19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 ARALIK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 Şekerde Danıştay’ın iptal kararına karşın düzeltme yapmadan ihale yaptılar. Şekerİş yeniden dava açtı İdare yargıyı dinlemedi ? Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Danıştay’ın fabrikaların kapanmaması için beş yıllık üretim şartını yerine getirmeden yeniden ihaleye çıktı. Bu da yetmezmiş gibi piyasa koşullarına göre zaten zarar edecek söz konusu fabrikaların kapanması gerektiği yönünde savunma yaptı. MURAT KIŞLALI Kırılganlık Ekonomisi “Türkiye ekonomisinde sermaye girişlerinin yavaşlamasıyla birlikte büyüme hızının da gerileyeceğini öngörüyoruz.” Bu yorum, IMF’nin İcra Direktörleri’nin son toplantısına ait. “Öngörünün” önemi, sadece uluslararası bir örgütün Türkiye ekonomisinin yakın geleceğine ilişkin büyüme tahminlerinden (2012’de yüzde 2) ibaret değil kuşkusuz. IMF, bu yorumuyla birlikte son derece önemli bir itirafta bulunuyor: Türkiye ekonomisi yurtdışından sermaye akımları geldiği sürece büyüyebilen, sermaye girişleri yavaşladığında ise durgunlaşan bir ekonomi haline dönüştürülmüştür. Öz olarak söylemek gerekirse, Türkiye ekonomisinin geleceği uluslararası finans sermayesinin kaprislerine terk edilmiş durumdadır. Türkiye 1980’lerden beri adım adım sürdürülen neoliberal kuralsızlaştırma, serbestleştirme ve esnekleştirme politikaları altında kendi iç dinamikleriyle büyüme olanağını yitirmiş; küresel ekonominin taşeronlaştırılmış, kırılgan bir çevre ülkesine dönüştürülmüştür. Yıllardır dile getirdiğimiz bu gerçek, şimdi artık bu politikaların uygulanmasında doğrudan sorumluluğu bulunan IMF gibi bir kuruluş tarafından da itiraf edilmektedir. ??? Cari işlemler açığı ekim ayında 4.1 milyar dolara ulaştı. Eğer on iki aylık verilerle birikimli olarak hesaplarsak cari açık 78.6 milyar doları buluyor. Gene aynı hesapla, geriye doğru son dört çeyrek dönemin milli gelir verileriyle orantıladığımızda da yüzde 9’u aşan bir değer buluyoruz. Türkiye’nin dış dünyayla olan ekonomik ilişkilerinin reel sektör açısından özetini veren cari işlemler dengesi bu veriler ışığında sürdürülemez boyuttadır. Sorunun özü cari açığın mutlak büyüklüğünde değil, bizzat finanse ediliş biçiminde yatmaktadır. Cari işlemler açığı çoğunlukla kısa vadeli olmak üzere, dış borçlanmaya dayanmaktadır ve acilen daha “makul” düzeylere çekilmek zorundadır. Finans burjuvazisi, cari işlemler açığının ardındaki spekülatif nitelikli (sıcak para) sermaye girişlerinin boyutlarından son derece mutlu gözükmekte ve sermaye hareketleri üzerine getirilebilecek kısıtlardan büyük rahatsızlık duymaktadır. Bu çevrelere göre cari işlemler açığına karşılık Türkiye yeterli uluslararası rezerv birikimine sahiptir ve herhangi bir “çalkantı” durumunda bu rezervler güvence sağlamaktadır. Oysa bu sav tamamen yanlıştır. Eylül ayı itibarıyla gözlediğimiz verilere göre kısa vadeli dış borç stokumuz 89.1 milyarı bulmaktadır. Aynı döneme ilişkin TC Merkez Bankası’nın (brüt) döviz rezervleri 87.5 milyar dolardır. Yani Türkiye’nin kısa vadeli dış borç stoku 2001 krizinden bu yana yeniden Merkez Bankası’nın (brüt) döviz rezervlerini aşar konuma gelmiştir. ??? Dile getirdiğimiz değişken yani kısa vadeli dış borç stokunun, Merkez Bankası döviz rezervlerine oranı, hemen bütün derecelendirme kuruluşlarınca ve uluslararası finans sermayesinin “oyuncuları” tarafından bir ülke ekonomisi için ciddi bir kırılganlık göstergesi olarak değerlendirilmekte ve yakından izlenmektedir. Aşağıdaki grafikte 2005’ten bu yana aylık olarak izlenen söz konusu kırılganlık göstergesinin seyrini sunmaktayız. ANKARA Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın (ÖİB) kasım sonunda yapılan şeker fabrikaları ihalelerini, Danıştay’ın daha önce verdiği iptal kararlarındaki gerekçeleri gözetmeden, aynı şekilde yaptığı ortaya çıktı. Danıştay kararında fabrikaların kapanmaması için 5 yıllık üretim şartı konulması öngörülürken ÖİB’nin bu şartları yerine getirmemekle kalmayıp “Özelleştirmenin fabrikaların kapanması için yapıldığı” yönünde savunma verdiği anlaşıldı. Şekerİş de ihaleleri yeniden yargıya taşıdı. Şekerİş avukatı Gökhan Candoğan tarafından Cengiz İnşaat’a bağlı AkCan Şeker Sanayi ile KolinLimak ortaklığının kazandığı Portöy C ve Portföy B şeker fabrikalarının özelleştirme ihaleleri için Danıştay 13. Dairesi’nde açılan iptal davası dilekçelerinde şu ifadelere yer verildi: “Danıştay 13. Dairesi’nin 06.12.2010 tarihli iptal kararında, ‘.. anılan maddede bu süre içerisinde gruba dahil tüm fab rikalarda üretimin sürdürülebilirliğini sağlamak için yeterli önlemlerin alınmadığı anlaşılmaktadır...’ denilerek, hukuka aykırı bulunan temel unsurun, gruba dahil tüm fabrikalarda beş yıl boyunca üretimin sürdürülebilirliğinin sağlanamaması olduğu, açıkça ifade edilmiştir. Buna karşın, savunma dilekçesinin hiçbir yerinde, gruba dahil tüm fabrikalarda, özelleştirmeden sonraki beş yıl boyunca üretimin sürdürülebilirliğinin garanti altına alındığına dair bir cümle yoktur.” Fabrikalar kapansın diye Şekerİş’in dilekçesinde, ÖİB’nin konuya ilişkin “...fabrika bazında üretim şartı ölçek ekonomisine imkân vermeyen, fabrika maliyetleri nedeniyle sektör verilerine göre verimli/kârlı çalışması mümkün olmayan fabrikaların üretime zorlanması demek olacaktır ki bu durumda özelleştirmenin mümkün olmayacağı bilinen bir gerçektir” savunması yaptığına dikkat çekilerek “savunmada özelleştirme sonucunda fabrikaların kapanacağı, kapanması gerektiği ifade edilmiştir” ifadeleri yer aldı. Dilekçede şu ifadelere yer verildi: “Devlet, ekonomik olarak istenen düzeye ulaşmamış illerde çok kapsamlı yatırım teşvikleri ile üretim/istihdam amacını ortaya koyarken davalı idarenin, pancar şekeri üretimini alelade bir ticari faaliyet olarak algılayıp, fabrika bazında üretim/istihdam şartı öngörmeksizin özelleştirmeye gitmesi, teşvik kapsamındaki illerde yer alan şeker fabrikalarının kapanacağını ifade etmesi, büyük bir çelişkinin ve ne yaptığını bilmemenin göstergesidir. Davalı ÖİB’nin, fabrikaların kapanması için özelleştirme yapıldığını ileri sürebiliyor olması dahi, kamu yararı anlayışına çarpık bir bakış açısının göstergesidir. Ülke ve toplum için milyarlarca dolar katma değer üreten bu fabrika/tesislerin kapanması ne gibi /nasıl bir yarar/ fayda sağlayacaktır?” Kamu işçisi enflasyona ezdirildi Ekonomi Servisi Maliye Bakanlığı verilerine göre kamu işçileri AKP’nin iktidar olduğu 2002’den bu yana enflasyon karşında ezildi. AA muhabirinin Maliye Bakanlığı 2012 Bütçe Gerekçesi’nden derlediği verilere göre 19972011 döneminde KİT’lerdeki ortalama ücret artışı yüzde 5.3 ile yüzde 138.9 arasında oldu. Söz konusu dönemde en yüksek ücret artışı yüzde 138.9 ile 1997’de alındı. Son 15 yıllık dönemde KİT’lerde çalışan işçilerin yüzü en fazla 1999’da güldü. 1999’da yüzde 53.1’lik enflasyona karşılık, kamu işçileri yüzde 114.2 oranında ücret zammı aldı. Böylece işçi ücretleri reel olarak 61.1 puan artış gösterdi. AKP’nin iktidarda olduğu yıllarda da kamu işçisi, iktidar partisinin sosyal politikalarından payına düşeni fazlasıyla aldı, 2002’de yüzde 50.1 enflasyona karşın yüzde 36.7 ücret zammı alan kamu işçisi, ertesi yıl ancak enflasyon oranında zam alabildi. Kamu emekçileri yalnız 2005, 2007 ve 2009’da durumu biraz toparlayabildi. Buna karşılık 2002, 2004, 2006, 2008 ve 2010 yıllarında ücret zamları, enflasyonun gerisinde kaldı. Bu yıl içinde ücret artışları yüzde 8 olarak tespit edildi. Enflasyonun da rakamlar çerçevesinde yüzde 9.7 olarak gerçekleşmesi öngörüldü. Bu durumda kamu işçileri, gerçekleşme tahminine göre bu yılı enflasyon mağduru olarak geride bırakacak. 37 ülkenin satın alma seviyesi ölçüldü. Türkiye, listenin 30. sırasında yer aldı Büyük ama fakir ülke: Türkiye Koç.Net’i alan Vodafone ürün çeşidini 125’e çıkardı Ekonomi Servisi Vodafone Türkiye, geçen temmuz ayı sonunda 30 milyon TL’ye satın aldığı Koç.net ile sabit hizmet gelirlerini iki katına çıkardı. Vodafone Türkiye’nin sabit hat gelirleri, 20102011 mali yılında 101 milyon lira olarak gerçekleşmişti. Faaliyetlerine Vodafone Net ismiyle devam edecek olan şirket, mobil ses, sabit ses, mobil internet ve ADSL hizmetlerini daha geniş bir ürün yelpazesiyle sunacak. Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray, “Koç.net’in şirketimize katılmasıyla ürün ve hizmet portföyümüz üç kat genişledi. Altyapı hizmet noktalarımız 1.5 kat arttı. Sabit operatörlerimiz üzerinden taşınan dakika da iki katına çıktı. Sadece sabit hizmetlerimize odaklı çalışan sayımız ise üç kat arttı. Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin yüzde 58’inin tüm iletişim ihtiyaçlarını tek elden karşılıyoruz. Güçlenen teknolojik altyapımız ile müşterilerimize 125’ten fazla ürün ve hizmet sunacağız” dedi. Vodafone Türkiye Kurumsal İş Biriminden Sorumlu İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Phil Patel de yaptığı sunumda, ADSL ve mobil hizmetleri bir arada sunan Vodafone İş Ortağım ADSL Paketi ile işletmelerin toplam telekomünikasyon giderlerinde yüzde 32’ye varan tasarruf sağlayacaklarını söyledi. Vodafone Türkiye, 2010’da da Borusan Telekom’u bünyesine katmıştı. ? Satınalma Gücü Paritesi’ne göre Avrupa’da, 37 ülke arasında en yüksek kişi başına gelir Lüksemburg’da elde ediliyor. Türkiye ile Lüksemburg arasındaki fark 5.5 kat. Ekonomi Servisi Önceki gün açıklanan yüzde 8.2’lik büyüme ile dikkatleri üzerinde toplayan Türkiye, dünkü Satınalma Gücü Paritesi verileri ile bir kez daha ne kadar büyük bir çelişkiler ülkesi olduğunu gösterdi. TÜİK, Satınalma Gücü Paritesi 2008, 2009 ve 2010 yılı Avrupa Karşılaştırmalı Programı sonuçlarını açıkladı. EUROSTAT ve OECD işbirliğiyle yürütülen Satınalma Gücü Paritesi çerçevesinde Avrupa Karşılaştırma Programı’na katılan 37 ülke için 2008 kesin, 2009 ve 2010 geçici sonuçlarına göre, Türkiye listeye son sıralardan girebildi. ülkenin listedeki sırası 30. Bültende Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, Kişi Başına Gerçek Kişisel Tüketime ilişkin göstergeler yer alıyor. Karşılaştırmalar, 27 AB ülkesi, aday ülkeler Türkiye, Hırvatistan, Makedonya ve Karadağ, Avrupa Serbest Ticaret Birliği ülkeleri İsviçre, İzlanda ve Norveç ile Batı Balkan ülkeleri Arnavutluk, BosnaHersek ve Sırbistan’ı kapsıyor. Türkiye’nin 2010 için kişi başına hacim endeksi 49 olarak belirlendi. Buna göre ilk sıradaki Lüksemburg (271) ile Türkiye (49) arasında yaklaşık 5.5 kat fark bulunuyor. İç acıtıcı ve aynı zamanda tiksindirici bir öykü ETİ Seydişehir Alüminyum’un özelleştirilmesinin ardından bugüne kadar yaşanan gelişmeler... Balık hafızalı toplumumuz çoktaaan unuttu. Ülkenin hızla değişen gündemi ve herkesin hukuksuzluklara artık aşina oluşunun da bu unutuşlarda payı var elbette. İtiraf etmeliyim ki bizim de hafta sonu yolumuz Seydişehir’e düşmemiş olsaydı, oradaki insanlarla konuşmasaydık ve döndükten sonra oturup araştırmasaydık 2005 yılından beri yaşanan hukuksuzlukların yolunun AİHM’ye kadar gittiğinin farkında olmayacaktık. TMMO Metalurji Mühendisleri Odası Başkanı Cemalettin Küçük ile konuştuğumuzda “Evet” dedi; “Türkiye’de hukuk kanalları tükenince davayı AİHM’ye (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) taşıdık. 2 ay önce dosyamızın kabul edildiği haberini aldık. Sanırım 1 yıl içinde karar belli olur. Bu arada Başbakan ve Özelleştirme Yüksek Kurulu hakkında da tazminat davası açtık...” Peki ne oldu da bu noktaya gelindi? Dinleyin bakın... 2005 yılında özelleştirmelerin en vahşice yaşandığı dönemde bir ara dillerden düşmeyen bir slogan vardı: “Alüminyum alana baraj hediye.” Seydişehir Alüminyum Tesisleri’nin özelleştirilmesiyle ilgili. Tesisi alana Oymapınar Barajı hediye anlamında. Ve sattılar o yıl… Neyi mi? 1 Seydişehir alüminyum tesislerinin ana fabrikasını. 2 Oymapınar hidroelektrik santralını. 3 Üretime esas olan boraks maden rezervini. 4 Tesisin Antalya’daki mal varlıkları ve limanı. Bütün bu varlıkları CEKA Grubu, 305 milyon dolar karşılığında satın aldı. Sahibi Başbakan Erdoğan’a yakın bir isim, hem de Seydişehir Alüminyum’dan Cari Açığa... Bir Garip Öykü... hemşerisi. Üstelik para kasaya bile girmiyor. Grubun Karadeniz Oto Yolu inşaatından alacağına mahsup ediliverdi. “En az 3.54 milyar dolarlık varlığın 305 milyon gibi komik bir paraya özelleştirildiğini” söyleyen CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, bu özelleştirmenin peşini bırakmadı ve Metalurji Mühendisleri Odası ile Danıştay’da yürütmeyi durdurma ve iptal davası açtı. 29 Haziran 2006’da Danıştay 13. Dairesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Hukuk ve demokrasi şampiyonu bu hükümet ne yaptı? Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına uymadı. 27 Kasım 2007’de Danıştay bu sefer Seydişehir’in özelleştirmesini iptal etti. Hükümet iptal kararına da uymadı. Son olarak geçen yıl Danıştay İdari Dava Daireleri, 13. Daire tarafından verilmiş iptal kararını da onayladı. Anlayacağınız Seydişehir ve öteki varlıkların özelleştirilmesi, en üst hukuk kurulunca durdurulmasına karşı sanki öyle bir şey yokmuş gibi davranıldı. Ve şimdi sıra AİHM’nin kararında… Peki CEKA tesisi satın alınca ne yaptı? ÖİB tesisi alacak firma için şartlar koymuştu: 5 yıl içinde en az 110 milyon dolar yatırım yapılacak. Şirketin üretiminde kullanılan boksit madeninin işlenmeden ihracı yasaklanacak. Oymapınar, otoprodüktör lisansı dışında kullanılamayacak. Elektrik üretiminin en fazla yüzde 25’i diğer kullanıcılara satılabilecek. Hiçbirine uyulmadı. Boksitler şakır şakır satılıyor, Oymapınar’ın elektriği enterge sisteme çalışıyor, yatırım olarak gösterilenler ise göstermelik bina tadilatları... Üstüne üstlük CEKA bonus olarak Seydişehir’in doğalgaz ihalesini de aldı. Yani tam bir tekel hali. Yer darlığından dolayı bırakalım işçilerin 4C statüsüne geçirilerek sürülüp süründürülmelerini bir kenara (malum hikâye) ve gelelim cari açık konusuna. Türkiye’nin en büyük derdi değil mi? Ve yılda 850 bin ton alüminyuma ihtiyacı var ülkenin, başta otomotiv sektörü olmak üzere... Ne yapılıyor peki? 60 bin tonu Seydişehir’den karşılanıyor (özelleştirmeden önce de aynıydı), 15 bin ton kadarı hurdadan dönüştürülüyor. Kalanı ise ithal. Evet, biz boraksı işlemeden satan ve alüminyuma avuç dolusu paralar vererek alan bir milletiz... Sonra da etrafımıza bakar ve “hay allah bu cari açık neden çıktı?” diye söyleniriz... Devlet tekelini yıkmaya kalkarken özel sektör tekeli yaratırız... Seydişehir Alüminyum Tesisleri o ilçenin can damarıydı. Kestiler... Lojmanları, sosyal tesisleri, havuzu, sineması vardı. Yok ettiler... Yolunuz düşerse şöyle bir uğrayın Seydişehir’e, bakın sosyal yaşam ne halde… TÜRKEL MİNİBAŞ’I ANIYORUM ÖZLEMLE... Ah güzel dostum benim... Bugün senin doğum günün... O içten gülüşün ve çocuk gözlerinle karşımdasın yine... Geçen yıl aynı tarihte bu köşeden sana seslenmiştim. 1 yıl geçti aradan; ne kadına karşı şiddette bir arpa boyu yol aldık, ne çevre ile ilgili konularda... Hukuksuzluk hâlâ diz boyu, gazeteciler hâlâ hapiste... Baskı artarak sürüyor, bilgi toplumu olmamız gerekirken “korku toplumu” haline geldik. Ekonomi çöküyor. Geçen yıl, senin “Gözucuyla” köşende sık sık önemli bir tehlike olarak altını çizdiğin Türkiye’nin cari açığı 35.7 milyar doları buldu. “Kaynağı belirsiz halde ülkeye giren miktar ise 1.2 milyar dolar” demiştin. Dün yeni rakamlar açıklandı. Cari açık 65.5 milyar dolara, kaynağı belirsiz para 13 milyar dolara çıkmış... Böyle yönetiliyor işte Türkiye Türkel, nereden geldiği belirsiz paralarla. Ve alkış tutuluyor bu ortama… Umutlu oldun sen daima. “Yılmadan mücadele zamanı şimdi” deyişin hâlâ kulaklarımda... İyi ki var oldun hayatımda… IMF uzmanları, biraz da bu verilere bakarak Türkiye ekonomisinin yakın geleceğini endişeyle izlemekte ve “eğer gerekli tedbirler alınmaz ise Türkiye ekonomisinin sert bir inişe geçeceği” uyarısında bulunmaktadır. Bu satırlarda çok sık dile getirdiğimiz bir gözlemi bir kez daha yinelemekte sakınca görmüyorum: Yeni bir krize en yatkın ekonomi, uluslararası finans sermayesinin en gözde konumunda olan ekonomidir. Kredi kartıyla 1 haftada 1 milyar TL harcandı Ekonomi Servisi Aralık ayı itibarıyla tüketicilerin kredi kartı kullanımı bir haftada 1 milyar TL’nin üzerinde artarak 53 milyar 811 milyon TL’ye yükseldi. Kredi kartı harcamaları 11 ayda 10.2 milyar TL arttı. Tüketici kredileri ise bir haftalık dönemde 543 milyon TL, 11 ayda 37.4 milyar TL artış gösterdi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun verilerine göre bankacılık sektöründe krediler toplamı 2 Aralık itibarıyla 2010 yılı sonuna göre yüzde 26.7 artışla 678 milyar 581 milyon TL düzeyinde gerçekleşti. Öte yandan bankaların KOBİ’lere kullandırdığı krediler ekimde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 43 artışla 158 milyar 305 milyon TL’ye yükseldi. Kredi kullanan KOBİ sayısı bu dönemde yüzde 12.5 artışla 1 milyon 478 bin 762 işletmeye ulaştı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle