19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 ARALIK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 999 depreminde ailem İzmir’de, 1 ağabeyim ve ben İstanbul’daydık. Hayatta sadece depremden korkan annem, iki evladının iyi olduğu haberini alana kadar paralanmış, korkunun ürettiği aralıksız sorular sormaya başlamıştı. Ama hiçbir yanıtla rahatlamıyordu. Sonunda, 43’e kadar yavaş yavaş saymasını istedim içinden. “Annem, işte bu süreyle sallandık, anlamadık, korktuk, çaresiz kaldık, bir yerlerde bizden beter şeyler yaşayanların olduğunu anladık” dedim. İzmir’de 1000 karanfil, Silivri’de 1000 gül eylemlerini izlerken, annemin depremden korktuğu kadar korktuğumu hissettim, olanlardan. Ona söylediğim gibi yaptım. İçimden yavaş yavaş 1000’e kadar saydım. Bazı yerlerde biraz hızlı gittim ki herhalde, 987 saniye sürdü. Yani 13 saniye erken bitti, 1000 gündür tutuklu olanların her gününe bir saniye ayıran, sabır hesabım. Ama ben sıcak evimde, her saniyede bir günü bitirmenin huzuru ile rahat, 16 dakika 45 saniyede bile sıkıntıdan patladım, 1000’e kadar sayarken. Aritmetikle de aram iyi değildir. Bir şeyleri çarpıcı hale getirmek için sayılardan da etkilenmem. Yine de elimde telefonun hesap makinesi, basit dört işlemler yaparken buldum kendimi: 1000 x 24 diye mi, 1000 / 365 diye mi üzüleyim; 1000 x 24 x 60 diye mi kahrolayım bilemedim… İçeridekilerin dışarıda kalan yakınlarını topladım, reşit olan kızını, yeni doğan, onlarsız büyüyen çocuğunu, eşini, sevgilisini, dostlarını çıkaramadım. Bugün kimlerin 1000. günü tutukevinde, kimler için daha da fazlası? ??? Bir davanın makul sürede yurtdışı yasağı koymak, gözetim altında tutmak ama serbest bırakmak mümkün olamayacak kadar zor mudur? Yoksa asıl bırakılmama sebepleri devletin hiçbir kurumunun ötekine güvenmemesi midir? Gece arkadaşlarıyla dışarı çıkarsa endişeden uyuyamayacak ebeveynlerin, çocuklarının bir yere gitmesine izin vermemesi gibi, ellerinin altında tutmaya mı çalışır sistem bu insanları ve tüm yakınlarını? ??? Bana “hukuk devleti” ilkesini cümle içinde kullanan kimse, artık bu olanları anlatamaz. Kendi koyduğu kurallara uymayan, muhakemenin üç sacayağının eşitliğini hiçe sayan bir yönetim, en basit ve kolay şekilde yapılacak teamül değişiklikleri ile uluslararası hukuka uygunluğu sağlayabilecek manevra yeteneğinden eksik bir yargı, hukuka güveni kalmamış bir halk… Aramızda en umutlu durumda olanlar içeridekiler belki de. Onlar çıkacaklarına ne kadar emin, ne kadar umutlularsa, dışarıdakiler bir o derece korku dolu, anafikre ters bir cümle kurup konu dışı kalmaktan... Onlar çaresizlik, artık ölüm, sağlıksızlık, dış dünyadan kopuklukları artçılar olarak yaşarlarken biz dışarıdakiler olası depremlerden korkuyoruz. En acısı, her 16 dakika 45 saniyede, bir yerlerde birilerine, bizlerin bildiğinden daha beter şeyler yapıldığının haberleri karşısında, depremlerden gibi korkar olduk… Anlatsanıza bana bu 1000 gündür kimler tutukevinde… Kimler tutuk halinde? Aslıhan Öztezel “Yasaların ırzına geçmek kolaydır. Tecavüz sırasında bağır ıp çağırmazlar.” TALLEYRAND 1000 Deprem bizim yasamızda uzatmalarla, özel yetkilerle 10 yıl olarak düzenlenmiş… Biraz kafası çalışan bir insan evladı, bu çağda hâlâ bir davanın ilk derece yargılamasının nasıl bu kadar uzun sürebileceğini, bana anlatabilir mi acaba? Haydi, onu da anlamış gibi yapayım: İçeride tutulan insanların nasıl olur da suyunu sıkana kadar tüm bildiklerini öğrenememiş olabilirler, hâlâ? Tutuklama için neler gerekiyor, der Ceza Muhakemeleri Kanunu. Kuvvetli suç şüphesi oluşturan olgu, tutuklama nedenlerinden birinin varlığı halinde tutuklama kararı verilir. Diyelim ki kuvvetli suç şüphesini gösteren olgu var… Olgunun ne demek olduğunu pas geçiyorum. Tutuklama nedenlerinden hangisi var? Kaçma şüphesi mi? Delilleri karartma tehlikesi mi? 1000 gündür, yani yaklaşık 3 yıldır, toplanamamış ne delil kalmıştır, eğer kalmışsa normal midir? Bu insanların kaçmamaları için Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Hayat, Bir Balıkçı ve Socrates A çözülmesi kapsamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından belirlenmiş üç kriter vardır: Sanık sayısı, olayın karmaşıklığı ve tarafların tutumu. Makul süre, belli bir süre değildir. Maddi gerçeğe, insan haklarına uygun olarak ulaşılabilecek en kısa zaman beklentisidir. Sanık sayısını anladım, olay tüm kolluk kuvvetleri emrinde olan savcılığın bile anlamakta zorlanacağı kadar karmaşık, onu da anladım. Ama tarafların tutumu diye bir şeye bakamıyoruz, çünkü dava tarafları el altında… Makul süreden gitmeyelim, çünkü benim okuduğum: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tutuklu kalma süresini azami 3 yıl olarak düzenledi. Ama slıhan Öztezel, gençliğine karşın uluslararası değerde, zehir gibi bir ceza hukukçusu. AİHM’de çalışmış, Sorbonne’da master yapan ve halen BÜ’de eğitim ve araştırma görevlisi, üç dil bilen bir akademisyen. Türkiye’de sözde var edilmeye çalışılan “hukuk devleti”nin özde nasıl yok edildiğini gayet net anlatan yandaki yazısının kısaltılmamış aslını, www.mgkmedya.com’ da okuyabilirsiniz. Zaten pek çok değerli kalemi ve Cumhuriyet yazarını aynı sitede bulabilirsiniz. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ‘Yavaşşehir’ler ve Turizm(!) İtalya’dan dünyaya yayılan Yavaşşehir (Cittaslow) hareketi, 5’inci yılında 25 ülkeden 150’yi aşkın katılımla etkin bir uluslararası örgüte dönüşüyor… İlk ve öncü üyemiz Seferihisar ise yeni adaylarımızın saptanması ve başvurularına önderlik ediyor. Yavaşşehirli olmak, kimilerinin sandığı gibi “miskin kentli” olmak değil. Kentin özgün değerlerini yaşatma çabası öncelikli koşul. Örneğin AVM yerine “geleneksel çarşıpazarlarımız”ı geliştirmek; otomobili kent merkezinden çıkararak “yaya”laşmayı ve “bisiklet”i yaygınlaştırmak; “hormonsuz yerel ürünler”le tarımsal kalkınmayı sağlıklı yaşamla bütünleştirmek; turizm için de çok yıldızlı azman tesisler yerine “ev pansiyonculuğu”nun yeğlenmesi demek.. Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in aracılığıyla başvuruları iletilen Gökçeada, Taraklı, Akyaka ve Yenipazar işte bunlara da “evet” demiş oldular... şimdi de sıra “dosyaları hazır” olan Perşembe, Yalvaç ve Vize ilçelerimizdeymiş.. Yıllardır savunduğumuz “kimşamayı özendiren tüm siyasiler ile bürokratlar buyursunlar açıklasınlar... “Neden elalemin uyarılarını bekledik; neden ranta değil insanca yaşamaya yönelik bir kentleşmeyi binyılların uygarlık ülkesinde yaratarak öncelikle biz tüm insanlığa armağan edemedik?” Çünkü Yavaşşehirde kentin sırtından para kazanmaya değil, kenti kuşaktan kuşağa yaşanılır kılmaya öncelik veriliyor.. Ne var ki çiçeği burnunda Yavaşşehirlerimizle ilgili haberlere bakıldığında, kentte hedeflenen “sakin” yaşamın, öncelikle yerel sakinlerin esenliği için değil, daha çok “turistik çekicilik” açısından hedeflendiği yönünde de izlenimler elde ediliyor. Örneğin, Seferihisar’da “2011’in en değerli yatırım fırsatı” sloganıyla pazarlanmaya başlanan yazlık konut arsalarının reklam broşüründeki başlık şöyle: “İstanbul’dan sakin şehre göç başladı.” Broşüre göre “projeleri hazır” arsaları satın alacaklar, “yavaşşehir ilkeleri”yle yaşayacaklarına dair söz de vereceklermiş! Akyaka da yavaşşehir olunduktan sonra artan turist sayısı nedeniyle “yeni turistik tesisler”e ihtiyaç doğduğu belirtilerek otel yatırımcılarına davetiye çıkarılıyor. Hele, Birecik Korkusuz, güvenli sokaklar... Barajı nedeniyle üçte biri Fırat’ın likli ve yaşanabilir kent” özlemi sularına gömülen Halfeti’nin mizin Cittaslow sayesinde bile yavaşşehir özleminin geönemsenmesi, hem coşku verekçesi meğer “turizm”miş! rici hem de düşündürücü. GüOysa gerçek bir Cittaslow nümüzde sömürgeciliğe dayalı küresel kent politikalarına kar olabilmenin öncelikli koşulu, şı “yerel zenginliklerimizi sahip “turistik tesis” ve “yazlık kolenmek” neden ulusal şehircilik nut”ların kısıtlanması; bunların politikamız olamıyor da İtal yerine kent sakinlerinin evleri ya yanların öncülük ettiği Cittaslow da belli bölümlerini değerlenbunu şart koşunca makbule direcekleri “pansiyon turizmi”nin geliştirilmesi… böylece hem geçiyor? Yanıtını ne Soyer’den ne de kentin dokusunun korunması, yeni Yavaşşehir yöneticilerinden hem de turizm gelirinin kent sakinlerince üleşilmesi. Öyle ki evbekliyorum. AVM’lerin kent dışına çıkma lerini pansiyona dönüştürmek sını öngören yasayı 7 yıldır Baş isteyenlere onarım ve mefruşat bakanlık’ta bekletenler; kentle giderleri için kredi olanağı bile rin imar ve ulaşım planlarını hâ sağlanabiliyor. Cittaslow öncülerimiz bu lâ ve sadece otomobile göre düzenleyenler; yapıları yöresel do tarihsel sorumluluğu önemkulara uyarlamak yerine, tek semez; hareketi bir “yerel kaltip apartmanlaşmayı TOKİ’nin kınma aracı”na dönüştürecek önderliğinde tüm yurda musal pansiyonculuk yerine yıldızlı lat edenler; kısaca en küçük tesisler peşine düşerlerse, bu kentte bile dinginlik, huzur ve kez de Yavaşşehir kavramını yöresel karakter yerine tüketimi, ranta alet eden ülke konubetonlaşmayı, nefes nefese ya muna düşmez miyiz? Turist yerine ‘konuk’ ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Amerikalı bir işadamı, Meksika’nın küçük bir kıyı kasabasında, bir iskelede durmuş denizi seyrederken içinde tek bir balıkçı bulunan küçük bir tekne kıyıya yanaşır. Teknede bir sürü büyük, sarı yüzgeçli ton balığı vardır. Amerikalı, Meksikalıyı balıklarının kalitesi için över ve bu balıkları tutmanın ne kadar sürdüğünü sorar. “Çok az” diye yanıtlar Meksikalı. “O zaman neden denizde daha uzun kalıp daha fazla balık tutmuyorsun” diye sorar Amerikalı. Balıkçı, ailesinin acil ihtiyaçlarını karşılayacak kadar balık tuttuğunu söyler. Amerikalı bunun üzerine balıkçıya sorar: “Peki, geriye kalan zamanında ne yapıyorsun?” “Geç yatarım, biraz balık tutarım, çocuklarımla oynarım, karım Maria ile öğlen uykusuna yatarım. Sonra her akşam kasabanın merkezine iner, dostlarımla biraz şarap içerim, gitar çalarım” dedikten sonra “dolu ve meşgul bir hayatım var bayım” diye ekler. Amerikalı dalga geçer balıkçıyla: “Harvard’dan Master derecem var, sana yardım edebilirim. Balık tutmak için daha fazla zaman ayırmalısın, kazandıklarınla daha büyük bir tekne almalısın! Bu büyük tekneyle kazanacağın paralarla bir sürü tekne alabilir, sonunda bir balıkçı filosuna sahip olursun...” Balıkçının dinlediğini gören Amerikalı konuşmasını sürdürür: “Tuttuğun balıkları bir aracıya satacağına doğrudan onları işleyen kişilere satarsın ve sonunda kendi fabrikanı açarsın. Ürünü, üretimi, dağıtımı sen kontrol edersin. Sonra bu küçük kasabadan ayrılıp önce Mexico City’e, ardından Los Angeles’a, oradan da New York’a taşınıp açacağın kendine ait bir firmayı işletirsin.” Balıkçı sorar: “Peki, bayım, tüm bunlar ne kadar zaman alacak?” “On beş veya yirmi yıl” diye yanıtlar Amerikalı. Balıkçı: “Peki, sonra ne olacak, bayım? Amerikalı güler. “Hikâyenin en güzel kısmı da bu” der: “Zamanı geldiğinde şirket hisselerini halka satar, çok zengin olursun. Milyon dolarların olur...” Balıkçı; “Milyon dolarlar mı, bayım” diye sorar: “Sonra ne olacak?” Amerikalı; “Sonra emekli olursun” dedikten sonra konuşmasını sürdürür. “Geç yatacağın, biraz balık tutacağın, torunlarınla oynayacağın, karın Maria ile öğle uykusuna yatacağın, akşamları bir şarap evinde dostlarınla şarap yudumlayacağın, gitar çalacağın küçük bir sahil kasabasına taşınırsın...” ??? Güzel bir öykü değil mi? Bu kıssadan çıkarılacak hissenin ne olduğunu anlamak zor değil. Hayatın, yaşayanın algısına göre değerlendirildiği, milyonlarca ayrıntıdan oluşan, karmakarışık bir süreç olduğunu biliyoruz. Her insanın sanırım birinci dileği yaşadığı/yaşayacağı hayat üzerinde egemen olma şansını yakalamaktır. Sayıları az da olsa böyle insanlar vardır. Geçenlerde 57 yaşında hayata veda eden Brezilyalı futbolcu Socrates Brasileiro Sampaio de Sousa Vieira de Oliveira olan Socrates bu şanslı insanlardan biriydi. 1970’li, 1980’li yıllarda dünyanın en büyük orta saha oyuncularından biriydi. Brezilya’nın Corinthians kulübünde oynadığı 19781985 yılları kısa adıyla Socrates’in altın dönemiydi. 1982 ve 1986 dünya şampiyonalarında Brezilya Ulusal Takımı’nın kaptanlığını yapmıştı. Socrates’in futbolculuğunun yanı sıra önemli bir özelliği de solcu, devrimci bir tıp doktoru olmasıydı. Futbolu, 19641985 yılları arasında hüküm süren askeri diktatörlüğe karşı bir savaşım aracı olarak kullanıyordu. Takımının kazandığı her zaferden, attığı her golden sonra havaya kaldırdığı sol yumruğu Brezilyalıların gözünde umudun simgesiydi. Çok para kazandı fakat yeri egemenlerin, varsılların değil, yoksul halkın yanı oldu. 4 Aralık 2011 günü oynanan Palmeiras karşılaşmasında on binlerce Corinthians yandaşı maç başlarken ayağa kalkıp sol yumruklarını havaya kaldırdı. Bunu gören her iki takımın oyuncuları orta yuvarlakta bir daire oluşturdular. Corinthians oyuncularının sol yumrukları havada, Palmeiraslıların başları öne eğik derin bir sessizlik içinde Socrates anıldı. Bir futbolsever olarak bu devrimci futbolcunun anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Toprağı bol olsun. ‘ G ’ N O K T A S I BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Kuzey ve Orta 1 Anadolu’da orman kenarlarında yeti 2 şen, kurutulmuş 3 meyveleri halk he 4 kimliğinde kullanılan bir ağaççık. 2/ 5 Eğrilmekte olan 6 yün, keten gibi şey 7 lerin tutturulduğu, bir ucu çatal değ 8 nek... Gözleri gör 9 meyen. 3/ Uygun, 1 2 3 4 5 6 7 8 9 tıpatıp gelen... Namaz iba1 R Ö V E Ş A T A detinin birimi. 4/ İçi küf2 E Z İ K L A T A lü bir peynir cinsi. 5/ An3 E G L O G S OM talya’nın Serik ilçesinde E Ş ME bir şelale... Geminin rüz 4 S E L A K B A Ş R gâr alan yanı. 6/ Lityum 5 K Ü R Y A N İ elementinin simgesi... İn 6 O D giliz ve Amerikan ölçü 7 N Ü K T E D O K sisteminde bir alan ölçüsü 8 T R O L İ R A birimi... Şarkı, türkü. 7/ İs 9 Ü Ç Ü R D Ü M lam bilginlerine verilen ad... Üye. 8/ Seyrek dokunmuş bir kumaş cinsi. 9/ Yön göstermek için belli yerlere konulan işaret... Üzeri taze soğan, marul, maydanoz gibi yeşilliklerle örtülerek pişirilen et yemeği. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yerli bir armut cinsi. 2/ Olağanı aşan büyüklüğü olan... Bir meyve. 3/ Cüzam hastalığına verilen bir başka ad... Bir gıda maddesi. 4/ Bir renk... Bir işi doğru ve uygun bulmak. 5/ Sert, katı, sağlam... Hint inanışında aşk tanrısı. 6/ Zihin ve bedence ortaya konan çaba... Kalın bükülmüş sicim. 7/ Boruları döndürmeden eklemeyi sağlayan bağlantı parçası... “Ey Ankara / Ey en iyi kalpli üvey ” (Cemal Süreya). 8/ Çaresiz. 9/ Satrançta bir taş... İri taneli bezelye. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle