18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 OCAK 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Oğul Ahmet Özal babasının ‘Federasyon’ düşüncesine olumlu bakmadığını belirtiyor SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Kilit nokta ‘Federasyon’ hmet Özal babasının PKK lideri Apo ile ‘diyalog çabalarından haberi olup olmadığı’ sorusuna; “Hayır, benim bunlardan haberim yoktu” diyor; ne ki, kimi yorumlar ve açıklamalarında babası lehine gördüğü bilgileri veriyor. Örneğin; olayın kilit noktalarından biri, federasyondu. Ahmet Özal şöyle diyor: “O zaman bazı basında federasyon konusu tartışılıyordu: ‘Özal federasyon istiyor mu?’ Hayır! Ben rahmetli ile bu konuyu konuştuğumda bana dedi ki; ‘Bak bugün, eğer bir federasyon olsa Türkiye’de, o bölgedeki insanlarımızın çok aleyhine olur. Çünkü T.C. Devleti oradan bir alıyorsa vergi olarak, yirmi koyuyor’ dedi.” Ahmet Özal, babasıyla federasyon konusunu görüşüyor, ne var ki yine gazetelerde sürekli işlenen Kürt liderleri ya da PKK lideri Apo ile bir aracı kanalıyla yapılan konuşmaları, ha Aksırıncaya, Tıksırıncaya Kadar Gerçek Galatasaray’ın yeni stadı Türk Telekom Arena’nın açılışı, bir gerçeği açıklıkla ortaya koydu: Türkiye’de, birbirinden farklı iki Türkiye yaratılmak istendi. Bunlardan birincisi gerçek Türkiye. Bunda normal insanlar var; yaşayan, çalışan, işi olan, işi olmayan, yaşamın gaileleri ile uğraşan insanlar. Bu gerçek Türkiye’deki insanlar, beğenirlerse beğeniyorlar, kızarlarsa kızıyorlar, alkışlıyorlar, yuhalıyorlar. Yani gerçek’ler. Diğeri ise yalancı Türkiye. Bunda gerçek olmayan insanlar var. İktidarın yarattığı insanlar, her şeyi ile, kanı ile, canı ile, midesi ile iktidara bağlı insanlar. Ve onların Türkiye’si. O Türkiye’nin içinde, iktidar temsilcileri var. Kendilerine liberal diyen, sözüm ona aydınlar var. Hani yandaş denilen aydınlar, yani yalancı aydınlar, gazeteler, gazeteciler. Tümü ile. Evet iki Türkiye’nin var olduğunu, birincisinin gerçek Türkiye, diğerinin ise yalan Türkiye olduğunu, Türk Telekom Arena’nın açılışında bir kez daha gördük. Birinci Türkiye, yani gerçek Türkiye, Sayın Başbakan’a ve iktidara kızmış. Bilmiyorum neden... Belki “doğruları söylemediği içindir”, belki “aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içtiniz be” dediği içindir, belki “106 yıllık Galatasaray’ın, Ali Sami Yen’e karşılık yeni stadını yaparken, makarna, bulgur ve sadaka mantığı ile davranabileceklerini” zannettikleri içindir. Ama tepkisini ortaya koydu. Böyle zanneden TOKİ Başkanı’nı yuhaladı. Başbakan’ı konuşturmadı. Diğer Türkiye ise gerçekten de yalan Türkiye! Tabii ki iktidarı ıslıklamadığı, yuhalamadığı için değil. Tabii ki değil. Çünkü yalan Türkiye, gerçekten de yalan! Olanı anlatmıyor, olmayanı varmış gibi göstermeye çalışıyor. Kendi yandaşlarının ve iktidarın anlattığını, bize gerçekmiş gibi yutturmaya çalışıyor. Bunların dışında bir şey anlatmıyor. TOKİ Başkanı ve Başbakan ıslıklanırken, saklıyor, soyunma odaları gösteriyor. TOKİ Başkanı’nın tam bir sadaka mantığı içinde söylediklerini yutuyor, saklamaya çalışıyor. Ve gerçek Türkiye’de yaşayan insanlar yokmuş gibi davranıyor. Her zamanki gibi! Neden mi yalan Türkiye, yalan söylüyor? Çünkü iktidarın kızmasını istemiyor. İktidarın kızmasının, onlar için çok kötü olacağını biliyor. İktidarın kızması yerine, gerçek Türkiye’nin sesinin hiç duyulmaması daha iyi olur diye düşünüyor. Gerçek Türkiye’yi anlatmak kötü, bir de yandaş aydınları, gazetecileri kullandın mı, iş tamam diyor. Nitekim hep böyle olmadı mı, olmuyor mu? Ve yalan Türkiye, her şeyi yalanlar(!) üzerine kurarken, gerçek Türkiye’nin var olduğunu hiç düşünmüyordu. Ve yalan Türkiye’nin iktidarı, sadece yandaşlarını yanına alıp, onlara sağladığı her tür sadaka ile, her şeyi, tüm yoksulluğu, hukuksuzluğu, işsizliği bile unutturacağını zannediyordu. Bir gün gerçek Türkiye ile, üniversitelerde ya da bir stat açılışında karşı karşıya kalacağını hiç düşünmüyordu. Ve “yalan Türkiye’nin”, her türden, her meslekten yandaşları da bunu hiç düşünmüyorlardı. Gerçi dünyadaki “otoriter ülkeler” ve diktatörlükler de, buna çok benzer. Birbirlerinden farklı iki ülke yaratırlar. Ve bu iki farklı ülkenin varlığı ile güç kazanırlar. Bu iki ülkeden sadece birinde yaşamayı yeğlerler. Halkla yan yana gelmezler. Yan yana geldikleri, hep kendi adamlarıdır, “kulaklarından tutup atarım” dedikleridir. Bunun dışında bol bol “yandaş” kullanırlar. Bol bol “kralın soytarısı” kullanırlar. Ya da yandaş aydın, yandaş gazeteci, yandaş işadamı, yandaş memur, yandaş yargıç, yandaş savcı. Televizyonlara, gazetelere, sadece kendi adamlarını yerleştirirler. Ve bir de, ikinci ülkenin yani “yalancı ülkenin” gerçek ülke olduğuna, tüm halkı inandırmaya çalışırlar. İnanmayanlara “bana bakın, yoksa bertaraf olursunuz” derler. Hatta ısrar edenleri de hapislerde süründürürler. Sevgili dostlar, Türkiye’de işler bu aşamaya geldi mi, bunu bilemem, sizler bilirsiniz, ama, bizler iki Türkiye’nin var olduğunu gördük. Ayrıca protesto edenler, birkaç öğrenci olunca, dövdüren bakanların, 30 bin kişi ıslıkladığında, hiçbir şey yapamayacaklarını da gördük. Ve bir de gerçek Türkiye’nin, sadaka kabul etmediğini, “aksırıncaya, tıksırıncaya kadar” ıslıkladığını gördük. O gece “onurlu Galatasaray seyircisi” gösterdi tüm bunları. Bir de SON SÖZ: 106 yıllık Galatasaray’ın Başkanı, iktidarın, sadaka mantığı içinde stat yapmasını ve TOKİ Başkanı’nın bu yönde söylediklerini çok haklı bulabilir. Ama onurlu GS taraftarının tümünün de bunu haklı görmesini ve tek söz etmemesini isteme hakkı yoktur. A zırlanan planları, hiç ama hiç ele almadığını söylüyor. Ahmet Özal, babasının öldürülme olasılığıyla ilgili savların TBMM’de kurulacak bir komisyonda incelenmesini istiyor. Turgut Özal’ın öldürüldüğü iddiaları 1988’den beri gündemde. Özal’a 18 Haziran 1988’de ANAP Olağan Büyük Kongresi’nde kürsüde konuşurken iki el ateş edildi. Ateş eden Afyonlu Kartal Demirağ adında biri idi. Parmağından yaralandı. Polis ve savcılık gerekli soruşturmaya yaparken Turgut Özal’ın suikastın arkasında kimin olduğunu bizzat araştırdığı biliniyor. Kardeşi Korkut Özal’ın söylediğine göre Turgut Özal bu araştırmalarında sonuca ulaştı. Suikastın arkasında kimin olduğunu saptadı. Fakat, gerçeği anlayınca “madem öyleyse kalsın” diye üstüne gitmedi. Demirağ yargılandı. 20 yıl hüküm giydi. 4 yıl yattı ve çıktı. Özal suikastı sürekli tartışmalara, araştırmalara konu olageldi. Oğlu Ahmet Özal 27 Eylül 2010’da babasının öldürüldüğünü öne süren bir açıklana yaptı. Hatta ölümü sağlayan bir iki isim de verdi. Bir generalin (emekli) adını verdi. Diğer isim Hürriyet’in o zamanki sahibi Erol Simavi idi. Özal’ı öldürenler arasına Erol Simavi adının da karıştırılması tepkiyle karşılandı. Saçma sapan bir iddia idi. Fakat Ahmet Özal ısrarla babasına önce suikast düzenlendiğini, daha sonra Cumhurbaşkanı iken öldürüldüğünü iddia etmeye devam etti. 1999’da Ahmet Özal’ın da katıldığı bir TV programında Turgut Özal’ın Tazelenen iddialar Suikast öldürüldüğü öne sürülmüş, hatta bir limonataya konulan zehirden söz edilmişti. 2010’da konu yeniden canlandırılınca çeşitli senaryolar yinelendi. Kızı Zeynep de tartışmaya katıldı. Fakat Özal öldükten sonra “aile” otopsi yapılmasına izin vermemişti. Bu tartışmalar arasında Turgut Özal’ın Koruma Müdürü Musa Öztürk, bir açıklama yaptı. Eşi Semra Özal, hatıra olsun diye Turgut Özal’dan bir tutam saç teli almış ve çantasına koymuştu. Turgut Özal’ın zehirlendiği iddia ediliyordu. Zehirlenme gerçek mi değil mi saptamak isteniliyorsa Semra Özal’daki bir tutam saç laboratuvarda analiz edilir ve şayet Turgut Özal’ın ölümü zehirlenme sonucu gerçekleştiyse bu analiz sonucu kesinlikle ortaya çıkardı. “Aile” bu öneriye yanıt vermedi. Özal’ın öldürülüp öldürülmediği bir başka yöntemle saptanabilirdi. Zehirlendi iddiası Federasyon konusu Mezarı açılır, cesetten alınacak parçaya yine laboratuvar incelemesi uygulanır, olumlu veya olumsuz sonuç ortaya çıkarılabilirdi. Öldüğü sırada orada bulunan profesör doktorların, ölü Özal’ın vücudunda öldürüldüğüne işaret edecek herhangi bir olgu olmadığını söylemelerine karşın Ahmet Özal, iddialarında direnince savcılık soruşturma açtı. Oğul Özal savcılığa gidip ifade verdi. Özal öldüğü sırada Başbakan Demirel’di. Öldürüldüğüne ilişkin en ufak bir ima dahi duymadım Demirel’den. Özal’ın ölmesinden hemen sonra kimi güvenilir kaynaklardan Özal’ın hayli ilerlemiş prostat kanseri olduğunu duydum. Fakat nedense Özal’ın rahatsızlıkları arasında prostat kanseri bilgisine rastlamadım. Bana o sıralar Özal’ın 12 gün süren Orta Asya gezisinde çok yorulduğunu ve beğendiği yemeklerden, örneğin Buhara pilavından aşırı ölçüde, kaşık kaşık yediğini söylemişlerdi. Oysa kalbi rahatsızdı. Bypass geçirmişti. Gıdasına ve istirahatine önem vermesi gerekliydi. Sağlam bir tanıktan Özal’ın son gezisine ilişkin yorumlar zal’a yapılan suikast ve ölümü ile ilgili türlü çeşit olasılıklar, hatta öneriler öne sürüldü. Bu görüşlerin içinde tek bir tanık Özal’ın son gezisini ve ölümünü irdeleyen bir yazı yazdı: Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin! 4 Ekim 2010 tarihinde çıkan bu ilginç yazıyı aşağıda bulacaksınız: Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü üzerindeki tartışmalar sürüp gidiyor, ortada kafa karışıklıkları bulunduğuna göre bunların giderilmesi için her şeyin araştırılması gereği ortada. O araştırmalar süredursun; Özal’ı çok yakından izlemiş muhabirlerden biri olarak son gezisindeki bazı izlenimlerimi ve yaşadıklarımı aktarmak isterim. Tam o günlerde, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile anlaşmazlık nedeniyle Özal’ın Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa edip siyasete dönmesi bekleniyordu. Çok sayıda ANAP’lı milletvekili de bu nedenle partilerinden ayrılmıştı. O milletvekillerine defalarca, “Bu hiç doğru bir karar değil” demiş biriyim. Fotoğraf da çektiğimden Özal’ın, basına açık tüm etkinliklerini izlediğim gibi az sayıda gazetecinin alındığı, kuş sütünün dahi eksik olmadığı yemeklere de katılmak için özel çaba gösterdim ve çoğunda da bulundum. Buhara’da Nakşibendi Türbesi gezildi, sonra yandaki mescitte namaz kılındı. Ö Özal’ın son gezisi ve ölümü Secdeden kalkamayan Özal Çıkışta Özal’ı hiç iyi görmedim; yüzü simsiyahtı, mescidin tek basamağından inemedi, ayağını kaldırıp ayakkabısına sokamadı, tüm bunları ancak korumalarının yardımı ile yapabildi. Hâlâ da unutamadığım bu anı, daha sonra, namazda da bulunan istifacı milletvekillerinden Halil Şıvgın ile şu çerçevede konuştum: Halil Bey, Turgut Bey’i hiç iyi görmedim. Adım dahi atamadı. Siz bu adamı Köşk’ten indirip seçim otobüsünün üstüne nasıl çıkaracaksınız? Şükrücüğüm, sen merak etme; yine Mesut Yılmaz’dan yana ağır bastın. Biz o oto Yüzü simsiyahtı büse asansör yapar Turgut Bey’i yine üstüne çıkarırız. Bu işin birinci perdesi; ama meğer bunun, yıllar sonra öğrendiğim ve gördüklerimi destekleyen bir önceki sahnesi de varmış. Namaz esnasında, Özal epey süre secdeden kalkamıyor; ta ki yanındaki Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, namazını bozup kolundan tutup kaldırana dek. Gerçi o anı Şıvgın’ın, “Nakşibendi Hazretleri huzurunda namaz kılmaktan çok etkilendi. Dualarını ağlayarak yaptı. ‘Huzuruna sıradan biri olarak değil, Cumhurbaşkanı olarak geldim’ dedi” diye anlattığını da belirteyim. Kolundan tutup kaldırdılar Azerbaycan’da rahatsızlandı ıkışta gazeteci Servet Kabaklı’nın mescit etrafından toprak aldığını gördü. “Hayırdır Servet” diye laf attı, “Hafize Ana’nın mezarına götüreceğim” yanıtı alınca da “Al al, fazla al lazım olacak” dediğini ve o toprağın Özal’ın kabrine döküldüğünü de ilginç bir rastlantı olarak aktarayım. Özal’ın çok yemek yediğini hepimiz görüyorduk, bununla da yetinmiyordu. Şanlıurfa milletvekillerinin geceki çiğköfte ikramlarını da hiç geri çevirmedi. Çok yorgundu, bazı programlarının iptali önerildi, kısaltmayı tercih etti; ancak sona doğru Azerbaycan’da akşam yemeğinin ardından rahatsızlandı. Dönüş yolunda da uçaktaki tablo hiç farklı değildi; kendisiyle konuşanlar olmasına rağmen zaman zaman uyukladığı ilk kez görülüyordu. Hatta, Okluk Koyu’nda dinlenmesi için uçağın doğrudan Dalaman’a inişi de konuşuldu; ama Özal, “Biriki gün sonra giderim” dedi. Demek isterim ki, Özal’ın o günlerdeki yorgunluğunu ve Köşk’ten ayrılmak gibi tarihi bir kararın stresinin altında yaşadığını da unutmamak gerek. Hatta, bu stresi yaşatanların samimi bir özeleştirisine de ihtiyaç var. Saddam’ın acımasız insanlık dışı eylemi isan başlarında Türkiye, Saddam Hüseyin’in intikamı ile karşılaştı. Saddam, silah zoruyla, Kerkük’te binlerce Kürt’ü gazla zehirleyip öldürdükten sonra Kuzey Irak Kürtlerini silah zoruyla yerlerini yurtlarını terk etmeye zorladı. 2 Nisan’daki toplantıdan sonra yayımladığı bildiriye göre: “Milli Güvenlik Kurulu şu ana kadar sınırlarımızda ülkemize sığınmak üzere toplanan ve büyük çoğunluğunu kadın ve çocukların teşkil ettiği 200 bini aşkın insanın ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu tespit etti. Bu insanlar uzaktan havan atışları ile ve askeri baskıyla ülkemize sığınmaya zorlanmaktadırlar.” Bu rakam daha sonraki günlerde daha da artacaktı. Hemen her çevre Kürtlere ve Türkiye’ye karşı bu hareketi Saddam’ın savaş sırasında ABD ile yapılan işbirliğinin intikamı diye tanımladı. Hürriyet: “Irak lideri 500 bin kişiyi korkutarak Türkiye’ye kaçırmak istiyor. Ç N İNTİKAM Saddam, Özal’dan öç alıyor.” MGK bildirisinden Türkiye’nin Güneydoğu sınırındaki dağlık bölgelere sığınan Irak Kürleriyle ilgili gereken önlemleri almakta olduğu da kaydedildi. Irak’ın Ankara Büyükelçisi Dışişleri’ne çağrıldı. Demirel DYP Grubu’nda konuştu: “Kuzey Irak’ta cereyan eden bu vahşetten Türkiye’yi yönetenler, Çankaya ve ABD sorumludur.” Geniş bir alana yayılan binlerce insana yiyecek, ilaç sağla YARIN: DÜNYA TÜRKİYE’Yİ PARÇALAMAYA ÇALIŞIYOR C MY B C MY B mak için Türkiye seferber oldu. Bir ara Irak’tan kaçıp Türkiye’ye sığınanların bulunduğu bölgeye gidip dönen DYP lideri bana: “Pis kokudan geçilmiyor. Tuvalet yok. Çok zor koşullarda yaşıyorlar” diyecekti. Kürt göçü ile uğraşırken Cumhurbaşkanı Çankaya’da 90 ANAP milletvekiline iftar yemeği veriyor. Köşk’ün bir yeri milletvekilleri için mescit haline getirildi, teravih namazı kılındı. İftardan hemen sonra semazenmüezzin Konya Milletvekili Ziya Dercan yemek duası yaptı. Atatürk’ün Köşkü’ne Özal, mescit getirdi. Demirel’in Cumhurbaşkanlığı’nda da ramazan aylarında her gün iftar davetlerine devam edildi. Kuran okundu, Arapça dualar edildi. Özal, Bush’la göçü konuşuyor. Hrant Dink anıldı İstanbul Haber Servisi Agos gazetesi önünde, 19 Ocak 2007’de uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, mezarı başında düzenlenen törenle anıldı. Dink’in Zeytinburnu Balıklı Ermeni Mezarlığı’ndaki anma törenine eşi Rakel Dink, kızı Delal ve oğlu Arat, annesi, kardeşleri ve sevenleri katıldı. Yağmur altında yapılan törende Dink’in eşi Rakel Dink gözyaşlarını tutamadı. Törenden önce mezarlığa gelen Rakel Dink, kızı Delal ile birlikte eşinin mezarına çiçek koydu. Anma töreni için gelen diğer yakınları da yanlarında getirdikleri çiçekleri Dink’in mezarına bıraktı. Daha sonra dualar ve ilahiler eşliğinde dini tören yapıldı. Törenin ardından Rakel Dink, oğlu ve Hrant Dink’in annesi birlikte katılımcıların taziyelerini kabul etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle