25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 7 EK M 2011 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Siyasi Partilerin Demokrasi Sınavı Ülkemizdeki en soldan en sağa kadar tüm siyasal partilere baktığımızda hiyerarşik bir şekilde üretkenlik ve canlılık daha da artar. Kanatların da tüzelkişilikler gibi düşüncelerini açıkparti liderinin ya da yakın çevresinin tartışılmaz bir üstünlüğünü görürüz; bu oligarşik yapı, demokrasiye ve değişime kapalı olduğu gibi bireysel yeteneklerin gelişmesine de engel teşkil eder. lama hakları vardır ve parti içi kamuoyunparti içi demokrasiyi içselleştirdiği sürece Mantıksızlık SAĞLIKLI bir toplum böylesine aşikâr mantıksızlık karşısında tepkisiz duramaz. Ama, tepki şöyle dursun, şu utanç verici duruma bakın: Mantıksız çağrıya koşan koşana. Sağlıklı bir medya böylesine apaçık mantıksızlığa kamuoyunun dikkatini çekmeden ve kıyameti koparmadan seyirci kalamaz. Dikkat çekip kıyamet koparmak ne demek, medyamız, maşallah, sayısız televizyon kanalları ve çarşaf çarşaf gazeteleriyle mantıksızlığı ustaca perdeleyip şenliğe katılmakta. Sağlıklı bir ülkenin üniversiteleri böylesine belirgin mantıksızlığın temelindeki yanlışlara göz yumamaz. Olup biteni ya da olmayanı bilimsel açıdan tartışıp halkı uyarmak ne demek, üniversitelerimiz geçmişle karşılaştırıldığında hüzün verici bir sessizlik içinde. imse çıkıp da asıl doğal soruları sormuyor. Yeni anayasa demek, örneğin daha hakça, daha bağımsız, daha doğru bir yargı mekanizması kurmak demekse, bunun iktidarca yapılmasına ve bu amaçla, gerekli yasaların çıkarılmasına şimdiki anayasada engeller mi var ki yeni anayasa yapımına gidiliyor? Yargıda eleştirilen durumların çoğu bu iktidar döneminde ortaya çıkmadı mı? Bozanlar, bozulanı kendileri düzeltemezler mi? Bu tür çağrıya koşmadan önce, “Siz yetkinizde olan ve gerekli çoğunluğa sahip bulunduğunuz düzeltmeleri yapın, örneğin tutukluluğun infaza dönüştüğü söylenen konularda mevzuat değişikliğine gidin, görelim de sonra anayasa yapımına oturalım” demek çok mu zor? u sorular sorulmuyorsa ya da sorulmuşçasına yanıtlayıcı açıklamalar yapılmıyorsa, o zaman da asıl sorulması gereken başka sorular var. Aslında, iktidar partisi istese, muhalefetle bile işbirliği yapılarak kolayca çıkarılabilecek yasalardan yararlanıp sistemde önemli düzeltmeler yapılabilir. O yola gidilse, zaten yeni anayasa gerekliliği ciddi olarak ortadan kalkacak. Kim bilir, belki de bundandır onlara el atmak istemeyiş. Yasa değişikliğiyle başarılabilecek işler için ille yeni anayasa yapmakta ısrar etmenin nedeni; olsa olsa, bu tür düzeltmeler bahanesiyle anayasa alanına girmek ve o fırsattan yararlanıp rejim değişikliğine geçmek olabilir. Böyle bir durumda kuşkulanıp haklı olarak, “Getirilmek istenen yeni rejimin adı nedir” diye sormaz mısınız? Komedi bitmeli artık. K B Hüseyin ÖZKAHRAMAN emokrasi insanlığın kültürel ve tarihsel gelişiminin bir ürünüdür. 2 bin 500 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen tarihi inişlerle ve çıkışlarla doludur. Toplumları geçmişten bugüne, bugünlerden yarınlara taşıyacak olan demokrasi en yalın haliyle halkın çoğunluk tarafından yönetilmesi ya da halkın iktidarı şeklinde tanımlansa da bu izah tek başına yeterli değildir. Toplumun kimin tarafından ve nasıl yönetildiğini anlatsa da sosyalist, burjuva ya da İslami demokrasi gibi çeşitli modelleri de vardır. Bu çeşitli modeller içerisinde demokrasi karşıtı oluşumlar dahil, kendisini demokratik sayan tüm siyasal rejimler içerisinde insanlığın mutluluğu ve refahı için genel kabul göreni de çoğulcu demokrasilerdir. Siyasal partiler ve parti içi demokrasi ise demokratik hayatın öznesi olup bu uğurda mücadele edenlerin hem geleceği hem de güvencesidir. Çağdaş demokrasilerde kişiler yönetime örgütlü yapılarla katılabilirler o da yüzyıllık bir geçmişi olan hukuksal manadaki siyasal partilerde mümkündür. Günümüzde siyasal partiler hukukunun, en önemli eksiklerinden biri kuşkusuz parti içi demokrasinin olmamasıdır. Ülkemizdeki en soldan en sağa kadar tüm siyasal partilere baktığımızda hiyerarşik bir şekilde parti liderinin ya da yakın çevresinin tartışılmaz bir üstünlüğünü görürüz; bu oligarşik yapı, demokrasiye ve değişime kapalı olduğu gibi bireysel yeteneklerin gelişmesine de engel teşkil eder. Bu nedenle kişilere bağlı bir siyaset anlayışı demokrasinin önünde büyük bir sorun oluşturur. Oysa demokrasinin en önemli kurumlarından biri olan siyasal partilerde örgüt yapılarının demokratik şekillenmesi siyasal katılımı güçlendirecek tabanda uğraş verenlerin söz ve karar süreçlerinde olmasının da önünü açacaktır. Siyasal partilerin bütün kademelerinde görev alanların seçimle ve belirli bir zaman aralığında göreve gelmeleri ve yine seçimle görevden ayrılmaları gerekmektedir. Böylesi bir süreç hem kadroların yenilenmesine hem de tabandaki düşünce akışının tavanda da iktidar olmasına olanak sağlayacaktır. Türkiye’de demokrasiyi kurma çabalarının yaklaşık 200 yıllık bir tarihi gelişim süreci vardır. 1808’de Senedi İttifak ile başlayıp 1876’da Kanuni Esasi’nin ilanı ile gelişen süreç Cumhuriyetin bir eseri olarak günü D Eski CHP Bahçelievler İlçe Başkanı müze kadar devam etmiştir. 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimler sonucunda demokratik yöntemlerle Türkiye’de iktidar değişimi gerçekleşmiştir. Buradan yola çıkacak olursak Türk demokrasisini, Türk siyaset geleneğinden bağımsız düşünemeyiz. Dolayısıyla siyasal partiler ülkemiz siyasetinin önemli bir mihenk taşıdır. Siyasi tarihimizde önemli bir yere sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi 88 yıllık bir geçmişe sahiptir. CHP’nin, iktidara geldiğinde tüm ülke sathında kuracağı demokratik yapının bir örneğini daha iktidara gelmeden parti içi işleyişte kanıtlamalıdır. Aksi halde demokrasiyi örgüt içi işleyişte yaşama geçiremeyen irade bunu ülke bazında da uygulamaya koyamaz. Kendi içinde demokrasiye inanmayan ve gerçekleştirmeye çalışmayan bir partinin toplum adına demokrasiyi talep etmesi inandırıcı değildir. Parti içi demokrasi Bu nedenle bir demokrasi kurumu sayılan siyasal partilerin bizatihi kendisi demokratik olmalıdır. Türkiye’de çoğulcu demokrasiye geçişin önderi sayılan CHP, tüm siyasi partilere örnek olmalı, parti içi demokrasiyi meşru kılıp hayata geçirmelidir. Demokrasilerde parti içi demokrasi hem basit hem de karmaşık bir kavram ve parti yöneticilerinin üyelerine karşı sorumluluğudur. Bu nedenle üyeler parti yöneticilerini seçerken demokrasi ilkelerine de uygun davranmalıdırlar. Parti içi demokrasinin kurumsallaşamaması ve işlememesi nedeniyle partiler toplumun dinamik ve yetenekli kadrolarını da kendi bünyeleri içerisinde istihdam edemezler. Halbuki toplum ve iktidar arasında köprü görevi gören partiler, parti içi demokrasi uygulamalarıyla siyasal katılımın kanallarını devamlı açık tutmalı ve siyaseti sosyalleştirmelidirler. Eleştirme ve denetleme demokratik yaşamın esasıdır. İktidar her sistemde vardır ama muhalefet her sistemde yaşatılmayabilir. Muhalefetin yaşam alanı açık demokrasilerdedir. Bu nedenle siyasi parti yöneticileri, parti içi düşünce ayrılıklarını, farklı çözüm önerileri ve yorumlarını dile getirenleri asla muhalefet olarak görmemeli düşman ilan etmemelidirler. Düşünce temelindeki gruplaşma ya da kanatlaşmayı da doğal kabul etmelidirler. Parti içi iktidar, da paylaşabilirler. Parti içi demokrasilerde disiplin mekanizmasını da belirli bir hukuk zemininde yürütmek gerekir. Disiplinin aykırı yorumları baskılandırmaya, korkutmaya ya da yok etmeye yönelik olmamalıdır. Bu nedenle bireysel hak ve özgürlükler sonuna kadar korunmalı ama partinin kurumsal kimliğine zarar verilmemelidir. Parti disiplini her zaman vardır ve çağdaş demokrasilerin de bir gerçeğidir. Onu reddetmek yerine demokratik bir şekilde düzenlemek gerekir. Hukuksal çerçevesi çizilmiş uygulanabilir bir disiplin, bireyin de düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırmayacaktır. Eğer bir ülkede ya da herhangi bir siyasal partinin gündeminde istikrarsızlık devamlılık gösteriyorsa, bu parti içi demokrasinin gerçekleşmiyor olmasındandır. Bu nedenle demokrasilerde ve siyasal partilerde baskı grupları ve de kamuoyu önemsenmelidir. Karşılıklı iletişim etkileşimi sağlar. Baskı grupları ya da kamuoyu, parti içi demokrasinin önemli argümanları olsa da hukuk dışı baskılar da partilerin demokratik iç düzenini tehdit etmemelidir. Aksi halde benzer hareketler parti içi demokrasinin yozlaşmasına neden olur. Bu argümanları yerinde ve ölçülü kullanmak bir partililik görevidir. Türk demokrasisinin ve siyasal partilerin en büyük açmazlarından biri de seçimlerdir. Siyasal partiler doğal olarak seçimlere kendilerinin belirlediği adaylarla girerler. Yalnız burada adayların nasıl belirlendiği önemlidir. Bu nedenle seçim sisteminin hem siyasal rejimde, hem siyasal partilerde önemli etkisi vardır. Blok liste ve baraj sisteminin siyasal katılımı ciddi anlamda zafiyete uğrattığı açıktır. Bu da temsiliyette de bir krize yol açtığı gibi demokratik siyasal kültürün gelişmesine de engel olur. Bir rejimin demokratik kabul edilmesi siyasal kurumsallaşmanın varlığıyla mümkündür. Parti içi demokrasinin de ön şartıdır. Unutulmamalıdır ki demokrasiyi içselleştirmiş sol partilerde biat kültürü yoktur. Bu nedenle CHP’nin genel başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu parti içi demokrasinin kanallarını açacak uygulamaları hiç zaman kaybetmeden başlatmalıdır. Bu da hiç kuşku yok ki demokratik, katılımcı, çağdaş ve eşitlikçi yeni bir tüzükle mümkündür. Tüzük kurultayının toplanmasından başka çıkar yol yoktur. Bu tüzük başta Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetiminin CHP’ye vereceği en büyük hediyedir. Vuvuzela... Bu da çok güzel oldu; vuvuzela hediye ettiler Başbakan’a, alıp geldi... Sesi çok çıkar... İçi boştur... Sanki kulağa hoş gelecek müzik aleti gibi gözükür, ama ortalığı zırlatmaktan başka bir işe yaramaz... Üflemesini bilmek lazım... Yani üflerken dikkat etmeli, çift ses çıkmasın... Somali’yi hallettikten, Makedonya’yı denetledikten, Libya’yı kontrol ettikten, Mısır’a akıl verdikten, Tunus’u düzenledikten, Güney Afrika’yı yönlendirdikten sonra... Tekrar döndü Suriye’yi düzeltmeye... Gören sanır ki enstrüman... Oysa değil... İki ses çıkartır: Zart ile zurt... Güney Afrika yerlilerinin daha çok inek sürülerini gütmede kullandıkları bir tür aletti eskiden vuvuzela... Muhalefet diyor ki: “Ciğerin yanıyorsa git Kandil’e bayrak dik...” Çünkü Türkiye’de kan akıtan, her Allah’ın günü askerlerin, polislerin, çocukların, kadınların canını alan terör orada... Sekiz öğretmen ellerinde... Mesela bu gece nereyi basacaklar, nerede kan akacak, kimleri öldürecekler, kimin canını alacak terör, bilmiyoruz... Bunu Başbakan’a sordular, “Öyle bayrak dikmekle terörü durduramazsınız... Bir defa Kandil bizim ülkenin sınırları içinde değil...” dedi... Halep, Şam, Hama, Humus sınırlarımız içinde çünkü... Bu sebepten “Seyirci kalamayız” diyerek pazar günü Hatay’a gidiyor... Düzeltmeye... Aynı zamanda Suriye sınırında askeri tatbikat var... Tanklar, toplar, uçaklar... Terör bu yanda oysa... Niçin?.. Çünkü ABD, arkasında Kürt devleti oluşturduğu Irak sınırında çizgiyi aşmaya öyle izin mizin vermiyor... Ama daha kaç ay önce davul zurna vizeyi kaldırıp ortak bakanlar kurulu oluşturduğumuz Suriye’deki yönetimi yıkmak istiyor... Aslında borazan... Zurnaya benziyor... Afrikalılar sinek sesinden esinlenerek yapmışlar, ama fil sesi çıkmış... Üflüyorsun... Maazallah... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle