23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 OCAK 2011 PAZAR KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr 19 Oyun Atölyesi, William Shakespeare’in ‘Macbeth’ oyununu Kemal Aydoğan yorumuyla sahneliyor ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ‘Macbeth’e güncel yorum ÖZNUR OĞRAŞ Utançla Yaşamak... Yere diz çökmüş Rakel Dink’in kaldırımdaki çiçek yığınına uzanan kolu, çiçekler arasına beyaz bir gül bırakan eli… O fotoğraf manşette gazetenin sol köşesindeydi. Sağ köşede ise Musa Kart’ın bir çizimi: Kaldırıma yayılan kan gölünde, gazete kâğıdından bir kayık yüzüyor. Kayık/gazetenin bir yanında açık seçik, “Hrant’ın kanı yerde kalmayacak” yazısı okunuyor. Takım elbisenin ucundan gazete/gemiye uzanan bir el… Fotoğrafla çizim arasında, bu iki kare arasında, çiçeğe uzanan el ile, kan gölüne uzanan el arasında ise dev puntolarla, siyah üzerine beyaz puntolarla: “Utançla Yaşamayalım!” yazısı… Sevgili okurlar bu anlattığım 20 Ocak tarihli Cumhuriyet’in manşetiydi. Tam dört yıldır, soruşturmanın tetikçilerden öteye geçememesi… Geçmesinin engellenmesi… Hem de ne biçim engellenmesi! İşte utancımız! Hrant’ın kanı yerdedir. Dört yıldır yerde kalmıştır! Dostlar, arkadaşlar, her 19 Ocak’ta Hrant’la birlikte bir kez daha ölenler, “Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrant’ız diyenler”… Bunu diyenlere öfkelenip karşılığında fena halde kızanlar, köpürenler, küfredenler, onları tehdit edenler… Ergenekon ve Balyoz davalarına her gün yeni belgeler keşfedip bunları medyaya sunanlar, üzerine saatlerce tartışanlar… Jitem, Susurluk, Hizbullah tanıklıklarını anlatıp duranlar… Bütün o faili meçhul olmayan cinayetleri iki sözcüğe “derin devlet” sözcüklerine indirgeyip rahat edenler… Sorarım size, sekiz yıldır tek başına iktidar olan hükümetin hiç mi sorumluluğu yok Hrant Dink duruşmasının bir nebze olsun ilerlememesinde? Hükümetin başı hiç mi duymamaktadır bu utancı? William Shakespeare’nin en önemli ve en kısa trajedilerinden “Macbeth”, Kemal Aydoğan yorumuyla Oyun Atölyesi’nde sahneleniyor. Sahnede, kafatasları ve gazete kâğıtlarının yerleştirildiği daire şeklinde bir platform. Üstü gazete sayfasıyla örtülmüş, ayakkabısının teki delik biri ve diğerleri yatıyor yerde. Bu sahne Hrant Dink cinayetini anımsatıyor... Sahnedeki daire şeklindeki platform iktidarı, kafatasları ise öldürülen aydınlarımızı temsil ediyor. Aydoğan, “Türkiye’de yargısız infazlar yapıldı. Uğur Mumcu’lar, Hrant Dink’ler öldürüldü. Biz sandık ki gizli bir güç var, insanları ortadan kaldırıyor. Fakat bir gün anlaşıldı ki, devletin altında çalışan bir iktidar mekanizması, işine gelmeyen herkesi yok ediyor. Türkiye’de asit kuyuları da biliniyor artık, politik cinayetlerin hangi kaynaktan hareketle yapıldığı da” diyor. Aydoğan ‘Macbeth’in hâlâ güncelliğini koruduğunun ve sahnede yaşanan iktidar savaşının ya da başka bir deyişle kanlı hesaplaşmanın günümüz olaylarına çok yakın olduğunun altını çiziyor: “Keşke Macbeth eskimiş olsa ve biz bu oyunu anlamakta zorluk çeksek. İnsanlık daha eşit bir yere gitmiyor. Uygarlıkla birlikte iktidar hırsları hep olmuş ve olacak.” Bengi Günay’ın hazırladığı Sahne Tasarımı’nın dikkat çekici olduğu oyunda, arka planda kullanılan ve emal Aydoğan: ‘Türkiye’de yargısız infazlar yapıldı. Uğur Mumcu’lar, Hrant Dink’ler öldürüldü. Keşke Macbeth eskimiş olsa. İnsanlık daha eşit bir yere gitmiyor. Uygarlıkla birlikte iktidar hırsları hep olmuş ve olacak...’ K üzerine hafif ışık düşen tül, sahneye derinlik katıyor. Sahnedeki tülün arkasında oyun bitimine kadar duran cadıların olayları önceden bilmesi ve oyunu sonuna kadar izlemesi ise oldukça etkili. Aydoğan “Macbeth”e değişik bir yorum getirmiş, kendi deyimiyle daha günümüze yakın, anlaşılır bir dille anlatmaya çalışmış. Oyunun ana temasını oluşturan iktidar hırsı, cinayet, kötülük ve entrika, Lady Macbeth’e göre daha çok Macbeth’te hissediliyor. Yaptığı kötülüklerden ve işlediği cinayetlerden zevk almayan Macbeth’i canlandıran İlker Aksum, karakterin hayal görmesini, vicdanıyla baş başa kalmasını ve kendi iç hesaplaşmasının yaşandığı sahneleri başarılı bir biçimde yorumlamış. Ancak oyunun temposunun düşük olduğu birinci perde ve bazı yerlerde Aksum’un söylediklerinin anlaşılmaması, izleyiciyi bazı yerlerde oyundan koparıyor. Lady Macbeth’i dünyayı parçalayan bir bomba olarak tanımlayan Aydoğan, “Lady Macbeth’in Macbeth’i dürtmesi olmasaydı, biz kötülüğü göremeyecektik. Bir kadının bu kadar etkili olabilmesi o sistemdeki bir eksiğe denk düşer. O anlamda Lady Macbeth bir dinamit gibi tüm gerçekleri görmemizi sağlar. Lady Macbeth bu sistemi gösteriyor, bakın diyor, bunların çirkinliği bu, isteklerini yerine getirmek için seçtikleri yol, bu kadar kanlı ve kirli” diyor. Aydoğan, İlker Aksum dışındaki oyuncu kadrosunda daha önce çalıştığı oyuncuları tercih etmiş “Macbeth”te, “Aksum çok derinlikli bir oyuncu ve benim için Macbecth’i oynayacak tek oyuncuydu, buna yönetmenin önyargısı diyelim” diyor. ‘İdrar tahlili’, ‘yoğurt’ gibi günümüzde kullanılan kelimelerin olduğu oyunun çevirisi Haluk Bilginer’e ait. Aydoğan,“Bizimki sadece Shakespeare ile ilişkiye geçme çabasıydı. Shakespeare çevirmek zor, çünkü kendi dilinde kurduğu dünyayı Türkçeye aktarmak mümkün değil, o zaman işin içine ister istemez çeviri anlayışları giriyor. Çevirmenler şunu atlıyor, oyuncu metni dillendirmeye başladığında o kitabi çeviride söylediklerine inanmıyor. Shakespeare’in incelemesini yapanlar, Macbeth’in finale doğru yapısının bozulmaya başladığını söylüyorlar. Dolayısıyla da dil de bozuluyor, avamlaşıyor, daha gündelik bir hal alıyor. Haluk Bilginer, çok iyi bir çeviri yaptı” diyor. Oyunda İlker Aksum, Esra Kızıldoğan, Ender Yiğit, Murat Tüzün, Barış Yıldız, Muharrem Özcan, Gözde Kırgız, Pınar Bekaroğlu, Osman Akça, Saygın Soysal, Sertan Müsellim, Berke Yağış rol alıyor. Öldürmek serbest yuhalamak yasak Biliyorum çok acımasız ama işte insanın içinden “Öldürmek serbest, yuhalamak yasak” gibi ara başlıklar atmak geliyor. Yuhalayanları, ıslık çalanları, yumurta atanları, aleyhte yazanları anında adalete teslim et, canlarına oku, anında cezalandır; ama katillere ilişme… Bunun utancını nasıl olur da duymaz insan iliklerinde? Hikmet Çetinkaya’nın “Kelle Avcısı Dışarıda, Balbay İçeride” yazısıyla gözümüze soktuğu bir gerçeği hadi anladık yandaş medya görmezlikten gelmeyi seçti. Silivri’de sürdürülen iktidarın sahnelediği trajik komedyaya gözlerini kapamaktalar hâlâ! Orada “Yandaş adalete” duydukları saygıdan susmaktalar… Peki ama bir zamanlar hepsinin canı ciğeri, arkadaşı olan Dink cinayeti davasındaki adaletsizliğe nasıl gözlerini, kulaklarını kapıyorlar? Hiç mi utanç duymuyorlar? Sevgili okurlar, bugün niyetim Tuba Çandar’ın çok özgün eşsiz kitabı “Hrant” üzerine düşüncelerimi sizle paylaşmaktı. Ama yapamadım. O eşsiz kitap bir başka yazıya kaldı. 20 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesi beni aldı sürükledi. Artık utanç içinde yaşamak, utançla yaşamak istemiyorum diye haykırıyorum. İnsan kalarak yaşayabilmek için, bu utançtan kurtulmamız gerek. Çocuklarımızı bu utançtan kurtarmamız gerek! Ataol Behramoğlu’nun dizelerini tekrarlayıp duruyorum: “Yaşamak bu yangın yerinde / Her gün yeniden ölerek Zalimin elinde tutsak / Cahile kurban olarak Savunmak gerçeği, çoğu kez / Yalnızlığını bilerek Korkağı, döneği, suskunu / Görüp de öfkeyle dolarak Toplanıyor ölü arkadaşlar / Her biri bir yerden gelerek Kiminin boynunda ilmeği / Kimi kanını silerek Kucaklıyor beni Metin Altıok / “Aldırma” diyor gülerek “Yaşamak görevdir bu yangın yerinde / Yaşamak, insan kalarak” www.zeyneporal.com zeynep@zeyneporal.com Bu kez kendi yaşamöyküsünü kaleme aldı Bakırköy Hastanesi’ndeki heykelin Türkiye hikâyesi Ayşe Kulin’den ‘Düşünen Adam’ın serüveni ‘Hayat’ ve ‘Hüzün’ Kültür Servisi Çağdaş Türk edebiyatının beğenilen kalemlerinden Ayşe Kulin, ilklerin yazarı olmayı sürdürüyor. Daha önce yüz binlerce satılan “Veda” ve “Umut” adlı kitaplarının devamı niteliğindeki iki kitabı, “Hayat” ve “Hüzün”, Everest Yayınları’ndan çıktı. “Hayat Dürbünümde Kırk Sene” üstbaşlığıyla aynı anda yayımlanan bu iki kitap, Ayşe Kulin’in kaleminden kendi hayatına bir yolculuk olma özelliği taşıyor. “Hayat” başlıklı kitap, 19411964 yıllarını kapsarken, “Hüzün”, Kulin’in 19641983 yıllarını yansıtıyor. Kulin, kitabın arka kapağında, şunları anlatıyor: “‘Hayat’ ve ‘Hüzün’de yazdıklarım, babamın da var olduğu dünyada geçirdiğim kırk yılın, dürbünüme çarpan resimleridir; özelimde ve ülkemde 1941’den bu yana yaşadıklarımdan, gördüklerimden seçmelerimdir. Kitabıma, beni çok etkileyen, çok üzen, çok sevindiren, bende iz bırakan, belleğimde hep kalan anılarımı aldım. 1983’ten sonraki yıllarımın serüveni belki bir başka kitaba konu olur ama bu kitaplar, 1983 yılına kadar, Edip Cansever’e rahmetle selam olsun, ‘Ben Ayşe Kulin Nasılım?’a yanıtımdır.” Kitap, çağdaş Türk edebiyatının en beğenilen kalemlerinden biri olan Ayşe Kulin’den anıların, zamanının Türkiye ve dünyaki olayların iç içe geçtiği bir çalışma. Kitabın son bölümünde ise Ayşe Kulin’in yaşamından fotoğraf kareleri yer alıyor. Kültür Servisi Fransız heykeltıraş August Rodin’in dünyada en çok kopyası yapılan ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’yle (BRSHH) özdeşleşen “Düşünen Adam” heykelinin 60 yıllık Türkiye serüveninin anlatıldığı “Bir Simgenin Öyküsü Düşünen Adam Heykeli Sergisi” açıldı. BRSHH 1170 yataklı bölüm personel lokantasında açılan sergi, Rodin’in insanlığın belleğinde yer etmiş olan bu heykelinin Bakırköy’deki kopyasının yapılış öyküsünü, heykel ve kahramanları hakkında az bilinen gerçekleri, Türkiye’de kazandığı anlamları ortaya koyuyor. “Düşünen Adam” günümüzde Asya, Avrupa ve Amerika’da çoğunlukla müze, sanat galerileri ve üniversitede yer alırken; Türkiye’de ise, diğerlerinden farklı olarak, akıl hastanesinde sergileniyor. Dr. Fahri Celâl Göktulga (19451960) başhekimliği dönemind e fını gördüğü “Düşünen Adam” heykelinin hastane için sembol olabileceğini düşünmüş. Heykelin yapımına bir süre hastanede tedavi görmüş olan Bakırköylü ünlü ressam ve heykeltıraş Kemal Künmat tarafından 1951’de başlanır. Rodin hayranı olan Künmat eserinin bir kopyasını yapmak için çalışmalara başlar. Künmat, heykelin yapımı için birkaç ay çalışır ancak hastaneden ayrılması sebebiyle heykel bir süre bir eli bitirilmemiş haliyle kalır. Tedavi için gelen bir subay, resim ve heykelle hobi olarak ilgilendiğini söyler. Mehmet Pişdar, çalışmayı tamamlamak için kolları sıvar ve 41 gün çalıştıktan sonra heykel tamamlanır. hastanenin adı ve kimliğine yakışır büyük bir heykelin yapılmasını istemiş ve bir dergide fotoğra C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle