23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ 14 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL ‘Vatan Cephesi’ Anõlarõ... Fethullah Hoca Efendi, “İmkân olsa mezardakileri bile kal- dırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da” demiş. 1950 yõlõnda “demokrasiye geçiş” dönemine giren Türki- ye’de, işbaşõna geçen kadrolar kollarõ sõvayõp “siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” söylemiyle işe koyuldular. Ardõndan “iktidarın egemeninden” “ben istersem odunu listeme koyar milletvekili seçtiririm” söylemi geldi. Bu söy- lem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yapõlmõş “hakarete va- ran” çok ağõr bir söylemdi. Bu “yenir yutulur olmayan” söyleme de karşõ çõkõlmadõ. Hõzõnõ alamayan iktidar yöneticileri “unutulmaz incilerini” bir bir sõralamayõ sürdürdüler. Bunlardan birisi de: “Ben gerekirse, bu orduyu yedek subaylarla da yöneti- rim” olmuştur. Bu kadrolar sanata, düşünceye, sevgiye ve güzelliğe düş- mandõlar. Ardõllarõ (halef) da bu düşmanlõğõ geleceğe taşõdõ- lar. Yazar ve düşünürleri, “cezaevine” gönderdiler. Türkiye Cum- huriyet tarihinin “aydınlık yüzünde” yer alan bilim insanla- rõna, rektörlere, profesörlere, “kara cüppeliler” diyerek ve baş- larõnõ taşla yarõp yerlerde sürüklediler. 1950’li yõllarõn sonlarõna doğru, iktidar, ölülerden medet umar duruma geldi. “Vatan Cephesi” adõnõ verdikleri “sanal bir örgüt” kurup “mezardakileri de” “Vatan Cephesi”ne kaydettiler. O günlerin benim gibi bir tanõğõ olan değerli gazeteci, Tay- lan Sorgun “o karanlık günleri” anlatmõş. “Seçmen kütüklerinin askıya çıkmasının ardından ya- şananlar 1960 öncesinde iktidarda bulunan Demokrat Parti dönemindeki ‘Vatan Cephesi’ manzarasını bir başka yön ile çağrıştırmıştır. Demokrat Parti iktidarı Vatan Cep- hesi kurmuştu. Yani orada kayıtlı olanlar ‘Vatan Cephesi’nde olacaklardı. Gazetecilik mesleğime başladığım yıllarda bu- nu da bütün detayları ile bir gazeteci olarak yaşamıştım. Tabii bizim nesil gazeteciler de. Vatan Cephesi’ne kayıtlar siyasi iktidarın yani DP ikti- darının tekelindeki radyoda okunurdu. Haydaaa bir bak- mışsınız ki, ölmüş olan birisi ‘O da Vatan Cephesi’ne kay- doldu’ diye ilan edilivermiştir. Haydaa bir bakarsınız ki, üç yaşında bir bebek de ‘Vatan Cephesi’ne kaydoluvermiştir’. O zaman ki muhalefetin iki partisi bunların üzerine giderdi. Zamanın CHP’si ve siyaset dünyasının hiç unutulmayacak ismi Osman Bölükbaşõ’nın partisi. Eeee, şimdi de siyasi ik- tidarın organı gibi değil midir? Şimdiki zamanda yerel seçimler gelmektedir. Aaaa o da nedir? Bir bakıyorsunuz ki, ölmüşler seçmen olarak liste- ye kayıtlıdırlar. Bir bakıyorsunuz ki, hayatta olmayan bel- ki de hiç dünyaya gelmemiş bir isim yine seçmen kütü- ğündedir. Demokrat Parti Vatan Cephesi haberlerinde fa- lanca mahalledeki falanca vatandaşın Vatan Cephesi’ne kay- dolduğu haberleri de radyodan verilirdi. Şimdiki zamana, yani bu günlere bakarak, o da nedir, seçmen kütüğüne ka- yıtlı bir isim bir de bakılmıştır ki o kayıt edildiği yerde de- ğil bir başka şehirde oturmaktadır. ‘Vatan Cephesi’ne kaydoldu’ denilen isim bakılmıştır ki aslında yoktur. Ya da bebektir. Ya da ölmüştür. Eeee şimdiki seçmen kütükle- rindeki vaziyetler nedir? Adam ölmüş seçmen kütüğünde kayıtlı. DP döneminde radyodan okutturulan ‘Şu da Vatan Cephesi’ne kaydoldu’ haberleri öylesine hızlanmıştı ki, bir de bakılmıştı ki, binlerce yeni nüfus ortaya çıkıvermiştir. O zaman da bu artış şaşkınlıklar yaratmıştı. Hatta Adnan Veli Usta ‘Amma da çoğalõyoruz’ diye harika bir mizah yaz- mıştı. Ölüsünün, bebeğinin, muhayyel isimlerin bir de ba- kılmıştır ki, seçmen kütüklerinde de ismi vardır. İtirazlar falan boşa çıkmıştır. Ve öyle de bir seçim olmuştur. Şim- di bunlar geçmişte mi kalmıştır, yoksa yeniden mi yaşan- maktadır. (…)” Günümüzde seçim işleri artõk bilgisayarla yapõlõr oldu. Bil- gisayar “emir kuludur”. İstenirse ölüleri bile mezarlarõndan kaldõrõr. Kapak Oldu Kimi Türk-İş yöneticilerinin 12 Eylül referandumuna dönük “evet-hay-hay” tutumu içinde olduklarını dile getirmiştik. Genel Maden-İş Sendikası Başkanı Ramis Muslu’dan bir mektup aldık. Türk-İş’teki durumu özetlemiş: “9 Ağustos’taki Türk-İş Başkanlar Kurulu’nda, üye sendikaların çok büyük çoğunluğu referandumda ‘hayır’ diyeceğini açıkladı. Biz de, anayasa değişikliğinin özellikle yargı ve çalışma hayatı ile ilgili maddelerinin ileri, özgürlükçü ve hakları genişleten niteliklere sahip olmadığını, tam aksine bu hakları ve özgürlükleri kısıtlayıcı nitelikler taşıdığını belirledik. Bu görüşümüzü Türk- İş Başkanlar Kurulu’nda da ısrarla, açıklıkla dile getirdik ve Türk-İş’i referandumda ‘hayır’ demeye çağırdık. Ancak bu toplantıda bir sonuç almak mümkün olmamıştır. Bunun üzerine sendikamızın görüşünün referandumda ‘hayır’ yönünde olduğunu kamuoyuna açıkladık.” Şimdiki gençlerin söylemiyle, Muslu’nun açıklaması Türk-İş’in “evet-hay-hay”cılarına kapak olsun! Madalya Atatürk’ün fotoğraflarında görürsünüz. Yakasında bir tek madalya vardır, o da, İstiklâl Madalyası’dır. Şimdilerde paşalarımızın madalyaları bol. Korgenerallikten orgeneralliğe geçerken bir madalya, kuvvet komutanlığında bir yıl geçince bir madalya daha, Genelkurmay Başkanlığı bitip emekli olurken de Üstün Hizmet Madalyası. Madalyalar otomatik. Ayrıca bir şey yapmaya gerek yok. Ya istiklâl? İstiklâl, istikbâlde inşallah... Sivas’tan Ötesi Recep Bey, “Sivas’tan öte gidemeyenler” diyordu ya, o sözü boşa düştü artık. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yorgunluk tanımayan görev anlayışı sayesinde CHP Sivas’ın ötesine gitti. Van’a, Batman’a, Elazığ’a, Bingöl’e, Tunceli’ye gitti. Gezi sonrası CHP’lilerle konuştuk, “12 Eylül’e doğru nabız nasıl atıyor?” diye sorduk. İmralı pazarlığına kadar “hayır”ların “evet”leri geçtiği, ancak pazarlıktan sonra özellikle Güneydoğu’da kafa karışıklığı yaşanmasının durumu değiştirdiği kanısındaydılar. Kılıçdaroğlu’nun “barış” ve ardından “genel af” çıkışı da işte tam bu noktada yerini aldı. Zaten CHP’liler, referandum sonucunu seçmenin yüzde 25’ini oluşturan Güneydoğu ile yaklaşık 9 milyon kişinin oy kullanacağı İstanbul’un belirleyeceğinden eminler. Prof. Dr. Bilsay Kuruç, 12 Eylül 1980’den sonra ortaçağ kalıntılarını için- de barındıran zenginleşmiş taşra ve lumpen unsurların palazlanması sonra- sı bugüne geldiğimizi özetlemişti. Önü- müzdeki yeni 12 Eylül’e ilişkin görüşle- rini de dile getirirken olası bir karanlığa dikkat çekti: “12 Eylül 1982 Anayasası’na eklenen son paket ilginç bir ‘demokrasi’ örneği oluyor. Bu bir ‘Dr. Ceykıl-Mr. Hayd’, ya- ni, gündüz insan-gece kurt modeline benziyor. Paketin, ‘gündüz’ görüntüsü, son 30 yılda depolitize edilmiş halk sı- nıflarının aklını karıştırıyor. İnsanlarda tereddüt yaratıyor. Oysa, bu paket kabul görürse, ‘gece’nin kurt karakteri işbaşı ya- pacak, önce çalışan sınıfların hakları yok edilecek, bir yandan da orta sınıfın dev- rimci-reformcu unsurlarının titizlikle ko- ruduğu cumhuriyet kurumları hukuktan ve bilimden başlayarak silip süpürüle- cektir. Kısacası, bu ilginç referandum pa- keti, 1982 Anayasası’nın siyasal mode- linin bugüne uyarlanmış bir ekinden iba- rettir. Stratejik hedef esastır. Yani, 1982 ruhunu bugünün koşullarında tazele- mek ve toplumu, sınıfsal potansiyelinin itici gücüyle erişebileceği bir demokra- si zemininden olabildiğince uzak tutmak işin esasıdır.” Prof. Kuruç, 1982 Anayasası’nın için- deki “kurt” karakterine can kazandıracak referandum paketiyle toplumun ciddi bir sınava çağrıldığı kanısında: “Bunun fikir babaları, toplumun pake- ti bir kafa karışıklığı içinde kabul edece- ği düşüncesindeler. Edinmiş oldukları zenginlik ve güç, onları toplumu kolay- ca yönlendireceklerine inandırıyor. Son 30 yıl, onlara göre böyle olmuştur ve bun- dan sonra da öyle olacaktır. Paketi kabul ettirme görevini, son on yıldır yönetime damga vuran lumpen un- surlar üstlenmiştir. Kaybetmekten en çok korkanlar da onlardır. ‘Kurt’ karak- teriyle en çetin savaşanlar ise, orta sını- fın cumhuriyetçi unsurlarıdır. Çalışan sı- nıfların aktif temsilcisi olması gereken sen- dikalar ve meslek örgütleri, karşılaşılan hamlenin büyüklüğüne oranla zayıf ve cansız bir direnç tablosu içindedirler. Sonuç ne çıkarsa çıksın, ufukta bir sa- kin dönem görünmüyor. Türkiye kapita- lizmi, onun siyasal modelinin aktörleri ara- sında bulunan lumpen ve taşra katego- rileri ve günümüzün ‘büyük devlet(ler)’i ülkeye birlikte biçtikleri giysiyi giydirme hamlelerini sürdüreceklerdir. Soru, de- mokrasi denilmeye layık bir yaşama mo- delini, cumhuriyetin uygar ve ilerici özü- ne yaraşır bir sosyal çerçeveye oturta- bilecek toplum güçlerinin bunu başarıp başaramayacaklarıdır. Öncelikle, top- lum güçleri biçilen giysiyi söküp atabi- lecekler midir? Kımıldayıp doğrulabile- cekler mi ve emeğin örgütlenebilen gü- cünü, orta sınıfın devrimci/reformcu kapasitesini silmeye yönelen, bunun için ortaçağ kalıntılarıyla feodal yapıları kal- kan gibi kullanan senaryoları geçersiz kı- labilecekler midir? Eski ve unutulan bir deyişle, demokratik bir devrimi sabırla ve azimle başarabilecekler midir? Soru ga- liba budur.” O zaman soralım kendimize: Prof. Kuruç’un sorularını yanıtlama niyetinde miyiz, değil miyiz? Başaracak mıyız? PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Nereden Nereye ya da Gülay Göktürk’ün Hazin Hayat Hikâyesi Gülay Göktürk, Hanefi Avcı’nın “Haliç’teki Simonlar” kitabını okumuş, bir sonuca varmış. Bilindiği gibi kitabın ağırlık noktasını Gülen cemaatinin polis teşkilatını ele geçirmesi oluşturuyor. Gülay Göktürk bunu doğal karşılıyor, soruyor: “Neden Gülen Cemaati mensuplarının Emniyet Teşkilatı’nda ya da bir başka devlet kurumu içinde etkin olmaları suç olsun? Gayrimeşru yollardan mı gelmişler oralara? Bazı makamlar bazı vatandaşlara yasak mı? Bunu engelleyen bir kanun mu var?” Ortaya attığı soruyu yanıtladıktan sonra vardığı sonucu açıklıyor: “(…) Demokratik devletlerde, sivil toplum içinde var olan her türlü gücün, politik toplumda yansımasını bulması doğaldır. Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da, kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde, devlet katlarına taşıma hakları vardır. Dolayısıyla Gülen Cemaati mensuplarının da Emniyet Teşkilatı’nda ya da bir başka devlet kurumu içinde etkin olması suç ya da ayıp değildir.” Ona göre Fethullahçıların tüm devlet katlarında, örneğin polis teşkilatında örgütlenerek etken bir konuma gelmelerinde olumsuz bir yan bulunmuyor. Bunu engelleyen bir kanun da olmadığına göre... Gülay Göktürk, yaklaşık 70.000 basılan, çoğu havalimanları gibi yerlerde bedelsiz dağıtılan, birazı da bayilerde satılan Fethullahçı Bugün gazetesinin bir yazarıdır. Dolayısıyla Gülen cemaatinin devlet katlarında konuşlanmasına olumlu yaklaşması doğaldır. Doğal olmayan, onun bu yaklaşımını ileri derecede savunduğu “liberalizm” ile bağdaştırabiliyor olmasıdır. Göktürk, bu yaklaşımını, “sivil toplumda oluşan bir gücün kendi Türkiye projesini devlet katına taşıması” olarak açıklarken, bir gerçeği görmezlikten geliyor. Devlete, üniformalı ya da üniformasız olsun, devlet bürokrasisine entegre olan bir güç “sivil” niteliğini koruyabilir mi? Sözgelimi, bir polis memuru, bir emniyet müdürü, bir istihbarat şefi ya da bir emniyet amiri salt “cemaatten” diye hâlâ sivil toplumun bir üyesi olarak tanımlanabilir mi? Bir cemaatçi devlet memuru görevi sırasında ait olduğu cemaatin çıkarlarından kendini soyutlayabilir mi, bağımsızlaştırabilir mi? Göktürk, bu soruların yanıtlarının “hayır” olduğunu bilecek kadar zeki bir insandır. Fakat bilmezden geliyor. Çünkü bu ülkede “liberalim/özgürlükçüyüm” diyen birçok insan gibi o da sırtını yasladığı güç odağının “icazet”i ölçüsünde liberaldir, özgürlükçüdür. Gülay Göktürk toplumumuzdaki birçok “icazetli liberal” gibi “sol’dan dönme”dir. Bir zamanlar Marksizm-Leninizm’in, Maocu düşüncenin, proleterya diktatörlüğünün “yılmaz” bir savaşçısıyken, şimdi İslamik-kapitalist Fethullah Gülenci örgütlenmenin bağnaz bir savunucusudur. O, doğal ki ülkemiz sosyalist hareketinin tek “dönek”i değildir; sayısız benzeri vardır. Türkiye gibi toplumsal değişim sürecinin büyük bir hızla geliştiği bir ülkede bu tür kişilik deformasyonlarına, amorflaşmalara, saf değiştirmelere sıkça rastlanıyor olması olağanüstü bir durum değildir. Bu açıdan bakıldığında Göktürk’ün bir yazı konusu olacak ölçüde ilginç bir yanı olup olmadığı sorgulanabilir. Bence vardır! İlginçliği, sol’dan sağ’a savruluşundaki polarizasyonun derecesinden kaynaklanmaktadır. Gülay Göktürk, bugün 61 yaşındadır. Sol ile lise çağlarında tanışır, 20 yaşında ODTÜ öğrencisiyken örgütlenir. Üniversiteyi terk edip fabrikalarda işçilik yapar. 12 Mart 1971 sonrası 2.5 yıl cezaevinde yatar, 1974 affı ile serbest kalır. Yeniden işçiliğe döner. Gecekonduda oturur. 1977 yılında yayımlanmaya başlayan günlük Aydınlık gazetesinin işçi sayfasının sorumluluğuna getirilir, “Örs ve Çekiç” köşesinde yazılar yazar. 12 Eylül 1981 darbesinden sonra Aydınlık hareketinden kopar. Güneş ve Günaydın gazetelerinde, Nokta ve Aktüel dergilerinde çalışır. 1994 yılında Dinç Bilgin’in Sabah gazetesinde köşe yazıları yazmaya, aynı zamanda da “liberalleşmeye” başlar. Sonunda bugün bulunduğu yere gelir. Nereden nereye, öyle değil mi? Hazin bir hayat hikâyesidir onunki. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Küçük taneli bir bezelye türü. 2/ Mersin’in Silifke il- çesinde antik bir kent... Şiirde bir uyaktan sonra yine- lenen aynõ anlam- daki sözcük ya da eklere verilen ad. 3/ Kapõ, pencere ya da kapak kenarlarõna açõlan dik açõlõ gi- rinti... Umman’õn plaka imi. 4/ Antik çağõn en ünlü kentlerinden biri. 5/ “Gümüş sepet” de deni- len, pembe ya da beyaz çi- çekli bir saksõ bitkisi... En- der, seyrek. 6/ Neon ele- mentinin simgesi... Gemi- nin sol yanõ. 7/ Tarih ön- cesi çağlarda tanrõlara adak olarak sunulan küçük heykelcik... Arka, sõrt. 8/ İşaret... Orhan Hançerli- oğlu’nun bir romanõ. 9/ Trabzon’un bir ilçesi... Ortakulakta bulunan küçük bir kemik. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlõlar döneminde lise dengi okullara verilen ad. 2/ Sõnõr nişanõ... Osmanlõ ordusunda, askerlik görevini bitir- dikten sonra yedeğe ayrõlan er. 3/ Aydõnlatma aracõ... Ke- miklerin yuvarlak ucu. 4/ “ --- Kulesi”: Kimsenin kimse- yi anlamadan konuştuğu bir dil kargaşasõnõ anlatmakta kul- lanõlan deyim. 5/ Tuluat tiyatrolarõnda, Doğu giysileriyle yapõlan dansõn adõ... Kâfi gelmeyen. 6/ Bir soru sözü... Ya- põlarõn dõşõna kat kat kurulan ve çalõşmak için üstüne çõ- kõlan çatõ. 7/ Çok sevilen kimse ya da şey... Erzincan’õn Ke- maliye ilçesinin eski adõ. 8/ Parola... Yüce, yüksek. 9/ Sõ- kõntõ ve bezginlik anlatan bir ünlem... Eyerin iki yanõnda bulunan ve ayak koymaya yarayan demir halka. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 H O M E O P A T İ İ Y O T O R A K N A Z A R A P A A M O K A K T İ K İ L A S O E K N A İ P C A N S N İ P E İ M A R İ K A T M E L A N K O L İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle