19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 KASIM 2011 SALI [email protected] 14 Oğul Cohen ilk kez Türkiye’de KÜLTÜR Hırsız, Alçak ve Yazar “Çiçeklerin Meryem Anası” romanında tanımladığı türden bir çocuktu; “Hayvan gibi avlanan, yüzleri erken kırışan, yanardağı andıran çocuklar ırkı”ndan. Hırsızdı, mülksüzdü, babası belli değildi. Annesi onu doğar doğmaz terk etmişti. On yaşında yetimhaneden kaçtı, hırsızlığa girişti. Üç yıl sonra bir zanaat okuluna kaydoldu ama orada da çok kalamadı. 1926’da, üç ay süren ilk hapishane deneyimini yaşadığında 15 yaşındaydı. Serbest kaldığında uslanmadığı görüldü ve reşit olana kadar kalmak üzere ıslahevine konuldu. 1930’ların sertliği ile ünlü bu ıslahevi Jean Genet’yi gerçek bir suçlu haline getirecekti. Oradan kurtulabilmek için yazıldığı askerlikten ve Fransa’dan da firar eden Genet, bir yıl çeşitli ülkeleri ve hapishanelerini dolaştı, 1937’de yeniden Fransa’ya ve mesleğine döndü. Beş yıl boyunca ya hırsızlık yaptı, ya fahişelik. 1942’de bir kez daha cezaevine düştüğünde olgunlaşmıştı. İlk şiirini yazdı, ilk romanı “Çiçeklerin Meryem Anası” yayımlandı. Bu kitap Andre Gide, Jean Cocteau ve JeanPaul Sartre gibi ünlü yazarların dikkatini çekti, cumhurbaşkanına dilekçe vererek cezasının affını sağladılar. Bu aftan sonra, suç dünyasına dönmedi, kendini edebiyata verdi. ??? Bir mahkum gibi giyiniyordu. Siyah bir tulum, siyah çoraplar ve tahta ayakkabılar. “Çılgın bir imge gücüne sahip olanlar, karşılığında, şu büyük şiirsel yetiye de sahip olmalılar; evrenimiz üzerinde rahatlıkla etki yapmak için, onu ve değerlerini yok sayma yetisi” diyordu. Fransa’daki toplumsal hareketlerden Filistin’e ve Amerika’daki Kara Panterlere kadar çok sayıda mücadeleye destek verdi. 1948’de çıkan “Hırsızın Günlüğü” otobiyografisi sayılır. Hırsızların, fahişelerin, eşcinsellerin, pezevenklerin dünyasına şiirsel bir dille, derin ve incelikli ruhsal çözümlemelerle giren bu roman, erkek egemen toplumun iktidarına, söylemlerine ve davranış kodlarına meydan okur. İktidarın erkek ve polis nitelikleriyle özdeşleşmenin küçültücü hazzını yaşamış olan Genet, kendi deyimiyle “korkak, hain, hırsız ve eşcinsel”dir. Aşağılanmanın ve kendini aşağılamanın doruğunda aziz gibi gezinirken dışında kaldığı dünyaya tuttuğu aynada, ahlak dışılığın, ihanetin, şiddetin imgelerini sergiler. “Balkon” ise tüm eserleri içinde en çarpıcısıdır. Türkiye’de de sahnelenmiş olan bu oyunda yeryüzü egemenlerini alaycı ve acımasız bir dille eleştirir. Genet, seçme hakkını kullanıp kendisini reddeden topluma karşı olmuştur, varoluşunu suçta bulmuş ve kötülüğün düzen tarafından ele geçirilmemek için gerekli olduğunu savunmuştur. Bu tutumu uzun zaman yeraltında yaşayan toplum dışı birinin, birçok insanın dokunmaya bile cesaret edemediği bazı değerlere hayatın içinden yaptığı bir saldırıdır. Ancak Genet, bu saldırıyı vahşi bir şiire dönüştürmeyi başarmış ve yanı başımızda duran ama görmezden gelinen bir dünyayı yasadışının çarpıcı diliyle betimlemiştir. Ölümünden kısa süre önce, atölyesinde ziyaret ettiği yontucu Alberto Giacometti ile yaptığı röportaj ve onun sanatı üzerine yorumunun yer aldığı “Giacometti’nin Atölyesi” adlı sanat kitabı son yapıtıdır. Öldüğünde isteğine uygun olarak Fas’ın Tanca yakınlarında bir hapishane ile genelevin ortasında bulunan küçük bir ispanyol mezarlığına gömülmüştür. ? Kültür Servisi Ünlü sanatçı Leonard Cohen’in oğlu Adam Cohen, “Like A Man” albümünün Avrupa tanıtım turnesi kapsamında ilk kez Türkiye’ye geliyor. Ülkemizde tek konser verecek olan Cohen, 10 Aralık Cumartesi akşamı İstanbul Live sahnesinde olacak. Cohen’in “Like A Man” adlı ilk solo albümünün tamamında, babasına özgü alçakgönüllü, samimi ve romantik tarz dikkat çekiyor. ? Kültür Servisi 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden beş ödülle dönen “Zenne” filmi 13 Ocak’ta sinemalarda. M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın ilk uzun metraj filmi “Zenne”nin başrollerini Kerem Can, Erkan Avcı ve Giovanni Arvaneh paylaşıyor. Zenne 13 Ocak’ta vizyonda ? Kültür Servisi ‘Van depremi ve Türkiye’deki siyasi atmosferin gerginliğinden dolayı’ ertelenen 2. Yılmaz Güney Film Festivali 13 18 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilecek. Kısa film yarışması, belgesel film yarışması ve öykü kısa film yarışması kategorilerinde Batman’da düzenlenecek olan 2. Yılmaz Güney Film Festivali’nde film yapma süreçleriyle ilgili aşamaları kapsayan seminerler, insan Hakları temalı uzun metrajlı film gösterimleri ve sinema üzerine panel ve söyleşilere yer verilecek. Yılmaz Güney Film Festivali Talimhane Tiyatrosu, seks kölesi kadınlar üzerine odaklanan oyunuyla şimdi de turneye çıkıyor Dolmayan bir boşluk alimhane Tiyatrosu’nun geçen sezon sonunda çok kısa bir süre oynayan oyunlarından biri “Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi” kısa bir süre için İKSV Salon’da oynadı. Şimdi de turneye çıkmaya hazırlanıyor. Bu gezginliğin başlıca nedeni altı yıl önce Mehmet Ergen’in canını dişine takarak bir garajdan bir tiyatroya dönüştürdüğü ve bu işi yaptığı günden beri de başını türlü dertten alamadığı Talimhane’deki tiyatro’nun artık hayatımızda olmayacak olması. Şu ya da bu nedenle, Mehmet Ergen ve ekibi havlu attılar. Daha doğrusu buna mecbur bırakıldılar. Lucy Kirkwood günümüzün genç, politik İngiliz yazarları arasında yer alıyor. Tiyatronun, içinde yaşadığımız her tür şiddete tepki göstermek için güçlü bir zemin oluşturduğu gerçeğini o da vurguluyor. “Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi” seks kölesi kadınlar üzerine odaklanan bir oyun. Kirkwood’un diğer oyunlarını okumadım, ama bu yapıtından gördüğüm kadarıyla, İngiliz tiyatrosunda bir önceki kuşakta esen, bugün hâlâ esmekte olan sert rüzgârlardan uzak duruyor. Dili, kanımca bir önceki kuşağın temsilcileri denli vurucu değil. Sanki daha dar bir pencereden bakıyor kapsama alanı çok derin bir olaya. İnsan ticaretini, fuhşu, kadına uygulanan şiddeti bir buzdağının en uç noktasına dokunuşlarla dile getirmeyi amaçlıyor. Bu açıdan; duygusal, küçük bir öykü ile bazı mesajlar veriyor. Olayın sosyal köklerine değinmiyor. Seks kölesi haline getirilmiş olan bir T ? “Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi” kalp nakli geçiren küçük bir kızın sözleri… Esra Bezen Bilgin’in başarıyla canlandırdığı Dijana oyun boyunca hep içine düştüğü boşluğu doldurmaya çalışıyor, tıpkı o küçük gibi. Honeywill uyarlamada bize özgü çizgileri kaçırmamış. Deniz Altun da dramaturg olarak el vermiş uyarlamaya. Dijana İngiltere’de bir Hırvat, bizdeyse bir Ukraynalı. Sonuçta; insan tacirlerinin eline düşen, fuhşa zorlanan dünyada yaygın seks kölelerinden sadece biri Dijana… “Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi” kalp nakli geçiren küçük bir kızın sözleri… Bir yerde okumuş Dijana ve benimsemiş, özümsemiş bu sözleri. Oyun boyunca da hep içine düştüğü boşluğu doldurmaya çalışıyor tıpkı o küçük gibi. Zaman zaman gülümsüyor insan oyunu izlerken ama genelde buruk bir öykü. Belki akılsız ama aklına güvenen, belki çaresiz ama sürekli çareler üretmeye çalışan, ezik ama ezikliği kabul etmeyen bir genç kadının içinde debelendiği daracık dünyada ya da hücrede, hep kendi düşlediği güzelliklerle yaşamaya çalışması. Hayata sarılmak için umudun tükenmemesi gerektiğine kendini inandırması… Oyun, yan yana üç ayrı mekânda geçiyor. İşini yaptığı, müşterileriyle yatıp kalktığı, üstünde bitmeyecek borçlarının hesabını tuttuğu yatak. Bir hücrede kendi gibi bir tutuklu kadınla (Güliz Gençoğlu) paylaştığı yatak ve de ucuz ama süslü çift kişilik bir yatak. Dijana’nın hayatını özetleyen bir semboldür sanki yatak, bu üç yatak. Yataklar üstünde ileri sarar, geri gider yaşam ve de kırılma noktası çocuğunu düşürdüğü o süslü püslü yatak odasının kapısının dışarıdan üstüne kilitlendiği noktadır sanki… Kadına şiddet ve bu şiddetin açılımları tüm sanatlarda ve bu bağlamda tiyatroda da çok yönlü ele alınması gereken bir konu. Sosyal yapı içerisinde ikinci sınıf vatandaşlığa itilerek geniş yapısı kurulan ve bunun parametreleri olarak yayılan şiddet, aşağılama, taciz gibi durumlar yasalarla düzelebilecek mi? Sonuç yine eğitime geliyor, kilitleniyor. Çünkü, bu olgunun yerleşmesi toplumumuza genelde hâkim olan erkek yapısındaki içgüdüsel tortunun temizlenmesi ve kadının konumunun özümsenmesiyle mümkündür. Kırılma noktası Seks köleliği genç kadının; Dijana’nın saflığını, çaresizliğini ve de tükenmesine izin vermediği umutlarını onun ağzından dile getiriyor. Hemen söylemek gerekir ki Esra Bezen Bilgin’in Dijana’sı seyirciyi ilk andan itibaren avucunun içine alı yor. Metin kanımca o denli güçlü değil, ama Esra Bezen Bilgin oyunculuğuyla metne ivme kazandırıyor. Seçil Honeywill’in Türkçeye çevirdiği ve uyarladığı oyunu Mehmet Ergen sahneye koymuş. nko ? Kültür Servisi Flame bugün İş Sanat cia efsanesi Paco de Lu farklı müzik türlerini sahnesinde. Flamenko ile nseri saat ko birleştiren Paco de Lucia ında Cadiz yıl 07 20 or. lıy baş 20.00’de ziğe ve mü an nd Üniversitesi tarafı fahri la ısıy lay do arı kültüre katkıl en iril Paco doktora unvanıyla ödüllend şıyla yeni ayı anl de Lucia, yeni flamenko kabul ediliyor. nesil sanatçıların duayeni Sanat’ta Flamenko rüzgârı İş müziğin yaşayan Varoluşa dair epik bir şölen Altın Palmiyeli son Terrence Malick filmi ‘Hayat Ağacı’ tartışmalı içeriğine karşın çarpıcı görselliğiyle öne çıkıyor SUNGU ÇAPAN C MY B C MY B Amerikan sinemasının 40 yıldır sektöre uzak durmuş, uzun aralıklarla çektiği az ama öz 4 filmiyle (“Badlands” 1973, “Days of Heaven” 1978, “Thin Red Line” 1998, “New World” 2005) özel hayranlar edinerek şimdiden efsaneleşmiş, kendine özgü yaratıcı yönetmenlerinden Terrence Malick’in dindar ve mistik vizyonunun ürünü olan, Cannes’da Altın Palmiye’yle taçlandırılmış, tartışmalı son filmi “Tree of Life Hayat Ağacı” gösterimde. Teolojik yaklaşımla bilimsel bakışın harmanlandığı, fazlasıyla otobiyografikimsi bir aile hikâyesini eksen alarak, evrenin, yeryüzünün oluşumu, varoluşumuz, ölümdoğum, Hıristiyanlık, hayatın anlamı, nasıl başladığı vb. hakkındaki yorumlarını, orta sınıftan, Teksaslı, 3 çocuklu O’Brien ailesinin, 1950’lerden günümüze süregelen ve Dostoyevski’yi aratmayan bir babaoğul çatışmasını da içeren, oldukça dokunaklı epik hikâyesi üzerinden aktarıyor Malick usta. 2 saati aşkın bir süreye yayılmış, herkese bir yerinden değecek duygu parçacıkları ve NASA kaynaklı uzay görüntülerine dayanan, sessiz belgesel bölümlerle deneysel bir kolajı da andıran film, özellikle içinde hissettiği Tanrısıyla sürekli konuşan annede (Jessica Chastain) belirginleşen, aşırı inançlı, ilahi yanlarıyla sonlara doğru biraz bayıyorsa da, farklı bir anlatımın ve yeni bir maneviyat arayışının peşindeki kolaj gibi yapısıyla görkemli bir görsel şölene dönüşüyor. Üniversitede felsefe okumuş ama Heidegger üstüne yazdığı tezini tamamlamamış Malick’in 68 yaşında çektiği, belki de en felsefi ve metafizik eseri niteliğindeki filmi, başına gelen felaketleri Tanrı’ya isyan etmeksizin kabullenmiş Hz. Eyüp’ten, tevekkül mealinde bir alıntıyla başlayıp Malick’e özgü, içses anlatımı, monologlar, göndermeler ve metaforlarla sürüyor. Büyük oğlu Jack’i (Sean Penn) hayatın zorlu koşullarına hazırlamak isteyen, sert bir babayla (Brad Pitt) başına gelen her acıyı Tanrı’nın ? Malick, evrenin oluşumu, varoluş, Hıristiyanlık, hayatın anlamı üzerine yorumlarını, orta sınıftan, Teksaslı O’Brien ailesinin dokunaklı hikâyesi üzerinden aktarıyor. inayeti olarak kabullenen, aşırı dindar, sevecen annenin, ortanca oğullarının ölüm haberiyle evlat acısını yaşadığı filmin ilk yarım saati, Kubrick’in “2001” başyapıtını andıran bir evrenselliğe ulaşıyor yer yer. Annebaba O’Brien’lar üzerinden Tanrıdoğa ikileminde seyreden filmde baba doğaotorite, anneyse inançinayet figürü. Bireylerinin Tanrıyla, doğayla, otoriteyle süregelen ilişkileri arızalı bu Teksaslı ailenin “mikrokozmosundan varoluşun makrokozmosuna” uzanan ve soruların cevapsız kaldığı hikâyesinde, büyük çocuk Jack öne çıkıyor. Zalim doğadansa tanrısal inayeti yeğleyen Malick’in kariyerindeki en okkalı ve ses getirecek işi izlenimi veriyor film özetle. Teknolojinin sürüklediği, günümüzün betonlaşmış, modern dünyasında kayıp bir ruh halinde bedbin dolanıp duran, henüz uygarlığın istila etmediği, engebeli vadilerde masum geçmişini arayan mimar Jack’in, şimdiki zamanla geçmişi arasında gidip gelen, Bach, Mozart, Schumann, Mahler müzikleriyle de bezenmiş hikâyesi, Van Gogh’u akla getiren, görkemli bir ayçiçekleri tarlasının görüntüsüyle biterken meraklısı Tarkovskivari, muğlak ama duyguları tetikleyici, kesinlikle kaçırılmayacak nitelikte bir seyir deneyimini yaşamışlığıyla ayrılıyor salondan. İçeriğindeki giderek rahatsız edici olan Hıristiyanlık çabasının zengin görselliğini az buçuk törpülediği film, son tahlilde, sinemalarımıza son aylarda uğrayan, belki de en önemli filmlerden biri, belki de birincisi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle