19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 AĞUSTOS 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Koltuktan Önce Kafalar! Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi şimdi bir müze... 1920’de ilk toplantısını yaptığında üyeler okullardan getirilen sıralara oturmuşlardı. Tüm Anadolu’nun kasabalarından, kentlerinden gelen insanlardı. Ama hepsi yurtseverdi. İkinci Meclis daha büyük bir yapının salonunda gerçekleşti. Orda da doğru dürüst oturma yerleri, koltukları yoktu. Milletvekilleri sıkışık bir düzende görev yapıyorlardı. Beğenmedi yetkililerimiz! İlle de daha büyük, daha görkemli bir TBMM kurulsun istedi. İlk kimdi bunu ortaya atan, sonra gerçekleştiren? Bunu tarihçiler yazacak elbet... Şimdiki TBMM oldukça geniş salonlara, özellikle herkesin rahatça oturabileceği koltuklara sahip... Ayrı toplantı odaları da var. Sigara, kahve, çay içilecek yerleri de... Ayrıca basına ayrılan özel bir salon da... İyi hoş derken bir TBMM Başkanı çıktı. Milletvekillerine yakışan başka bir salon yapılmalı, koltuklar değişmeli. Yuvarlak bir toplantı salonu daha yakışacak!.. Oturma koltukları bilmem hangi renkte, değerde olacaktır, milletvekillerinin yerlerinden oy verecekleri bir düzen oluşturulmalıdır, dedi. Milyarlar harcandı, sonunda bugünkü TBMM ortaya çıktı. Ama yine de olmamış ki, toplantı salonunu, oturma koltuklarını yenilemek hevesine düşenler varmış! Koltukların rengini, derisini, beğenmiyorlarmış! Ne de olsa Devlet’imizin parası çok! Birkaç milyar daha gitsin de halkımızın temsilcileri rahat etsin!.. Bir de düşünsek ya, İngiltere’nin kaç yüzyıldır değiştirilmemiş Avam Kamarası’nı, milletvekillerinin bir kısmının oturacak yer bulamayıp ayakta beklediklerini... Fransa parlamentosunun kurulduğu günden bu yana hiç mi hiç yenilenmediğini!.. Batı kafası bu işte, bir kez sağlam yaparsın bir işi, ikide bir değiştirmek zorunda kalmazsın! Bilmem yazmaya değer miydi? Bir yararı olur muydu Fransız, İngiliz parlamentoları örneği vermenin... Önce insanı, insanları, Meclis’lere yakışan kişileri seçmesini bilmeli! Gerisi daha sonra!.. Ama önce insan; yurdunu, ulusunu her şeyden çok, hele hele kendi çıkarından çok seven insan... Koltuklar, salonlar değişmiş ama insan hep aynı kafada kalmışsa! PENCERE Para Savaşının Anlamı?.. Parasal olaylara çoğu kişinin aklı ermez; ilk bakışta ermesi de kolay değil.. Ne var ki para olayı yalnız sokakta dolaşan sıradan yurttaşın cüzdanına vurmakla kalmıyor; devletlerin hazinelerini deliyor; ülkelerdeki rejimleri değiştiriyor; hükümetleri deviriyor; savaşlar çıkarıyor. Çünkü para olayı dipten vuran bir dalganın su yüzündeki görüntüsüdür. Bugün Batı dünyasında kıyasıya bir para kavgası başlamışsa, kuşkusuz bu işin aslını faslını Türkiye’de ortaya koymak gerekiyor. Çünkü 20’nci yüzyılda patlak veren her iki dünya savaşından önce kapitalizmin bunalımı ve para savaşı başlamıştır. Bugünkü parasal savaşı üreten kaynağın da kapitalizmin büyük bunalımı olduğu açıktır. Sıradan bir okur, gazetesini açar birinci sayfada büyük harflerle bir başlık görür: “- Dolar bütün dünya paralarını perişan etti..” Ne demektir bu? Eğer şimdiye dek koşullanmış olduğumuz mantıkla düşünürsek dolar neden Frank’ı, Mark’ı, Sterling’i, Yen’i, Liret’i, Lira’yı perişan etsin? Bir paranın perişan olması demek, bir ülkenin bunalıma girmesi demektir. Oysa İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda “Hür Dünyanın Lideri Amerika” Batı dünyasında yeni bir ekonomik düzen kurmuş; bu amaçla IMF (Uluslararası Para Fonu) çevresinde birleşilmiş; parasal bunalımlara girilmesin diye önlemler alınmıştı. Öylesine ki, ABD’nin koyduğu kurala göre hangi ülke elindeki doları Amerika’ya sunsa, karşılığında altın alabiliyordu. Uzun sözün kısası Amerika Birleşik Devletleri, doları altınla eşdeğerli ve eşanlamlı tutarak Batı dünyasının parasal düzenini İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra güçlü ilke ve kurallara göre yeniden kuruyordu. Amerikan Doları “sistem” için bir dayanaktı... Bir güvenceydi. ABD “Hür Dünya”yı yöneten “süper devlet” olarak hem IMF’yi kullanıyor; hem “Marşal Planı” ile Avrupa kapitalizmini canlandırıyordu. Tüm dünyaya yardım eden Amerika simgesi dalgalanıyordu. Evet, 20’nci yüzyıl teknolojisinin propaganda araçlarıyla yaygınlaştırılan bu mantık hepimizi koşullandırmıştır. Öylesine ki “1947 Türk - Amerikan Anlaşması”na göre Türk hükümetleri yurt düzeyinde Amerikan yardımının propagandasını yapmayı üstleniyordu. Peki, sonra ne oldu? Dolar altınla eşdeğerli olmak güvencesini çoktan yitirmiştir. ABD dünya parasal sisteminin güvencesi olmak niteliğini uzun süreden beri taşımıyor. Adına “Evro-dolar” denen ve Avrupa piyasalarına sürülmek üzere basılan enflasyon dolarının dalgalarında Washington güvence olmaktan 1960’larda çıkmıştı. Ancak şimdi parasal savaşımda Reagan bir başka süreci başlatmıştır. Washington, Amerika’yı ekonomik bunalımdan çıkarmak için “dostlarının” paralarını perişan etmek yolunu seçmiştir. Mark, Sterling, Frank, Yen ve Liret’in para babaları kaygı ve panik içinde ne yapacaklarını düşünüyorlar. Amerika ile Avrupa arasındaki ilişkiler parasal politikanın çatışmasında biçimlenecektir. Amerika, kendisini kurtarmak için ikinci kez petrol şeyhleriyle birleşerek dostlarına kazık atıyor. “Hür Dünya”nın liderine hak vermek de gerekir. Çünkü “Dostluk başka, alışveriş başka”. Bir şirket kendisini kurtarmak için öteki şirketleri gereğinde kazıklamaz mı? Bize gelince... Sanki Türkiye bu dünyanın dışında yaşıyor gibidir; ekonomiyi tartışanlara bakarsanız “her şey tıkırında...” Ne dersiniz, tıkırında mıdır? (7 Ağustos 1981 tarihli yazısı) Ç ağdaş bir anaya- sa, özgür ve de- mokratik bir or- tamda, toplumun bütün kesimlerinin ve tüm si- yasi partilerin yapõm sü- recine doğrudan katõlõmõ ile oluşturulmuş bir top- lum sözleşmesi niteli- ğinde olmalõdõr. 12 Ey- lül’de yapõlacak refe- randumda halkõn oyuna sunulacak olan anayasa değişikliği paketi ise ya- põlõş biçimi ve içeriği ile toplum sözleşmesi niteliğinden uzaktõr. Di- ğer bütün siyasi partile- rin katkõ ve önerilerini reddederek AKP tara- fõndan tek yanlõ bir da- yatma ile hazõrlanan de- ğişiklik paketinin ‘ko- nunun tekliği’ ilkesi- ne uyulmadan, birden fazla konuya tek bir ya- nõt verilmesi suretiyle yapõlacak oylamaya ko- nu edilmesi de biçim bakõmõndan anayasal il- kelere ve hukuka aykõ- rõdõr. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nin yapõsõnõ değiştirerek, kuvvetler ayrõlõğõ ilkesini ve yargõ bağõmsõzlõğõnõ yok edip AKP’nin sivil dikta öz- leminin önünü açmayõ hedefleyen değişiklik paketinde asõl hedef, ye- tersiz ve aldatmaca de- ğişiklikler arkasõna giz- lenmektedir. Sivil dikta hedefini gizlemek için son anda pakete eklenen önemli bir hüküm de anayasanõn geçici 15. maddesinin kaldõrõlarak 12 Eylül darbecilerinin yargõlanacağõ yalanõdõr. Anayasanın geçici 15. maddesi Geçici 15. maddenin temelini, 12 Eylül dar- besinden hemen sonra Milli Güvenlik Konseyi tarafõndan çõkarõlan ve geçici anayasa niteliği taşõyan “bu dönemde çıkarılan yasaların, ya- pılan eylem ve işlem- lerin yargı kapsamı dı- şında tutulmasını” ön- gören 27 Ekim 1980 ta- rihli Anayasa Düzeni Hakkõndaki Kanun, oluşturmuştur. Maddenin, 12 Eylül döneminde görev yapan ve karar alan kişilerin yargõlanmamasõnõ ön- gören birinci fõkra hük- mü, kişiler bakõmõndan bir cezai sorumsuzluk hali oluşturmakta, ikin- ci fõkra hükmü ise yine o dönemde yapõlan iş- lemleri de yargõ kapsa- mõ dõşõnda tutarak geniş bir denetimsizlik alanõ oluşturmaktadõr. Mad- denin 3. fõkra hükmü 2001 yõlõnda yapõlan anayasa değişikliği sõ- rasõnda AB’nin dayat- masõ ile kaldõrõlmõş, an- cak bu hüküm çok iş- levsel olmamõştõr. 1995 yõlõnda başlatõlan anayasa değişikliği ça- lõşmalarõ sõrasõnda mad- dedeki cezai, mali, hu- kuki yasak kapsamõnõn yüz kõzartõcõ suçlarla il- gili olarak kaldõrõlmasõ öngörülmüş, ancak Ana- yasa Komisyonu tara- fõndan kabul edilmesine rağmen bu düzenleme oylamada reddedilmiş- tir. TBMM’de 238 mil- letvekili geçici 15. mad- de ile yargõlanmamak zõrhõna sahip olanlar hõrsõzlõk yapmõş olsalar da, zimmet suçunu işle- miş olsalar da yargõlan- masõn demişlerdir. Hukuki tartışmalar Geçici 15. madde bu- güne kadar hukuk ala- nõnda çeşitli boyutlarõy- la tartõşõlmõştõr. Geçici 15. maddenin ilk genel seçimlerden sonra TBMM Başkanlõk Di- vanõ’nõn oluştuğu tarihe kadar hüküm ifade et- mesi gerektiği görüşü, 1982 Anayasasõ’nõn mi- marõ Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı tarafõndan da ifade edilmiştir. Maddenin bir af hük- mü niteliğinde olduğu ve kabul edilmiş bir af- fõn ortadan kaldõrõlma- sõnõn ve geriye dönük iş- letilmesinin mümkün ol- mayacağõ da ileri sürü- len görüşlerden biridir. Danõştay İçtihadõ Bir- leştirme Kurulu, 1402 sayõlõ yasayla görevle- rinden uzaklaştõrõlan ka- mu görevlilerinin yeni- den göreve iadelerini Türkiye’nin insan hak- larõ yükümlülüğü bağ- lamõnda değerlendire- rek insan haklarõ lehine ve hukukun üstünlüğü- ne uygun bir karar ver- miştir. Danõştay’õn bu kara- rõna rağmen Anayasa Mahkemesi, geçici 15. maddenin kapsamõnda kalan maddeleri kamu düzeniyle ilgili sayarak anayasaya uygunluk de- netiminin dõşõnda bõra- kõlmasõna karar vermiş- tir. İnsan Haklarõ Hukuku bakõmõndan, o dönemde meydana gelen eylem- lerden ve işlemlerden zarar gören ve hâlâ mağ- duriyeti devam edenle- rin mağduriyetlerinin gi- derilmesi ve bu dönem- de gerçekleştirilen ey- lem ve işlemlerin hesa- bõnõn hukuka uygun bi- çimde verilmesini talep hakkõ olduğu ve Nürn- berg ilkeleri kapsamõn- da 12 Eylül döneminin ulusal üstü hukuk çer- çevesinde yargõlanma- sõnõn mümkün olduğu ifade edilmiştir. 12 Eylül darbecileri Hukuk alanõndaki bu değerlendirmelere rağ- men yargõ sistemimiz 12 Eylül dönemi ile ilgili esaslõ bir hukuki dene- tim yapamamõştõr. 12 Eylül ve sonrasõ dö- nemde yapõlan yargõla- malarda ileri sürülen iş- kence ve kötü muamele iddialarõ geçiştirilmiş- tir. Yargõ sistemimizin di- namikleri ve alõşkanlõk- larõ 12 Eylül döneminde işlenen suçlarõn ceza- landõrõlmasõ ve yapõlan işlemlerin hukuka uy- gunluk denetiminin ya- põlmasõnõ büyük ölçü- de engellemiştir. Yargõçlarõmõz anaya- sanõn 138. maddesi ile kendilerine verilen ana- yasal görev çerçevesin- de uluslararasõ hukukun insan haklarõna ilişkin standartlarõnõ kararla- rõnda esas alarak 12 Ey- lül dönemini yargõlama gücünü gösterememiş- lerdir. Bugün geldiğimiz noktada geçici 15. mad- denin kaldõrõlmasõ ile 12 Eylül darbecilerinin yargõlanmasõ ve bu dö- nemde yapõlan işlemle- rin denetlenmesi huku- ken mümkün değildir. Anayasanõn 38. mad- desine göre “kimsenin işlendiği zaman yü- rürlükte bulunan ka- nunun suç saymadığı bir fiilden dolayı ceza- landırılması mümkün değildir”. TCK’nin 7. maddesine göre de “iş- lendiği zaman yürür- lükte bulunan kanu- na göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kim- seye ceza verilemez”. Aynõ maddenin ikinci fõkrasõnda da “suçun iş- lendiği zaman yürür- lükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hü- kümleri farklı ise failin lehine olan kanun uy- gulanır” hükmü yer al- maktadõr. Ayrõca TCK’nin 71, 68 ve 311. madde hükümleri çer- çevesinde zamanaşõmõ süresi dolmuştur. Kanunlarõn geriye doğru yürütülemeyece- ği ilkesi, sanõğõn lehine olan hükmün uygulana- cağõ ilkesi ve zamanaşõ- mõ kurallarõ böyle bir yargõlamayõ hukuken imkân dõşõ bõrakmakta- dõr. Bu sebeple geçici 15. madde kaldõrõlõnca darbecilerin yargõlana- cağõ iddiasõ doğru de- ğildir. Ayrõca değişiklik pa- ketinin 18. maddesin- deki “Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Ko- mutanları görevleri ile ilgili suçlardan dolayı yüce divanda yargıla- nır” hükmü ile bu dö- nemin paşalarõnõn yüce divana sevkine karar ve- rilmesi engeli ve Ana- yasa Mahkemesi’nin ye- ni yapõsõ karşõsõnda ay- rõcalõklõ ve sonucu ikti- dara bağlõ bir yargõla- maya bağlandõğõnõ da göz önünde bulundur- mak gerekir. Sonuç olarak 12 Eylül’le hesaplaş- mak kararlõ bir siyasi irade ve toplumsal is- tekle mümkün olabilir. Ne yazõk ki bugün bu iki istenci de görmek müm- kün değildir. 12 Eylül mağdurlarõnõn hesap sorma talepleri yeterli toplumsal destek bula- madõğõ gibi siyasi ikti- darlar tarafõndan da be- nimsenmemiştir. AKP geçici 15. mad- deyi 12 Eylül dönemi ile hesaplaşmak için de- ğil, kendi sivil diktasõnõ oluşturma amacõna ulaş- mak için bir araç olarak kullanmaktadõr. Huku- ken sonuç alõnamaya- cağõ bilinen bir değişik- liği son anda anayasa paketine dahil etmek başka nasõl izah edile- bilir? AKP’nin yaptõğõ basit bir aldatmacadan da öte büyük bir ayõptõr, 12 Eylül mağdurlarõna saygõsõzlõktõr. Geçici 15. Madde... Av. Uğur YETİMOĞLU Avukatlar Hukuk Araştõrmalarõ Vakfõ Başkanõ 12 Eylül’le hesaplaşmak kararlõ bir siyasi irade ve toplumsal istekle mümkün olabilir. Ne yazõk ki bugün bu iki istenci de görmek mümkün değildir. 12 Eylül mağdurlarõnõn hesap sorma talepleri yeterli toplumsal destek bulamadõğõ gibi siyasi iktidarlar tarafõndan da benimsenmemiştir. AKP geçici 15. maddeyi 12 Eylül dönemi ile hesaplaşmak için değil, kendi sivil diktasõnõ oluşturma amacõna ulaşmak için için bir araç olarak kullanmaktadõr. Prof. Dr. Orhan KURAL HES’ler Her Yerde H idroelektrik santrallarõ niye inşa edilir? Elektrik yani ener- ji elde etmek, içme suyu temini ve taşkõnlarõ kontrol etmek amacõyla olmalõ. Tamam “peki” de daha fazla elektrik tüketmek, bazõ bürokratlarõn iddia ettiği gibi kalkõnmanõn ve hatta mutluluğun bir ölçüsü müdür? Bana ve sosyologlara göre yanõt koca bir “ha- yır”. Şu anda yapõlan bilimsel çalõş- malar ve anket çalõşmalarõ dünyanõn en mutlu ülkesinin Bangladeş oldu- ğunu gösteriyor. Norveç, ABD, Rus- ya, İsviçre, Kanada bu mutluluk lis- tesinin en diplerinde. Küçük akarsulardan elektrik üreten HES’lerde su, çökelme havuzundan alõnõp yönü değiştirilerek tünel, boru veya bir kanal vasõtasõyla düşüş yap- tõrõlõyor. Bu arada türbin vasõtasõyla enerji üretiliyor. Tabii bu sõrada akar- suyun da mecrasõ değişiyor. 2009 yõ- lõ sonu itibarõyla ülke genelinde dev- reye sokulup işletmeye alõnan 187 adet HES var. Birçok yörede halkõn karşõ çõkmasõna rağmen Çevre ve Orman Bakanlõğõ nedense 1576 projeye ko- laylõkla izin vermiş bile. Bunlardan 145’inin yapõmõ halen sü- rüyor. Elbette ben HES’lere karşõyõm. Bir defa doğaya müdahale edip o bölgenin ekosistemini, biyolojik re- zervini değiştiriyoruz. Derelerin gü- zelim alabalõklarõ yok oluyor, balõklar yumurtalarõnõ bõrakamõyor. Birçok endemik bitkiyi bir daha geri gelmemek üzere (bazõlarõ belki de başta kanser gibi hastalõklarõn tek ça- resi) yok ediyoruz. Çok önemli alter- natif bir turizm sektörü olan raftingi bi- tiyoruz. Kaplõcalarõn sularõ kesilip dağlar delik deşik ediliyor. Nehir ekosistemi bitiriliyor. Coşku ile akan derelerin, nehirlerin sularõnõn nasõl eridiğini acõ içinde ahaliye izletiyor- sun. Trabzon’da bir dere üzerinde 32 santral başvurusu yapõlmõş. Hükümet şöyle düşünüyor olmalõ: “Dereler boş akmasın, her damla suyu de- ğerlendirelim.” Orman sahalarõnda in- şaat sõrasõnda ciddi miktarda hafriyat çõkmakta ve ayrõca anõt ağaç niteli- ğinde olan, ladin, çõnar, köknar, me- şe ve çam ormanlarõ talan ediliyor. Oysaki tek bir anõt ağaç bazen o yö- renin turizmini ayakta tutuyor. İşte HES’lerle yok edilen vadiler: Artvin Macahel Part, Rize Salarha, Şenol, Gü- neysu, Hemşin, Trabzon, Çamlõhem- şin, Fõndõklõ, Solaklõ, Muğla Yuvarlak Çay ve Erzurum Tortum gibi. HES do- ğaya büyük ihanet ama Türkiye’nin her köşesini betona asfalta boğan Ka- radeniz sahil yolunu õsrarla inşa eden, Rize’deki çirkin beton ormanõ futbol stadyumunun yapõlmasõna maddi ve manevi destek verenlerin HES’lere iti- raz etmeye hiç ama hiç hakkõ yok. Kö- yünde dere ile özdeşlemiş güzel de- denin ve onun torununun HES’lere “hayır” demeye hakkõ var.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle