İşaret 9 olarak yere di1 2 3 4 5 6 7 8 9 kilen çubuk... Neodim E P E elementinin simgesi. 1 T İ R Ş E 5/ Kadın üzerinde tam 2 U L A N B A T O R bir egemenlik hakkına 3 R F İ R F İ R İ sahip olduğuna ina 4 K İ T U R S N nan erkek... Yapağı 5 U Y U Z O B İ ya da keçi kılının dö 6 V İ T E S A Y A vülmesiyle elde edilen 7 A L L İ P S O S kaba kumaş. 6/ Vila 8 Z İ L T U R N A yet... Dekorasyonda, 9 K A M E R A L maroken eşya yapımında ve modacılıkta kullanılan deri taklidi sentetik malzeme. 7/ Donuk renkli... Bir meyve. 8/ Felsefede, bilgi ile varlık arasında ilişki kurduğu düşünülen kavram... En küçük sosyolojik birim. 9/ “Kıkırlık” da denilen bir ördek cinsi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Güneydoğu Anadolu’da daha çok kadınların çeşitli yerlerine yaptırdıkları bir tür dövme... Duygu ve düşünceleri belirtecek biçimde yüzde beliren kımıldanışlar. 2/ Bir peygamber... “Acele, ivedi” anlamında yerel sözcük. 3/ Tuzlanıp kurutulmuş yiyecek... “Şahinim var, bazlarım var / alışkın sazlarım var” (Karacaoğlan). 4/ İzmir’in Menderes ilçesinde ünlü bir antik kent... Bir renk. 5/ Ateş... Akım şiddeti birimi kiloamperin kısa yazılışı. 6/ İterbiyum elementinin simgesi... Halk dilinde mart ayına verilen ad. 7/ Demiryolu... Ankara yakınında küçük bir göl. 8/ Hicap... Çok büyük, yüce. 9/ Genellikle mısır unuyla yapılan bir tür pide... Sessiz, hareketsiz, uslu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle