25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 KASIM 2011 PAZAR [email protected] 18 AKTÜEL ARKEOLOJİ DERGİSİNİN FOTOĞRAF YARIŞMASI KÜLTÜR Fotoğraf karesinde arkeoloji Kültür Servisi Aktüel Arkeoloji dergisinin Türkiye’nin sahip olduğu arkeolojik ve kültürel mirasa dikkat çekmek amacıyla başlattığı arkeoloji fotoğraf yarışmasının sonuçları belli oldu. Yarışmada, Zeki Yavuzak, arkeoloji ve doğal alanda yangının verdiği tahribatı gösteren fotoğrafı ile “Arkeoloji İnsan ve Tahribat” kategorisinde büyük ödül kazandı. “AygazSagalassos Antik Kenti” kategorisinde, bir antik kentin yeniden ayağa kaldırılışını kaydettiği fotoğrafı ile Ayşe İmamoğlu, “SiemensTroya Antik Kenti” kategorisinde Troya atının gölgesi fotoğrafı ile Mehmet Fatih Yaldız ödüle değer görüldü. Kadir Çivici, Doğacan Onaran, R. Yavuz Ildız da mansiyon ödülü aldı. ‘Pina’ya Oscar yolu Kültür Servisi Alman yönetmen Wim Wenders’ın 2009’da yaşamını yitiren dünyaca ünlü koreograf Pina Bausch’un hayatını anlattığı filmi “Pina” Oscar’da iki ayrı dalda yarışacak. En İyi Yabancı ve En İyi Belgesel Film kategorilerinde yarışacak filmde, koreografın sahneye koyduğu “Café Müller”, “Le Sacre du Printemps”, “Vollmond” ve “Kontakthof” gibi eserlerinden parçalar ile birlikte çalıştığı dansçılarla yapılan röportajlar yer alıyor. Üç boyutlu olarak çekilen belgesel filmin dünya prömiyeri Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Cumhurbaşkanı Horst Köhler’in de katıldığı Berlin Film Festivali’nde yapılmıştı. İstanbul için de “Nefes” isimli bir eser yazıp yöneten Bausch, dans tiyatrosu akımının öncülerinden sayılıyor. Oscar Akademisi, elemeleri yaptıktan sonra her dalda yarışacak beş filmi 24 Ocak’ta açıklayacak. Oscar ödülleri sahiplerini 26 Şubat’ta bulacak. Yasa Tamam, ya Kafa? Sevgili okurlar, içinizde kimilerinin “yine mi kadın sorunları…” dediğini duyar gibi oluyorum. Ama kadına karşı şiddet, vahşet, cinnet, öfke, kin, intikam, cinayet ve ayırımcılık ülkemizdeki gibi korkunç boyutlara ve yaygınlığa ulaştığında, inanın günde üç öğün bu konuyu gündeme getirmek bile yetmeyebilir! Dünkü gazetede okudunuz. İstanbul’da imzalandığı için adına “İstanbul Sözleşmesi” de denen, Avrupa Konseyi’nin “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi” sözleşmesi TBMM’de kabul edildi ve yasalaştı. Kafalar değişmedikten sonra, yasa değişmiş ne yazar diyebilirsiniz elbet… Ve içimden size hak vermek gelebilir… Ancak doğru değil bu! Unutmamak gerek ki yasa değişmeden de hiçbir şey olmaz! Yasanın değişmesi bir ilk adım. Bu değişim her şeyden önce devletin yükümlülüğünü arttırıyor. Bu değişim kâğıt üstünde bir gül bahçesi. Her önlem alınmış, her şey düşünülmüş: Bundan böyle gelenekti, örf ve âdetti, “namus”, töreydi, öldürmeye gerekçe olamayacak. Şiddete ilişkin hiçbir eylem cezasız kalmayacak. Ceza indirimi olmayacak. Şiddet mağdurları korunacak. Sığınmaevlerinden izleme komisyonlarına; polis ve savcıların eğitiminden bu konunun resmi eğitim ve öğretim müfredatlarına yerleştirilmesine … Yok, yok… Yeter ki uygulamaya geçilebilsin! Gelin görün ki daha bu sözleşme Meclis’te oylanırken, Yargıtay Başsavcılığı, “utanç davası” dediğimiz davanın kararına itiraz bile etmedi! Yani 13 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenlere “ama kızın rızası vardı” diye ceza indirimi yapanlara hak verdi… Yani daha çok, daha çok tecavüze, şiddete davetiye çıkardı. Zaten aynı davada “zorla kaçırıp alıkoyma”dan bir zaman aşımı söz konusuydu; eh 13 yaşındaki çocuğun rızası da olunca herifler yırtıverdi… İsyan ediyorum: O, “erkek” demeye dilimin varmadığı 26 herifin ilişkileri amma güçlüymüş meğer! Bu nasıl bir herif dayanışmasıdır! Benim aklım bir türlü almıyor! Birkaç gün sonra (30 Kasım’da) benzer bir başka davanın duruşması var: Anımsayacaksınız, Siirt’te ilköğretim öğrencisi 4 kız çocuğuna tecavüzden 35 sanık yargılanıyor. Öğrencilerin yaşları 1416 arası. Olay, çocukların rehber öğretmene olanları anlatmasıyla ortaya çıkmıştı. Sanıklar arasında kamu görevlileri de var. Okul müdür yardımcısı kaçak… Bilmiyorum, Türkiye’nin her yerinden yükselen “Artık yeter!” çığlıkları, her gün ortaya konan tepkiler, Siirt’teki davanın seyrini değiştirir mi; yoksa erkek egemen sistemde, heriflerin suç ortaklığı, cemaat ilişkileri, zorbalık ve çıkar dayanışmaları bir kez daha egemen olur mu? Ülkemde varla yok arasında gidip gelen adalet, hak ve hukuk duygusu bir kez daha yara alır mı? Belki de bütün bunları yazmak yerine o savcılara, yargıçlara, Kadın Federasyonu Başkanı’nın sorduğu soruyu sormak daha etkili olabilir: “Ya o, sizin kızınız olsa ne yapardınız?!” Evet, başkalarının çocukları hakkında karar vermek belki kolayınıza gidiyor… Ama ya o sizin kızınız, sizin çocuğunuz olsaydı?! Türkiye, kadına yönelik işlenen suçtan dolayı AİHM tarafından mahkum edilmiş, dünyadaki tek ülke … Bakalım İstanbul Sözleşmesi’nin Meclis’ten geçmesi bu lekeyi unutturacak adımlara yol açabilecek mi? Ben yasalar kadar kafaların da değişmesini beklerken, Bakan Fatma Şahin’e ve CHP Milletvekili Gülsün Bilgehan’a bu yoldaki çabaları için teşekkür ediyorum. Doğacan Onaran, Mansiyon Ödülü, Sagalassos Antik Kenti İngiliz heykeltıraş Antony Gormley’nin yapıtları, Hermitage Müzesi’nde geçmişle günümüz arasında köprü kuruyor Dünden bugüne hâlâ ayakta NAZLI PEKTAŞ ST. PETERSBURG St. Petersburg, şaşkınlık ve hayranlık dolu bir tepkiyi arzulayan bir şehir. Göğe sivrilen kuleler, griliği yırtan katedraller, altın kubbeler ve saraylar… Ölçü ve mekân; Osmanlı’nın “deli”, Batı’nın “büyük” dediği Çar I. Petro’nun cesaretini, hayalini ve iktidarını aşarak, küreselleşmenin kuşatmasını derinden sarsıyor. Kanallarla suyu içine alan şehir, antik bir heykelin insanı sarsan gücüyle sarmalıyor içinde dolaşan bedeni: Hâlâ ayakta diyorsunuz ve hâlâ size müdahale ediyor. Bu şehrin çarları için inşa edilen Kışlık Saray, şimdiki adıyla Hermitage Müzesi, Çariçe II. Katerina’nın 1764 yılında Avrupa’dan satın aldığı tablolarla oluşturmaya başladığı koleksiyondan bugüne çok yol almış ve dünyanın en büyük sanat müzesi haline gelmiş. “Hermitage 20/21” projesi kapsamında 2007’den beri bir dizi sergi gerçekleştiren müze, dün ile bugün arasında güncel sanat aracılığıyla bir köprü kurmayı amaçlarken; sanatı yakından izleyenlerin dışında genç ve amatör izleyiciye de yeni diyaloglar öneriyor. “Hâlâ Ayakta: Klasik Koleksiyona Çağdaş Bir Müdahale” adlı sergi de bu proje kapsamında açılmış. İngiliz heykeltıraş Antony Gormley‘nin 17 demir heykeli ve antik dö Utanç utanç ? “Hâlâ Ayakta: Klasik Koleksiyona Çağdaş Bir Müdahale” sergisi, Gormley’in 17 demir heykeli ile antik döneme ait 9 mermer heykeli bir araya getiriyor. Gormley, insanın tüm yıkımlara karşın hâlâ ayakta oluşuna dair psikolojik bir örgü sunuyor. Ya Siirt’teki dava? neme ait 9 mermer heykel, müzenin 1998’den beri yenilenen ve neredeyse tamamlanan Yeni Hermitage bölümünde yer alan Dionysos Salonu’nda ve Roma Avlusu’nda sergileniyor. Gormley’nin, klasik Yunan ve Ro ma heykellerinin yer aldığı galerilerin arasına yerleştirilmiş blokları, zamana ve mekâna yayılan sessizliklerinde, birbirleriyle ve yan salondaki antik dönem heykelleriyle derin bir iletişime geçerken, Athena, Apollon, Dionysos ve Afrodit heykelleri arasında, tanrısal olan ile insan arasındaki sınırı yeniden gözden geçirmemizi istiyor gibiler. İzleyeni zamanın dışına çıkarıp ona müdahale ederek... Bedeni idealize eden, içinde tanrı lar ve tanrıçalar bulduğumuz mermer heykellerin karşısında, paslı demir bloklarla, bedeni piksel siluetlere çevirerek adeta yanılsama yaratan Gormley’nin heykelleri, katı ama gerçek. Yer yer rahatsız ve kuşkulu tavırlarıyla, bilgisayar ekranından fırlamış, ürkek ve sosyal medya bağımlısı güncel insan siluetlerini andırırcasına oldukları yerde donmuşlar. Malzemenin pası, postmodern insanın ruhuna eş. Üst üste binen blokların ağırlığı ise küresel yükün kilosuna eş. Gormley, insan olmanın kırılganlığına ve tüm yıkımlara rağmen hâlâ ayakta oluşuna dair psikolojik bir örgü sunarken; içinde bulunduğu kurumun dondurulmuş ve idealize edilmiş, ansiklopedik ve hiyerarşik durumuna da oluşturduğu yığın bedenlerle sert bir cevap veriyor. Maleviç’in hiçbir zaman gerçekleştirilmemiş “Arkitekton”larını hatırlatan bu üç boyutlu figürler, sanatçının söylemiyle, “antik heykeller yanında bir arada durmaya çalışan cesaretli yığınlar”. Hâlâ ayakta olan bir şehri keşfetmek isterseniz ve “Hâlâ Ayakta” sergisini görmeyi seçerseniz, son tarih 15 Ocak 2012. Burçin Büke ‘Gözbebeğim’ (Asrın Müzik Yapım) Kapağına bakarak Ümit Besen’in “Şikâyetim Var” albümü sanmayın; evet Burçin Büke de piyanosunun başında ve bulutların üzerinde, ama bu çalışmanın fantezi arabeskle alakası yok. “Gözbebeğim” albümü Burçin’in diskografisinde her açıdan özel bir yer teşkil edecek gibi gözüküyor. Özellikle bir açıdan; onu tüm dinleyicileri tartışmasız bir konser piyanisti olarak kabul eder. Ne var ki, Burçin’in sanatını tanıma mutluluğuna erişenler, onun bu yanıyla yetinmeye niyetli olmadığından, üzerindeki telkinler ve teşvikler onu ne zamandır beste çalışmalarına yoğunlaştırıyordu. İşte “Gözbebeğim”, onun bu ruh haliyle yaptığı, gözbebeği gibi notalara dökerek çaldığı özgün eserlerinden oluşuyor. Tamamı Burçin Büke imzalı 11 bestede kendisine Ayşe Özbekgil kemanıyla, Yahya Dai saksofonuyla, Volkan Hürsever kontrbasıyla, Deniz Dündar davuluyla eşlik ediyor. Doğrudan kalbe dokunan duygu yüklemeleriyle dolu Burçin’in besteleri. Tutku, coşku, sevinç ve hüzün iç içe. Bir eserin icrasında arzu edilen tüm derinliğe sahip; sözleri Yunus Emre’den alınan basbariton Zafer Erdaş’ın etkileyici sesiyle hayat bulan “Aşk” ve “Geldi Geçti Ömrüm Benim” bile, orijinal havasından bağımsızlaştırılarak özel bir mülkiyete dönüştürülmüş. Bir piyanist olarak sergilenen ustalığa zaten söylenecek bir şey yok; çünkü o gerçek bir tuş ustası. Valsten tangoya, cazdan çağdaş müziğe uzanan albümün kapağındaki notta “farklı müzikal etkileri bir araya getiren bir ustalık dönemi albümü” demiş Kürşat Başar. Kim itiraz edebilir? [email protected] Tom Waits Bad as Me (ANTI Records) Tom Waits’in 17. stüdyo çalışması “Bad as Me”, 2004 tarihli “Real Gone”dan bu yana yeni şarkılarına yer verdiği ilk çalışma. Önceki albümlerinde de var olan kalp kırıklığı, savaş, günlük yaşamdaki zorluk gibi temalara yoğunlaşan albümde, başta Keith Richards, Flea, Los Lobos’tan David Hidalgo, Marc Ribot, Charlie Musselwhite, Augie Meyers gibi usta isimler de çalıyor. Saksofon, trombon ve bas klarnetin öne çıktığı “Chicago”, enerjik sounduyla duyduğum en iyi albüm açılış şarkılarından birisi. Yeni ve daha özgür bir gelecek için Chicago’ya yapılan göçü anlatan şarkı, efsanevi blues mızıkacısı Charlie Musselwhite’ı gitarda Keith Richards ve Marc Ribot’la buluşturduğu için de çok keyifli. Keith Richards, ayrıca “Satisfied” ve “Last Leaf”te de gitarla eşlik ediyor. Bunun yanı sıra, “Last Leaf”te vokal desteği de vermiş Tom Waits’e. Belki de en ilginç şarkı, Waits’in The Rolling Stones’a yanıtı niteliğindeki “Satisfied”. Waits’in “Now Mr Jagger! And Mr Richards!” diye boğazı yırtılırcasına bağırdığı şarkı, tahmin edilebileceği gibi grubun “Satisfaction” adlı klasiğinden esinlenmiş. “Bad as Me”, müzikal açıdan Tom Waits’in rock, blues, gospel, R & B ve cazı kendine özgü deneysel tarzla birleştirdiği bir çalışma. Ancak Waits’in dünyasını yine görkemli bir söz ve melodi evreninde kurgulayan bu albüm, “Real Gone”ın yaptığı şaşırtıcı etkiyi yapmadı; bu kez önceki çalışmalara göre keskin bir dönüş yok. Ama bu iyi olmadığını değil, şaşırtıcı değilse de onlar kadar iyi olduğunu gösterir. www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle