28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 KASIM 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER N.eden Ç.aresiziz?!.. Kazan’ın Hukuk Savaşımı “Böyle bir Türkiye yaratmış olanlardan Türkiye adına utanıyorum.” Elli yıllık bir avukat hem mesleğinden uzaklaştırılmak, hem de hapse mahkum edilmek isteniyor... Bunu, hukuk mu istiyor? Bu nasıl hukuk? Kimin hukuku? Ne yapmış o avukat, savunmalarını üstlenmiş haksız yere suçlananların!.. Suçu mesleğini yerine getirmek!.. Turgut Kazan’dır bu avukat. Benim nice yakın dostum, arkadaşım, avukatım... Kaç kez mahkemelerde, çoğu kez askeri yargılamalarda savunmamı üstlenmiş, beni haksız mahkumluklardan kurtarmak için elinden geleni yapmış. Yalnız benim değil, tüm haksızlıklara uğrayan aydınların, yazarların, hatta savcıların?.. ??? “Utanç duyuyorum” diyor. Elli yıllık bir hukuk savaşçılığından sonra yaşadıkları için... Kim cezalandırabilir bir hukuk adamını? İktidarın gücünü elinde tutanlar mı? Bir avukatı meslekten uzaklaştırmaya kalkmak hangi bakanın, başbakanın işidir. “Hukuk dinamizmdir. Eleştirir, dondurursanız hukuku, hayatı dondurursunuz. Ben meslekten yasaklanmaktan korkmuyorum. Kırk dokuz yılın sonunda ileri demokrasi, Turgut Kazan’ı yasakladı. Bu benim için onurdur.” Son beş yılda nice hukuksuzluklar yaşandı, yaşanıyor. Yüze yakın general, albay, subay, yüzlerce gazeteci yazar, aydın, profesör mahkemelerden mahkemelere sürükleniyor. Dar hücrelerde, koğuşlarda çile çekiyor. Bu insanları savunan avukatlar bile zaman zaman içeri alınıyor. Hukuk adı altında bir kesmekeştir gidiyor! Turgut Kazan gibi gerçek avukatlar onların savunmasını yaparken işte böyle yasaklanlarla, hatta mahkumluklarla karşılaşıyor. ??? Bir gidiş ki nereye? Kimse bilmiyor, başını almış bir gemi gibi gidiyor hukuk... Baro başkanları, yüzlerce avukat Kazan’ın yanında. “Kazan’ın savunması Sokrates’inki gibi tarihe geçti” diyorlar. “Yargıçlara, savcılara, sizler de bir gün kürsülerden inecek, bu sıralara oturacaksınız” diyorlar... Turgut Kazan nice serüvenlerden geçti. Zaman zaman hapislerde de yattı. Ama hep doğrunun, iyinin, haklının yanında yer aldı. Hep gerçek bir hukuk adamı oldu. Kazan bir kez daha üstün avukatlığını bu haksız uygulamada da gösterecek, hukuku yozlaştıranlara gerçek bir hukuk dersi verecektir. Tecavüz edenler çocuk kızımız N.Ç’nin adını da elinden aldılar. N.Ç. bir kez daha mağdur. O artık doğduğu adı ile yaşamıyor, önceki adı ile kodlanan adı üzerinden hepimizin söylediklerini, yazdıklarını izleyen genç bir kadın şimdi… N.Ç’ye çocukluğunu ve adını geri veremeyiz, başka çocuklarımızın N.Ç. olmasını önleyebiliriz. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN adınla sorunu olan bir ülke Türkiye. Kadını nereye yerleştireceğini bir türlü bilemez bir halde bocalayıp duruyoruz. Atatürk’ün dirayeti sayesinde Cumhuriyet kadına bir kimlik verdi. Tüm devrimler önemliydi, ancak en önemlisi kadını eşit yurttaş sayan kadın devrimiydi. Eşitliği yasa ile tanımak yeterli değildi kuşkusuz. Kadını toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşamda erkeğin gerisindeki konumundan çıkarmak gerekiyordu. Tek partili süreçte kadın için devrim yapmayı başaran Türkiye, çok partili süreçte kadını eşitlemeyi öncelemedi. Siyaset erkek temsilcilerin elinde senben kavgası etrafında toplumsal sorunlar kazınarak çok partilikten öteye geçemedi. Demokrasi söylem olarak hep var oldu, ancak demokratik devlet olmanın en önemli koşulu olan, devletin hukukla sağlamlaştırılması ve yurttaşlara hukuk sistemi ile vaat edilen eşitliğin yaşam pratiğinde de var edilmesi için samimi ve sürekli çabalar hiç olmadı. “Kadın” demokrasi söylemine sarılanların simgesi olmaktan öteye gidemedi. K rem” olarak gören anlayışın çoğaltılması ile kadın üzerinden sistem dönüştürülürken, kadının zamanla elde ettiği kazanımların azalması ile ödediği bedel de artıyor. “Kimsesizlerin kimsesi” olan Cumhuriyet, inançları alet ederek kadını mağdur eden anlayışa, aklı, bilimi, erdemi ikame ederek kadına sahip çıkmıştı. İnançlar laiklik sayesinde gerçek yeri olan vicdanlarda yer bulmuştu. Şimdi laiklik, Cumhuriyet, Atatürk, tek parti başlıklarında yapılan tartışmaları ibret ve esefle izliyoruz. Bunların arasında başı açık, zihni kapalı kadınlar da var. Atatürk’e saldırma hafiflikleri kadar yer buluyorlar ekranlarda. Bir gün bu sistemin onları da kullandıktan sonra buruşturup bir köşeye fırlatacağını göremeyecek kadar körler. Toplumun en zayıf halkası Tarihte yıpratacak konu aramakla uğraştıklarından ne günü, ne geleceği göremez haldeler. Atatürk’ün laiklikle kazandırdıkları sayesinde bugün elde ettikleri yerden, kendi dışlarındaki kadınlara erkek egemen ideolojiyi giydirmek için sürekli beyin yıkıyorlar. Bu tırnak içindeki söylemleri ile güya özgürlükleri savunuyormuş gibi, iktidara destek çıkarak Türkiye’nin geriye doğru çekilmesine katkı koyuyorlar. Zaman zaman kadına yönelik şiddetin artışı ile ilgili sorunlara değinmek zorunda kaldıklarında kınayıcı sözler ederlerken, erkek egemen siyaseti besleyen destekçi söylem umhuriyet değerlerinden uzaklaştıkça Türkiye, Cumhuriyetin değerlerinden uzaklaştıkça, kadının mağduriyetinin artıyor olması, Cumhuriyet karşıtlarının kadına verdikleri önemin sadece “aile” ile sınırlı olmasından kaynaklanıyor. Kadını “mah C leri ile tezat oluşturuyorlar. “Kadın” ve “çocuk” en zayıf halkası toplumun. En babayiğit sözlerle sahip çıkılan bu iki halkada ikiyüzlülük had safhada. Kadını yücelten pek çok söz kadar, küfrü kadın üzerinden üreten bir kültürde yaşıyoruz. Uçlardayız… Bu uçlarda pek çok kadının yaşamını zindan ediyor, izliyor, üzülüyor ama nedense çözüm yerine yeni sorunlar üretiyoruz. Bunu artık tek güvencemiz olan hukuk sistemine kadar taşıdığımız günümüzde, oturduğumuz yerde attığımız çığlıklar, acı çeken, yaşamını yitiren kadınlarımıza yarar sağlamıyor. Kadına yönelik şiddetin giderek katlandığı; dövülen, öldürülen, tecavüze uğrayan kadınlar sorununun nasıl çözümleneceğine ilişkin somut önlemlerin alınamadığı Türkiye tablosunda, kamuya N.Ç. olarak yansıyan davada, küçük yaştaki kız çocuğuna tecavüz eden 26 kişinin alacağı ceza çok önemliydi. Suç ile ceza oransızlığı yalnız hukuk sistemini zedelemekle ve kamu vicdanını kanatmakla kalmaz, devlete olan güveni sarsar. Tecavüz edenler çocuk kızımız N.Ç’nin adını da elinden aldılar. N.Ç. bir kez daha mağdur. O artık doğduğu adı ile yaşamıyor, önceki adı ile kodlanan adı üzerinden hepimizin söylediklerini, yazdıklarını izleyen genç bir kadın şimdi… N.Ç’ye çocukluğunu ve adını geri veremeyiz, başka çocuklarımızın N.Ç. olmasını önleyebiliriz. Şu ya da bu nedenle çocuk olma hakkının elinden alınmasından, çocukluğunu yaşama güvencesini sağlayamamasından devletin sorumlu tutulacağı bir hukuk düzeni olmadan hiçbirimiz kendimizi güvencede hissedemeyiz. Türkiye’de kadının adının olmadığının kod adıdır bundan böyle N.Ç. Ve kadının erkekle eşitsizliğinin giderek uçurumlaşmasının adıdır. Yazarımız yıllık izininin bir bölümünü kullanacağından yazılarına 3 gün ara vermiştir. Bize Bu Bayramı da Zehir Ettiler Geçen bayramda biz hekimleri “ramazan tatlısı” olarak bayram sofralarına koyanlar, bu bayram “kurban eti” olmamıza karar vermişler anlaşılan. Yiyin beyler yiyin; aksırırsanız, tıksırırsanız, biz yokuz. Yabancı hekimlerinize gidersiniz artık. Biz bu bayram da vatandaşımız ile birlikteyiz. Prof.Dr. Erdener ÖZER İzmir Tabip Odası Başkanı urban Bayramı’ndan hemen üç gün ri demokrasiye övgüler düzenler, milletin önce, ülkemizdeki sağlık sistemini iradesini temsil eden Türkiye Büyük Mildüzenleyen yeni bir kanun hük let Meclisi açıkken, kanun yapma yetkilemünde kararname (KHK) yayımlandı. Biz rini ellerinden bırakmıyorlar. Olağanüstü duhekimlere bu bayramı da zehir ettiler. Ha rumlarda kullanılması gereken bu yetkiye tırlayın! Geçen bayramın arife gününde yü dayanarak, onlarca KHK ile sağlık sistemi rürlüğe sokulan bir başka KHK ile ülkedeki dahil pek çok alanda hukuksal düzenleme sağlık sistemi allak bullak edilmişti. Ka gerçekleştiriyorlar. Sağlık alanında son yayımlanan “Sağlık muda çalışan hekimler serbest çalışma hakkını kaybetmiş, hastalar üniversite has Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun tanelerinin kapılarında mağdur olmuştu. “Millet sevdalısıyız” diye geçinenler, ile Hükmünde Kararname” sağlık çalışanları ve sağlık sistemi açısından pek çok önemli değişikliği getiriyor. Bunlar arasında hekimler için duyarlı olunması gereken birkaçını sizlerle paylaşmak gerekirse: 1 Bundan sonra bakanlığa bağlı ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumları, il düzeyinde Kamu Hastaneleri Birlikleri kurularak işletilecek. Başhekimlerin yerini alacak geniş yetkili profesyonel yöneticiler, kamusal olması gereken alanda özlük haklarımıza karşı nasıl bir yaklaşım gösterecekler? 2 Sağlık Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bir kurula, Türk Tabipleri Birliği Kanunu ile belirlenmiş mesleki etik, özlük ve K eğitim değerleri üzerindeki yetkimizi elimizden alarak, meslekten geçici ya da sürekli men etme karar yetkisinin verilmesi, mesleki örgütlenmeye indirilmiş demokrasi dışı bir hareket değil midir? 3 Ülkemizin sağlık alanında “bölgesel bir cazibe merkezi” haline getirilmesi amacına yönelik olarak, yabancı sermaye ve yüksek tıbbi teknoloji girişinin hızlandırılması için “Sağlık Serbest Bölgeleri” kurulması ne ölçüde kamu yararınadır? 4 Bakanlığın insani ve teknik yardım amacıyla yurtdışında kuracağı geçici sağlık hizmet birimlerinde görevlendirilecek personelin yurtdışındaki görevlerinin, devlet hizmeti yükümlülüğünden sayılması, ilgili mecburi hizmet kanununun çıkmasına gerekçe oluşturan kamusal ihtiyaç ile ne ölçüde bağdaşmaktadır? 5 Bu KHK ile bakanlık kadrolarında tıpta uzmanlık eğitimi veya yandal uzmanlık eğitimi yapanların, eğitim süresi kadar bakanlık kuruluşlarında hizmet yapmakla yükümlü kılınması, uzmanlık belgelerine el konulması ve söz konusu personelden kefalet senedi alınması başka hangi meslek grubuna reva görülmektedir? 6 Son olarak ilgili kanunda yapılan değişiklikle “Türk hekimlerinin” ibaresinin “hekimlerin” şeklinde değiştirilmesi ile yabancı hekim çalıştırılmasının önü yasal olarak açılmıştır. Geçen bayramda biz hekimleri “ramazan tatlısı” olarak bayram sofralarına koyanlar, bu bayram “kurban eti” olmamıza karar vermişler anlaşılan. Yiyin beyler yiyin; aksırırsanız, tıksırırsanız, biz yokuz. Yabancı hekimlerinize gidersiniz artık. Biz bu bayram da vatandaşımız ile birlikteyiz. 9’u 5 Geçe... Daver DARENDE Emekli DiplomatYazar ydınlanmanın bilgesi İlhan Selçuk’un 10 Kasım günü sabahı, 9’u 5 geçe, sirenler çalarken, Boğaz’ın ortasındaki sandalda Gazi için ayağa kalkan iki balıkçıyı sözcüklerle resmedişini, “Atatürk Anadolu’da yaşanan destanın adıdır. Mazlum milletlerin esin kaynağı, kurtuluş ateşidir” sözlerini nasıl unutabilirim? Günümüzde Sevr yandaşları, karşıdevrimciler, bölücüler, Lozan’ı küçümseyenler, emperyalizme karşı yürütülen Kurtuluş Savaşımızın değerini, ne acıdır ki anlayamadılar. Yeni mandacılara ve gençlere Atatürk’ü anlatmak artık çok zor görünüyor. Atatürk’ü iyi anlamalıyız. Atatürkçülük tam bağımsızlık demektir. Atatürkçülük, barış, laiklik, devrimcilik demektir. Yapay Atatürkçülük ve devrim düşmanları hiç A bir dönemde Atatürk’ü ve onun ilkelerini benimsemediler. Ulus devlete ve bütünlüğümüze saldırıların yoğunlaştığı, “Yeni Mandacılar”la gericilerin el ele Atatürk’ü acımasızca aşağılamak için büyük uğraş verdiği bu acılı günlerde bize uygarlık yolunu açan Atatürkçülük ateşini diri tutmak zorundayız. Türkiye, göz göre göre karanlık bir çıkmazın derinliklerine doğru hızla yol alırken, Atatürk’ün bin bir emek ve özveriyle toplumumuza yerleştirmeye çalıştığı devrimler elden gitmek üzeredir. Onun devrimlerine sahip çıkmalıyız. Tüm yaşamını Cumhuriyetimize ve onun değerlerine adayan “Büyük Kurtarıcı”mızı artan bir özlem ve saygıyla anıyorum. “O gün”, ellerimizde birer buket kasımpatı ile Anıtkabir’de buluşalım. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle