22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 17kultur@cumhuriyet.com.tr CMYB C M Y B L ütfü Kõrdar Salonu’ndayõz. İlhan Ağa- bey’i uğurluyoruz. İçimde eksilmenin, yeri doldurulamayacak boşluk hissinin tarif edilmez acõsõ var. Fazıl Say çõkõyor sahne- ye, parmaklarõ piyanonun tuşlarõnda dolaşmaya, sonra da uçmaya başlõyor. Sahnede japongülle- ri arasõnda yatan İlhan Ağabey için çaldõğõ, tõp- kõ onun gibi kâh dinginleşip kâh coşkun bir sel gibi taşan, Doğu’dan Batõ’ya, türküden tangoya dolaşan doğaçlamayõ büyülenmiş gibi dinlerken, “Umarım bu müziği işitiyorsunuzdur İlhan Ağabey” diyorum içimden. Zaten Fazõl Say’õ piyanosunun başõnda ne za- man izlesem aynõ büyülenme duygusuna kapõlõ- rõm. Tuşlarõn üzerinde dans eden parmaklarõ, yo- rumundaki ustalõk ve enstrümana hâkimiyet; bunlarõn hepsi mükemmelin, kusursuzun tanõmõnõ yapar sanki. Ama beni asõl etkileyen, müziğin san- ki onun içinden geçip piyanonun tuşlarõna dö- külmesi, Fazõl Say’õn sadece parmaklarõyla de- ğil bedeniyle, ruhuyla o müziğin kendisi olma- sõ ve ona kendini katmasõ olur. Konser salonu, õşõklar, yüzlerce seyirci, herkes ve her şey silin- miş, yalnõz bir sanatçõ ve ondan taşan müzik kal- mõştõr. Bu atmosfer televizyon ekranõnõn, soğuk beyaz bir camõn karşõsõnda bile olsam, beni sa- rar, dünyadan koparõr. Öyle bir yalnõzlõk duy- gusudur ki SANATÇI’dan yayõlan, çoğalarak in- sanõ içine çeker ve notalarõn üzerinden kâinatla bütünleştirir. Bu, gerçek sanattõr. TEKERE ÇOMAK SOKMAK Fazõl Say, bizim medyamõzda ne yazõk ki bu coğrafyanõn dünya çapõnda sanata armağan etti- ği bir değer olma niteliğinden daha çok, yaptõğõ aykõrõ çõkõşlarõn, deyim yerindeyse “tekere ço- mak sokan” açõklamalarõnõn yol açtõğõ fõrtõnalarla yer alõyor. Ben Fazõl Say’õn “arabesk” hakkõn- daki düşünce ve duygularõnõ sert bir üslupla di- le getirdiği belirtilen son tartõşmayõ izleyemedim ama Cüneyt Özdemir’in “5N1K” programõnda sanat, müzik, eğitim ve televizyonla ilgili söy- lediklerinin ötesinde, sergilediği tavrõ da yürek- ten alkõşladõm. Çünkü bu tavõrda, fikirlerini be- ğenelim beğenmeyelim, memleketi ve tüm dün- ya için kaygõ duyan, olumsuzluklarõ dert edinen, toplumsal sorumluluk sahibi bir sanatçõ kimliği söz konusuydu. Bu tavrõ, üstelik Fazõl Say çapõnda bir sanatçõdan geldiğinde, iki nedenden ötürü önemli buluyorum: 1) Sanata bakõşta ciddi ve ge- nel bir erozyon söz konusu; bu durum “sanat- sızlaşan bir toplum” yaratõyor; 2) Sanatõn ken- dini tanõmlayõşõnda, piyasa kurallarõna ve “yeni dünya düzeni”nin düşünsel yansõmalarõna uyum sağlama kaygõsõndan kaynaklanan ciddi bir sap- ma ve değer yitimi söz konusu; bu durum “top- lumdan ve toplumsallıktan giderek uzaklaşan bir sanat” yaratõyor. Oysa insan denen varlõğõn kültürel oluşumun- da, toplumsallaşmasõnda ve bireysel yaratõcõlõ- ğõnda, sanatõn başka hiçbir şey tarafõndan dol- durulamayacak bir yeri var. Fazõl Say’õn eğitime ve eğitim içinde müziğin yerine yaptõğõ vurgu bu nedenle asla sumen altõ edilmemesi gereken bir önem taşõyor. Çünkü eğitim süreci içinde sana- ta hak ettiği yerin verilmesi düşünen, sorgulayan, yaratõcõ bireylerin oluşmasõnõ sağlar. Toplumsal yaşamda barõşõn, uzlaşõ kültürünün, hoşgörünün, farklõlõklarõ bir zenginlik olarak kabul etme yö- nelişinin, ancak daha “sanatlı bir toplum” çer- çevesinde öne çõkabileceği unutulmamalõdõr. MEDYOKRASİYE KARŞI Programõ izlerken ülkemizdeki ölçüt eksikli- ğini, bu ölçütleri koyma sorumluluğunu taşõma- sõ gerekenlerin de aslõnda genel vasattan pek ay- rõlamadõklarõnõ, sonuçta tencerenin yuvarlanõp ka- pağõnõ bulduğunu hissettim acõ acõ. Fazõl Say’a örtük bir biçimde sürekli olarak “Sen de herkesle eşitsin, niçin başkalarının tercihlerine saygı duymuyorsun” sorusu dayatõlõyordu. Bilimde ve sanatta eşitlik diye bir şey olamayacağõ ancak eği- timde fõrsat eşitliğinin savunulmasõ gerektiği haliyle unutuluyordu. Ama bunun da ötesinde Fa- zõl Say’õn gündeme taşõmaya çalõştõğõ asõl konu, bir müzik dalõnõn tercih edilip edilmemesi, bir mü- zik türünün beğenilip beğenilmemesi değil; in- sanõ insan yapan en önemli yaratõlardan biri olan müziğin hiç emek sarf etmeden bilgi için zorunlu olan acõ ve çileyi çekmeden, “yaptım oldu” ka- fasõyla üretilemeyeceğiydi. Fazõl Say’õn bu yaklaşõmõnõn “ülkeye dışarı- dan bakmak, hiçbir şeyi beğenmemek” tü- ründen önyargõlarla karşõlaşmasõ, artõk temcit pi- lavõ haline gelmiş “Bu seçkinci aydınlar da hal- ka hep tepeden bakarlar” cümlelerinin hemen ortalõğõ kaplamasõ ise insanlarõn yaşadõklarõ ül- kenin tarihinden ne kadar habersiz olduklarõnõ gös- teriyordu aslõnda. Fazõl Say’õn õsrarla vurguladõğõ, bir şeyi öğrenmek için çilesini çekmek kavra- mõnõn, Doğu felsefesinin en çarpõcõ ve değerli özü- nü oluşturduğunu bilmiyorlardõ besbelli, örneğin bir nakkaşõn “Ben nakkaşım” diyebilmek için na- sõl bir yoldan geçtiğini hiç merak etmemişlerdi herhalde. Aslõnda etmelerine de gerek yoktu bu koşullarda, çünkü “Ne yapalım, millet bunu is- tiyor, biz de Türkiye’nin aynasıyız” diye tüm sorumluluklarõndan sõyrõlõp rating atõna binmiş medya onlara istedikleri “görünürlüğü” kolay- ca sunuyordu. Bu çağda “görünürlük kazanmak” tek ölçüt değil miydi zaten? Bu çağ, medyokrasi (hem med- yanõn, hem de vasat olanõn egemenliği anlamõn- da) çağõydõ. Algõlayabildiğim kadarõyla, Fazõl Say’õn bir süredir attõğõ “çığlıklar” bu egemen- liğe bir isyan niteliği taşõyor. Bu memlekette bir süredir geliştirilen popülist “mağdur edebiya- tı”nõn kültürel alandaki izdüşümlerine yönelik bir tepki bu. “Yukarı”da seçkinciler var, “aşa- ğı”daki halkõ, onun “değer”lerini sürekli hor gö- rüp dõşlõyorlar, diye başlayõp, “Bunlar kendile- rini ne sanıyor böyle?” diye devam eden bir ede- biyat söz konusu olan. Oysa bu söylemin arkasõna geçip gerçek manzaraya baktõğõnõzda, medyok- rasi tarafõndan dõşlanõp köşeye sõkõştõrõlanõn ger- çek sanat, bilim ve akõl olduğunu; toplumun na- sõl bir sanatsõzlaştõrõlma, bilimsizleştirilme, kali- tesizleştirilme, akõlsõzlaştõrõlma noktasõna sürük- lendiğini görmek çok da zor değil. Bir geçiş dönemindeyiz. Böyle dönemler- de düzene uymuş, günü kurtarmayõ marifet bellemiş kalabalõklar içinde, toplumsal kay- gõlarla hareket eden, en başta kendi sanatõna duyduğu saygõ gereği ilkeli davranan, ço- cuklarõmõzõn geleceği adõna isyanõnõ açõkça di- le getiren, Edip Cansever’ce “Her yalnız- lık biraz ihtilal” diyebilen bir sanatçõ çok de- ğerlidir. Fazõl Say’õn değerini bilelim. aemelmesci@yahoo.fr Fazõl Say’õ anlamaya dair Kültür Servisi - Avrupa Kültür Başkenti İs- tanbul’un kamusal sergi alanõ Sanat Limanõ, iki yeni sergiye daha ev sahipliği yapmaya hazõrla- nõyor. “1. Uluslararası İstanbul Trienali ‘Şehrin Gizli Dili’” ve “Gençtopia S, M, L, XL” isimli sergiler 2 Eylül Perşembe günü saat 19.00’da Sanat Limanõ’nda sanatseverlerle bu- luşuyor. Farklõ kültür alaşõmlarõnõn ve çatõşma- larõnõn yaşandõğõ İstanbul’da, “yalnızlaşma-ya- bancılaşma-kimliksizleşme-dilsizleşme” kav- ramlarõnõn etrafõnda üretilmiş resim, fotoğraf, düzenleme, heykel, video türlerinde yapõtlarõn asergilendiği olan “Şehrin Gizli Dili” İsimli sergi 2-19 Eylül tarihleri arasõnda Sanat Lima- nõ’nda görülebilecek. 1.Uluslararasõ İstanbul Trienali’ni için taşõnabilir bir sergi olarak tasar- lanan “Şehrin Gizli Dili” sergisi, Sanat Lima- nõ’nõn ardõndan 4 - 24 Ekim tarihleri arasõnda Eminönü – Hünkâr Kasrõ’nda ve Taksim Metro İstasyonu’nda İstanbullularla buluşacak. “Gençtopia S,M,L, XL” sergisinde ise Gül Ça- ğõn ve Arzu Arda Koşar; İstanbul’daki genç ku- şağõn kimlik arayõşõnõ fotoğraf, video ve enste- lasyon çalõşmalarõyla sergileyecek. ARI DÜŞÜNCE HULKİ AKTUNÇ Kırmızı’nın Çekirdeği Apartmanın arka bahçesinde bir kırmızı erik ağacı var. Tanıştık tanışalı yılda 365 gün beni çağırır. Basket alanının arkasına saklandığı için canını kurtarmış. Apartman 15 kat, 30 daire. 120 insan yaşar. Ben keşfedene kadar (apartman görevlisi dahil) kimse bilmiyordu Kırmızı’yı. Ben çocukluktan beri erik hastasıyım. Nasıl ürediğini 9-10 yaşımda öğrenmişim. Şuraya buraya düşmüş çekirdeklerin toprağa tutunma gücüne deli olmuşum. Sokakta ayakaltı yerde ise alıp evin bahçesine getiriyorum. Tutuyor. Ah anacığım. Bir erik bu, bir kayısı bu, bir şeftali bu, aman, bir asma bu (Sokak Kızı Fatiş), domates! domates de!.. incitmeden çıkarıp güvenli topraklarına aktarıyorum canlarımı. Babam ve annem de başımda. Öyle ya, bu bahçenin neresini sever bunlar? Su nasıl verilir bunlara? Öğreniyorum. Kırmızı ile konuşmalarımı yazmalıydım. Yazacağım da. Masamda bir başyapıt: “Alıç Ağacı ile Sohbetler” (Hikmet Birand). İlk gençliğimde okumuş olmalıyım. Ama insandan başka canlılarla konuşmayı da ben annemden babamdan öğrenmiştim. Yaşantılar boyunca. Nisan günleri. Komşu bahçelerdeki badem ağaçları daha mart ayından aldanıp çiçeklenmiş de bizim bahçede erik merik bilmiyordum. 20 yıl önce, daha da ufarak olmalı. Gittim baktım. Sayısız çiçeğini patlatmış bizim Kırmızı. Binlerce çiçekli gencecik bir gelin. Olağanüstü güzel. Artık her gün yanındayım. İncitmeden okşuyorum. “N’aber arkadaş?” Yanıtı ertesi gün geliyor, erikler büyümeye başlamış! Ben zaten erik hırsızıyım, çakal makal, her ne ise tuzla götüren bir yumurcağım. - N’aber arkadaş? – Bugün bir iki avuç alabilirsin. Neyse, bizim Kırmızı ün kazandı apartmanda da. Özel bir lezzeti var. Yiyorum, Semra komposto yaptı, marmelat yaptı. Basketçi çocuklar dadandı. Yemek istediler. Yok. Çikolata kuşağına göre değil bu lezzet. “Aman ya nedir buu!”… “Bekleyin beyler, daha büyüsün.” İki yıl önce gene Kırmızı’dan dönüyoruz Semra ile birlikte. Basket alanının kıyısında bir küçücük Kırmızı ki serçe parmağım kadar. Kaç bin tanesinden hangisi yuvarlanıp tutunmuş bu tehlikeli noktada. Hangi çekirdek “Ben gayrı zuhur ve huruç edeceğim” demiş. Sağanaklardan, kar fırtınalarından, kelle koparan poyrazlardan, dikkatsiz adımlardan kurtulan hangisi? Susuz görünüyordu. Sölpmeye başlamıştı. Onu aldım. Balkonda bir yer hazırladım. Can suyu da verdim. Şimdi boyu benim boyumla! Önemli Nottur: Ben bunu bilir bunu söylerim… Erik, gülgillerden imiş. Yapraklarını düşün, çiçeklerini düşün. Erik gülün kardeşi. Şimdi güle de eriğe de dünyaya da başka gözle bakarsın. Kırmızı erik kırmızı gül mü? Eriklerle güllerin renklerini dolaş, neler bulursun. Başka bir nottur: Şu iki dizeyi beğenirdi Memet Fuat… “Susarsan yalnız kalırım/ Kırmızı kadar” (“Şarkılar”, 1992). Aman dikkat notu: Gazetemizde 28.08.10 Cumartesi günü bir haber… “Kayısı çekirdeği can alıyordu”. Kayısı çekirdeği bulmuş Ercan Caniş, kırıp yemeye kalkmış. Çekirdek içinin içerdiği siyanürden zehirlenmiş. Şimdi hastanede, yatağa bağlı 4 yaşındaki çocuk. Tıp insanlarımız, bitkibilimcilerimiz şu çekirdek- siyanür ilişkisini aydınlatsa mutlu olurum. Arı soru: Çekirdekler doğal olarak siyanür vd. zehirler içerebilir mi? Notların notudur: ‘Çekirdekleri Atmayın’ (TEMA çevresi) kampanyasına şiddetle katılırım. Benim ister istemez amatördür, eşe-dosta yansıyor uygulamam. Kampanyalar ise sonsuz sonuçlar verecektir, dilerim. Çünkü çekirdeğe inananlar, geleceğe inananlardır. haktunc1949@yahoo.com 32 öyküyle Olimpos Kültür Servisi - Yitik Ülke yayınlarının son kitabı “Olimpos Öyküleri” çıktı. Tanrıların dağı Olimpos’un ve Olimpos köyünün anlatıldığı 32 öyküden oluşan kitabı Kadir Aydemir yayına hazırladı. Aralarında Gürgen Öz, Pınar Nurhan, Barış Behramoğlu, Alper Akdeniz ve Yeşim Ağaoğlu’nun da bulunduğu isimlerin kaleme aldığı Olimpos Öyküleri tahta evleri, buz gibi suyu, Likya kalıntıları ve anıt mezarlarıyla alternatif tatil mekânı Olimpos’un farklı yüzünü okumak isteyenler için raflarda. Kültür Servisi - Harbiye’de gösteri sanatlarõna hizmet verecek alternatif bir me- kân açõlõyor. Tiyatro Ar- tı’nõn yürütücülüğünü üst- lendiği “Mekân Artı” sa- natseverlerle sanatõ yeni- likçi bir mekânda buluştu- ruyor. Harbiye’deki eski ve bakõmsõz bir oto gara- jõndan çağdaş bir sahneye dönüştürülmekte olan me- kânõn çağdaş sanata hiz- met eden tüm tiyatro ve dans etkinliklerine hizmet vermesi amaçlanõyor. Gösteri ve provalar için gerekli teknik aksamla do- natõlan “Mekân Artı”nõn sanatçõlara yeni bir alter- natif oluşturmasõnõn yanõ sõra çeşitli kurs ve atölye- lere de ev sahipliği yap- masõ hedefleniyor. Seyir- ciyle oyuncuyu aynõ düz- lemde birleştiren mekâ- nõn, muadillerinin yanõ sõ- ra İstanbul’un alternatif sesi olmasõ için çalõşõlõ- yor. Tiyatro Artõ, “Mekân Artı” kapsamõnda her tür- lü sanat etkinliğini, çeşitli tiyatrolarõ, topluluklarõ, bağõmsõz oluşumlarõ ve et- kinlikleri misafir etmeyi, “mekân”õnõ sanatõn mer- kezi değil de, parçasõ hali- ne getirmeyi amaçlõyor. (www.tiyatroarti.net) Oto garajından sanat mekânına Rock Station Festivali 13 yaşında Kültür Servisi - Ankara’nõn simgesi haline gelen 13. Rock Station Festivali CEPA Alõşveriş Merkezi’nin otoparkõnda 2 Ekim’de başlõyor. Avrupa basõnõnda büyük ilgi gören ve Türkiye’nin ilk rock müzik festivali unvanõnõ taşõyan Rock Station Festivali’ne katõlacak gruplar 1 Eylül’de açõklanacak. Festival kapsamõnda başvurularõn 25 Eylül’e kadar devam edeceği, 13. yõla özel I. Rock Station Amatör Müzik Yarõşmasõ düzenlenecek. 1 Ekim’de sonuçlanacak yarõşmada birinci olan grup Retro Stüdyolarõ’nda albümlerini kaydedecek. Toplumsal yaşamda barõşõn, uzlaşõ kültürünün, hoşgörünün, farklõlõklarõ bir zenginlik olarak kabul etme yönelişinin, ancak daha “sanatlõ bir toplum” çerçevesinde öne çõkabileceği unutulmamalõdõr ŞehrinGizliDiliFotoğraf:VedatArık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle