23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 OCAK 2011 PAZARTESİ [email protected] 10 Dünyaca ünlü Ortadoğu uzmanı Prof. Lewis: Bu, demokrasinin tek yönlü sokak olması anlamına gelir. Bu yolla gelirsiniz ama aynı yolla gitmezsiniz. DIŞ HABERLER ‘AKP’nin hedefi İslami demokrasi’ ükümetin kurumları ele geçirmede çok becerikli davrandığını söyleyen Lewis şöyle devam ediyor: “İş topluluğunu ele geçirdi, akademik topluluğu ele geçirdi, polisi ele geçirdi. Bir tek bağımsız kalan Anayasa Mahkemesi ve yargı idi. Şimdi onu da ele geçirmek için çalışıyorlar. Görünen o ki eğer başarılı olurlarsa bu yolda devam edecekler.” ELÇİN POYRAZLAR slam ve Ortadoğu üzerine en etkili tarihçilerden biri sayılan Profesör Bernard Lewis Türkiye’yi yakından izleyen bir bilim insanı. AKP iktidarının yönetimindeki Türkiye’nin yönü ile ilgili soruların ciddi bir biçimde arttığı bu dönemde Lewis’in engin tarih ve siyaset bilgisine başvurmak için yola çıktık. Lewis’in Princeton’daki evinde yaptığımız uzun sohbette Türkiye’ye olan sevgisini, ülkenin gidişatına ilişkin kaygılarını, Atatürk’ün yaşadığı dönemdeki Türkiye’den izlenimlerini, AKP’nin dış politikasının Ortadoğu’ya yansımalarını, siyasal İslam, laiklik, demokrasi ve kadın hakları üzerine düşüncelerini dinledik. Lewis 1915 olayları konusunda Ermeni tezlerine katılmayan ve bunun soykırım olmadığını savunan bir bilim insanı. Ancak bu konudaki açıklamalarının kendisine yansıyan zorlukları nedeniyle bu yöndeki sorularımızı yanıtlamayı kibarca reddetti. Lewis ilk defa 1937 yılında gittiği Türkiye’nin günümüze kadarki panoramasını Cumhuriyet okurları için değerlendirdi. Bir bilim insanı olarak Türkiye’ye ilginiz nasıl başladı? LEWIS Türkiye uzun bir döneme ve alana yayılan ilginç bir kültüre ve görkemli bir tarihe sahip. Ama benim için en birincil kişisel neden Adnan Adıvar idi. Adıvar beni çoşkuyla dolduran muhteşem bir öğretmen ve harika bir insandı. Üniversite diplomamı aldığımda yalnız DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Tunus’un 23 Yıllık Çilesinin Sonu mu? 23 yıldan bu yana Mağrip’in on buçuk milyonluk, ne ki okumuşluk düzeyi en yüksek ülkesi Tunus’u demir yumrukla yöneten diktatör Zeynelabidin Bin Ali, halkın uzun yıllardan bu yana alçak sesle dile getirdiği sessiz direncini kısa bir süre önce, kanımızca artık bıçak kemiğe dayandığında, canları pahasına sokaklara dökülerek haykırmaya başlamasının ardından Bin Ali’nin burnundan kıl aldırmayan polis, mafya rejimi, önce işi uzatmak için bazı tavizler vermesine, üç yüz bin kişiye iş sahası açacağı vaadinde bulunmasına karşın tutunamamış, çareyi yakınlarıyla birlikte ve kuşkusuz, Karun’u hasetten çatlatacak maddi varlığını da yanına alıp ülkeyi terk ederek Suudi Arabistan’a kaçmak zorunda kalmıştır. Geçici olarak devlet başkanlığına getirilen meclis başkanı ise iki ay içinde ülkeyi demokratik seçimlere götüreceğini beyan etmiştir. Bütün bu gelişmelerin, demokrasi, serbest ve şeffaf seçimlerin ülke ve onun çileli halkı için olumlu gelişmeler olduğundan kuşku yok. Ancak azılı bir dikta rejiminin hemen ardından özlenen doğru dürüst bir demokratik rejimin gelmesi ve yerine oturması, sanırım bu denli kolay olmayacak. Diktadan nemalanan kalıntıların, pusudaki İslamcıların, geçiş döneminde ülkenin demokrasiye ulaşmasını engellemenin yollarını arayacaklarından kuşku yok. Ne ki, Bin Ali diktasının ne olduğunu iyi bilen ve bedelini ağır ödeyen Tunus halkının, tıpkı yıkılmaz görünen Bin Ali diktası gibi, muhayyel yeni dikta heveslerinin de önünü keseceğinden kuşku yok. Öte yanda, Tunus olaylarının komşu Cezayir ve Fas’ı da etkileyeceği kesin görünmektedir. Zeynelabidin Bin Ali, Tunus’un bağımsızlık lideri Habib Burgiba’nın ardından iktidara geldiği 1987’den bu yana yapılan üç başkanlık seçiminde de oyların yüzde 90’dan fazlasını alarak iktidarını bu zamana kadar korumuştur. Bunu nasıl becerdiği, kimse için sır değil. Klasik dikta rejimlerinin hemen tümünde görüldüğü gibi Bin Ali’nin dikta rejimi de öncelikle hukuku rafa kaldırmış, muhalefeti ezmiş, insan haklarını hiçe sayarak kendisine karşı koyanları hapisle, işkenceyle sindirmiş, basın özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırarak gazeteci ve yazarları hapisle cezalandırma yolunu seçmiş, ülkeyi polismafya devleti haline dönüştürmüştür. Kendisi gibi geniş bir aileye mensup eşi, oy deposu saydığı ve devletin olanaklarıyla zenginleştirdiği yandaşları, yakın dostları ve akrabalarıyla ülke zenginliklerini özel sektörün ve yandaşlarının talanına açmış, eşi ve geniş ailesi başta olmak üzere tüm yakınları 23 yıllık dikta rejimi süresinde ekonominin hemen her dalında büyük servetler elde etmişlerdir. WikiLeaks belgelerinde geçen Tunus büyükelçisinin gizli yazışmalarında Bin Ali ve eşinin bu kıyasıya soygun ve talanı ayrıntılı biçimde yer almaktadır. WikiLeaks’in sözü geçen belgesi şu anlamlı başlığı taşımaktadır: “Tunus’ta yolsuzluk: Senin olan, artık benimdir.” Özetle, 23 yıllık Bin Ali diktasında halkın yoksullaşmasına karşın gelişme gösteren üç önemli sektör, yolsuzluk, akraba ve yandaş kayırma ve ülke zenginliklerinin kıyasıya talanı olmuştur. İşsizlik ve yaşama umudunu bütünüyle kaybeden insanların sokak ortasında kendilerini ateşe vermeleri, Bin Ali’nin dikta rejiminin önde gelen ve bağışlanmaz günahları arasındadır. Ancak yıllardır suskun, tüm bu rezillikleri izleyen halk, bıçak kemiğe dayandığında canı pahasına sokaklara dökülerek polisin gerçek mermilerle nokta atışı yapmasına karşın rejime başkaldırmayı sürdürmeleri kolay kolay yıkılmaz gibi görünen Bin Ali diktasını tarihe gömmeyi başarmıştır. Tunuslu muhalif gazeteci ve ‘Tecilli Diktatör’ adlı eserin yazarı Moncef Mazruki, Le Monde gazetesinde yazdığı yazıda Bin Ali diktasıyla ilgili bazı yanlış ve yalanları irdeliyor (Le Monde, 12 Ocak 2011): “Bin Ali reijiminin demokrasiyle ilgisi yok. Ama tamı tamına diktatörlük de değil. Sadece otoriter bir rejim. Dahası, benzerine az rastlanan bir polismafya rejimidir. İkinci yalan, ülkenin, ekonomik mucizesini Bin Ali’ye borçlu olması. Gerçekte 1990’ların Tunus’u, Başkan Habib Burgiba’nın göreli bir ekonomik rahatlamanın eğitime, aile planlamasına yoğun yatırımlar yaparak yüzde 7’lere ulaşan bir büyüme sağlamasının ardında, sağlıklı bir piyasa ekonomisini hayata geçirmesi olgusu yer almaktadır. Bin Ali bu mirası, 20 yılı aşkın yönetiminde yolsuzluklarla yerle bir etmiş, ailesi, yakınları ve yandaşlarıyla ülkenin tüm zenginliklerine el koymuştur. Üçüncü büyük yalan, Bin Ali’nin İslamcı tehlikeyi önlediğidir. Başta eski sömürgeci Fransa olmak üzere tüm Avrupa’yı bu yalanla uyutmuş, insan hakları ihlallerini görmezlikten gelmelerini sağlamıştır. Dördüncü düşünce ise şudur: Ülke ciddi bir muhalefetten yoksundur. Gerçek bir muhalefet, ancak demokrasilerde söz konusudur. Çözüm sadece demokratiik ve şeffaf seçimlerdedir. Kim demiş, Tunus’un müebbet diktatörlüğe mahkum olduğunu?” Marzuki’nin söyledikleri mealen bunlar. Ne var ki Tunus’a demokrasinin hâkim olması süreci bazı riskler de taşımıyor değil. Bin Ali kalıntılarının, pusudaki İslamcıların geçiş döneminden de yararlanarak bazı işler çevirmeleri olasılığı yok sayılmaz. Ama tüm risklere karşın Bin Ali gibi kıdemli bir diktatörü devirmeyi başaran Tunus halkının iradesinin demokrasiye gidişi önleme girişimlerinin hakkından geleceğini umuyor, Sarkozy’nin dışişleri ve içişleri bakanları aracılığıyla Bin Ali’ye isyanın bastırılmasında yardımcı olmaya hazır olduklarıyla ilgili girişimlerini Fransa’ya yakıştırmakta zorlandığımızı belirtmek istiyoruz. H PORTRE / LEWIS 31 Mayıs 1916’da İngiltere’de doğdu. Londra Üniversitesi’nde tarih bölümünü bitirdi. Doktorasını aynı üniversitede İslam tarihi üzerine yaptı. Paris Üniversitesi’nde lisansüstü eğitiminin ardından Londra’ya dönerek Yakındoğu ve Ortadoğu tarihi üzerine dersler vermeye başladı. 1950’de Türkiye’deki Osmanlı İmparatorluğu arşivine girmeyi başaran ilk yabancı akademisyen oldu. 1974’te Princeton Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1998’de Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ne layık görüldü. Princeton Üniversitesi Yakındoğu Çalışmalar Bölümü’nden emekli olan Profesör Lewis’in İslam tarihi, Ortadoğu ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine çok sayıda kitabı ve araştırması bulunuyor. Lewis 1993 yılında Fransız Le Monde gazetesine demecinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Ermenilere soykırım yapıldığı tezine katılmadığını söyledi. Bunun üzerine açılan davada Lewis sembolik olarak 1 Frank değerinde para cezası ödemeye mahkum edildi. ABD’de Ermeni lobisi Lewis’e karşı bu görüşleri nedeniyle büyük bir karalama kampanyası yürüttü. ise 1950’deki genel seçimlerdi. Ülkede özgür ve adil seçimler düzenlendi, muhalefet kazandı, hükümet iktidardan çekildi ve muhalefet başa geçti. Bu o ana kadar Ortadoğu tarihinde bir ilkti. Yani hükümetin seçimleri düzenleyerek kaybettikten sonra bu yenilgiyi kabul etmesi. Türkiye’de seçim zamanında olmak ve gerçek bir demokrasinin işliyor olmasını görmek. Bu hâlâ daha, çok canlı hatta duygusal anılarımdan biridir. Ortadoğu’da Türkiye ve İsrail olmak üzere iki demokrasi olduğunu söylüyorsunuz. Türk demokrasisi nereye gidiyor? Bilmiyorum. Her iki yöne de gidebilir. Türk demokrasisi ilk defa tehdit edilmiyor. Türk demokrasisi daha önce birkaç kez tehdit edilmişti. Bu ilk defa Adnan Menderes’in demokratik bir süreçle başa gelmiş, ancak demokratik bir süreçle gitmemeye çalışmasıyla gerçekleşti. Geldiği yolla gitmek istemiyordu ve demokratik süreci baltalamaya başlamıştı. İ Bernard Lewis, Türkiye’nin yakın tarihini Cumhuriyet’e değerlendirdi. ca Arapça biliyordum ve İsmaililer üzerine çalışmak istiyordum. 193637 yılında Paris’e gittim ve Farsça ve Türkçe olmak üzere iki önemli Ortadoğu dilini daha öğrenmem gerektiğine karar verdim. Adnan Bey’den Türkçe dersleri almaya başladım. Adnan Bey beni adeta büyülemişti. Bu ilişki sayesinde Türkiye’ye yönelik benim bugüne kadar koruduğum ilgi, hatta bir çeşit sevgi doğdu. Türkiye’ye Doğu’dan gittim Türkiye’ye ilk defa ne zaman gittiniz? Ortadoğu’ya ilk defa 1937’de bir burs alarak gittim ve bölgede 6 ay geçirdim. Önce Mısır, sonra Filistin, sonra Suriye, Lübnan ve en son da Türkiye’ye gittim. Türkiye’ye yönelik algımın şekillenmesinde ülkeye pek çok Batılının yaptığı gibi Batı’dan değil, Doğu’dan girmemin etkisi var. Türkiye’ye Suriye’den girdim ve önce Ankara’ya gittim. Suriye ve Mısır’da zaman geçirdikten sonra Türklerin başarılarının büyüklüğünü anladım. Türkiye’nin kısa bir süre de büyük sorunları çözmeyi başarması bende hayranlık uyandırdı. Ülkede o dönemki sosyal ve siyasi havayı anlatır mısınız biraz? Ülkede diktatörlük olduğunu söyleyemem. Bana öyle gelmedi. İnsanlar rahatça sohbet ediyordu. Ben de hem Türkler hem de diğer insanlarla rahatça konuşuyordum. Bu benim Türkiye’ye ilk gezimdi, ikincisi 194950 akademik yılında bir yıllığına araştırma yapmak için İran, Türkiye ve İsrail olmak üzere üç ülkeye gittim. İlk durak Türkiye idi. Osmanlı arşivlerinde çalışabilmek için başvurularım sürekli reddediliyordu. Ancak o yıl bir şans eseri başvurum kabul edildi ve Türk arşivlerine giren ilk Batılı akademisyen oldum. Ne gibi farklar gördünüz? Bir yıla yakın kaldığım Türkiye’de iki önemli deneyimim oldu. Birincisi Osmanlı arşivlerine girmekti. Kendimi Ali Baba’nın mağarasına giriyormuş gibi hissettim. Daha önce hiç görmediğim inanılmaz koleksiyonlar, hayran edici belgeler vardı. Diğer önemli bulduğum olay TÜRKİYE YER DEĞİŞTİREBİLİR Türkiye’nin evrimi ile İran’ın evrimini nasıl kıyaslıyorsunuz? LEWIS İran’da iki türlü muhalefet var. Biri mevcut liderliğe karşı rejim içindeki muhalefet, diğeri de rejime tümüyle karşı çıkan muhalefet. Her ikisi de çok güçlü. Rejim kendisini kaba kuvvetle sürdürüyor. Modern iletişimin mucizeleri sayesinde İran’daki insanlarla eposta, telefon ve birçok diğer yolla görüşebiliyoruz. Iran’da ilginç şeyler oluyor. Eğer iki ülke şu anda içinde oldukları yolda giderlerse, ikisinin yer değiştirdikleri, Türkiye’nin İslami bir cumhuriyet ve İran’ın laik bir demokrasi olacağı bir durumu düşünmek zor değil. İRAN VE ernard Lewis’e göre Avrupa zaten Türkler, Araplar ve genel olarak Müslüman göçmenlerle giderek daha da İslamlaşıyor. B Demokraside muhalefet olmalı Menderes başbakan iken Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin üyeleriyle oturup demokrasinin kökenini konuşuyorduk. Birisi “Türkiye’de demokrasinin babası kimdir” diye sordu. Başka biri “Adnan Menderes” diye atıldı. Biz ona şaşkınlıkla dönüp baktık, “Adnan Menderes mi, nasıl olur?” dedik. O da “Demokrasinin anasını s..i de ondan” dedi. Türk demokrasisi o zamandan bu yana zorluklar atlattı. En çarpıcı olan ordunun her müdahalesinden sonra herkes askeri bir rejim olacağını düşündü, ama her seferinde ordu anayasal görevleri çerçevesinde demokrasiyi savunmak adına hareket etti, hiçbir zaman askeri rejim kurmadı ve sonunda kışlaya geri döndü. Öte yandan ordunun bu sık müdahaleleri nedeniyle bugün siyasi İslamın bu ülkede iktidar olduğu eleştirisi de var. Şimdiki asıl sorun önerilen anayasa değişiklikleri. Geçmişte Türk demokrasisinin en güçlü savunucusu yargı idi. Hükümetler halk, devlet memurları, polis ve hatta yargıçlar üzerinde çeşitli baskılar uygulayabilir, ancak bunu Anayasa Mahkemesi üzerinde yapamazlardı. Yargı tekrar tekrar Türk demokrasisine zarar vermeye çalışıldığında onun en iyi ve en etkili savunucusu olduğunu kanıtladı. Şimdi ilk defa bununla mücadele eden bir girişimde bulunuluyor. Anayasa değişikliği yargının bağımsızlığını etkileyecek. Hükümetin yargı üstünde kontrol sağlamasına yol açacak. Bu konuya iki taraflı bakılabilir elbette. Türkiye’de seçimler özgür ve adil. Türkiye bir demokrasi ve insanlar eğer bu tür bir hükümet istiyorlarsa bu onların hakkıdır diyebilirsiniz. Buna katılmak durumundayım. Ama öte yanda muhalefet konusu da var. Bir demokraside muhalefet olmalı, aksi durumda o gerçek bir demokrasi değildir. Muhalefeti sınırlamaya yönelik çabalar tehlikeli olabilir. Bugün muhalif tutum sergileyen gazeteciler, akademisyenler, yazarlar sindiriliyor.. Bu hükümet kurumları ele geçirmede çok becerikli davrandı. İş topluluğunu ele geçirdi, akademik topluluğu ele geçirdi, polisi ele geçirdi. Bir tek bağımsız kalan Anayasa Mahkemesi ve yargı idi. Şimdi onu da ele geçirmek için çalışıyorlar. Görünen o ki eğer başarılı olurlarsa bu yolda devam edecekler. Sizce AKP’nin nihai hedefi nedir? Onların nihai hedefi İslami demokrasi diye adlandırdıkları şey. Bu demokrasinin tek yönlü sokak olması anlamına gelir. Bu yolla gelirsiniz ama aynı yolla gitmezsiniz. SÜRECEK Avrupa Ortadoğu’nun uzantısı haline gelecek topluluklar kendi eğitimlerini AKP’yi tarihi bağlamda hareketlere mali destek kontrol eder. Vahabilerden fon incelersek bu hükümetin sağlamasının ne gibi rolü var? Vahabi parasının çok büyük bir alan bu topluluklar Vahabilerin Türkiye’nin Batı’yla kontrolü altındadır. Avrupa’da etkisi var. Suudi kraliyet ailesi yakınlaşmasını geriye hatta Amerika’da Müslüman kutsal yerlerin kontrolünü ele çevirmeye başladığını azınlıklara öğretilen İslam, kimi geçirince her yıl milyonlarca söyleyebilir miyiz? Ortadoğu ülkelerinde ve kısa bir Müslümanın akın ettiği haccın LEWIS Bu Batı’dan ne zaman öncesine kadar kontrolünü de almış oldu. Bu kastettiğinize bağlı. Avrupa’yı Türkiye’de de öğretilenden daha onlara hayallerinin ötesinde bir kastediyorsanız, Avrupa zaten fanatiktir. Şimdi Türkiye’nin zenginlik ve bu zenginlikle her Türkler, Araplar ve genel olarak nereye gittiğini bilmiyorum. Ben türlü kuruluşu mali olarak Müslüman göçmenlerle giderek tarihçiyim. Geçmişle ilgilenirim, destekleme fırsatı verdi. daha da İslamlaşıyor. Suriyeli gelecekle değil. entelektüel Sadık elAzm bu Vahabiliğin etkisi Geçmişi bilmeden geleceği konuda Avrupa’nın geleceğine tahmin etmek olası mı? yönelik asıl sorunun İslamlaşmış Son olarak terör faaliyetlerine Sovyetler Birliği ayaktayken bir Avrupa mı, yoksa katılmaktan tutuklanan 9 Roma’da bir konferansa Avrupalılaşmış bir İslam mı Türk’ün Almanya’da doğup katılmıştım. Bir grup tarihçi olduğunu yazdı. Avrupalıların büyüdüğü ortaya çıktı. Hiçbiri tarihçilerin geleceği tahmin geç evlenmesi, az çocuk Türkiye’den değildi. Çünkü etmesi konusunu tartışıyorduk. yapması gibi etkenlerle Türkiye’de bu gibi konularda Bizden her zaman geleceği demografinin değişmesi ve kontrolü elde tutmayı bilirlerdi. tahmin etmemiz istenir Müslüman göçle birlikte Avrupa Almanya’da ise dini ama biz işimizin geçmiş bu yöne doğru gidiyor. Bence Avrupa Ortadoğu’nun bir olduğunu söyleriz. uzantısı haline gelecek. Aramızda bir de Sovyet bir Siz İslamın tarihçi vardı. Ona bu konuda ne düşündüğünü Avrupalılaşacağını değil, sorduk. O ise bize Avrupa’nın İslamlaşacağını “Sovyetler Birliği’nde düşünüyorsunuz? tarihçinin en zor işinin Bence bu daha büyük olasılık. Bunda Suudi Arabistan gibi Lewis, Washington temsilcimiz Elçin geçmişi tahmin etmek Poyrazlar’ın sorularını yanıtladı. olduğunu” söyledi. ülkelerin Avrupa’daki İslami Ezeli rekabet Unutmamalıyız ki Türkiye ile İran uzun süre bölgenin baskın güçleri oldular. Arap ülkeleri yalnızca ortaçağda önemliydi, sonra bu önemlerini Moğolların fetihlerinden sonra kaybettiler. O zamandan sonra ülkeler Türkler ve İranlıların uzun süren savaşlarının ardından Türkiye ile İran arasında ya bölüşüldü ya da parçalandı. Türkler ile İranlılar arasında ezeli bir rekabet var. Benim umudum iki ülkenin laik demokrasiler olarak kalması, böylece savaşmak yerine işbirliği yaparlar ama öteki seçenek de bir olasılık. Almanya’da 3 Türk yangında can verdi WUPPERTAL (AA) Almanya’nın Wuppertal kentinde dört katlı bir binanın çatı katında çıkan yangında, Hatice Gür (23) ve kızları Elif (2) ile Esra (5) yanarak öldü, baba Eyüp Gür ağır yaralandı. Türkiye’nin Düsseldorf Başkonsolosu Fırat Sunel, olayın kundaklama olmadığı bilgisini aldığını ve yangının evin içinden çıktığını tahmin edildiğini ifade etti. Cenazelerin, birkaç gün içinde Kütahya’ya gönderileceği belirtildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle