23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 EK M 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 11 Sen misin sıfır veren! Ekonomi Servisi ABD’de Sermaye ABD’deki Sermaye Piyasası Düzenleme Kurulu (SEC), Piyasası Düzenleme Kurulu uluslararası kredi derecelendirme son dönemlerde kuruluşlarıyla ilgili ilk yıllık debirçok ülkenin notunu ğerlendirmesini açıkladı. SEC’nin raporuna göre, aralaindiren aralarında rında Standard and Poor’s (S&P), S&P, Moody’s ve Moody’s ve Fitch’in de yer aldığı 10 kredi derecelendirme kuruFitch’in de luşunun değerlendirmelerinde bulunduğu kredi “görünür hatalar” bulunuyor. derecelendirme SEC, söz konusu kuruluşların kuruluşlarını zamanında ve doğru açıklamalar yapmadığına dikkat çekerek kurudoğru açıklamalar luşların çalışanların çıkar çatışmalayapmamakla rını kontrol etmekte yetersiz kaldığını suçladı. ve bunun dışında da ciddi problemleri olduğunu vurguladı. SEC, en sorunlu kredi derecelendirme kuruluşlarının hangileri olduğuna ilişkin bilgi vermezken en önemli kredi derecelendirme kuruluşlarından ikisinin de çıkar çatışmalarının yönetilmesine ilişkin belirli politikalara sahip olmadığına vurgu yaptı. En önemli üç kuruluştan birinin derecelendirme metodolojisini doğru şekilde takip etmediğini ifade eden SEC, kredi derecelendirme kuruluşlarının da kendi sorunlarını değerlendirmelerini ve çözmelerini beklediklerini vurguladı. Son dönemlerde İtalya, Yunanistan’ın notu indirilmişti. ABD, ağustosta notunu düşüren S&P’ye hatalı bir karar aldığı gerekçesiyle soruşturma açmıştı. ABD ve Avrupa’nın sorunlu ülkelerinin notunu indiren reyting kuruluşlarına soğuk duş Demokratik Bir Anayasa çin… Yeni dönem çalışmalarına başlayan Meclis’in ilk işi öyle anlaşılıyor ki yeni anayasa yapılmasıdır. Yeni anayasanın biçimlenişinde AKP’nin, daha doğrusu Başbakan’ın görüşleri, hele de başkanlık ya da yarı başkanlık özlemleri esas belirleyici olursa, bu, temelden yanlış olur. Çünkü, Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP’nin yönetim anlayışı, yargı bağımsızlığı, üniversite ile diğer bilim ve araştırma kurumlarının özerkliği gibi demokrasinin ana kurumsal kavramlarına tamamıyla yabancıdır; demokrasinin temel taşının, demokratik kurumlar olduğu anlayışından yoksundur. Diğer eksiklerine ek olarak kurumlara karşı tutumuyla AKP, esasen demokratik bir anayasa yapılmasına öncülük edecek özellikte değildir. Kısaca asıl büyük sorun, niteliği sonucu özgürlükçü bir öze sahip olup olmadığı en azından tartışmalı olan AKP anlayışıyla demokratik bir anayasanın nasıl yapılacağıdır. Anayasa hazırlığı sürecinde yapılması gereken, demokratik işleyen siyasi partileri, özerk, bağımsız çalışan kurumlarıyla yalnız temel hak ve özgürlükleri değil, onlarla birlikte ekonomik, sosyal hakları da güçlendiren, güvence altına alan; Kürt sorununa demokratik çözüm getiren yeni bir anayasanın AKP’nin mutlak dayatmalarından uzak bir toplumsal uzlaşmayla yapılmasıdır. AKP gerçek demokrasi çelişkisini çözüme kavuşturacak olan, toplumun hak ve özgürlükleri sahiplenecek olan güçleridir. Anayasalar, doğrudan ya da dolaylı ideolojileri yansıtır, ideoloji ürünleridir. CHP Genel Başkanı akıl almaz bir tutumla “CHP’nin ideolojisi yok” diyor; diyebiliyor! (Mehmet Tezkan, Milliyet, 26 Eylül). Sonradan yalanlansa da bu sözler bir ideolojik şaşkınlığı anlatıyor. Buna karşın, CHP örgütü ve kimi milletvekilleri geçmişte kazandıkları birikimle, özgürlükçü, eşitlikçi, sosyal ve demokratik bir anayasa için uğraş verebilir! Demokratik anayasa taleplerinin güçlü bir biçimde sergilenmesinde diğer siyasi partilere ve özellikle de kamuoyu oluşturan toplum kesimlerine önemli bir görev düşüyor. Demokrasilerde dördüncü güç denilen medyanın AKP tarafından iyice törpülendiği ve dişlerinin söküldüğü, büyük sermaye çevrelerinin de AKP’ye giderek daha fazla baş eğmekte olduğu görülüyor. Ancak ülke demokrasisinin geçmekte olduğu tehlikeli viraj, yani AKP anlayışında bir anayasa ile demokratik bir anayasa ikilemi, bu kesimlere ayrı bir tarihsel sorumluluk yüklüyor. Benzer bir sorumluluk da baroların, sendikaların, meslek oda ve birliklerinin, üniversitelerin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının omuzlarındadır. Seçimler sonrasının kamuoyunda giderek daha ağır bir biçimde yerleştirilmeye çalışılan artık AKP her istediğini yapar kanısının, somut demokratik anayasa talepleri yükseltilerek, kırılması gerekiyor. Bunun en sağlıklı ve sağlam yolu da AKP anlayışı karşısında gerçek demokratik anayasa uğraşısının, geçmişin çalışma ve birikimlerinden yararlanılarak donanımlı bir biçimde verilmesidir. Artık yeter Küresel kapitalizm para ve harcama hırsına tavan yaptırırken hükümetlerin hesap defterini kabarttı. Ancak bu durum dünya halklarına, işsizlik, daha yüksek vergiler, harcama kesintileri olarak geri döndü. Avrupa’da işçi sınıfı ve gençlerin kemer sıkma politikalarına karşı sürdürdüğü direniş her geçen gün büyüyor. Aralarında Portekiz, İzlanda ve Yunanistan’ın bulunduğu birçok ülkede göstericiler “Her geçen gün çalışma şartlarımız daha da kötüleşiyor” diyerek eylemlerine hız verdi. Libya’ya ilk ticari uçuş THY’den Ekonomi Sevrisi Türk Hava Yolları (THY), ağustosta Muammer Kaddafi devrildiğinden bu yana ilk kez Libya’nın başkenti Trablus’a bir uluslararası ticari uçuş düzenledi. İstanbul’dan kalkan THY yolcu uçağı Trablus’un Mitifa Havaalanı’na indiği sırada Türkiye ve Libya’nın yeni yönetimini temsil eden bayraklar havaalanında dalgalandı. Uçağa binecek yolcular sakin bir şekilde kontrollerin yapılmasını bekledi. Trablus sakini Muhammed el Ceruşi, Türkiye’ye iş için gittiklerini, THY’nin hizmetine yeniden başlamasından dolayı mutlu olduklarını belirtti. Diplomatlar, NATO saldırılarının hedefi olmaması için resmi heyetleri taşıyan sivil havayollarının uçuşlarına ve diğer uçuşlara, önceden uçuş planlarını bildirmek koşuluyla izin verildiğini açıkladı. BM Güvenlik Konseyi 16 Eylül’de aldığı kararla Libya’ya yönelik bazı yaptırımları gevşetmiş, ancak Rusya ve Güney Afrika’nın çağrılarına rağmen uçuşa yasak bölge kararını kaldırmamıştı. Belarus’un gazı Gazproma’a DEN Z BERKTAY KİEV Belarus doğalgaz dağıtım ve nakil idaresi Beltransgaz’ın hisselerinin yüzde 50’lik bölümünün aşamalı olarak Gazprom’a satılmasının ardından, şimdi de geri kalan yüzde 50’lik bölümünün satışı gündemde. Belarus Devlet Başkanı Aleksandır Lukaşenko, konuyu Rusya Cumhurbaşkanı Dmitri Medvedev’le görüştüğünü ve bazı şartlar karşılığında, Belarus yönetiminin, Beltransgaz’ın ikinci yüzde 50’lik hissesini 2.5 milyar dolar karşılığında Gazprom’a satmaya hazır olduğunu söyledi. Lukaşenko, bu şartlardan birincisinin, Gazprom’un Belarus üzerinden geçen transit gazın miktarını belli bir düzeyin altına düşürmemesi ve böylelikle Belarus’un transit vergisi almayı sürdürmesi, diğer bir şartın da Belarus’a satılan doğalgazda indirime gidilmesi olduğunu belirtti. Bu yılın başından beri yoğun bir döviz kriziyle karşı karşıya olan Belarus’ta yönetim, Batılı kuruluş ve devletlerle Rusya’dan kredi sağlamaya çalışıyor. Rusya, Belarus’a 3 milyar dolar kredi verilmesini kabul etmiş, ancak karşılığında, Belarus’taki devlet işletmelerinin özelleştirilmesini şart koşmuştu. Belçika’nın en büyük kredi kurumlarından Dexia Bank batıyor, Yunanistan’ın yardım paketi üzerinde kuşkular artıyor... Kriz yoluna devam ediyor... Halbuki geçen haftanın başında piyasalar, Avro Bölgesinde krizi aşacak “büyük plan”ın yolda olduğuna ilişkin bir umutla, önceki haftanın çöküntüsünden çıkmaya başlamıştı. Perşembe günü Alman Parlamentosu, Avrupa Finansal İstikrar Fonu’na Almanya’nın yapacağı katkıyı genişletmeyi kabul edince, “büyük plan”ın gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel de kalkmış oluyordu. Ancak, Avrupa piyasaları haftayı yine kırmızıda kapattılar. Anlaşılan, yine dünya ekonomisindeki yavaşlamaya, “büyük plan”ın önündeki siyasi engellere ilişkin kaygılar egemen olmuştu. Kong’da Heng Seng’in üç aylık kaybı yüzde 23, Şangay Bileşik’in kaybı yüzde 16 olmuştu. Financial Times Lex köşesi’ne göre, piyasaların BRIC ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) performansının dünya ekonomisini kurtaracağına ilişkin inançları sarsılmıştı. Gerçekten de Uluslararası Tedarik Müdürleri indeksinin dört BRIC’den üçünde yüzde 50’nin (resesyon sınırı) altına düşmesi, yükselen piyasalarda faizlerin yükselmeye başlaması, talep daralmasının gündemde olduğunu gösteriyordu. Çin ve diğer yükselen piyasalar dünya ekonomisinin yardımına gelemiyorsa durum gerçekten kaygı vericiyi olmalıydı. Birincisi, büyümeye başlayarak diğer ülkelere gerekli talebi ve kaynağı sunacak, böylece krizden çıkışı başlatacak bir “yeni motor” (1940’ların Amerika’sını anımsayınız) hâlâ ortada yoktu. İkincisi bu koşullarda, dünyanın en büyük iki ekonomik bölgesini oluşturan ABD ve Avrupa’nın performansı, kapitalizmin kaderini belirlemeye devam ediyordu. Bütün dikkatler yine, mali krizi derinleşmeye devam eden Avro Bölgesinin üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu iki ekonomik blokun durumu da hiç aydınlık değil. Peki öyleyse ne? “Büyük depresyon” kavramını 1930’ları, ardından gelen felaketleri anımsattığı için kullanmak istemiyoruz. Bu yüzden önce “büyük durgunluk” (recession) kavramına sarıldık. Geçen hafta da Goldman Sachs ekonomistleri CHP: Cari açığın faturası halka kesildi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, ABD’de IMF’den alınan talimatla elektrik ve doğalgaza yapılan zamların olağanüstü cari açığın neden olduğu devalüasyonların sonucu olduğunu söyledi. Öztrak yaptığı yazılı açıklamada, hükümetin elektriğe ve doğalgaza yapılan zamlarla cari açığın faturasını halka kestiğini belirtti. Son zamların dar gelirli yurttaşların belini bükeceğini vurguladı. Öztrak, seçim öncesinde yurttaşın geliriyle umutları arasındaki uçurumu sıcak parayla finanse edilen tüketici kredilerine yüklenerek kapatan ve sahte cennet yaratan hükümetin, bunun sonucunda ortaya çıkan cari açığı görmezden geldiğini kaydetti. Öztrak, “Hükümet yetkililerinin bu zamlara küresel krizi ve uluslararası enerji fiyatlarını, Rusya’dan alınan gazın pahalı olmasını gerekçe göstermesi kendi kötü yönetimini gizleme çabasından başka bir şey değil. Hükümetin ekonomiyi artık IMF olmadan yönettiği de doğru değil. Bu zamlar, gelirinin üçte birinden fazlasını konut giderlerine harcayan toplumun en yoksul kesimlerini etkileyecek. Anadolu’da akşamları kaloriferlerin yanmaya başladığı günlerde gelen bu insafsız zamlar derhal geri alınmalıdır” dedi. ‘Kara Delik’, ‘II. Büyük Depresyon’... “büyük cansızlık /durağanlık” (great stagnation) kavramıyla geldiler. Goldman Sachs ekonomistlerinden Jose Ursua’nın hazırladığı rapora göre, “Gelişmiş ekonomiler açısından, bir uzun dönemli durağanlık olasılığı akla yakın bir risk, meşru bir kaygı konusudur” ve “bu ülkelerin yeniden ekonomik toparlanmayı canlandırarak ‘büyük durağanlık’tan kurtulmayı başarmaları, siyasetin güveni restore etmesine, büyümeyi kalıcı bir biçimde başlatacak reformları uygulamaya koymasına bağlıdır” (Bloomberg, 30/09/11) The Economist ve Financial Times’da da Soros, krizden çıkmak için siyasi müdahaleye büyük önem veriyor (piyasalar kendi kendine dengeye gelemiyor anlaşılan). The Economist, kasımdaki G20 zirvesine kadar bir “büyük plan”ın hazırlanmasının zorunluluğundan söz ediyor, politikacıların en büyük hatasının kısa dönemli mali istikrar üzerinde odaklanmak (Hani piyasalara güven vermek gerekiyordu!) olduğunu vurguluyor. Soros’a göre, mali piyasalar dünyayı yine bir büyük depresyon’a doğru sürüklüyorlar. Bir an önce üç cesur adım atmak Tünelin ucunda hâlâ ışık yok... Bu sırada Soros, Financial Times’daki yorumunda “II. büyük depresyon” tehlikesinden söz ediyordu. Genelde riskleri azımsayarak (aman piyasaların morali bozulmasın) olumlu bir tablo çizmeyi tercih eden, The Economist, bu hafta, dünya ekonomisinin “karadeliğe” düşmek üzere olduğunu yazıyordu. Geçen hafta sonu, yılın üçüncü 3 Aylık Dönemi de (Q3) kapanıyordu. Piyasalar yalnızca haftayı değil, “berbat Q3’ü de ağızlarında kötü bir tatla kapattılar”. Cuma günü yüzde 2.2 ile haftayı 11.000’in altında kapatan Dow Jones’un Q3 dönemindeki toplam kaybı yüzde 12’yi geçiyordu. Aynı dönemde FT 100, Dax ve Cac 40’ta sırasıyla yüzde olarak 13.7, 26 ve 26, oranlarında düşmüşlerdi. Asya piyasaları da farklı değildi, Hong ‘Büyük cansızlık’ ve siyaset gerekiyor. Soros’a göre Avro Bölgesi bir ortak Hazine’ye sahip olmalı, büyük bankalar AB Merkez Bankası’nın (ECB) denetimi altına alınmalı, ECB zora düşen ülkelerin, ucuza finansman bulmalarına olanak sağlamalı. Kısacası AB siyasi birliğe doğru güçlü adımlar atmaya başlamalı. Bu bağlamda, önceki hafta gerçekleşen IMF toplantısından sonra yoğunlaşan tartışmalar, geçen hafta, Alman Parlamentosu’nun, Almanya’nın Avrupa Mali İstikrar Fonu’na yapacağı katkıyı arttırmasına onay vermesi, PIIGS (Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan, İspanya) ülkelerinde olası bir devlet iflasını önleyecek adımların atılması açısından önemli gelişmelerdi. Temmuz ayında Avrupa Finansal İstikrar Fonu (AFİF) hem arttırılmış hem de yetkileri genişletilmişti. Alman Parlamentosu, 250 milyar Avro’dan 440 milyar dolar Avro’ya çıkarılan AFİF içinde Almanya’nın payının 120 milyardan 211 milyar Avro’ya çıkarılmasını onaylamıştı. Fransa, Finlandiya ve Avusturya parlamentoları da... Dahası, IMF toplantısına katılan bir G20 görevlisinin, Londra’da yayımlanan günlük finans gazetesi CİTY A.M.’e verdiği bir demeçte vurguladığı gibi “Alman ve Fransız liderlerin 3 trilyon Avro’luk bir paketin gerekli oluğunda anlaşmaya varmış görünüyorlardı.” Tüm bunların piyasalarda güveni restore etmesi gerekiyordu. Ama etmedi. Birincisi; bugüne kadar yalnızca bir “büyük plan”ın ve “çok para”nın gerekli olduğunda C MY B C MY B Liderler iktidarsız anlaşıldı. Ama plan’ın ne olacağı konusunda ortada bir açıklık yok. Şimdilik en fazla PIIGS ülkelerine, öncelikle de Yunanistan’a, bulaşıcılığı önleyecek büyüklükte kaynak aktarılacak. Yunanistan’ın borçlarının planlı bir biçimde ertelenmesi, hatta bir kısmının silinmesi de (iflas) söz konusu olabilir. Ancak City Group’dan Prof. Buiter ve Ebrahim Rahbari’nin vurguladığı gibi, daha ileri bir siyasi bütünleşme ya da Yunanistan gibi iflas noktasına gelenlerin Avro’dan çıkma olasılığı yok. AB bocalayarak yola devam etmeye çalışacak (Christian Science Monitor, 29/09). Bu en mantıklı senaryo, çünkü, Rogoff ve Reinhart’ın vurguladıkları gibi “aslında bir Avrupa Birleşik Devletleri gerekiyor. Bunu 20 yılda yapmayı planlamışlardı ama şimdi 20 haftaları var” (New York Times 29/09). Kısacası olacak iş değil. Diğer taraftan, diyelim ki mucize oldu, bu Avrupa Birleşik Devletleri 20 haftada kuruldu. Peki, ne yapacak bu devlet. Mali disiplin koşuluna bağlanmış mali istikrar fonundan, bankaların borçlarını devralmaktan başka ne var gündemde? Buradan büyümeye gitmek olanaklı değil... Dahası, mali disiplin kurallarını kim uygulayacak? Başta The Economist’te olmak üzere yorumcular siyasi liderlerin karar almakta zorlanmasından söz ediyor. Bunu tercüme edersek, liderler güçsüz, toplumda destekleri ve inandırıcılıkları yok. Bu hale nasıl geldiler? Neoliberalizmin orta sınıfları imha eden, emekçileri daha da yoksullaştıran etkileriyle, mali kriz başladıktan sonra, bankaları kurtarıp zararı halkın sırtına yıkmaya kalkan politikalarla... Kısacası yolun sonuna gelmiş durumdalar. Buranın neresi olduğunu görmek için Yunanistan’a bakmak yeterli... IMF ve AB’nin Yunanistan ile 30 bin memur pazarlığı Ekonomi Servisi Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası (ECB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) yetkililerinden oluşan ‘Troyka heyeti’nin Yunanistan’da yürüttüğü incelemeden 30 bin kamu çalışanının bir yıllığına işlerinin ‘askıya alınması’ kararı çıktı. İflas etmemek adına kurtarma paketinin altıncı dilimi olan 8 milyar Avro’yu garantilemek için Troyka’nın isteklerini büyük ölçüde yerine getirecek olan Yunanistan’ın, yıl sonuna kadar 30 bin çalışanı yedeğe çekme konusunda Troyka’ya söz verdiği belirtiliyor. vam edilecek. Askıya alınan çalışanlar, yıl sonunda yeni iş bulamazlarsa maaşları tamamen kesilecek. Hükümetin ayrıca, yarın parlamentoda vergi arttırımı, kamu çalışanlarının maaşlarında yaklaşık yüzde 20 indirim ve 2015’e kadar devlet çalışanlarının beşte bir oranında azaltma yoluna gidilmesini gündeme getireceği de öne sürülüyor. Yunanistan hükümeti ve Troyka yetkililerinin kamu çalışanlarının nasıl işten çıkarılması gerektiği konusunda çalışmalarını sürdürdüğü belirtilirken hükümetin çalışanları daha düşük maaşla işlerinin başında tutmaktan yana olduğu kaydedildi. zne ayrılmış sayılacaklar Taraflar arasında yapılan görüşmelere göre, ücretli izne ayrılmış gibi olacak çalışanlara maaşlarının yüzde 60’ı bir yıl boyunca ödenmeye de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle