18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 27 ŞUBAT 2011 PAZAR [email protected] 10 PAZAR KONUĞU Eski Federal Alman Meclis Başkanı Prof. Dr. Rita Süssmuth dünyadaki son gelişmeleri değerlendirdi: Arap dünyasını hiç anlamamışız SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Federal Almanya’nın on yıl süreyle Meclis Başkanlığı’nı yapan Hıristiyan Demokrat Prof. Dr. Rita Süssmuth artık tamamıyla eğitimle ilgileniyor. Hafta içinde Avrupa Dil Sertifikaları Programı’nın (TELC) toplantısı için İstanbul’a gelen Süssmuth, yeni kurulan TürkAlman Üniversitesi Alman Üniversiteler Konsorsiyumu Başkanlığı’nı yapıyor. Süssmuth TürkAlman Üniversitesi projesinin 1905’lere dayandığını anlattı. Daha sonra siyasetçi kimliğiyle TürkiyeAB ilişkileri ve Ortadoğu’daki halk hareketlerini değerlendiren Süssmuth, çok önemli şu tespiti yaptı: “Batı olarak bizler Arap dünyasını hiç anlamamışız.” Süssmuth ayrıca şöyle de bir mesaj verdi. “Dünyada yeni bloklar yaratılmasın. İnsanlar Müslüman olanlar ve olmayanlar diye ikiye bölünmesin.” İstanbul’a önemli bir etkinlik için geldiniz. Bunu anlatır mısınız? R.S. Bakın, çok uzun zaman bir TürkAlman üniversitesi kurulması için çaba harcadık. Artık bu işin dördüncü aşamasına gelmiş bulunuyoruz. İlk girişim 1905’teydi. Yani biz bu işe daha Osmanlı döneminde başlamıştık. İkinci adım 1957’de atıldı. O yıl Türkiye’yle Almanya arasında kültürel işbirliği konusunda bir anlaşma imzalandı. Ardından üçüncü çalışma 1993’le 1997 arası Yılmaz ve Başbakanımız Helmut Kohl arasında yürütüldü. Son aşama ise 2006’da oldu. Sonunda dört yıllık bir olanlarla olmayanlar keskin biçimde bölünmesin. En büyük korkum halkların yeni bloklara ayrıştırılmasıdır. çalışmayla TürkAlman Üniversitesi’ni kurmayı başardık. Bu da bizi çok mutlu ediyor. R.S. TürkAlman Üniversitesi devletler arası bir yüksek eğitim kurumu mu? Evet. Türk ve Alman devletlerinin girişimiyle kurulan bir üniversite. Bu üniversiteden sorumlu bakanlıklar Dışişleri ve Eğitim bakanlıkları. Geçmişte Türk ve Alman üniversiteleri arasında pek çok işbirliği alanları oluşturulmuştu. Ama Türkiye’de Amerikan ve Fransız üniversiteleri olmasına rağmen bir Alman üniversitesi yoktu. Şimdi bu üniversitede Türk ve Alman profesörler, bilim insanları Alman ve Türk üniversiteleriyle işbirliği halinde çalışma yapıyorlar. Üniversitemiz 20112012 öğretim yılında faaliyete başlayacak. Öncelikle hukuk fakültesinde lisans düzeyinde eğitim verecek. Yüksek lisans düzeyinde eğitim de iktisat, sosyal bilimler alanlarında verilecek. Yeni bloklar yaratılmasın, Müslüman Bugün Arap toplumlarına bakın. Biz geçmişte hep, “Onlara mı özgürlük gerek? Ama istemiyorlar ki” derdik. Toplumların isteklerini göz ardı ettik. Şu anda TürkAlman Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi olan eski genişleme sorumlusu Verheugen de aynı doğrultuda düşünüyor. Türkiye’siz bir AB düşünülemez. Çokkültürlülük için eğitimin önemi TürkAlman Üniversitesi’nin Almanya ve Türkiye’de işbirliği yaptığı üniversiteler hangileri? R.S. Gelecek yıl mühendislik ve doğa bilimleriyle işe başlıyoruz. Türkiye’de mükemmel yetişmiş biyoloji uzmanları var. Mühendislikte en önemli işbirliği ortağımız İTÜ olacak. Almanya’dan da Berlin Teknik Üniversitesi olmak üzere üç üniversite. Beş fakültemiz var. Bunlar hukuk, mühendislik, doğa bilimleri, sosyal bilimler ve kültür fakülteleri. TürkAlman Üniversitesi esas olarak bir araştırma kurumu. YÖK’le hızlı bir çalışma temposu sürdürüyoruz. Bu bağlamda sakın hiç kimse Almanların Türklere birtakım görüşleri kabul ettirmeye çalıştığını düşünmesin. Türk ortaklarımızla yan yana çalışıyoruz. Dikkatimi çeken tıp fakültesinden söz etmemeniz oldu... R.S. Evet. Çünkü tıp fakültesi kurmak çok masraflı bir iş. Ama ileride tıp fakültesi de açabilme olanağımız olacağını düşünüyorum. Peki, üniversitenin yeri nerede olacak? R.S. Şu anda Beykoz’da bir arazimiz var. Ama hâlâ binalar yapılmadı. Üniversitemiz eğitime başladığı ilk yıl geçici bir mekânda öğrenim vereceğiz. Umarım Türk inşaat şirketleri Alman inşaat şirketlerinden daha hızlı çalışırlar ve üniversitemizin yapımı uzun zaman almaz. Hedefimiz beş bin öğrenci almak. Başlangıçta üniversiteyi Ankara’da mı yoksa İstanbul’da mı açalım diye düşündük. Ankara’da arazi bulmak çok daha kolaydı. Ama İstanbul bambaşka bir kent. Bir kere Doğu ile Batı arasında bir bağ oluşturuyor. İstanbul sadece bir simge değil, aynı zamanda hayat. Çokkültürlü bir kent. Üniversitemizin çok önemli bir amacı da zaten çokkültürlü ve çok dinli toplumlardan dersler çıkarmaktır. Sizin eğitimci kimliğinizin yanında bir de siyasetçi kimliğiniz var. Üstelik Hıristiyan Demokrat Partisi üyesisiniz. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik olasılıklarını nasıl görüyorsunuz? R.S. Size kendi görüşümü anlatmak istiyorum. Ben de Türkiye konusunda (AB eski genişleme sorumlusu) Verheugen, Federal Alman Dışişleri Komitesi Başkanı Ruprecht Polenz’le aynı doğrultuda düşünüyorum. Türkiye’nin tam üyeliğinin zaman alacağını düşünüyorum. Ama her zaman AB’ye söylediğim şey, “Türkiye’yi sakın kaybetmeyin”dir. Ruprecht Polenz’in de dediği gibi, “AB üyeliği Türkiye için olduğu kadar AB için de bir zorunluluktur”. Merkel Türkiye için çözüm arıyor Sizin gibi Hıristiyan Demokrat Parti üyesi olan başbakanınız Angela Merkel, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu, Türkiye’ye sadece “imtiyazlı ortaklık” verilebileceğini söylemekle açıklamadı siyah mı? R.S. Angela Merkel’in çözüm arayışı içinde olduğuna inanıyorum. Türkiye bugün dünyada küreselleşme konusunda çok önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca Türkiye’yle çok özel, geleneksel bağlarımız vardır. Şu anda bu konuda çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Kendisiyle bu konularda bir hayli konuşmamız oldu. Hatırlarsınız, Merkel açıkça, kamuoyu önünde ilk kez “imtiyazlı ortaklık” fikrini burada mart ayında telaffuz etti. Kapı kapalıysa bir anda ardına kadar açamazsınız. Önce aralarsınız. Sonra adım adım gidersiniz. İşte, imtiyazlı ortaklık da ilk adımdır. Biliyorum, bu bir çözüm değil. Ama bence önemli bir adım. Kapı kapalıyken sonuna kadar açamazsınız dediniz ama bu kapalı kapı 1963’ten beri bir türlü açılmıyor. Bugünlere kadar geldik. Hâlâ ilk adımdan söz ediyoruz. Bundan sonra ne olacak peki? R.S. Evet, ama aradaki zaman içinde bazı aksamalar, demokratik süreçte kesintiler oldu. Askeri darbelerden mi söz ediyorsunuz? R.S. Evet. Ama bu olanlar geçmişimize ait, bugüne değil. Bakın, Verheugen’in Türkiye’yle ilgili yazdığı bunca rapor var. Verheugen de adım adım gitmemiz gerektiğine inanıyor. Ama bugün için Türkiye’nin kaybedilmemesi çok önemli. Bunca yıl sonra başka seçeneklere bakmamız gerektiğini biliyoruz. Üstelik sizin de Türkiye olarak başka seçenekleriniz olduğunu biliyoruz. Ama Türkiye’nin seçeneği Doğu, Asya olmamalı. Türkiye ve AB olarak birbirimize muhtacız. Verheugen’in mütevelli heyeti üyesi olduğunu söylediniz. Başka kimler var? R.S. Epeyce tanınmış, üst düzey kişilikler var. Demokrat siyaset, tıpkı iş yaşamı, bilim alanı sivil toplum örgütlerinde olduğu gibi elit sınıftan, önde gelen isimlerin katkısı olmadan yürümez. Karar alma mekanizmalarında bu gibi isimler şarttır. Polonya’da, Avusturya’da ya da AB’nin başka ülkelerinde tanınmış liderlerin işin içinde olması gereklidir. Siz demokratik siyasetin mutlaka elit tabakadan, tanınmış şahsiyetlerin de katkılarıyla yürüyeceğini söylüyorsunuz ama bizim Başbakanımız sizinle aynı doğrultuda düşünmüyor. Demokratik siyasetin toplumun alt katmanlarından yapılması gerektiği görüşünde... R.S. Bunda bir çelişki yok. Ama ikisine de ihtiyacınız var. Yani toplumun alt ve üst katmanlarına... Bir elit sınıfa ihtiyacınız vardır. Ama Başbakanınızın görüşüne de hak veriyorum. Bakın, biz Almanya’da çokkültürlü bir toplumda yaşıyorken halkın ihtiyaçlarını göz ardı edebiliyoruz. Dolayısıyla demokraside toplumun alt ve üst katmanına birlikte ihtiyacımız var. AngloSakson kültüründen halkın güçlenmesi kavramını öğrendim. Kararlı, ayaklarının üzerinde duran gençlere ihtiyacımız var. Ama bu gençler kesinlikle sadece kendileri, egoları için iş yapmamalılar. Ben ve sen arasında bir denge kurabilmeliler. Böylece akıllara durgunluk verebilecek bir güç sağlanabilir. Bugün Arap toplumlarına bakın. Biz geçmişte hep, “Onlara mı özgürlük gerek? Ama istemiyorlar ki” diyorduk. Toplumların isteklerini göz ardı ettik. Fransızca, hafiften aşağılayıcı deyimle “Bon pour l’Orient” (Doğu için iyidir) diye mi baktınız onlara? R.S. Arap, Mağrip ülkelerini o kadar iyi bilmeleri gereken Fransızlar bile şaşkınlar. Bunca yıldır neden onları göz ardı ettikleri, neden ihtiyaçlarına cevap vermekte tereddüt ettiklerini tartışıyorlar. Size kendimden bir örnek vereyim: O bölgelerle o kadar ilgilenmeme rağmen bilmediğim çok şey olduğunu öğrendim. Örneğin Mısır’da müthiş bir kadın hareketi var. Hapisteki kimi avukatların kurtarılması için inanılmaz savaşımlar verdiler. İtiraf ediyorum. Benim de öğrenecek çok şeyim var. Mısırlı bir uzmanla tanışmıştım. Demokrasinin demografi ve kalkınmayla bir arada yürüdüğünü söylerdi. Özetle söylemek gerekirse... Biz Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın gerçeklerini anlayamadık. Bu son olayların Batı dünyası için bir ders olmasını umut ediyorum. Bir kere Batı dünyası olarak başka toplumlara tepeden bakan, kibirli tavırlarımızdan vazgeçmeliyiz. Çok doğru söylediniz. AB’nin de artık kibir ve tepeden bakan tavırlarından vazgeçip Türkiye’yi bünyesine alması gerekmiyor mu? R.S. Zaten süreç içinde pek çok şey öğreniyoruz. Bir kere bilim ve öğrenim alanında söyleyecek bir sözümüz olamaz. Artık bu alanda, “Daha kalkınmamışlar” sözünü, artık duyamazsınız. Türkiye’de kadın olsun erkek olsun mükemmel yetişmiş bilim insanları, araştırmacılar var. Burası dünyanın en dinamik bölgesi. Demokrasilerde elit sınıfa ihtiyaç var AB kibirli tavrından vazgeçmeli P O R Prof. Dr. RITA SÜSSMUTH T Wuppertal, 1937 doğumlu. Yükseköğrenimini Münster Üniversitesi Romanistik ve Tarih Bölümü’nde yaptı. R Doktorasını felsefe bölümünden aldıktan sonra Bochum Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1981’den E beri Alman Hıristiyan Demokrat Partisi (CDU) üyesi. 1988 98 arası Federal Parlamento Meclis Başkanlığı görevini yürüttü. AGİT Parlamenter Asamblesi Başkan Yardımcılığı ve Almanya Delegasyonu Başkanlığı yaptı. 20012002 arası Göç Komisyonu Başkanlığı’nı üstlendi. Şimdi Almanya Halk Eğitim Merkezleri Birliği Başkanlığı’nı yürütüyor. Ayrıca TürkAlman Üniversitesi TAÜ Alman Üniversiteler Konsorsiyumu Başkanlığı görevini sürdürüyor. Demokrasi sizin Müslüman olup olmadığınızı temel alan bir rejim değil Ancak Başbakan Erdoğan, geçenlerde Körfez ülkelerine yaptığı bir ziyarette, Müslüman ülkeler olarak “birbirimize yeteceğimizi” söyledi. Siz bu sözlerden ne anladınız? R.S. Bana göre bu kendi kendine yetme fikri yeni bir blok oluşturuyor. Yani Doğu ve Batı varken şimdi Müslüman olan ve olmayan ayrımları ortaya çıkıyor. Bana göre Müslümanlarla Müslüman olmayan devletler arasında daha fazla denge, alışveriş, daha yakınlık gerekir. Demokrasi sizin Müslüman olup olmadığınıza dayalı bir rejim değildir. Gelelim, sözünü ettiğimiz Arap ülkelerine... Bu ülkelerde Fransız türü bir demokrasi olacağını sanmıyorum. Ama Fransız demokrasisinin ilkeleri bugün o ülkelerde açıkça görülüyor. Yani demek istediğim, Müslüman olanlarla olmayanlar arasında pek bir ayrım yok. Bizler, ülkelerimizde daha fazla özgürlük, daha fazla katılım, daha fazla hukuk isteyen vatandaşlarız. Benim en büyük korkum, halkların yeni bloklara ayrıştırılmasıdır. Bu durum insanların refahına, iyiliğine hizmet etmez. Bütün bunlardan yola çıkarsak, dışardan bakan bir kişi olarak Türkiye için bir şeriat tehlikesi görüyor musunuz? R.S. Biz dışarda olduğumuz için yolunuzun, yönünüzün ne olduğunu pek bilemeyiz. Benim korkum Türkiye’de aşırı sert muhalefet ve aşırı sürtüşmelerle şeriat düzeni yaratılması riskinin arttığıdır. Gazze’ye gittiğim zaman şu gerçeği yaşadım. Yokluk içindeki Filistin halkı Müslüman köktendincilerin etkisi altına girdi. El Fetih ve Arafat, Filistin halkı üzerinde etkili olma fırsatını ellerinden kaçırdılar. Bütün Arap ülkelerinin gerçeği şu: Rejimler zengin, halk yoksul. Olaylar da sanıyorum bu yüzden patlak verdi. Burada vermek istediğim mesaj şu: Yeni bloklar yaratılmasın. Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar keskin bir biçimde bölünmesin. Bakın, Almanya’da büyük bir Müslüman nüfus, toplum içinde barışçı biçimde yaşıyor. ALMANYA DENEY M ÖNEML DERSLER VERD Size tam da o konuyu soracaktım. Bu yıl Türkiye’den Almanya’ya göçün 50. yıldönümü. Bunca yıl sonra Türklerin Alman toplumuna uyumları konusunu nasıl görüyorsunuz? R.S. Türklerin büyük bölümü çok iyi biçimde uyum sağladı. Sorunları olanların yüzdesini tam olarak bilmiyorum. Yüzde 20 mi yüzde 30 mu? Türklerin üç alanda önemli uyum sorunları olduğunu biliyorum. Eğitim, istihdam ve iskân. İş sadece onlara Almancayı öğretmekle bitmiyor. Bu insanlarımıza mesleki eğitim vermek zorundayız. Tabii ki Alman sistemine göre yaşam boyu eğitim önemli. Türkiye ve Almanya’nın yaşam boyu eğitim konusunda işbirliği halinde çalışmaları gerekmektedir. Ama mesleki eğitimde de işbirliği şarttır. Almanya’da iki milyonun üzerinde Türk yaşıyor. Onlara hem genel hem de mesleki eğitim vermeliyiz. Okulda başarılı olamayanlara da fırsat tanımalıyız. Dolayısıyla bu konulara odaklanmamız lazım. Biz Almanya’da çok şey öğrendik. Artık bölünmüş bir toplum değiliz. Farklı kültürel, etnik, dini kökleri olan insanlar bir arada yaşıyorlar. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle