22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 ARALIK 2011 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Medreselere Doğru ABD İzlenimleri HP heyetinin son ABD C ziyaretinden edinilen iki dikkat çekici izlenim... Obama ile Recep Tayyip Erdoğan arasında yakın bir ilişki var. Obama, doğrudan temas kurduğu Erdoğan’a güveniyor. Bölgede doğrudan bir askeri harekâtı göze alamayan ABD yönetimi, Suriye’ye karşı taşeronluk üstlenmeye istekli bir Türkiye’den hoşnut. İktidar ile bu denli yakın bir ABD yönetimi ile CHP’nin sık sık sıcak temas kurmasının nedenini sorduk. Şu yanıtı aldık: “Emekli vaizin cemaati ve AKP, ABD yönetimi ve düşünce kuruluşlarının üzerinde çok etkili. Yüz yüze görüşmelerle Türkiye’de muhalefetin farklı düşündüğünü aktarmak yararlı oluyor. En azından tek yanlı bilgilenmemiş oluyorlar.” endisini kurucu olarak “herkesin kendi dini ve felsefi inançlarına göre eğitim ve öğretim yapma hakkını kullanmasına destek ve yardım sağlamak için kamusal alanı etkilemek ve yönlendirmek” amacını güden Ensar Vakfı’na vakfetmiş olan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, okullara “Arapça” dersi koymaya karar verdi. Daha önce bu köşeden duyurmuştuk. Bakanlık Din Öğretim Genel Müdürü İrfan Aycan, imam hatip lisesi müdürlüklerine birer yazı göndererek, Ensar Vakfı tarafından düzenlenen “İmam Hatip Liselerinde Arapça Öğretimi Sempozyumu”na katılımın sağlanması için çağrıda bulunmuştu. Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel geçen hafta bir açıklama yaptı. Diyor ki: ÇOK İNANÇ levi Bektaşi A Federasyonu’nun “Demokratik Anayasa Kurultayı”ndan çıkan sonuç: “Yeni anayasa, çokkimlikli, çokkültürlü, çokinançlı bir anayasa olmalıdır.” Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’e, “Laikliği sürdürmek isteyen bir toplumun, böyle bir anayasası olabilir mi?” diye sorduk. Çok kısa yanıtladı: “Laik devlet tüm inançlara karşı aynı mesafededir, yansızdır. Bunun anayasaya ayrıca konmasına gerek yoktur. Mezhep ile, tarikat ile inançlı bir anayasa olarak ortaya çıkılırsa bunun değil laiklikle, hukukla da, akılla da ilgisi yoktur.” K Haberim Yok “Anayasa Forumu Düşünce ve Eylem Topluluğu” adına yapılacak bir toplantı için Haluk Dural imzasıyla bir çağrı çıkarılmış. Haberlere bakılırsa, davetliler arasında benim de adım bulunuyormuş. Bir gazeteci olarak teşekkür ederim. Ancak gerek topluluğa, gerekse de toplantıya katılım konusunda bana danışılmadığını ve bir çağrı ulaştırılmadığını duyurmak isterim. “Çocuk ve gençlerimizin, yetenek ve olanakları elverdiğinde birden çok dil öğrenmesi, ülkemizin yararınadır. Ne ki Türkçeyle düşünmeyi öğretemediğimiz bireylere eğitimin her aşamasında İngilizceyi dayatan bundan önceki siyasal iktidarların yanlışını bugünkü iktidar, daha büyük bir yanlışla derinleştirme yolundadır. İlköğretimlerin 4. sınıfından başlayarak çocuklara Arapça dersi verilecektir. Önce ‘sosyal bilim liseleri’ne, ‘Osmanlı Türkçesi’ adıyla Osmanlıca dersi kondu. Şimdi de yapay gerekçelerle ilköğretimlere Arapça dersi konuyor. İlköğretimlerde Türkçe ders saati azaltılmıştır; yabancı dil dersi 45. sınıflara haftada 3’er, 678. sınıflara 4’er saat; inkılap tarihi ve Atatürkçülük dersi yalnız 8. sınıflara haftada 2 saat; vatandaşlık ve demokrasi eğitimi yine 8. sınıflara haftada 1 saat; din kültürü ve ahlak bilgisi 4. sınıftan 8. sınıfa haftada 2’şer saat okutulmaktadır. Ancak Arapça Dersi Öğretim Programı, 4 ve 5. sınıflar için haftada 3 ders saati, 6, 7 ve 8. sınıflar için 4 saat üzerinden toplam 648 ders saati olarak yapılandırılmıştır.” Az kaldı, bundan böyle çocuklarımız AKP medreselerinden mezun olacaklar. Kedinin Rengi Benden beklenenin Fransız Meclisi’ndeki oylama hakkında bir irdeleme yazısı olduğunu biliyorum. Yumurta kapıya dayandığında çırpınmak yerine planlı hareket eden bir ülke nasıl olunur? Bunun için bilimsel ve akılcı düşünme yeteneği gelişmiş, girişimci ve projeci insan kaynağı gerek. O nedenle bambaşka bir konuyu anlatacağım bugün sizlere... ??? Çin’in eski devlet başkanı Deng Şiaoping’in bir sözü var: “Kedinin rengi siyah mı, beyaz mı diye tartışmayı durdurun. Kedi fare yakalıyor mu, ona bakın!” Paris’i bırakıp merceğimizi çok uzaklara çevirelim. Hong Kong, Çin’in giriş çıkış kapısı. Bilgi toplumu olmuş bir yer. Nüfusu Türkiye’nin onda birinden az, 7 milyon. Milli geliri yılda kişi başına 32 bin dolar. Hong Kong’da sekiz üniversite var, bunların yedisi devlet üniversitesi. Prof. Ali Beba bir buçuk yıl önce PepsiCo’nun Asya Pasifik Başkanı olan eşi Ümran Beba’yı desteklemek için gittiği Hong Kong’da yaşıyor. Prof. Beba halen Hong Kong Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’nin Girişimcilik Merkezi’ni yönetiyor. Bu üniversite sadece 20 yıl önce kurulmuş. 20 yılın sonunda mühendislik ve bilim alanında dünya üniversiteleri içinde 36’ncı sıraya yükselmiş. İşletme Fakültesi’nin MBA programı ise 6’ncı sırada, Executif MBA’da ise 3 yıldır birinci... Prof. Beba ABD’de akademik faaliyetin içinde olmuş biri olarak diyor ki: “Bilime ve bilgi üretimine hiçbir yerde bu büyüklükte bir destek görmedim.” Üniversite, öğretim üyelerinin mutlaka toplumun hizmet veya ürün olarak kullanabilecekleri işlerle uğraşmalarını istiyor. Devamlı araştırmageliştirme ve inovasyon hali... Bilgiyi üretiyor, öğretiyor ama sonra da bu ikisinin ortalamasından ortaya çıkan ürünü topluma geri veriyor. Felsefe bu. Prof. Beba bu yıl lisans öğrencileri için de girişimciliğin üniversitenin her bölümünde ders haline gelmesini sağlamış. Ayrıca İşletme Fakültesi’nin altı yıldır düzenlediği 1 milyon dolar ödüllü İş Planı yarışmasının yönetimine geçip, bunu bütün disiplinlere açmış. ??? Yukarıda 20 yılda dünyada en iyi ilk 50’ye giren bir üniversitenin öyküsünü okudunuz. Demek ki 20 yılda bu iş olabiliyor. Türkiye’de son 20 yılda 50’den fazla üniversite kuruldu. Ne bunların, ne de öncekilerin hâlâ ilk 500’e girmeleri bile sorun iken, Hong Kong’da 20 yılda bir üniversitenin iyi bir stratejik plan ve kaynakların doğru kullanımıyla nereye gelebileceğini okudunuz. Prof. Beba “Türkiye’de büyüme ile çoğalma arasında bir kavram kargaşası var” derken haksız mı? Çoğalıyoruz, ama büyümekte zorlanıyoruz... Yurtdışında çok saygın işler yapan bilim insanlarımız için buraya geldiklerinde ne olduğunu bilemedikleri bir duraklama dönemi başlıyorsa, o zaman kişiden değil sistemden kaynaklanan bir sorun var ortada... ??? Akademik dünyası fakir olan ülkeler kedinin rengi siyah mı, beyaz mı diye tartışıp durur. Akıl ve bilim öne çıkmadan... Ve sistem düzeltilmeden... Fransa ile de aşık oynatılmaz. Tepeden tırnağa anlayış değişikliği olmadan kedi bir türlü fareyi yakalamaz. dinlemediğini buyurdu ya, TRT’nin klasik müzik yayını yapan Radyo 3’ün yayın alanı daraltıldı. Çocuklara yönelik klasik müzik yayınları yapan “Arkadaşım Müzik” ile Sedat Simavi Ödülü ve Donizetti Klasik Müzik Ödülü kazanan ülent Arınç, B vatandaşların yüzde 92.3’ünün klasik müzik Müzik de Yasak program da yayından kaldırılıyor. Konuyu Meclis gündemine taşıyan CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar “TRT’ye, TRT yönetimine, vatandaşlarımıza, çocuklarımıza klasik müziği ulaştırmaktan neden çekiniyorsunuz?” diye sorup ekledi: “Çok sesli müzik, çok yönlü düşünme yeteneği demektir. ‘Haddeden süzülmüş nezaket, hoşgörü, sevgi, güzellik ve yüksek insani değer’ demektir.” Nezaket, hoşgörü, sevgi, güzellik ve yüksek insani değer istenmiyor demek ki... Tornadan çıkmış gibi bir yığın isteniyor. Ardından yüzde 50 filan derken yetmiş, seksen, doksan, yüzzzz. Havada yüz, karada yüz... MİLİTAN HP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan C üzerinden bir “militan”lık tartışması yürüyor. Bir düşünceye inanmak, o düşüncenin serpilmesi için dirençle uğraş vermek güzel de, militanlık çok da savunulacak bir davranış biçimi olmasa gerek. Geçmişte ülkücü militanlar vardı sözgelimi. Kız olanlarına “asena” deniyordu. “Asena” olmak örneğin, kendisini solda gösterenler için bile hiç de iyi bir şey değil. ‘Soykırım Yoktur’ Demenin Suç Sayıldığı Özgür Düşünceler Ülkesi Fransa SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr 1915 olaylarıyla ilgili “soykırımı reddetmeyi suç sayan” yasa teklifinin Fransız meclisi tarafından hazırlanması Türkiye’deki tüm ana partilerin birleşip mutabakata varmasına yaramıştı. AKP, CHP ve MHP, içişlerinde gösteremedikleri uzlaşma ve ortak hareket mekanizmasını Fransa’ya karşı işletti ve ortak bir bildiri yayımladı. Bildiride Fransa’ya, Afrika’da, Cezayir’de yaşananlar hatırlatıldı ve “Kendi tarihleriyle yüzleşemeyenlerin asılsız iddialar üzerinden Türk tarihine saldırmaları çok ciddi bir samimiyetsizlik göstergesidir” şeklinde ifadelere yer verildi. Ancak bu bildiri ve “sonu kötü olur, sonuçları çok vahim olur” açıklamaları soykırım teklifinin kabul edilmesinin önüne geçemedi… Teklif, 577 üyeli Fransız meclisinde oylamaya katılan 50 milletvekilinin 38’inin evet oyuyla kabul edildi. Yasayla birlikte Fransa’da “soykırım yoktur” diyen 1 sene hapis ve 45 bin Avro’luk para cezasına çarptırılacak. Üstelik yasanın, yüzde 10’u bile bulmayan meclis katılımıyla kabul edilmesi de Fransız milletvekillerinin olaya taraf olmak istemediklerinin ve/veya yasayı içlerine sindiremediklerinin trajikomik bir göstergesi oldu. Neticede bu yasanın, Türk modernleşme ve aydınlanma sürecinde, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet geleneğinde tarihi ve önemli bir yeri olan Fransa’yla Türkiye arasındaki çok yönlü ilişkilerde ciddi tahribatlar yaratacak olması bir yana, Fransız meclisi tarafından kabul edilmesinin sonuçları sadece Fransa’yla da sınırlı kalmayacak, tüm dünya ülkelerini de içine alacaktır. Her şeyden evvel düşünce özgürlüğünün hiçbir yerine konulamayacak olan bu kararın arkasındaki isim ise belli. Sarkozy hazırladığı ve kabul ettirdiği yasa sayesinde hem seçimlerdeki Ermeni oylarına oynuyor hem de Avrupa’da Türkiye düşmanlığına. Bu şekilde Türkiye’yi Avrupa sularından uzaklaştırmayı amaçlıyor. Bu arada düşünce, tartışma ve konuşma özgürlüğünü tam anlamıyla öldürüyor. Aynayı kendimize tutacak olursak; hapishanelerin, düşüncelerini dile getirmek isterken evlerinden toplanan gazetecilerle, öğrencilerle dolup taştığı ülkemizde de düşünce özgürlüğünden söz etmek güç... Ancak elbette bu durum Fransa’nın ayıbını meşru kılmaz. Öte yandan uzun yıllardır ağzımıza almaktan bile köşe bucak kaçtığımız 1915 olaylarıyla ilgili elbette ki araştırmalar yapılmalı, olaylar enine boyuna tartışılabilmeli, gerektiği noktada tarihle yüzleşilmelidir. Kendi geçmişini görmezden gelip kendi tarihi hatalarını yok sayarken ülkesindeki düşünce özgürlüğünü katleden Fransa gibi ülkeler karşısında Türkiye, ancak kendi geçmişiyle yüzleşebildiği, düşünme, konuşma, tartışma özgürlüğünü her şeyden önce kendi ülkesinde yaşatabildiği müddetçe onlardan farklı olabilecektir. Konuşmaktan, tartışmaktan, fikir beyan etmekten kaçınmak tarihi aydınlatmanın önüne çekilecek en büyük settir. Ancak bunu yaparken ya da başka toplumların yapmasını seyrederken toplumsal onurun, ülkesel gücün zayıflamasına da izin verilemez. Bu uğurda gereken noktalarda sert, yerinde ve somut tepkilerle öz savunma yapmaktan kaçınılmamalıdır. Fransa’nın kararının hemen ardından 8 maddelik yaptırım paketi de açıklandı. Fransa’yla askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler şimdilik sonlandırıldı. İkili ilişkilerin bozulması, iki ülke arasındaki işbirliğinin ve dostluğun yok olması kaçınılmazdı elbette; bu durumdan iki tarafın birden zararlı çıkacağı ise kaçınılmaz bir başka gerçek. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN atliam mı, kaza mı? Trafik kazalarının elinin belki de terörden daha kanlı olduğunu gösteren yeni ve çok acı bir olay. DiyarbakırBatman karayolunda tuğla yüklü TIR’ın midibüse çarpması 25 kişinin hayatına mal oldu. 16 da yaralı var. Böylesine acı bir kazanın meydana geldiği yerde bir yol yapım çalışması olduğunun haberini almak ise ne acıdır ki bizi hiç şaşırtmadı. Bir yol çalışması ve bir hatalı sollamanın bedeli: 25 yaşam; 4 aylık engelli bebeklerini hastaneye götüren anne baba, küçük kızını dişçiye götüren baba, ölümü kalp hastası annesinden gizlenen 38 yaşındaki öğretim görevlisi, terhisinin ilk gününde babasıyla birlikte evine dönmeye çalışan genç adam… Hiçbiri artık yok. Kazanın sorumlusu, hatalı sollama yapan şoför kadar, yarım yamalak, bitmek bilmeyen yol çalışmalarını yapan, ardı arkası gelmeden yıkıp yapan, sonra tekrar bozup yeniden yapan şirketler ve onlara bu yetkiyi verenler de değil midir aynı zamanda... sadik.celik.gorus@gmail.com K HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Osmanlılar 1 döneminde İstanbul’un gü 2 venliğini sağ 3 lamakla görev 4 li yeniçerilere 5 verilen ad. 2/ Hz. Muham 6 med’in aile 7 üyelerine veri 8 len ad... Eski ve bilinmeyen 9 bir tarihi anlatmakta 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kullanılan deyim sö 1 T E K T ON İ K zü. 3/ Temiz... Çöl 2 E S A L İ B E Y Arapları. 4/ ABD’ye 3C İ B R E İ S A özgü, ata binme ve 4 İ N İ İ S K A N kement atma gibi be5M T A K A T A cerilere dayalı yarış6 E M İ R A L İ R ma. 5/ Amerika’da 7 N U R S O M A T yaşayan, kedi büyük8 T İ R İ Z R A lüğünde memeli bir K I Ş hayvan... Köpük kı 9 G A M E T vamında, tuzlu ya da tatlı yiyecek. 6/ Akıl... İnce dantel... Boru sesi. 7/ Kokmuş hayvan ölüsü... Yunan abecesinde bir harf. 8/ Orduda malzeme ve personel taşıma işlerini sağlayan sınıf. 9/ Felsefede, bir durumdan başka bir duruma geçmeye verilen ad... İnanmış, aklı yatmış. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlı Devleti’nin sürekli ordusunu oluşturan ücretli askerler. 2/ Muğla’nın bir ilçesi... Kürkü değerli bir yaban kedisi. 3/ Çok esnek bir kumaş cinsi... Kadınların omuzlarını örtmek için kullandıkları geniş atkı. 4/ Bir nota... Yapısına girdiği sözcüğe “kendi kendine” anlamı katan yabancı önek... Pasta hamuru. 5/ Kölelik, kulluk. 6/ Briç, poker, okey gibi oyunları oynayan dört kişilik grup... Bir üretim ya da kullanım süreci sonucunda arta kalan madde. 7/ Bir iskambil oyunu... Mesafe. 8/ Rusya’daki Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti... Utanma duygusu... Bir nota. 9/ Bir adın ya da sözcüğün baş harfi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle