23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 ARALIK 2011 ÇARŞAMBA kultur@cumhuriyet.com.tr 14 Pera Müzesi’nde ‘İspanyol sinemasında gerçekçilik’ KÜLTÜR Server Tanilli’nin Sesi 1974’ün başları olmalı. İstanbul Hukuk Fakültesi’nin birinci sınıf derslerinin yapıldığı büyük amfisinde Server Tanilli’yi Anayasa Hukuku derslerinde ilk dinleyişim. Bir üniversite kürsüsünde “proletarya” sözcüğünü ilk duyuşum. Hocamız anayasaları yapan toplumların değişim ve gelişimlerini anlatırken sınıf savaşımlarının payını vermeyi unutmuyordu. Tarih ve toplumbilimin yanı sıra geniş edebiyat kültürü de onu, dersleri büyük ilgiyle dinlenen öğretim üyelerinden biri yapmıştı. Gür, kendine ve söylediklerine güveni tam bir insanın kararlı sesiydi duyduğumuz. Söylediği her şeye gözü kapalı inanılacak insanlardandı Server Tanilli. En sıradan sözler bile, dünyanın en önemli sözleri gibi ağırbaşlılıkla dökülürdü ağzından. Aynı yıllarda Server Tanilli’nin ünü Şişli İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’nda verdiği Uygarlık Tarihi dersleriyle iyice artmıştı. Bu derslere giren öğrenciler, önlerinde açılan kültür dünyası karşısında büyük hayranlığa kapılıyorlardı. Cenaze töreninde göze çarpan bu okulun öğrencilerine ait pankart, bu hayranlık halesinin kırk yıldır nasıl tükenmeden sürdüğünün de bir kanıtıydı. Tanilli bu dersleri nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde “komünizmi övdüğü” savıyla yargılanmış, aklandığı gün ise faşist kurşunlarla ağır yaralanarak ömrünün sonuna dek sürecek tekerlekli sandalye dönemi başlamıştı. ??? Server Tanilli, sonraki yirmi yıla yakın bir süre yurtdışında yaşadı. Susmamıştı. Yazdığı koca koca kitaplarla halkının aydınlanması için çalışmış, doğru bildiklerini yüreklice söylemekten vazgeçmemişti. Eğitim sisteminin tümüyle çöktüğü bir dönemde tarih ve felsefe alanındaki yapıtlarıyla okurlara sağlam bir tarih bilinci, ayakları yere basan bir felsefe kültürü vermeyi amaçlayan yapıtlar üretmişti... 1999’da TÜYAP Kitap Fuarı’nın onur yazarı seçilmesiyle ülkesine döndü. Havaalanında karşılamaya gelenlerin kalabalıklığı yaşananların unutulmadığını gösteriyordu. O yılın kitap fuarında okurların gösterdiği ilgi ve sevgi inanılmaz boyutlardaydı. Kapıların açılmasından kapanışına dek çevresindeki sevgi halkası hiç azalmadı. Fuarın kapanış saati geliyor, salonun ışıkları kapatılıyor ama insanlar ellerinde kitapları, yaktıkları çakmakların ışığıyla Server Tanilli’nin önünden ayrılmıyorlardı. Yirmi yıl önce öldürülmek istenen insan, ulusal bir kahraman gibi ilgi görüyordu. Aynı günlerde bir televizyon programında ortaöğrenimde kafaların nasıl açıldığına ilişkin kendi yaşamından şu olayı anlatmıştı: Yılın ilk dersinde sınıfa giren biyoloji öğretmenleri kendisini şöyle tanıtır: “Çocuklar ben biyoloji öğretmeniniz Halit Avan. İkinci Sefiller mütercimi Avanzade Süleyman Bey’in oğlu.” Sonra sınıfa sorar: “İçinizde Sefiller’i okuyan var mı?” Yanıt alamayınca ekler: “Sefiller okunmadan dünyaya bakılamaz.” Server Tanilli, Sefiller’i okuduktan sonra bir hafta kitabın etkisiyle hasta olduğunu, kendine gelemediğini ve dünyaya bakışının o günden sonra değiştiğini söylemişti. ??? 8 Kasım 1999 akşamı Pera Palas’ta yapılan onur yazarlığı törenine katılamayan Melih Cevdet Anday, geceye gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Kolay mıdır bunca yıl memleketten bunca ayrı kalmak ve bütün başınızdan geçenleri bir bir hatırlamamak! Ama siz Server Tanilli, bunca acıların hakkından geldiğiniz gibi, bu gerçekleri de yendiniz. Size bir kahramana bakar gibi bakmışımdır, hâlâ da öyle bakıyorum. Aydınlanmacı kişiliğiniz hepimize güç vermektedir.” Sonraki yıllar boyunca Server Tanilli, her yıl kitap fuarını yeni bir yapıtıyla selamladı. İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor? kitabında “Başkalarının mutluluğunu zevk edinmek. XXI. yüzyılda zaferini umduğumuz asıl ütopya olabilir mi?” diye yazmıştı. Server Tanilli’nin o tok sesi kulaklarımızda daha nice yıllar çınlayacak: Hoşça kalınız! ? Kültür Servisi Pera Film, İstanbul Cervantes Enstitüsü işbirliğiyle bugünden başlayarak 25 Aralık’a kadar “İspanyol Sinemasında Gerçekçilik” programını sunuyor. Oyuncu Antonio Banderas’ın fikrinden yola çıkılarak oluşturulan ve Pera Müzesi Oditoryumu’nda gösterime sunulan programda, Luis García Berlanga, Juan Antonio Bardem, Fernando Fernán Gómez ve Carlos Saura gibi İspanya’dan çıkan dünya sinemasının önemli yönetmenlerinin filmleri yer alıyor. ? Kültür Servisi Ümit Ünal’ın son filmi “Nar” 23 Aralık’ta sinemaseverlerle buluşmaya hazırlanıyor. Türkiye prömiyerini geçen ekim ayında 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapan filmde, bir kadının kendi adaletini aramasıyla başlayan bir öykü anlatılıyor. Filmin başrollerinde Serra Yılmaz, İrem Altuğ, İdil Fırat ve Erdem Akakçe yer alıyor. ‘Nar’ 23 Aralık’ta gösterimde ? Kültür Servisi 23 Temmuz’da yaşamını yitiren Amy Winehouse’un bugüne kadar yayımlanmamış kayıtları “Lioness: Hidden Treasures” (Dişi Aslan: Saklı Hazineler) isimli albümde toplandı. Tüm dünya ile aynı anda Türkiye’de de yayımlanan albümde hiç yayımlanmamış kayıtlarla birlikte, bazı klasikleşmiş Amy Winehouse şarkılarının yeni yorumları da dahil 12 şarkı yer alıyor. ‘Dişi Aslan’ın saklı şarkıları Resmi resmeden ressamın itirafları ? 70. yaşını beş sergiyle kutlayan, olgunluk dönemi şiirlerini de kitaplaştıran Komet, üretim tarzını “Ben resmi resmediyorum” diye özetliyor. Sanatçı ayrıca “Kendimi sanat tarihine göre konumlandırmak istememiştim. Resimlerimi Türkiye’de yeterince iyi anlamadılar” şeklinde bir itirafta bulunuyor. EVRİM ALTUĞ İstanbul’daki ‘sürpriz Komet sanat festivali’ beş ayrı sergi ve sanatçının olgunluk dönemi şiirlerinden oluşuyor Komet, 70. yaşını beş ayrı sergi ve bir şiir kitabıyla kutluyor. Helikopter Yayınları’nca, Arthur Rimbaud’nun “Ben Başkasıdır” vecizesine gönderme ile basılan “O Değilse Başkasıdır” kitabıyla, situasyonist harekete sadık ressam ve şairin “Olgunluk Şiirleri” okurla buluşuyor. Sanatçının henüz sona eren Contemporary İstanbul fuarındaki “Esrarengiz” üstbaşlıklı işlerinde ise daha çok “resimsel” problemler öne çıkmakta. Komet bu durumu, sergi kitabında “Soru sormadan, kendi kendilikleriyle var olmayı gerçekleştiren form ve oluşlar, bize kendilerini kabul ettirebilmek için beklenmedik gösterilerde bulunuyorlar” diye ifade ediyor. ‘Emek’i yıktırmayacağız’ ? Kültür Servisi İdare mahkemesinin tarihi Emek Sineması’nın yıkımıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararını kaldırması üzerine Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) tarafından bir açıklama yapıldı.“Beyoğlu Sinema Mezarlığı”nın Emek’i de yutmasına izin verilmeyeceğinin belirtildiği açıklamada, “Bu ülkenin sinemaseverleri ve sinema yazarları olarak, ilk kazma darbesinin indirilmek istendiği anda da Emek’in yanında yer alacağımızın bilinmesini istiyoruz” denildi. karak ürettiği ve Artisan Sanat Galerisi’nde 10 Aralık’a dek sürecek “Neş’e” isimli serisi için de, aynı merak ve coşku geçerli. “Burada ne resim sanatı, ne büyük söylevler, ne ağır sanat yazılarının emri geçiyor. Direkt, doğrudan doğruya, kendi için olan ‘şey’ler, yine direkt olarak konuşuyorlar” diyor bu dizi için. Komet bununla da yetinmiyor, MARS Mimarlık Araştırmaları Stüdyosu’nda 24 Aralık’a dek sürecek “Farkına Varmadan Farkında Olmak” sergisinde aynı dil ve kimlik meselelerinin neticelerini sunuyor. Ressam, kendini “öteki”nin Paris’te yaşayan karikatürist ve desinatör Sinan Bıçakçı’nın bıraktığı ve aslında birer natürmort alıştırması olmak üzere iken Artisan Sanat Galerisi’ndeki bambaşka bir duruma hiz‘Neş’e’ serisinden. met eden özgün soyut izlerde bulmanın coşkusunu bizimle bölüşüyor. Komet ayrıca, aynı dizi için İstanbul’daki “sürpriz Komet “Sürmodern” ifadesini kullanasanat festivali”nin belki de en rak, ortaya koyduğu formların özgürlüğüne işaret ediyor. Tuvali ironik ve dramatik parçaları, Alan bir nevi deney sahası gibi tecrübe İstanbul ve Hayaka Artı’da yerlerini bulmuş. “Ben” problemini eden ressamın bu tavırla yola çı irdelediği sergisiyle Komet, Alan İstanbul’da meslektaşı Fransız Ben Vautier üzerinden eleştirel ilişki kuruyor. Sanatçının Hayaka Artı’da henüz sona eren “Neriman Tuna’ya Saygı” sergisinde ise izleyici bu kez toplumsal bellek problemiyle yüzleşiyor. Komet, boş çerçevelerle de hüznü ve unutkanlığı tazelediği bu sergisinde, 1950’li yıllardan başlayarak İstanbul’da aktif bir hayat yaşamış feminist bir kadının terk edilmiş bulgularına, hak ettiği itibarı iade ediyor. “Artık sergi açmak istemiyorum” derken, şunu ekliyor: “Nasıl ki daha önce ampullerle (‘İdi İdim İdik’ sergisi) ‘Kahrolsun Edison!’ yazdı isem, son zamanlarda da şunu düşlüyorum: Ressamın da kepengi olan bir dükkânı olsun, evine gidecek bir adam geçerken ondan, vitrinde beğendiği bir resim alsın. Daha sonra mutlu, dükkânı kapatıp yemeğe veyahut arkadaşlarla meyhaneye gideyim... Böyle bir mütevazılığı, daha insancıl bir sanatı, küçük insanların küçük dertlerini de konu edebilen, güzellikler vermek isteyen bir yaşamı özlüyorum.” Komet ayrıca, küskün de. “Ne şiirlerimin, ne de resimlerin değerini tam bilemediler,” diyor ve şöyle açıklıyor bu küskünlüğü “Paris’e gittiğim yılların başında, avantgart işler yapıyordum. Figüratif bir resim göstermeye başlamam, modernizm ve onun getirdiği toplum ruh mühendisliği ile hesaplaşma biçimimdi. Kendimi sanat tarihine göre konumlandırmak istememiştim. Resimlerimi Türkiye’de yeterince iyi anlamadılar.” Peki, Komet için bile dünyada hâlâ resmedilemeyecek herhangi bir şey var mı? Yanıt yine Kometçe oluyor: “Ben herhangi bir şeyi resmetmiyorum ki! Resmi resmediyorum. Resim bir ruhtur. Kafamda bir resim tarifi yok, çünkü bir resim yoktur. Geçmiş, içimizde var, değil mi? Gelecek zaten bir proje, bir tasavvur. Şimdi de kayan bir şey ise, demek ki yokuz. İşte resimde, o yakalanmayan anı tespit etmeye çalışıyor olabilirim.” Maskelenemeyecek bir ‘Cesur Adım’ ‘Gerçekler Maskelenmesin’ projesi kapsamında şizofreni hastalarının katıldığı öykü yarışması sonuçlandı Kültür Servisi Şizofreni Dernekleri Federasyonu tarafından Bilim İlaç desteği ile “Gerçekler Maskelenmesin” projesi kapsamında düzenlenen öykü yarışmasının üçüncüsü sonuçlandı. “Ateşin Düştüğü Yerden; Sesler, Yüzler, Öyküler” başlıklı yarışmanın kazananları dün düzenlenen basın toplantısında açıklandı. Sadece şizofreni hastalarının katılabildiği yarışmada birinciliğe “Cesur Adım” öyküsüyle Yasemin Şenyurt, ikinciliği “Deli Sinbad”la Okay Uludokumacı, üçüncülüğe de “Arınma... Hafif Bir Şeyler”le Hasan Emre Keskin değer görüldü. Dereceye giren tüm öyküler Doğan Kitap tarafından “Aklımın İplerini Saldım” adıyla kitaplaştırıldı. Bu yıl ilk kez değerlendirilen “Sürdürülebilir Başarı Öyküleri” bölümünde ise geçen yılların birincilerinden Hüseyin Avni Cinozoğlu ve Süveyda Ölüdeniz’in öyküleri yer alıyor. Bu yıl 45 öykünün katıldığı yarışmanın yazar Mario Levi’nin başkanlığındaki seçici kurulunda oyuncu Tuncel Kurtiz, Doğan Kitap Genel Koordinatörü Deniz Yüce Başarır, Tiyatro Kedi Genel Koordinatörü İpek Altıner, Şizofreni Dernekleri Federasyonu Başkanı Doç Dr. Haldun Soygür ve Bilim İlaç Genel Müdürü Dr. Erhan Baş bulunuyor. Toplantıda, Dünya Psikiyatri Birliği (WPA) Genel Sekreteri olan ilk Türk Levent Küey ve Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ve Psikoterapi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Michaela Amering de dünyada şizofreni ve sosyal projelerin hastalığa etkisini anlattı. Toplantıda konuşan Mario Levi, “Psikotik hasta diyebileceğimiz birçok yazar, birçok eser vermiştir. Bu yarışmanın bana kazandırdığı önemli bir gerçek var, ben öğreniyorum” dedi. Haldun Soygür de şizofreniye ilişkin damgalama eğilimini, dışlayıcı ve ayrımcı tutumları ortadan kaldırmak için verdikleri mücadelede en değerli araçlardan birinin sanat olduğunu söyledi. Bütün dünyadan pek çok sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapan Haus der Kulturen der Welt, Türkiye’den de projeler bekliyor ÖZGÜR ULUSOY Almanya’da bulunan ve bütün dünyadan pek çok sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapan Haus der Kulturen der Welt (Dünya Kültürleri Evi), Türkiye’den de projeler bekliyor. Haus der Kulturen der Welt proje koordinatörü Sigrun Angermann, tema olarak evrensel konuları seçtiklerini vurgularken, Türkiye’den bu doğrultuda gelebilecek önerileri değerlendirebileceklerini söylüyor. Kâr amacı gütmeyen, devletten kaynak alan kültür evi, her yıl insanlık meseleleriyle sanatın birleştiği iki büyük etkinlik düzenliyor. Kimi zaman da farklı ülkelerle ortak geçmişleri ilgilendiren sergiler tasarlanıyor. ‘Göçün ötesinde bir temada buluşabiliriz’ Son etkinlikleri, kültürler ve yemek arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir fotoğraf sergisi, bir sonraki temanın konusu ise animizm olacak. Modern toplumların “ruha” bakışı veya modern toplumlarda ruhani arayış... Angermann, günümüzde herkesin ruhu farklı bir yerde bulduğunu, farklı şekilde tanımladığını belirtiyor. “Bu platform 10 yıl önce, dünyadan başka sanatçılar içindi, sözgelimi Brezilya’dan sanatçı lar geliyordu” diyen Angermann, bu yaklaşımın biraz sömürgecilik sonrasının izlerini taşıdığını, sergilerin de sanattan çok el sanatlarını çağrıştırdığını belirtiyor. Bu yaklaşımın sanatçılar açısından da rahatsız edici olduğunu belirterek, “sanatçılar öncelikle sanatçı olarak görülmek istiyor, etnografik bir köşeye sıkıştırılmak istemiyorlar” diyor. Şimdiye dek Türkiye’den sanatçılarla herhangi bir projeleri olmasa da Türk filmleri festivali düzenlediklerini söylüyor Angermann. Olası bir projenin göç gibi kısıtlı bir temayı değil, daha evrensel bir sorunu içermesi gerektiğini vurguluyor. Türklerin Almanlarla ilgili neler düşündüklerini “Şaban” filminden öğrendiğini söylerken “Türkler, yalnızca Almanya’ya göç eden, orada çalışan insanlar değil. Bu iki büyük ülkenin sanatçıları göç öykülerinin, Şaban’ın altında başka temalarda bir araya gelebilir” diyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle