28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 KASIM 2011 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Müzik Sanatımız Nereye gidiyor? Koyunlar ve Çocuklar KUZUYLA çocuğun yan yana gelişi ve yaşama ilk adımlarını henüz yeni atmış sevimli bir hayvan ile küçücük insanoğlunun birbirine bakarak oynaşması herhalde bütün manzume kitaplarının ve çizgi filmlerin en masum görüntülerinden biri sayılmıştır hep. Ama bir bayram sabahı meleyen ve meledikçe sesi gitgide daha acıklı çıkan besili koyun ile bayramlıklarını giymiş ürkek çocuğun sergiledikleri hüzünlü tablo için aynı şeyi söyleyebilir misiniz? Her bayramda arefe günü bile gelmeden başlayan klasik bir tartışmayı yeniden başlatmak çok kişiye densizlik gibi gelse de, aynı konuda birkaç söz etmeden durmak zordur. nanç gereği uyulan bir borcun yerine getiriliş tarzı üzerinde toplum olarak yeterince ve akıllıca tartışabildik mi acaba? Öyle anlaşılıyor ki, bir hayır kurumuna bağışta bulunarak kurban kesiminin çocuk gözlerinden uzak bir yerde bütün gereklere uygun biçimde yerine getirilmesini o kuruma bırakma yöntemi henüz genel bir kabul görmemiştir. Çok kişi için, hâlâ gözleri temiz tülbentle bağlanmış hayvanı yere yatırarak başlayan kesimi çocukların gözleri önünde bütün aşamalarıyla tamamlamak kolay vazgeçilmeyen bir âdet olarak sürüp gidiyor. Aslına bakılırsa, böyle ayrıntılar arasında kaybolmadan bu konuyu da genel eğitim sorunu içine yerleştirip çözmekten başka çare yoktur. Öyle bir yaklaşım ise, eninde sonunda iyi kademelendirilmiş bir öğretim sistemine göre ortaöğretimin lise aşamasında “din ve ahlak bilgisi” adlı bir dersi bütün boyutlarıyla ele alarak yeniden düzenlemeyi gerektiriyor. lışılmış anlamda bir “din dersi” olmamalı bu. Toplumdaki din ya da mezhep anlayışlarıyla ibadet geleneklerini kısaca anlatarak başlayıp meraklar giderildikten sonra etik değerlere ve oradan felsefeye geçerek laik ahlak öğretimine varan bir sistem mutlaka geliştirilmeli ve sorun doğrudan doğruya ulusal öğretimin somut konularından biri olarak ele alınmalıdır. Kurban kesme konusunu bile böyle bir yaklaşımla herkesçe benimsenebilecek çağdaş bir temele oturtmak başarılamayacak bir iş sayılmamalı. Bizde kötü müzik baskın çıkıyor, kötü müzik egemen ve başat! İlginçtir ki söz konusu yâveler, cumhuriyet döneminde yeşeren uluslararası sanat müziğine teğet bile geçmiyor, Mozart’a, Beethoven’e ilişemiyor bile. Daha çok, geleneksel sanat müziğimizi, sonra da halk müziğimizi kemiriyor. Ahmet SAY ökleri yüzyıllar öncesine uzanan iki geleneksel müzik türümüz vardır bizim: Halk müziğimiz ve eskilerin “Divan musikisi” dediği geleneksel sanat müziğimiz. Bu köklü iki müzik türünün kültür mirası olarak önemini, değerini bilmeyen yoktur. Kültür ve Milli Eğitim bakanlıklarımız bilir, radyolarımız, televizyon kanallarımız, müzikle ilgili vakıf ve derneklerimiz bilir, eğitimcilerimiz, Türk müziği konservatuvarlarının açılmasına önayak olanlar bilir, müzikologlarımız, derlemecilerimiz, halkbilimcilerimiz bilir, tarihçilerimiz, siyaset bilimcilerimiz, kültür adamlarımız, devlet adamlarımız, siyaset adamlarımız, yöneticilerimiz bilir… Onlara sorulacak olsa ayrıcasız hepsi, halk müziğimizin ve geleneksel sanat müziğimizin değerini bilmekle kalmaz, bu müziklerin üstün düzeyini, incelikli özelliklerini göklere çıkarır. Ülkemizin kültürel yaşamında en etkileyici öğeler arasında olan bu iki geleneksel müzik türü, günümüzde kültürel yaşamdan giderek elini eteğini çekmekte, daha da kötüsü, bir daha ele geçiremeyeceğimiz değerli yerini, hiçbir yönden değeri bulunmayan popüler müzik çeşitlerine bırakmaktadır. K Popüler müzik türünden ya da başka bir müzik türünden bir eser, herhangi bir müzik parçası, hangi yönlerden değerlendirilir, genel olarak hangi nitelikleri taşımalıdır? Bu soruya yanıt vermek için müzikolog olmak gerekmez. Aklı başında herkes, bir müzik parçasını şu yönlerden değerlendirerek onun düzeyini kestirebilir: ‘Melodik düzey’ İlk ölçüt, “melodik düzey”dir. Parçanın melodisi acaba “vıy vıy vıy” diye hep aynı birkaç sesi mi yineliyor, yoksa az çok inişli çıkışlı, gerilimli ve çözülümlü, dokunaklı bir çizgi mi izliyor? Bunun yanıtını geleneksel sanat müziğimize bakarak verebiliriz: Olağanüstü bir makam zenginliğine sahip olan geleneksel sanat müziğimiz, dokunaklı nağmeleriyle, geçki teknikleriyle, yerinde kullanılan bezeklerle ve onlara uyan seslendirme kavrayışıyla insana derin bir haz verir. Toplum olarak acaba biz, geleneksek müziklerimizin verdiği bu hazzı yok saymaya neden gerek gördük de müzikal anlam taşımayan “yâveler”i benimsedik? Yoksa bu toplum, ters dönen bir tekne gibi alabora mı oldu? Elli yıllık kısa bir süre içinde kitlesel göçler verdi de, milyonlarca insanımız, yerleştiği yeni ortamda düştüğü kültürel boşlukta düzeysizliğe mi yöneldi? Bir müzik parçasının değerini anlamakta başka bir ölçüt, ritmik harekettir. Geleneksel müziklerimizin sergilediği usuller, özellikle aksak ritimlerimiz, Avrupalıların hayran kaldığı özgünlüktedir. Böyledir ama, “yâve”lerimizde kendini sezdiren sağlam bir ritmik hareket yoktur. Yine önem taşıyan göstergelerden biri, “sözlü müzik”lerde güftenin düzeyidir. Hem sanat hem halk müziği geleneğimizde sözler, ustaca söylenmiş şiirlerden oluşmuştur. Bu şiirler acılı macılı değildir, “incelikli” ve “derinlikli”dir. Şimdi bir de günümüzde çok beğenilen ve yaygınlaşan ünlü yâvelerin güftelerindeki içeriğe göz atar mısınız? Çoksesliliğin söz konusu olmadığı bir müzikte “armonik düzey”den bahsedilemez; armoni ölçütünü geçiyorum. “Yâve”lerdeki form ilkelliği nedeniyle “form” konusunu da geçiyorum. Ama “çalgılama” dediğimiz, çalgıların ses özellikleri bakımından birbiriyle ilişkisini özenle belirleyen ölçütü es geçemeyiz. Bir eserin müzikal akışını çalgılara isabetli paylaştırma deneyimiyle geliştirilmiş olan çalgılama geleneklerini besbelli ki “yâve sanatçıları” anlayamıyor, belki de umursamı İ Eğlence müziği Müziğin içinden gelen bir insan olarak hemen belirteyim ki, “Popüler müzik” dediğimiz eğlence müziği çeşitleri, yabana atılamayacak toplumsal bir gereksinimi karşılar. Bu müziklerin, halk müziklerindeki gibi, halkın ortak duygu ve düşüncelerini haykırma işlevini yerine getiremeyeceği açıktır. Ayrıca sanatsal amaçlı “klasik” müziklerin derinlik ve ağırlığıyla karşılaştırılamayacağı da bilinir. Ama popüler müzikler, ilkçağdan günümüze, değişik çağ stillerindeki çeşitli adlar altında, hemen bütün ülkelerde hep yaşamıştır. Antik Yunan’daki şarkılıçalgılıdanslışaraplı Dionysos şenliklerinden günümüze değin çeşitlenerek çoğalan, yaygınlaşan, kapsama alanı cep telefonunu da aşarak bütün kıtalarda ilgi gören popüler müziklerin yerini küçümsemek boşunadır; çünkü eğlence müziği, vazgeçilmez bir toplumsal olgudur. Bu gerçeklere bakarak popüler müzik çeşitlerini bütünüyle küçümsemiyoruz. Öte yandan şunu ekleyelim ki, hiçbir yönden müzikal değeri bulunmayan popüler müzikler de vardır ve bunlar, kimi aydınlanmamış toplumların ya da estetik yönden beğenileri çağdaş anlamda gelişememiş toplumların müziğinde yaygınlaşarak benimsenmişlerdir. A yor, hatta bilerek vuruyorlar geleneğin beline. “Çalgılama”, fazla sayıda çalgının uyuşmayan tınılarıyla hep birlikte çalmaya girişmek değil, deneyimlerin kazandırdığı bilinçle bir araya getirilmiş çalgılar sayesinde “hoş bir sedâ” bırakmak demektir. Geleneksel sanat müzikçilerimizin bu alandaki özenini düşününüz, bir de yenilerde sıkça rastladığımız elektro ya da dijital özellikli çalgılarla yapay sesler üreterek müzik yapanlara bakınız... Müziğin tadını arayanlar, “Eyvah, gelenek elden gidiyor!” diye dövünmeyip de ne yapsın? Şöyle bir soru da geliyor akla: Uzun yıllardan beri geleneksel müziklerimiz üzerine ciddi çalışmalar yapan değerli müzikçiler, ciltler dolusu kitaplar yazarak, Türk müziği devlet konservatuvarları kurarak, korolar oluşturarak, sempozyumlar düzenleyerek, dergiler çıkararak, bıkmadan yazıp çizerek müziğimizi yaşatmaya çalıştılar. Acaba onlar, bu hazin durum karşısında ne gibi tepkiler gösteriyor ve yapılan çalışmalarla biz, kaç arpa boyu yol aldık? Geleneksel müziklerimizi yaşatmak sorumluluğunu, bu ülkenin bir aydını, bir müzik eleştirmeni olarak ben de taşıyorum. Çünkü “iyi müzik”ten yanayım. Ancak, kötü müzikler, basitliğiyle kitleleri kendine çekebiliyor, düzeyli müzik ise yalnızca küçük bir azınlık tarafından izleniyor. Bu durum, tarih içinde birçok ülkede kimi dönemlerde yaşanmış olabilir. Ama o düzeysiz müziklerin hiçbir zaman esamisi okunmamıştır. Bizde öyle değil: Bizde kötü müzik baskın çıkıyor, kötü müzik egemen ve başat! İlginçtir ki söz konusu yâveler, cumhuriyet döneminde yeşeren uluslararası sanat müziğine teğet bile geçmiyor, Mozart’a, Beethoven’e ilişemiyor bile. Daha çok, geleneksel sanat müziğimizi, sonra da halk müziğimizi kemiriyor. Bal... Sabah evden çıktım, karşı parkın ağaçlarına, mavi gökyüzüne asık suratla bakarken içimden geçiyordu: “Bu memleket güzel, ama adam gibi lider bulamadı...” O sırada zınk diye önümde durdu, arabasının camını açtı “Abi beni hatırladın mı?” diye bağırdı... Kimi zaman okurlarımla karşılaştığımda kırdığım potların temkinliliği içinde eğilip yakından yüzüne baktım... Kırmızı bir suratı vardı... Kulakları minik birer uçurtmaya benziyordu, güldüğünde suratının yarısı diş olmuştu. Arabasının vitesini parka geçirdikten sonra camdan elini uzattı: “Canımı veririm senin için...” “Rica ederim” dedim... Beterini söyledi: “Öl de öleyim...” İnsan ne de olsa duygulanıyor: “Öyle deme ama...” “Beni tanımadın mı?” dedi... ? Tanımamıştım, ama benim için ölmeye hazır bir insana “Seni tanımıyorum” diyemedim, gözümdeki gözlüğümü ceplerimde arıyormuşum gibi yaptım... Üsteledi: “Adaşız biz... Beni unuttun mu?..” İster istemez “Bekir, nasılsın?” dedim... Böylece adımı öğrenmiş olduğunu hiç düşünmeden, içimden “Tanımamakla ne kadar ayıp ettik” geçti... ? O andan itibaren bana “Bekir abi” demeye başladı ve arabadan fırladığı gibi “Sana bal vereceğim... Bakanlara götürüyordum... Hediyemi almazsan kahrederim” dedi ve bagajı açtı, tahta kalıplarda petek ballar vardı... Ben “İstemem” dedikçe o bir poşete üç koca kalıp balı koydu, bir yandan da durmadan konuşuyordu: “Anzer balı... Bekir abime vermeden nasıl geçerim?.. Almazsan, şerefsizim konuşmam...” Ben “İstemem” dedikçe o ballarla arabama doğru koşmuştu bile... “Peki... O zaman parasını vereyim...” dedim... Önce “Hayır” gibi bir şeyler söyledi... Tekrarlayınca “Maliyetini ver” dedi... Maliyeti; 300 lira!.. Yıldırım gibi gitti... ? Sonradan düşündüm, bizim evde senede yarım kilo bal yenmez, bana altı kilo bal satmıştı... Bir haftadır arabamın bagajında altı kilo bal ile dolaşıyorum... Kimseye veremiyorum da, dolandırıldığımı bilmesinler... Ve bir daha “Adaşız” diyene atılıp adımı söylemeyeceğim... ? Durumu anladığımda, arkasından bakarak düşündüm; memleketin başına uygun bir lider arıyordum... İşte buydu... Arkasından bağırdım, duymadı... Kaçırdık... Ulusal müzik kültürümüz Ulusal müzik kültürümüz yönünden ne kadar ürkütücü, acı bir durum yaşadığımız ortadayken hiçbir şey yokmuş gibi davranacak değiliz. Peki, ne yapmalı? Sorunu iki yönden kuşatmak gerekir düşüncesindeyim: Birincisi, gerçek müzikten, düzeyli müzikten yana olan herkesin birlikte davranması amacıyla geniş bir müzik cephesi oluşturmak; ikincisi, mevcut iktidarın, doğru bir kültür politikasıyla bundan böyle geleneksel sanat ve halk müziklerimizi çeşitli yollardan desteklemesini istemek. Kimin “millici”, “milliyetçi”, olup olmadığını ve kimin geleneksel müziklerimizden yana destek verip vermediğini görmek için sağlam göstergeler değil mi bu öneriler? Onca müzik derneğimiz, vakfımız, akademik kuruluşumuz var. Onların da desteğiyle geniş, sağlıklı bir müzik cephesi kurmak işten değildir herhalde. Denemek gerek. Büyük Liszt’e Büyük Kutlamalar 19. yüzyılın 3. çeyreğinde kendisi piyanist ve besteci olarak büyük Avrupa şöhretine sahip olduğu bir dönemde henüz bilinmeyen bir genç Wagner’e kanat germiş olan bir Liszt’in, bu genç operacının Rienzi ve Tannhauser operalarının uvertürlerinden piyano için uyarlamalar yaptığı ve kendi konserlerinde çaldığı bilinmektedir. Erhan KARAESMEN ranz Liszt (18111886) 19. yy. Avrupa musiki yaşamının en önde gelen simalarından biriydi. Piyanist, besteci, piyano için müziksel uyarlamacı ve sanat dünyasının dışında döneminin sosyal gelişmelerini izleyip onlara ışık tutmayı becermiş olağanüstü kişiliğe sahipti. Sonraları müzik tarihinin gelişmesi içinde Liszt’in adının biraz kenarlara konarak daha az referans aldığı izlenmiş bulunuyordu. Doğumunun iki yüzüncü yılı, bu büyük adam için saygı duruşları ve kutlamalarla geçti. Batı Avrupa ülkelerindeki büyük anma törenlerine ek olarak en son Ankara’da, Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı’nın yaptığı kapsamlı bir kutlama ve saygı duruşu olayına da tanıklık edildi. İlginç ve renkli bir entelektüel festival boyutuna ulaşan etkinlikler gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın ve Hacettepe Konservatuvarı Orkestrası’nın ve TRT’nin, Ankara Radyosu aracılığıyla radyo ve televizyon yayınlarıyla olayın içinde yer alması sağlandı. Hacettepe Üniversitesi’nin M salonu olarak bilinen tesisi de çeşitli konferansların ve çok özel konserlerin yer aldığı sempozyumların mekânını oluşturdu. Konservatuvar piyano bölümünün gayretli ve verimli bir çalışmasıyla dünyanın çeşitli ülkele F rinden Liszt müziğinin tanınmış yorumcusu çeşitli müzisyenlerin Ankara’da toplanması sağlandı. Özellikle genç kuşak müzikseverlerin yoğun ilgisini çeken sanat günleri yaşandı. Ülkemizin yetiştirdiği en büyük müzisyenlerden ve Liszt uzmanı olarak uluslararası büyük şöhrete sahip İdil Biret festival boyunca anlamlı müziksel katkılarından sonra 22 Ekim akşamı kapanış konserinde Liszt’in 2. Piyano konçertosunu benzersiz bir mükemmeliyette yorumladı. Festivalin en ilginç ve renkli konuklarından biri, şüphesiz Gottfried Wagner idi. Adına kutlamalar yapılan büyük Franz Liszt’in 4. kuşak torunu, müzik tarihinin en büyük opera bestecisi Richard Wagner’in 3. kuşak torunu kişiliği ile Gottfried Wagner seminerleriyle Liszt haftasının akışına önemli katkılarda bulundu. Bu satırların yazarının oturum yöneticiliğiniyönlendiriciliğini yaptığı ve radyotelevizyon kayıtlarına alınan kapsamlı bir toplantıda İdil Biret’in de katkısıyla Liszt’den, Wagner’den, müzik tarihinden ve felsefesinden geniş şekilde söz edildi. Liszt’in kızı ve Wagner’in eşi Cosima’nın da dengeleri değiştirici bir ağırlık koyamamasının sonucu, Liszt’in adının damadı Wagner’in tüm Avrupa medyasında yer kaplayan bağlantılarının ve şöhretinin biraz gölgesine düş tüğü hep söylenegelmiştir. Her iki kanı birlikte taşıyan Gottfried’in biri dedesinin babası öbürü de dedesinin dedesi olan iki müzik dehâsını karşılaştırmalı olarak anlatması benzersiz bir ilgiyle izlendi. Önümüzdeki günlerde TRT yayınlarında yer bulduğunda Gottfried Wagner’in kendi sesinden ve bu satırların yazarının özet tercümesiyle WagnerLiszt ikileminin dile getirilişini izleme fırsatı bulunacaktır. Wagner ailesinin dünyadaki ağırlıklı sosyoentelektüel bağlantıları çerçevesinde Liszt olayını bir miktar ikinci planda tuttuğu olgusu Gottfried Wagner tarafından da açıkça dile getirildi. Aileden müzisyen oluşunun yanı sıra, felsefe ve müzikoloji alanlarında doktora yapmış, ileri entelektüel kişiliğiyle aile içi hesaplaşma ve dengeleşme olgularının da ışığında Liszt’in sadece kişiliğine değil müziğine de bir miktar haksızlık yapıldığı görüşünü ısrarla dile getirdi. 19. yüzyılın 3. çeyreğinde kendisi piyanist ve besteci olarak büyük Avrupa şöhretine sahip olduğu bir dönemde henüz bilinmeyen bir genç Wagner’e kanat germiş olan bir Liszt’in, bu genç operacının Rienzi ve Tannhauser operalarının uvertürlerinden piyano için uyarlamalar yaptığı ve kendi konserlerinde çaldığı bilinmektedir. Ankara Sempozyumu’nun akışı içinde İdil Biret, Gottfried ile yaptıkları birçok özel seminer sunuşunda Tannhauser uyarlamasını çalarak en azından Ankara müzikseverlerinin dikkatlerini bu olay üzerine çekmiş bulunmaktadır. Ancak, sonrasında Wagner’in aynı zamanda kayınpederi de olan Liszt’e aynı yakın ilgiyi göstermekte biraz mesafeli kaldığı olgusunun hafta boyunca birkaç kez altı çizildi. Burada aktarmalı bilgi olarak dile getirdiklerimiz Wagner’in müziğinin heybetli gücünü elbette azaltmaz. Eskilerde Bayreuth Festivali’nde Wagner operaları dinleme şansı bulmuş bir müziksever olarak oralardaki olağanüstü etkilemeleri unutabilmem olanaksızdır. Ama, Liszt’i anma yılında bir LisztWagner ikilemi olgusunun hatırlanmasına kaçınılmaz gözüyle bakılmalıdır. Liszt’in özelliği Liszt ile ilgili ayrıca altı çizilecek bir konu İdil Biret’in kendi adını taşıyan müziksel arşiv dizisine arka arkaya kattığı iki büyük albümünden birinin 9 CD ve 1 DVD’lik bir Liszt paketi olarak kendini göstermektedir. Diğer albümde ise Beethoven senfonilerden Liszt’in yaptığı piyano uyarlamaları da dahil tüm Beethoven yapıtlarının yer aldığı olağanüstü kayıtları yer almaktadır. Öte yandan, besteciliğinin ve müzik insanlığının önemli bir parçasını oluşturan, başkalarının kilit bestelerinden piyano için uyarlamalar yapmış olma gayreti Liszt’in bir diğer önemli özelliğiydi. Bunların ürünü olarak ortaya çıkan Schubert/Liszt, Berlioz/Liszt ve yukarda söz edilen Wagner/Liszt uyarlamalarının bu Liszt albümünde İdil Biret’in olağanüstü seslendirmesiyle birer musiki ziyafeti olarak yer aldığı da hatırlatılmalıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle