18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 EK M 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 bilerek kullandım, çünkü ülkemizde üniversitelerin yabancı dilde eğitim vermeleri, zaten özünde gerçekçi olmaktan çok ‘çağrışımsal’ ve ‘özentimsi’ bir durumdur. Öyle üniversitelere girdiğinizde, her şeyden önce binaların dışında ve içinde bütün bölüm adlarının yabancı dilde –yani İngilizce!– yazılı olduğunu görürsünüz. Örneğin “İletişim Fakültesi” yerine “Faculty of Communication” veya “Mimarlık Fakültesi” yerine “Faculty of Architecture” gibi (karınca duası gibi yazılmış Türkçe adlar, kapı gibi İngilizce adların altındadır.) Bu kurumlarda ‘yönetimsel adlar’ da kapılarda yabancı dildedir. Örneğin ‘Dekanlık’ diye bir yer bulmak isterseniz, “Dean’s Office” yazılı kapıyı aramanız ve bulmanız gerekir. Son olarak, yeni yıl yaklaşmakta ise eğer, yine o üniversitelerde toplu mekânlarda dev puntoyla yazılmış bir “Happy New Year” afişiyle karşılaşırsınız. “Mutlu Yıllar”, bu afişte bir sığıntı gibi kalır. Ama bunlar ‘ayrıntıdır’ ve önemli değildir. Hatta, yabancı dilde ders veren (!) kimi öğretim elemanlarının, o dilin konuşulduğu ülkede sunulacak veya basılacak bildiriler için – o ülkelerde ‘tarzanca’ genelde kullanılan bir dil olmadığından(!) – ‘tercüman’ veya ‘çevirmen’ kullanmaları da bir ayrıntıdır. Önemli olan, kurumun yabancı dilde eğitim veren bir kurum olduğu ‘çağrışımını’ yaratabilmektir. Çünkü bilimde Batı üniversitelerini yakalamak bir yana, onların yanına bile yaklaşılamadığı bir ülkede bu hedefe Batı dillerinde eğitim vermekle ulaşılabileceğine inanmak, ancak bir tür çağrışımdır, doğru olan nitelendirmeyle ise tam bir ‘YANILSAMADIR’. Neyse. Bu yazının asıl konusu, ülkemiz üniversitelerinde genel kültür derslerinin yalnız bırakılmışlığıydı; ama bu haftaki, asıl konu için zorunlu bir ‘giriş yazısı’ oldu ve ‘yalnızlık’, haftaya kaldı! BAŞBAKAN VE KÜLTÜR BAKANI’NA B R R CA AKM’yi Somali’ye taşıyın! nceki akşam Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde oyunculuk sanatını kanatlandıran Kevin Spacey’den ve risk almaktan çekinmeyen, uç noktalardan dolaşmayı göze alan yönetmen Sam Mandes’in yorumundan “III. Richard”ı izledim. Benim için muhteşemdi! (Teşekkürler Dikmen Gürün ve İKSV, teşekkürler Vodafone.) Temsil sonrasında tanıma olanağı bulduğum Spacey, cana yakın, ekibine, rol arkadaşlarına hayran, alçakgönüllü kişiliğiyle dikkat çekiciydi… Ama şu anda aklımda fikrimde ne Shakespeare ne de Spacey… Günlerdir bilet bulamayanların yakınmalarından; “Biletler niye bunca pahalı?”, “Neden daha büyük salon seçilmedi ki?” diye hiç düşünmeden soru soranlardan yorgun düştüm… Tüm bunların tek yanıtı var: İSTANBUL’DA SALON YOK! İSTANBUL’DA SALON YOK! İSTANBUL’DA SALON YOK! İSTANBUL’DA SALON YOK! İSTANBUL’DA SALON YOK! İSTANBUL’DA SALON YOK! Tiyatro opera bale temsillerinin sunulabileceği, sahnesi bunlara olanak tanıyan salon yok! Ö Üniversitelerde ‘Genel Kültür’ Derslerinin Yalnızlığı (1) Türkiye’de, üniversitelerin çeşitli bölümlerinde ve konservatuvarlarda çoğunlukla ‘genel kültür dersleri’ anabaşlığı altında verilmekte olan çeşitli dersler, yalnızlık kokar… Bunlar, yükseköğretim kurumlarının ‘yalnız bırakılmış’ dersleridir. Bu dersleri hakkıyla verebilecek nitelikteki az sayıda öğretim elemanları da genellikle üniversitelerin en yalnız veya yalnız bırakılmış hocalarıdır. Bunlar yani bu yalnızlıklarprogramlarda ‘bölüm dersleri’, ‘uygulama dersleri’, hatta ‘asıl dersler’ diye adlandırılagelen derslerle karşılaştırıldığında ortaya çıkan yalnızlıklardır. Çok büyük bir bölümü ‘seçimlik’ olan bu derslerin adlandırılmasında bir sıkıntı yoktur. Hatta, bu bağlamda üniversitelerimizin ‘gösterişli’ adlara itibar ettikleri ve programlarında – biraz da birbirleriyle rekabet amacıyla olacak – yer vermekle ‘dışarıya’ karşı övündükleri derslerdir. Örneğin o programlarda ‘Kültür Felsefesi’ başlıklı bir derse de rastlanabilir. Ve dışarıya karşı böyle bir ders, o yükseköğretim kurumunda ‘kültür’ün zaten çoktan bilindiği ve bitirildiği, sıranın o ‘bilinen’ ve ‘bitirilmiş’ kültürün felsefesine geldiği gibi, elbette ‘parıltılı’ bir izlenimin doğumuna yol açabilir. Öte yandan aynı ülkede: “Peki burada felsefe temeli sağlam mı ki, kültürün bile felsefesi ders konusu olabiliyor?” şeklinde bir soru, abestir, hatta belki de ayıptır. Çünkü önemli olan, böyle derslerin ‘programlarda yer almasıdır’. Bu durum, biraz da ‘yabancı dilde eğitim vermekle’ övünen üniversitelerimizin durumlarını çağrıştırır. Burada ‘çağrıştırır’ sözcüğünü çok geldi. Anlaşma oldu. 2009’da dava kapandı. Ayıptır utanın! KM – kültürel belleğimiz! Sahne olanakları elverişli tek büyük salon AKM – Atatürk Kültür Merkezi’ydi. Donanımı mükemmeldi. Sadece ‘opera ve bale’ için yapılmıştı. Konserlere, kongrelere, farklı toplantılara da açıldı. Neredeyse 50 yıl hizmet gördü. Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun eseriydi. Toplumun belleği, kültürel belleği oldu. 2005 yılında AKP iktidarı yıkılsın dedi, onarım pahalı, yeniden A yapılsın dedi… Elbet onarım gerekliydi. Yıkıma STK’ler tepki gösterdi. Bölge sit alanı ve yapı birinci grup anıtsal yapı olarak tescil edildi. Yani korunması için yasal dayanak vardı. Böylece yıkım durduruldu. 2007’de onarım için boşaltıldı. Onarım işini Hayati Bey’in çocukları Murat ve Melkan Tabanlıoğlu üstlendi. Koruma Kurulu üzerine baskılar baskılar, tescili kaldırsın diye. Sonunda tescil kararıyla çelişen bir proje onaylandı. Bunun üzerine SanatSen “yürütmenin durdurulması” davası açtı. Mahkeme yeni projeyi iptal etti... 2008’de tüm taraflar bir araya O gün bugün yani 2009’dan beri, Kültür Bakanlığı, Avrupa Kültür Başkenti 2010 Ajansı topu birbirine attı tuttu… Unuttunuz mu 2010 İstanbul, Avrupa Kültür Başkenti’ydi… Bu namı alırken de ölçütlerin, amaçların biri “kültür mekânlarının korunması ve yeni kültür mekânlarının kentlere kazandırılması”ydı. Alın size AKM... Neredeyse 5 yıldır boş duruyor, ölüme, çökmeye, yıkıma terk edildi. Bakanlık hâlâ, “Sendika dava açmasaydı…” deyip duruyor! Ajans 2010 “Paramız kalmadı ki…” dedi durdu… Bugüne dek Cumhuriyet’te Egemen Berköz, Evrensel gazetesinde Üstün Akmen dışında kimse birilerinin yalan söylediğini ortaya koymadı. Ayıptır, utanın! Hesap sormak gerek. İstanbul Senfoni Orkestra sı’na sahne yok. İstanbul Filarmoni Orkestrası’na sahne yok. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne sahne yok, prova yeri yok, koşullar içler acısı (Ama bu başka bir yazının konusu!) İstanbul Devlet Tiyatrosu sinemadan bozma sahnelerde oynamak zorunda… Kültür Bakanı Ertuğrul Günay açıklamak zorunda: 2010 yılında AKM NEDEN onarılmadı? NEDEN hâlâ dava yüzünden elleri kolları bağlı gerekçesi yayılmakta? 2010 Ajansı onarıma kaynak ayırdı mı? Ayırmadıysa NEDEN? Ayırdıysa bu paraya ne oldu? Soruların yanıtını beklerken, belirtmeden geçemeyeceğim: Başbakan’ın talimatıyla AKM’nin çürümeye, yıkılmaya, yok olmaya terk edildiği her yerde söyleniyor, konuşuluyor. (Bugüne dek sürdürülen icraata bakınca, hani insanın inanacağı geliyor!) İşte bu nedenle diyorum: AKM’yi Somali’ye taşıyalım… Belki o zaman ilgi alanınıza girer… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle