Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ
10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Anne Frank’ın
Kestane Ağacı
Mersin’de tutuşan gülnar ormanlarının henüz
dumanları tüterken yurdun çeşitli yörelerinde
ormanlar alev alev. Turizm için, golf sahaları için,
yol genişletmek için akla gelen tek çözüm ‘binilen
dalın kesilmesi’. Orman yangını doğa cinayetidir.
İhmal, yetersiz ve zamanında yapılmayan
müdahale, orman vasfını kaybetmiş alanları ranta
çevirmek için kuyruğa girenler, B2 yasaları
çıkararak onların işlerini kolaylaştıran siyasetçiler
de kuşkusuz, ağaç katliamının, orman
soykırımının önde gelen sorumluları arasında.
Giderek küçülen tarım alanlarının, aslında kıtlığa,
açlığa davetiye çıkartmak anlamına geldiği kimin
umurunda. Beş yüz bin ağaç kesip golf sahası
yapanlar, dileriz kıtlık kapıya dayandığında golf
toplarını yemek zorunda kalmazlar. Yol
genişletmek için ağaç devirenler de fiyakalı
arabalarıyla geniş yolların keyfini sürerken
açlıktan yakınmazlar!
NTV’nin ‘Yeşil Ekran’ına göre son elli yılda 48
Gökçeada büyüklüğünde orman kül olmuş.
Kayıpların boyutu bu ölçüde.
İşte bütün bunları düşünürken 2007’de
Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da Anne Frank
Müzesi’nin bahçesinde bulunan 150 yaşındaki 27
tonluk dev kestane ağacının devrilme tehlikesiyle
karşı karşıya olduğu gerekçesiyle belediye
tarafından kesilmek istenmesinin mahkeme
kararıyla önlenmesini anımsadım. Küçük Yahudi
kızı Anne Frank 2. Dünya Savaşı sırasında
Nazilerden gizlenirken yazdığı anılarında yer alan
ağacın kesilmek istenmesi çevrecilerin ve halkın
tepkisine yol açmış, böylece de ağaç
kurtulmuştu. Ağacın kesilmek yerine ‘tedavi’
edilmesine karar verilmiş ve bunun için de 2008
yılı başına kadar süre tanınmıştı.
Birkaç gün önce basında yer alan bir haber
beni yeniden 2007’nin yaz aylarına götürdü.
Haber, 24 Ağustos 2010 Salı günü
Amsterdam’daki Anne Frank Müzesi’nin
bahçesindeki kestane ağacının tüm tedavilere
karşın rüzgârların şiddetine dayanamayıp
müzenin bahçesine devrilerek yaşama veda
ettiğinden söz ediyordu. Küçük Anne Frank’ın
saklı yaşamının ayrılmaz parçası, yaşama
tutunmasının yoldaşı kestane ağacı, aslında tek
bir ağaç değil, uçsuz bucaksız bir ormandı sanki.
Bu arada yazar Laurent Grellsomer’in konuyla
ilgili olarak kaleme aldığı ve 9 Ekim 2007’de Le
Monde gazetesinde ‘Ağaçlar da Ağlar’ başlığıyla
yayımlanan yazısını kesip sakIamıştım. Bugün,
ağaca, ormana övgünün seçkin örneklerinden biri
saydığım bu ilginç yazının çevirisini bu fırsatla bir
kez daha sunmak istiyorum: “Nedir bir ağaç?
Bunu tam olarak bilemeyiz. Çoğunca bakışımız
kayar çaprazdaki ağaçtan habersiz. Oysa ağaçlar
bir bütünün parçasıdır. Onları görmezden geliriz,
önlerinden geçip gideriz. Tam olarak onları
görünüm içinde eritiriz. Ama bazen bir ağacın
dikkatimizi çektiği de olur; bakışımız yakalanmıştır.
Elimiz bir atın boynunu okşar gibi ağacın
gövdesinin üzerindedir... Bir ağaca hayranlık
duyulabilir, dahası âşık olunabilir. Ağaç enerjinin,
yaşamın ve güzelliğin kaynağıdır. Anne Frank’ın
avlusundaki ağacın, kestane ağacının yok edilmek
için gün sayıldığını öğrendiğimizde düşündük
bütün bunları. Çünkü bu ağaç tam olarak bir
başka ağaca benzemiyordu. O, 2. Dünya Savaşı
sırasında iki yıl süreyle sığındığı Amsterdam’daki
evin eşya deposunda düşler kurarak baktığı
doğanın az rastlanır parçasının, seyretmeyi en çok
sevdiği görünümüydü. 23 Şubat 1944’te Peter’le
birlikte olduğu bir sırada ‘günlüğüne’ şunları not
etmişti: ‘İkimiz de gökyüzünün muhteşem
maviliğine bakıyorduk. Kestane ağacı çırılçıplaktı.
DaIlarındaki küçük su damlaları parıIdıyordu,
uçuşan martılar ve başka kuşlar gümüş
rengindeydi. Ve bütün bunlar bizi öylesine
heyecanIandırıyor, öylesine etkiliyordu ki
konuşamıyorduk bile.’”
13 Mayıs 1944’te ise günlüklerde şu satırlara
rastlıyoruz: “Kestane ağacımız dipten uca çiçek
açtı. Yapraklara büründü. Geçen yıldan daha
güzeldi. 150 yaşındaki bu ağaç bugün kesilmesi
gerekecek derecede hastaydı. Aslında mahpus
kalmanın ve özgürlüğün simgesi değil miydi?
Büyük bir ağabey, bir sırdaş, bir teselli eden değil
miydi? O gün şunları not etmişti günlüğüne:
Bunun olabildiğince uzun zaman sürüp gitmesini,
güneşin ışıltısının, bulutsuz gökyüzünün tadını
çıkarmak istiyorum. Üzüntülü olmam imkânsız. (...)
Nedir bir ağaç? Şimdi bunu daha iyi
değerlendiriyoruz. Durağan bir kitleden çok daha
fazlasıdır ağaç. Bir mıknatıstır, bir aynadır. Tarihin
ve umudun parçasıdır. Yaşlı çınar bilgedir. Akasya
narin, kavak zariftir. Selvi ağırbaşlıdır. Ağaç bir
soluktur, yaşamdır.”
Amsterdam’dan binlerce mil uzaklıkta okyanus
ötesindeki bir ülkede ırkçılığa kurban edilen ulu
çınarın kaderi de bir bakıma, Anne Frank’ın
kestane ağacından farklı değil.
Louisiana’da, Jena lisesinin bahçesindeki
görkemli çınar teneffüslerde genç beyazları
güneşin yakıcı ışınlarından koruyordu. 2006
yılında genç siyahlar da çınarın gölgesinden
yararlanmak istediler. Ertesi gün ağacın bir dalına
üç idam ipi asılmıştı. Derin Güney’de bu simgenin
ne anlama geldiği iyi bilinirdi: “Pis zenciler, çekip
gidin buradan!” Annick Cojean bu öyküyü 18
Temmuz’da Le Monde’da anlatmıştı. Genç siyah
öğrenci Mychal Bell komplo tertiplemek ve
yaralama suçlamasıyla tutuklanmış, ardından da
suçsuzluğu anlaşılarak serbest bırakılmıştı. Genç
Bell’in suçu büyüktü. Ulu çınarın cömert
gölgesinden beyazlar gibi siyahların da
yararlanmasını istiyordu!
Sonuçta lise yönetimi çınarın kesilmesine karar
verdi. Irkçılığa karşı dikilen ulu çınar kesilip yok
edilmişti. Ama o ırkçılığın kalıntılarına karşı
insanlık savaşımının unutulmaz bir anısı olarak
yine ayaktaydı.
Anne Frank’ın devrilerek yaşama veda eden
kestane ağacına gelince... Kimsenin kuşkusu
olmasın Nazi zulmünün kurbanı bu eşsiz küçük
kızın anısını yaşatmaya yeminli insanlar, doğa
tutkunları, çevreciler kısa sürede müzenin
bahçesine genç bir kestane ağacı dikmekte
gecikmeyecekler.
Türk ve Arap yoksullarõna karşõ çõkan SPD’li ‘uzman’ õrkçõlõkla suçlanan tezlerini kitaplaştõrdõ
Sarrazin: Zekâ irsi bir şey
Türkler ve Araplar başta olmak üzere
Almanya’daki göçmenlerin
Almanlardan daha çok çocuk sahibi
olduğuna dikkat çeken eski Berlin
Eyaleti Maliye Bakanõ ve şimdilerde
Federal Merkez Bankasõ Yönetim Kurulu
Üyesi Thilo Sarrazin, õrkçõlõkla
suçlanan tezlerini kitap haline getirdi.
Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi
Sarrazin, tartõşmalarõ yeniden
alevlendiren iddialarõyla ilgili olarak
haftalõk Die Zeit gazetesinde, Bernd
Ulrich ve Özlem Topçu’nun sorularõnõ
yanõtladõ.
- Toplumun giderek aptallaşması, size
göre, zekânın irsi olmasıyla mı
bağlantılı?..
THILO SARRAZIN - Hiç de
değil. Siz bir şeyleri
karõştõrõyorsunuz.
- Ama zekâ irsidir
diyorsunuz.
- Bu doğru.
- Şunu da söylüyorsunuz: En
iyiler ve en akıllılar daha az
sayıda çocuk sahibi olduğu
için, zekâ da daha az
devralınıyor. En iyiler ve en
akıllılar zaten kitabınızda aşağı
toplum katmanlarında ve
Müslümanlarda bulunmuyor.
- Bilimsel olarak kanõtlanmõştõr ki, zekâ
yüzde 50 ile 80 oranõnda aileden miras
kalan, irsi bir şeydir. Bu da çok basit
mantõklõ bir analizin sonucu:
Eğer ortalama olarak daha az
zeki olanlar daha yüksek
oranda çocuk sahibi olursa,
toplumdaki ortalama zekâ
düzeyi de düşer.
- Almanya’da 1970’ler
milyonlarca çocuğa, anne ve
babalarından daha yüksek
bir eğitim öğretim olanağı
sağladı. O anne ve babalar da
bugün tıpkı Anadolu’nun köylüleri
gibi eğitime uzaktı.
- Siz hep her şeyi birbirine
karõştõrõyorsunuz.
- Siz bunu kitabınızda karıştırmışsınız.
Eğer bir insana bakarsanız, onun
doğuştan mı, yoksa daha az eğitim
gördüğü için mi aptal olduğunu
bilemezsiniz.
- Zekânõn veya kişiliğin aşõlamayacak
sõnõrlarõ vardõr. Ama biz zekânõn kõsmen
irsi olduğu konusunda anlaştõk.
- Hepimiz eğitimden uzak insanların
daha çok eğitilmesi ve terbiye
edilmesinin şart olduğu
görüşündeyiz. Ama zekânın irsi
olduğu konusu neden sizce bu kadar
önemli?
- En iyi eğitimin katkõsõ bile doğuştan
yeteneklerle ve eğitimden uzak
kökenlerin etkisiyle sõnõrlõdõr. Bu konuda
Darwin’i de anabilirim. Darwin, İnsanõn
Kökeni kitabõnda ayrõntõlarõyla insanõn
gelişimi konusunda görüşlerini ve
modern yaşam dünyasõnõn insanõn ruhsal
açõdan kavrulmasõna yol açabileceği
endişelerini açõklamõştõ.
- Siz zekâyı etnikleştiriyorsunuz.
Müslümanların diğerlerinden daha az
eğitime yakın olduğu saptamasının
sonucu, şu da olabilirdi: Bu insanları
eğitime yaklaştırmamız şart. Bu da
talep ve teşvik ederek olur. Bu
başarılırsa, sizin sorununuz da
çözülür: Almanya daha bir
aptallaşmaz ve Müslümanlar da
burada kalabilir.
- Burada yasal oturma statüsüne sahip
herkesin hoş geldiğini yazdõm. Ama
göçmenlerin buranõn dilini öğrenmesini,
kendi yaşamlarõnõ çalõşarak kazanmasõnõ
ve çocuklarõ için de eğitim çabasõ
göstermesini, zamanla da Alman
olmalarõnõ bekliyoruz.
‘Müslüman halk gruplarının
buraya göçü kârlı değildi’
- Aile birleşimini engellemek
istiyorsunuz. Neden?
- Bilançonun bütününe bakalõm bir: 750
bin Türk misafir işçi, aramõzda yaşayan
3 milyon Türk halini aldõ. Destek
oranlarõ da gözlenirse, görülür ki
Müslüman halk gruplarõnõn buraya göçü
ekonomik açõdan kârlõ değildi.
- Ama bu sayede biz de pis işleri
yapmak zorunda kalmadık...
- Sonuçta ekonomik açõdan zarar getirdi.
- Bu arada üniversiteli Alman-
Türklerin yüzde 30 ile 40’ı
Almanya’yı terk ediyor. Neden böyle
oldu?
- Kesinlikle doğru olan şey, vatanõnda
bir şans gören Türklerin Almanya’yõ
terk ediyor olmasõdõr. Eğitilmemiş ve
sosyal yardõmlara bağõmlõ hemşerileri
Almanya’da Türkiye’den çok daha iyi
yaşõyorlar. Türk öğrenciler için de tüm
diğer öğrenciler gibi aynõ şey geçerlidir:
Eğitimde kötü bir başarõ, kötü okul
performansõnõn bir sonucudur.
- Türk öğrenciler neden arkadaşları
kadar olamıyor?
- Anlaşõlan bu, kültürel bir sorun. Bu
kültürel sorun Müslüman göçmenler
grubuna yerleşmiş durumda ve onlar
istemedikçe de değiştirilemez. Yüzme
dersleri ve başörtüsü, genelde kadõnlarõn
ve genç kõzlarõn rolü, bu konudaki
simgelerdir. Türkler ve Araplarõn büyük
bölümünün Almanca öğrenmek için
hemen hemen hiç çaba harcamamasõ da
çoğunluk toplumunun kültürüne yönelik
ilgi ve eğitime hazõr olma eksikliğinin
ifadesidir.
Tek tek çaba harcayanlar var. Ama bir
dil öğrenmeye pek hazõr değiller, bu
konuda eksikleri var. Bunu Temmuz
2010’da yayõmlanan Eyaletler Arasõ Dil
Yeterliliği Karşõlaştõrmasõ başlõklõ
raporda da görebiliriz.
Türk öğrencilerin, sadece Alman
öğrencilerle değil, Rus ve Polonyalõ
öğrencilerle arasõnda da büyük bir
mesafe var. Rapor, bu mesafe sosyo
ekonomik unsurlarla açõklanamaz,
diyor. Bu mesafe daha ileride meslek
yaşamõna geçildiğinde de ortaya çõkõyor:
25-36 yaş grubundaki Türk göçmenler
arasõnda Türk vatandaşõ olanlarõn yüzde
54’ü, hatta Alman vatandaşõ olan
Türklerin de yüzde 33’ü, bir mesleki
eğitim diplomasõna sahip değil. Eğitim
geleneği pek fazla olmayan ülkelerden
geliyor bazõ göçmenler. Bu, Türkler için
de geçerli. Elbette herkes uygun bir
biçimde teşvik edilmeli. Ama Türk
çocuklarõ da derslerde çaba harcamalõ.
- Almanya, eğer ortamın değişmesi
için ortak bir mücadele içine girersek,
neden daha bir aptallaşıyor?
- Almanya göçten tamamen bağõmsõz
olarak da genelde aptallaşacak, çünkü
doğum dağõlõmõ çarpõk ülkemizde. Zekâ
ile toplumsal katman aidiyeti arasõnda
pozitif bir korelasyon var. Doğrudur,
Türk kökenli kadõnlarõn ikinci kuşakta
doğum oranlarõ düşüyor. Ama sürekli
dõşardan gelen göç de bu düşen doğum
oranlarõ eğilimini kõrõyor.
Almancadan çeviren: Osman Çutsay
(Die Zeit, Almanya, 26 Ağustos 2010)
Farklõ olan, hep günah keçisi
ADRİANO SOFRİ
‘Çingeneler’, iyi
vatandaşlar ve onlarõ
yönetenler için kaçõnõlmaz bir
çõkar yol. Her fõrsatta hakarete
uğrayarak dõşlanarak kovulan
“Çingeneler” yaşadõğõmõz
kentlerin kõyõsõna ve
düşüncelerimize kamp
kurdular. Bir miktar Avro
ayõrarak onlarõ “gönüllü” kapõ
dõşarõ eden hükümetlere karşõn
bütün hayaletler gibi hep geri
döndüler (Bugün Fransa’da
yetişkin Romanlardan
kurtulmak için 300, çocuklar
için 100 Avro bütçe ayrõlõyor).
Çocuklarõ kaçõran, kõrmõzõ
õşõkta duran arabalarõn
camlarõnõ zorla yõkayan
“Çingeneler”, iyi vatandaşlar
ve hükümetler açõsõndan bir
kaynak. Günah keçisi olmaya
yazgõlõ azõnlõk gruplar içinde
sosyal tabakalanmada son
sõrada yer aldõklarõ için ilk
sõraya oturuyor Romanlar.
“Çingene” olmayan bir
çoğumuz kalõcõ bir cinnet
getiriyor, erkek, kadõn, çocuk,
yaşlõ hiç fark etmiyor. Alçak ve
üstün õrklar söylemini gündeme
getiren õrkçõlõkla bile
örtüşmeyen farklõ türde bir
õrkçõlõk gelişiyor.
Romanlar arasõnda çeşitli
kültürler, dinler ve dillerden
gelen gruplar, aileler, bireyler
mevcut. Nazizm, yaklaşõk 500
bin “Çingeneyi” yok etti.
Yahudi soykõrõmõna oranla
Çingene soykõrõmõ hakkõnda
daha az bilgiye sahibiz. Zaman
içinde cehalet sürdükçe, hayatta
kalmayõ başaranlar birer birer
öldükçe gerçeklere tanõklõk
edebilecek öğeler kararõyor.
Buna karşõn onlarõ hedef alan
cehalet de dahil olmak üzere
“Çingeneler”e yönelik her
türden konu “özel” olmaya
devam ediyor.
Çevrenizdekilere, kendinize
İtalya’da ne kadar “Çingene”
yaşadõğõnõ sorun ve yanõtlarõ
karşõlaştõrmayõ deneyin.
Rakamsal açõdan ne kadar
olduklarõnõ, nüfus içindeki
oranlarõnõ, ne kadarõnõn İtalyan
vatandaşõ olduklarõnõ sorun.
Yaş ve yaşam ortalamalarõnõ,
yeni doğan bebeklerin kaç kilo
geldiklerini öğrenin.
Verdikleri yanõtlarõ iyi
vatandaşlar ve hükümet
temsilcilerinin aynõ sorulara
verecekleri yanõtlarla
karşõlaştõrõn. Artõk çok sayõda
güvenilir araştõrma ve kitap
mevcut, filmler, romanlar,
müzik ve internet zengin bir
kaynak sunuyor. Bu zengin
madende onlarõ hedef alan öfke
ve şiddetin izlerini de sürmek
mümkün.
Biz -iyi vatandaşlar ve
bakanlar- soruna çözüm
aradõğõmõzda “Çingeneler” için
ne yapõlabilir diye soruyoruz.
Güzel düşüncelere ve bunlarõ
hayata geçirmek için ciddi bir
çabaya gerek var. Ama bence
en değerli düşünce, “Kendimiz
için ne yapmamız gerekir?”
diye sormak. Örneğin Roman
çocuklarõn okula devam
edebilmesi çok önemli.
Romanlarõn kulübelerini yerle
bir ederek içinde yaşayan halkõ
çaresizliğe terk eden iş
makinelerinin ardõnda
bõraktõklarõ yõkõntõda kalan okul
defterleri, gökyüzüne beddua
ediyor.
Binlerce yıllık bir
korku tarihi
Bütün öğrencilere gerçekte
“Çingeneler”in kim olduğunu
anlatabilmek çok önemli. Ne
kadar bir nüfusa sahipler, kaç
yaşlarõndalar, ne kadarõ İtalyan
vatandaşõ, kaç kuşaktõr
İtalya’dalar, ne kadarõ evde
yaşõyor, ne kadarõ bir evde
yaşamayõ hayal ediyor, Nazizim
ne kadar “Çingeneyi” yok etti?
Binlerce yõllõk bir korku tarihi.
Çoğu kez iddia edildiği gibi ne
kadar çocuk kaçõrdõklarõ -hiç-
uygar ülkelerde acaba kaç
“Çingene” çocuğunun asimile
edilebilmek adõna kaçõrõldõğõnõ
bilmek gerekir.
Not: İtalya’da 120 ila 150 bin
“Çingene” yaşõyor. Bunlarõn
çoğunluğu da İtalyan vatandaşõ.
Büyük bir bölümü evlerde
oturuyor. İtalya’daki
“Çingene” nüfusunun yüzde
40’õnõ 14 yaşõn altõndakiler
oluşturuyor. Ortalama yaşam
süresi uzun yõllardõr başka
gruplarõn yaşam ortalamalarõnõn
çok altõnda. Tüm Avrupa’da
sayõlarõ 10-12 milyona varan
Romanlar Avrupa Birliği’nin en
büyük ve yoksul azõnlõk
grubunu oluşturuyor.
Romanya’da, Bulgaristan’da 1
milyonun üzerinde, İspanya ve
Macaristan’da 700-800 bin,
Slovakya’da 500 bin, Fransa’da
400 bin, Yunanistan’da 350
binin üzerinde “Çingene”
yaşõyor. Roma Belediye
Başkanõ Gianni Alemanno
başkentte 20 bin dolayõnda
kaçak “Çingene” olduğunu
açõklamõş ve suç duyurusunda
bulunmuştu. Ancak Kõzõlhaç’õn
yaptõğõ taramada Roma’da 2200
“Çingenenin” yaşadõğõ ortaya
çõktõ, Milano’nun Belediye
Başkanõ Letizia Moratti de
kentte 25 bin “Çingenenin”
yaşadõğõnõ öne sürmüştü.
Milano’da yapõlan sayõmda ise
toplam 2 bin “Çingenenin”
yaşadõğõ anlaşõldõ gerçekte...
Napoli’de de 10 bin
“Çingenenin” yaşadõğõ iddia
edildi, orada da gerçekte 1200
“Çingenenin” bulunduğu
görüldü. Belki kaçmak zorunda
kaldõlar!
İtalyancadan çeviren: Aslı
Kayabal (La Repubblica,
26 Ağustos 2010)
Roman çocuklarõn okula devam edebilmesi çok
önemli. Romanlarõn kulübelerini yerle bir
ederek içinde yaşayan halkõ çaresizliğe terk eden iş
makinelerinin ardõnda bõraktõklarõ yõkõntõda kalan
okul defterleri, gökyüzüne beddua ediyor. Bütün
öğrencilere gerçekte “Çingeneler”in kim olduğunu
anlatabilmek çok önemli.
(AP)
AP