24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 KASIM 2011 SALI CUMHURİYET SAYFA 13 Çeviriye yıllarını veren ve bir yüksek lisans programı hazırlayan Öner ve Doltaş işin inceliklerini anlattı Mükemmel bir anadili şart LEYLA TAVŞANOĞLU Prof. Dr. Dilek Doltaş ve Prof. Dr. Işın Bengi Öner, Doğuş Üniversitesi’nin öğretim üyeleri. Dilek Doltaş üniversitenin FenEdebiyat Fakültesi Dekanı ve İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı. Işın Bengi Öner de üniversitenin FenEdebiyat Fakültesi Çeviri Programları Koordinatörü. Çeviri alanında doktora yapan ilk bilim insanımız. Bu iki bilim insanı Türkiye’de pek az kişinin el attığı bir konuya yıllarını vermiş. Nedir bu, diye sorarsanız cevabı “çeviri”. Çevirinin bugünün teknolojisinin kullanılmasıyla yapılması. Doğuş Üniversitesi’nde bu yıl çeviri alanında bir yüksek lisans programı hazırlamışlar. Bu da Türkiye’de bir ilk. Doltaş ve Bengi Öner’le çeviriye nasıl merak sardıklarını ve bugün yapmak istediklerini konu alan konuşmamız Prof. Dr. Dilek Doltaş’ın önce sözü almasıyla şöyle gelişiyor: Anadilini mükemmel derecede bilmeyenlerin başarılı çevirmen olamayacaklarına dikkat çeken Doltaş, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bilgisayar devriminin gerçekleşmesi ve bütün kitlelerin eğitilmesi için çevirinin başka bir biçimde teknolojiyle kullanılması gerektiğini, geleneksel çeviri eğitiminin çok sınırlı kaldığını gördük. Bizim küreselleşme adımını atarken çeviri teknolojileri alanında başka bir adım atmamız şart olmuştu. Işın Hanım’ın uluslararası düzeyde teknolojileri kullanarak çeviri uygulamalarını gerçekleştiriyordu. Böylece Doğuş Üniversitesi’nde bir çeviri Işın Bengi Öner Dilek Doltaş Dildeki nüanslar Doltaş: “Çok iyi bir okur olabilirsiniz ama çok iyi bir çevirmen olamazsınız. Yabancı dil, kültürüyle, nüanslarıyla birlikte çok iyi öğrenilmeli. Anadilini mükemmel derecede bilmeyenler de başarılı çevirmen olamaz. Türkiye’nin uluslararası bir bilim ve kültür merkezi olabilmesi için uluslararası alanda büyük ölçüde geçerli olan bir dili öğrenen aydın kitleye ihtiyaç var.” yüksek lisans programı oluşturmak için birlikte kolları sıvadık. Bu yıl öğrenci alıyoruz.” Şimdi de söz Işın Bengi Öner’de: “Yüksek lisans yaparken zihnimde pek çok soru oluşuyordu. Eksikliğimin Türk dili ve edebiyatı olduğunu anlayınca birlikte yüksek lisans ve doktora programına katıldım. Öğretmenim Prof. Dr. Fahir İz’di. Onunla çalışmaktan büyük keyif almıştım. Çalışmalar sırasında başka sorular da zihnimde belirmeye başlamıştı.” Ne gibi sorular? “Örneğin çevirinin nasıl yapılması, başkalarına nasıl aktarılması gerektiğine ilişkin sorulardı. Herkes çevirinin mekanik bir olay olduğunu sanıyordu. Oysa tabii bu iş yoruma bağlı.” Burada Dilek Doltaş teknik çevirilerin önemine şu sözlerle vurgu yapıyor: “İspanya’nın AB’ye üyelik sürecinde AB müktesebatının İspanyolcaya çevirisi gündeme gelmişti. İspanyollar bu çevirileri mükemmel bir biçimde yapacaklarını söy lemelerine rağmen ortaya çıkan hukuki çevirilerin yanlışlarla dolu olduğu görüldü. Üstüne üstlük o çevirilere dayanarak çıkardıkları kanunlar da yanlışlarla doluydu. Dolayısıyla AB müktesebatını yeniden ele alıp çevirtmek ve kanunları yeniden düzenlemek zorunda kaldılar.” Burada Işın Bengi Öner şu noktalara dikkat çekiyor: “Aynılık örneğin kültürlerarası iletişimde işlemiyor. Aynılık bazen olabilir. Bazen de bambaşka bir şey ortaya çıkabilir.” Öner, dil teknolojilerinin Batı’da Türkiye’ye kıyasla nasıl onlarca yıl önce kullanılmaya başlandığını da şöyle anlatıyor: “Dilek Hanım’la 1990’da Brüksel’e, o zamanki adıyla AT’nin Çeviri Departmanı’nda nasıl çalışmalar yapıldığını incelemeye gitmiştik. Dil teknolojilerini nasıl kullandıklarını görünce Türkiye’de eksik kaldığımızı fark etmiştik. Bir yandan da geleneksel yöntemlerle de çeviriler yapılıyordu. Örneğin Türkçe için bir birim oluşturulmuştu. Bu beni çok etkiledi. O yıllarda ABD’de Silikon Vadisi’nde yazılımların çevirisinin yapılması da söz konusuydu. Büyük şirketler, başta Microsoft, kendi bünyelerinde çeviri birimleri oluşturup lokalizasyon ya da yerelleştirme dediğimiz o yazılımların çevirisini yapıyorlardı.” Bu iki Türk bilim insanı işte böyle ince eleyip sık dokuyarak sonunda Türkiye’de de Batı’daki dil teknolojilerinin geliştirilmesi benzeri çalışmaların yapılabilmesi için kolları sıvadı. Önce Yasalar Değişsin!.. Özel yetkili mahkemelerden tutun da N.Ç. örneğinde ortaya çıktığı gibi yargıya ilişkin bir dizi soru işaretlerinin olduğu bir süreç yaşıyoruz. Kimileri hukukun bittiğini söylüyor, kimileri artık adalet peşinde olduğunu... ??? Haksız, hukuksuz gözaltılar, tutuklamalar... Cezaya dönüşmüş uzun tutukluluk süreleri... Siyasallaşan davalar... 34 yıla uzayan tutukluluklarda yeni deliller bulma arayışları... Artık klişeleşmiş, “kaçma ve delilleri karartma” olasılığına dayanılarak reddedilen tahliye kararları... Bilirkişi raporlarıyla sahte ve üretilmiş olduğu belgelenen delilleri değerlendirmeyen, dikkate almayan bir anlayış... Hücrelerde tüketilen ömürler... İktidar listesiyle oluşturulan HSYK şemsiyesinin altındaki yapılanma... Tahliye istediği için görev yerleri değiştirilen, adeta sürgüne gönderilen yargıçlar... Deniz Feneri davasında görevlerinden alınan savcılar, Mesleğini bırakıp giden hâkimler... Özel yetkili mahkemelerin 12 Eylül’ü aratan uygulamaları. Kısıtlanan savunma hakları, Gazeteci, yazar ve muhalif kimlikleriyle yaptıkları haberler, yazdıkları kitaplar nedeniyle terör örgütü üyesi suçlamasıyla karşı karşıya kalanlar... Pankart açtıkları, iktidar sahiplerini protesto ettikleri için cezaevlerine tıkılan gençler... Kalemi, kitabı suç unsuru sayıp, tutuklamaya gerekçe oluşturanlar... Dağlarda teröre karşı savaşırken duruşmalarda terör örgütü üyesi olmakla suçlanan askerler... Çevreye karşı işlenen suçları ve HES’lere direnişleri bile iktidara yönelik eylem kılıfına sokan iddianameler... N.Ç. örneğinde olduğu gibi erkek egemen bir anlayış ve kamu vicdanını sızlatan kararlar... Habur Sınır Kapısı’na, Silivri Cezaevi kampusuna kurulan mahkemeler... Ve bu yazıya sığmayacak ölçüde daha nice sayısız örnek... Cumhuriyet tarihinde hukukun, adaletin, yargının bu denli tartışıldığı, güven duygusunun bu kadar sarsıldığı bir dönem var mı acaba? ??? Bu tartışmaların ışığında ayları, yılları dört duvar arasında, hatta hücrede geçirenleri düşünün! Bayram günü eşlerine, çocuklarına, akrabalarına, arkadaşlarına sarılamayanları, çocuklarının büyümesini yaşayamayanları düşünün... Ve bütün bunlara seyirci kalanları, susanları... Uzun tutukluluk sürelerinden, geciken adaletten, bu ülkede Cumhurbaşkanı, Başbakan, iktidar üyeleri, muhalefet liderleri, siyasi partiler, barolar ve toplumun büyük kesimi, yakınıyor. Topu özel yetkili mahkemelere atan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, milletvekili seçilenlerin tutuklu kalmasını eleştiriyor. Eğer öyleyse, Sorunları aşacak yasal düzenlemeler niçin sağlanmıyor? Yeni anayasa yapılması gerektiğini söyleyenler, özel yetkili mahkemeleri, ilgili ceza maddelerini niçin değiştirmiyor? Bu değişiklikleri yapacak TBMM’de neden sorunlar ele alınmıyor, ilgili maddeleri değiştirecek yasal düzenlemelere niçin gidilmiyor? Değil elinin, iktidarın gölgesinin bile ulaşmadığı bağımsız ve adil bir yargı, düşünmenin, örgütlenmenin, fikir özgürlüğü ve muhalif olmanın suç sayılmadığı çağdaş bir yasal düzenleme, uluslararası geçerli standartlar bu toplumun hakkıdır. Vicdanlara seslenmekten başka çaresi kalmayanların yaşadığı bir ülke olamayız. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI HARBİ SEMİH POROY [email protected] Çizerimiz yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından çizgilerine bir süre ara vermiştir. Kurban Bayramı ve Silivri Tutsakları… Geçen cuma günü 1. Ergenekon davasını izlemek üzere yurtsever arkadaşlarla beraber, yine Silivri’ye gittik. İstanbul’dan 100 km uzağa atılan o soğuk yığma binalar, tarihimize demokrasimizin yüz akı olarak geçmeyecekler. Büyük ihtimalle ileriki dönemlerde, içinde “demokrasi ve özgürlük panelleri”nin yapılacağı acı bir anı binası olarak saklanacaklar. Bu cezaevi “kampusu” ileride geliştirilerek bir üniversiteye dönüştürülür mü bilemem; keşke o günleri de görebilsek! Pardon, unuttum! Aman anneciğim kızmasın! Öncelikle değerli okurlarımın bayramını kutlarım. Umarım Türkiye’nin bir türlü erişemediği o huzur ve barış dolu günlere her vatandaşımız kendi dünyasında ulaşmaya çalışıyordur. Deneyin barış halkanızı genişletmeyi. Gidin, sorunlarınızı konuşamadığınız bir akrabanız veya dostunuzu arayın, korkmadan konuşun. Ayrıca şu basit cümlenin değerini bilin. Bakın “gidin” diyorum, çünkü istediğiniz yere gidebilirsiniz. Ama herkes aynı durumda değil. Mesela Doğu Perinçek, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, Soner Yalçın, Hikmet Çiçek, Ergün Poyraz, Nedim Şener ve Ahmet Şık da her yere gitmek ister ama en çok havalandırmaya çıkabilecekler yine. Onlar “Neden biz içerideyiz, bunu bilen ve bize anlatabilecek tek Allah’ın kulu var mı?” diye makale ve kitaplarında haklı olarak yakınmaya devam ederken bizim bayramda yaşayabileceğimiz gerçekten “mutlu” bir an olabilir mi? “Ben insanım” diyen herkes, bugünleri tüm ağırlığı ve dramını içselleştirerek geri kalan günlük hayatı yaşamaya mecbur… İki saat boyunca bir sinema salonunda sıkıldığında duvarlara tırmanmak isteyenlere sorarım: Dört yıl içeride yatan siz olsaydınız, ne hissederdiniz? Özel hayatınız, iş hayatınız ne olurdu… Yaşamının hatırı sayılır bir kısmını “içeride” bu akıl almaz nahoş şartlarda geçirirken makale, kitap yazmaya, dik durmaya devam eden her aydın tarihe ayrı bir statüde geçiyor, dosta düşmana parmak ısırtıyor. Mesela Doğu Perinçek. O yaşında cezaevinde Cumhuriyet nöbeti tutarken bir insan nasıl gündemi bu kadar yakından, neredeyse kendi belirleyecek kadar takip edebilir? Bu nasıl bir özgüven ve örnek öncü duruşudur! Uğradığım saldırıdan sonra kendisini ilk defa görmeye gidebildim. Hasretle sarılamadık belki, ama o sıcak sözler ve dostça bakışlarla aradaki 11 metreyi, yani “bir penaltılık” mesafeyi eritebildik. “Evet, bir örgüt var, ama Türkiye’yi parçalayan, tasfiye eden, Amerikan vesayeti altına götüren bir örgüt var. Türk milleti kesinlikle bu komployu yıkacak, tarihe gömecek” diye haykırıyor Perinçek ve hâkimlere soruyor: “Siz bu davanın neresindesiniz? Aleyhinde delil yokken, suçsuz insanlar daha ne kadar içeride kalacaklar? Bu davanın artık son aşamasına gelindi, tarihe karşı sorumluluğunuz var!” Yalnız Perinçek mi? Her biri, Hikmet Çiçek’le başlayarak sırayla tarihi konuşmalar yapıyorlar. Çiçek, emniyette “Ergenekon” adlı hiçbir örgüt izine rastlanılmadığı raporunu hatırlattıktan sonra, “40 yıldır Gladyo ile mücadele eden insanları hapse tıkarak bu örgütle mücadele edemezsiniz” diyor. Düzenledikleri “Susurluk Sempozyumu”na konuşmacı olarak katılan yedi kişinin nasıl olup da Silivri’de yargılandığını soruyor! Mehmet Demirtaş ise hâkime şunları söylüyor: “Sayın hâkim, 3 Ekim’de konuşma hakkımızı 15 dakikaya indirdiniz. Aslında 5 dakikaya indirin derim. Bu davada 15 dakikalık anlatılacak bir şey kalmamıştır. 5 yıldır içerdeyim ve davaya bir açıklama bulamıyorum. Dava Matruşka bebeklere döndü. Devşirmelerin iftiraları, Danıştay davası, molotof davası derken sürüyor. ‘Polis bana bomba verdi’ diyenler kimsenin hoşuna gitmiyor. Kazanın doğduğuna inanıp, öldüğüne inanmayanlar var. Abim intihar etti, annem beyin felci geçirdi.” Başka neler mi oldu? Kerinçsiz, Muzaffer Tekin, Veli Küçük konuştu. Onları dinlerken, “liberal” basında yerden yere vurulan, imajı paramparça edilen bu insanlarla “2. Cumhuriyetçi” kaç yazarın, bir açık oturumda karşı karşıya gelmeye cesaret edeceğini merak ettim. “Yoksa bunu merak etmem de mi yasak?” diye acı acı gülümsedim. Bu ülkede demokrasinin o kadar çok “ucube”(!) tarifi var ki! Sonra duruşma salonunun karşısındaki demokrat insanların mertçe direnişini taşıyan çadırlara uğradık. Dost insanlarla birbirimize moral verip, fotoğraf çektirdik. Bu kurban bayramının, Aydınlanmacı insanların “kurban” yerine kondukları son acı bayram olmasını diledik hep beraber… HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1 SOLDAN SAĞA: 1/ Yaklaşık üç san 1 timetre genişliğinde yumuşak kösele 2 şerit. 2/ Küçük er 3 kek kardeş...Bir ürü 4 nün kalitesini garanti eden işaret. 3/ 5 Kendisine yapılan 6 iyiliğin değerini bil7 meyen... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 8 4/ Bir cins yaban 9 kedisi. 5/ İpucu, belirti... Kişinin öz benliği. 6/ Uzaklık işareti... Dince aziz tanınan kimi kadınlara verilen saygı unvanı... İran’ın plaka imi. 7/ Şamanizmin din adamlarına verilen ad... Doğu Timor’un başkenti. 8/ Bir cins antibiyotik ilaç. 9/ Özen... Kimi Türk lehçelerinde “ağa” yerine kullanılan sözcük. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 H A Z A N B E L 3 4 5 6 7 N T E R İ A T AM L L İ MA İ M R T O Z E R U L E T MU O R A V A J F H A N İ B A 2 A L İ Z E M A N İ V S E İ L N A 8 Ş İ Ş E K 9 YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Bir kitabın sayfalarını süslemeye yarayan küçük motif.... Titan elementinin simgesi. 2/ Lütfi Akad’ın bir filmi... Yapı, yontu gibi şeylerin taslak durumundaki küçük örneği. 3/ Tütsüyle kurutulmuşu oldukça sürümlü olan bir balık... Mazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad. 4/ Bir ilimiz. 5/ Halk dilinde kertenkeleye verilen ad... Eski dilde su. 6/ Antalya’nın bir plajı... Bayağı, sıradan. 7/ Evrensel alıcı olan kan grubu... Bir nota... Bir peygamber. 8/ Rütbesiz asker... Sacda pişirilen küçük ekmek. 9/ Bir tür gemici düğümü. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle