24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 EK M 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Marquez’in ‘Aşk ve Öteki Cinler’ romanını sinemaya uyarlayan Hilda Hidalgo İstanbul’daydı Aşktaki tutku ve masumiyet ALTIN PORTAKAL F LM FEST VAL MELTEM YILMAZ Güz Köşesi Görünüşte “Açık Mektup” yazıyorum ama, aslında bu köşe ne yaz köşesi ne kış köşesi, bu köşe ‘güz köşesi’. Pazartesileri yazdığım için mi böyle diyorum; yoo, günlerin de mevsimleri vardır elbet, mevsimlerin de günleri olduğu gibi, yani pazartesi hep güz değildir. Selim İleri’nin öykümüze ve yalnızlığımıza kazandırdığı, bu arada Selim İleri’yi de edebiyatımıza kazandıran “Cumartesi Yalnızlığı” da her mevsimde, fakat en çok da yaz günleri hissedilmez mi? “Güz Herşeyi Bilir”: Reklamdan, yazıdan, şiirden doğru kadim arkadaşım, ‘kalender çelebi’ desem belki biraz tanımlayabileceğim Hulki Aktunç’un bir öykü kitabı bu. Acaba ‘güz hiçbir şeyi unutmaz’ diye sürdürsem mi o kitabın adını? Hem Hulki’ye bu köşeden gecikmiş bir selam hem de özlem yerine. Şiir de geçer, öykü de geçer, güz de geçer, insan da geçer, iyilik ve insanlık geçmez. Dünya da geçse onlar kalır. Kimseyi kırmadan, yazısından sözüne, gülüşünden konuşmasına bir incelik içinde incelikler için yaşadığına hepimizin tanık olduğu Hulki Aktunç’un ardından bu köşede bunları yazacağıma, bu pazartesi günü keşke yine onu okuyabilseydim... O ince dokunuşlu, sıkı dokulu yazılarını, zekice taşlamalarını, düşündüren sorularını. Meğer bu keyif de uzun sürmeyecekmiş. Bu köşe ‘güz köşesi’ olacakmış ve ben ilk mektubumu, yine reklamdan, şiirden doğru kardeşim olan Seyhan Erözçelik’e yazacakmışım. Nâzım Hikmet’in “Hiçbir şey gideremez iç sıkıntımı” dediği gibi, benim kederimi de hiçbir şey gideremese de, ilk yazımı hep Cumhuriyet okuru olan Seyhan için yazmak... Her şey yarım kalıyor, hayat, şiir, yazı, öyleyse bu cümle de... “Yaz Başına Neler Gelir”: Ankara’dan, yazıdan, reklamdan ve elbette Metin Altıok’tan doğru sevgili arkadaşım Füsun Akatlı’nın ilk kitabı. 35 yıl önce tanıştık, Ersin Salman’ın Ajans Ada’sında birlikte reklam yazarlığı yaptık. Öğlenleri herkes Nişantaşı’na yemeğe çıkardı, Füsun’un bir transistörlü radyosu vardı, onu açar, cigarasını yakar, türküleri can kulağıyla dinlemeye başlardı. Ben de yan odadan mırıldanarak eşlik ederdim. En çok Ruhi Su’yu severdi. 1985 filan olmalı, reklamcılar cazı, Tom Waits’i filan keşfedip dinlerken, ajansta bir yazarın türkü dinlemesi, belki bazılarına göre olacak şey değildi ama, beni sevinçten ağlatabilecek bir şeydi. Füsun bu ‘güz köşesi’nde galiba iki ya da üç yazı yazabildi. Güz deyip geçmeyin, değme kışlar güzle yarışamaz bazen. Güz fırtınası, güz telaşı, güz ölüleri, güz darbeleri, ki biri 30 yıldır sürüyor, kıştan beter yapar hayatı. İşte bu köşe Füsun’dan Hulki’ye, ondan şimdilik bana bir güz mektubu gibi sürüyor. Güzün mektubu da uzun olur, herkes bir ucundan yazar, bir türlü bitmez. Bitmesin diyelim, yazılsın, açılsın, okunsun. “Sizin hiç babanız yandı mı?”: Cemal Süreya’nın dizesini, yakılarak öldürülen şair babası Metin Altıok için uyarlayan Zeynep Altıok Akatlı’nın sorusu bu. Madımak katliamına karşı yapılan anmalara devlet ne zaman tepki verecek diye merak ediyordum. Nihayet 2 Temmuz 2011’de Sivas’ta bu kez biber gazıyla gözleri yaktılar. İnsanlarımızı yaktılar, canımızı yaktılar, ama gönlümüzü yakamayacaklar, bunu da iyi biliyorlar. Şimdi de deneyimli bir iletişimci olan Zeynep’in Doğuş Üniversitesi’ndeki işine son verdiler. Açıklamalar falan yapılıyor ama Allah aşkına kim inanır buna? Henüz 2.5 aydır çalışmakta olan bir insanın, hele bu insan Madımak’la ilgili açıklamaları nedeniyle üniversite tarafından uyarılmışken, yeterli verim alınamadığı için işine son verildiğine kim inanır? 2 Temmuz bitmedi, yangın sürüyor, Zeynep’in görevine de tam 12 Eylül günü son verilmiş, darbe de sürüyor işte! Orhan Alkaya’nın “Tuz Günleri” şiirini ‘hiç sevmem’, çünkü her şeyi açıklar! “bize yapılanları gördüm, hepsini / bin ejder kuvvetinde kötüydüler / bir kuşak yok edilirse belki, çok yılın / öcünü alacaklardı; kim bilir haklıydılar” diye başlar, “bize yapılanları gördüm, hepsini / gül yanlış kokarsa tuz yakaya takılır” diye biter. Bu ‘güz köşesi’nden Füsun’a, Hulki’ye, Metin abiye, Behçet’e, cümleten selam ederim. ‘Sinemada Kadın’ tartışılacak Kültür Servisi 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında yapılacak panellerin konuşmacıları açıklandı. 10 – 14 Ekim tarihleri arasında Akdeniz Üniversitesi Olbia A Salonu’nda düzenlenecek panellerde kadınların sinemada yer alış biçimleri, kadına yüklenen anlam, sinemada kadın bedeni ve kadın emeği gibi konular, akademisyenler ve konunun uzmanları tarafından tartışılacak. Yrd. Doç. Emine Uçar İlbuğa’nın moderatörlüğünü üstlendiği “Belgesel Sinema ve Kadın” başlıklı panele Melek Özman, Berrin Balay, Bahriye Kabadayı Dal ve Bingöl Elmas katılacak. Moderatörlüğünü Prof. Dr. Ruken Öztürk’ün yapacağı “80’lerden Günümüze Sinemada Kadın Temsilleri” başlıklı panelin katılımcıları ise Şükran Yücel, Özlem Özdemir, Funda Masdar, Burçin Akgün, Nihan Tezer ve Derya Alabora. Yrd. Doç. Dr Merih Taşkaya’nın moderatörlüğünde gerçekleşecek “Beden Politikalarının Sinemadaki Yansımaları” başlıklı panelin konuşmacıları arasında Yrd. Doç. Dr. Gönül Demez, Doç. Dr. Güzin Yamaner, Zeynep Sayın, Öğr. Gör. Sermin Çakmak yer alacak. Moderatörlüğünü Yrd. Doç. Dr. Gül Yaşartürk’ün yapacağı “Sinemada Kadın Emeği” adlı panelin katılımcıları ise Yeşim Ceren Bozoğlu, Prof. Dr. Zeynep Tül Akbal Süalp ve Güliz Sağlam. Kosta Rikalı yönetmen Hilda Hidalgo, büyülü gerçeklik akımının en güçlü yazarlarından Gabriel García Márquez’in “Aşk ve Öteki Cinler” adlı kitabından aynı adla sinemaya uyarladığı filminin Türkiye’deki gösterimi için İstanbul’a geldi. Márquez’in günlük bir gazetenin muhabiri olarak çalıştığı sırada eski bir manastırın mahzenindeki mezarda bakır rengi canlı saç yığınının bulunmasına tanık olmasıyla kaleme aldığı hikâye, yazarın büyülü gerçekçi edebiyatının en önemli örneklerinden biri olma özelliği taşıyor. 2011’in Oscar aday adayları arasından yer alan filmin 1 ve 2 Ekim günleri İstanbul Modern’de yapılan gösterimleri için İstanbul’a gelen Hidalgo, Marquez’le tanışmasını ve filmi çekerken yaşadığı zorlukları anlattı. Öncelikle ilk uzun metrajlı filminiz için neden Márquez’in romanını seçtiğinizi merak ediyorum. Hayatım boyunca aradaki kültür ya da yaş farkına rağmen insanların birbirlerine âşık olma becerilerine ilgi ve hayranlık duydum. Genelde de hikâyelerim bu konu üzerinde yoğunlaşır. Márquez’in “Aşk ve Öteki Cinler”inde çok büyük bir yasak aşk var. Yine de hiçbir zaman bu hikâyeyi filme dönüştürmeyi düşünmemiştim, ta ki Márquez’le tanışana kadar. Márquez’le Küba’da bir workshop’a katıldığımda, ona bu romanının sinemaya çok yatkın olduğunu söyledim. O da bana aslında kitabı senaryo yazar gibi düşünerek, senaryo tekniğiyle yazdığını söyledi. O güne kadar kitabın bir filme dönüştürülmemiş olmasının beni şaşırttığını söylediğimde, filme uyarlamak isteyip istemediğimi sordu. Üstelik hiç de şaka yapar gibi görünmüyordu. Kitabın büyülü bir atmosferi ‘Aşk ve Öteki C Hidalgo, “13 inler’i Marquez’in önerisi yle yaşı yasak aşkta tu ndaki bir kızla 36 yaşınd beyazperdeye aktaran aki bir rahip tku ve masum arasınd iyet dengeyi bulm ak çok zordu.” vardı” diyor. “Bu ikisi arası aki ndaki Hilda Hidalgo var. Bu atmosferi sinemaya taşımak zor olmadı mı? Aslına bakılırsa ben olabildiğince gerçekçi bir film yapmak istedim. “Aşk ve Öteki Cinler”, içinde rüya benzeri sahnelerin olduğu bir film ol masına rağmen esas amacım filmi, hikâyenin gerçekliğine dayandırarak yapmak oldu. Yaşadığım en büyük zorluğa gelince: 13 yaşındaki genç kızla 36 yaşındaki rahibin arasındaki aşkı anlatmak hiç de kolay olmadı. Bu aşktaki tutku ve masumiyet arasındaki dengeyi, bunun gerçekliğini bulmaya çalışmak çok zordu. Film farklı coğrafyalarda çok sayıda festivalde gösterildi. Filmin gösterildiği her kültürde farklı bir algı ve tepki yarattığını düşünmek yanlış olmaz sanıyorum, çünkü “Aşk ve Öteki Cinler” çok katmanlı bir hikâye. Kesinlikle doğru, gittiğim her ülkede farklı tepki aldım. Film ilk olarak Kore’de, Pusan Festivali’nde gösterime girdi. Burada filmi izlemeye gelenlerin çoğu, çok genç olmalarına rağmen bir hayli felsefi düşünüyorlardı. Hikâyenin ve filmin içindeki felsefeyi çok rahat algıladılar. Moskova’da hikâyenin dini bölümleri ile daha çok ilgilendi izleyici. Küba’da ise filmin içinde var olan ama çok kapalı bir biçimde gösterilen bazı Afrika unsurları ilgi çekti. Yeni bir film üzerinde çalışmalarınız var mı? Evet, filmin adı “Kemanların Mevsimi” ve Kosta Rika’da çekilecek. Günümüzde geçen ve yaşlılık üstüne bir film. LK KONSER N STANBUL’DA VEREN ARKAS ÜÇLÜSÜ, LK YURTDIŞI KONSER N DE 31 EK M’DE BERL N’DE VERECEK Sen Antuan’da yepyeni bir üçlü Üçlünün kurulmasına öncülük eden kemancı Tuncay Yılmaz, her şeyin zmirli işadamı Lucien Arkas’a ettiği bir telefonla başladığını söylüyor. Arkas, bir üçlü oluşturma düşüncesini benimseyip destekleyince tasarı gerçekleşmiş. EGEMEN BERKÖZ “Aşk ve Öteki Cinler” Filistinli yönetmen Abu Salem öldü Kültür Servisi Fransız asıllı Filistinli oyuncu ve tiyatro yönetmeni François Abu Salem, 60 yaşında hayata gözlerini yumdu. El Hakawati Tiyatro Topluluğu’nun kurucularından, Dario Fo ve Bertolt Brecht’in Filistinli seyircilerle buluşmasını sağlamış olan Abu Salem’in ölüm nedeni bilinmiyor. Yetkililer ölüm nedeninin araştırıldığını, intihar üzerinde durulduğunu açıkladı. Yeni konser mevsimi başlıyor. Orchestra’sion’un 29 Eylül konserine çağrı geç geldiği için gidemedim, ama Arkas Üçlüsü’nün 30 Eylül akşamı Sen Antuan Kilisesi’nde verdiği konseri kaçırmadım. Yağmurlu ve serin bir İstanbul akşamı, Sen Antuan’ın çekici ortamında izlediğimiz konser, yeni mevsimin ilk konserlerinden biri olmanın ötesinde de bir anlam taşıyordu: Yeni kurulan üçlünün de ilk konseriydi. Konserin izlencesi birbirini itmeyen üç yapıttan oluşturulmuş ve zamansal sırayla çalınmalarına da özen gösterilmişti. Üçlünün çalışı da çok başarılıydı: Canlı, dengeli ve uyumluydular. Müziksiz ve sıcak bir yazdan sonra bu güzel müzik akşamı bana iyi geldi doğrusu. İlk olarak klasik dönemin büyük bestecisi Haydn’ın 39 sayılı (Hob XV: 25) Sol Majör Piyanolu Üçlüsü’nü dinledik. Onu romantik dönem bestecisi, ancak klasik dönemle romantik dönem arasında köprü işlevi de görmüş olan Mendelssohn’un 1 sayılı Op.49 Re Minör Piyanolu Üçlüsü izledi. Aradan sonra da, romantik dönemin son büyük bestecisi, kimilerine göre “romantik dönemde bir klasik” olan Brahms’ın 1 sayılı Op.8 Si Majör Piyanolu Üçlüsü seslendirildi. Konserden sonra konuştuğum, üçlünün kurulmasına öncülük eden kemancı Tuncay Yılmaz, her şeyin İzmirli işadamı Lucien Arkas’a ettiği bir telefonla başladığını söyledi. Onu seçmesinin nedeniyse kendisinin de İzmirli olması. Arkas, bir üçlü oluşturma düşüncesini benimseyip destekleyince tasarı gerçekleşmiş. Süreklilik için kurumsal bir çatı altında olmak gerektiğine inanan Tuncay Yılmaz, küçük toplulukların hareket yeteneğinin bir orkestraya göre çok daha fazla olduğunu, çok daha fazla insana ulaşabileceklerini düşünüyor. Kurdukları üçlünün ayırıcı özelliğininse solist sanatçılardan oluşması olduğunu vurguluyor. Gerçekten kendisi de, piyanist Emre Elivar ve Alman çellist Gustav Rivinius da uzun yıllardır tüm dünyada solist olarak konserler, dinletiler veren, ödüller kazanmış sanatçılar. Yılmaz’ın bir söylediği de, amaçlarının yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada konserler vermek olduğuydu. “İleride bir dörtlüye, hatta beşliye dönüşecek misiniz?” sorumu ise, birkaç yıl üçlü olarak tanındıktan sonra, arada bir, örneğin değerli bir viyola solistinin konuk olarak katılmasıyla da konserler vermeyi düşünüyoruz, diye yanıtladı Yılmaz. Arkas Üçlüsü, izlediğimiz konseri 1 Ekim’de İzmir’de Adnan Saygun’da yineledi. İlk yurtdışı konserini de 31 Ekim’de Berlin’de verecek. Üçlüyü aralık ayında yine İstanbul’da dinleyeceğiz: 2 Aralık’ta İDSO eşliğinde CKM’de, 5 Aralık’ta da Süreyya Operası’nda. Cumhuriyetin 50. yıl heykelleri ‘can’lanıyor Kültür Servisi Yapı Kredi Gönüllüleri Platformu bünyesinde yer alan Yapı Kredi Emeklilik gönüllüleri, “Yontu” isimli proje kapsamında Cumhuriyet’in 50. yılı için yaptırılan ve zamanla yıpranan heykellerin bakımı ile restorasyonunu üstlendi. Yapı Kredi Emeklilik çalışanlarının Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı işbirliğiyle hayata geçirdiği proje kapsamında, Cumhuriyet’in 50. yılı vesilesiyle yaptırılan ve geçen süre içinde yıpranarak zarar görmüş heykeller temizlenip tamir ediliyor. Projenin ilk çalışması 17 Eylül Cumartesi günü Dolmabahçe’de yer alan, 1973 yılında heykeltıraş Hüseyin Anka Özkan tarafından yapılmış olan “Yankı” heykeliyle başladı. Yapı Kredi Emeklilik çalışanlarının görev aldığı ve 6 saat süren temizleme çalışması ile heykel, eski görüntüsüne kavuşmuş oldu. Heykel temizliği Prof. Dr. Üzlifat Özgümüş danışmanlığında, restoratörler Serra Kaynak ve Özden Çelik eşliğinde gerçekleştirildi. Yapı Kredi Emeklilik çalışanlarının oluşturduğu gönüllü ekibi 2011 ve 2012 yılları içerisinde İstanbul’da bulunan yedi adet heykeli temizlemiş ve onarmış olacak. Proje kapsamında temizlenip onarılacak diğer heykeller ise şunlar: Maçka Mezarlık önündeki “Abstre”, Emirgân Parkı’ndaki “Bahar”, Galatasaray Meydanı’ndaki “Cumhuriyet’in 50. Yılı Anıtı”, Fındıklı Parkı’ndaki “Dayanışma”, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu önündeki “Figür” ve Bebek Çocuk Parkı’ndaki “Soyut Kompozisyon”. Çelenk ve mutlu gün bağışlarınız için 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 275 52 44 www.yekuv.org [email protected] Vakıflar Bankası: Osmanbey Şubesi 00158007287986476 10 Eylül 2011 tarihinde ehliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. Serkan Şahin C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle