23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 23 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Raslantı mı? Tesadüf mü? Eskiden tesadüf derlerdi raslantıya. Bakarsınız pazar sabahı gezmesinde sevdiğiniz bir dosta raslayıvermişsiniz: - Aman efendim, ne güzel tesadüf... Ortaokul sıralarında öğrendiğimiz bir tekerleme vardı rastlantı üzerine: Babıâli kapısından hulûl edip geçerken; Tek bir atlı süvariye tesadüfen rasgeldim. Raslantı kavramında; irade dışı, kural dışı bir anlam var. Daha öncesinden kararlaştırılmamış, bilinç dışı bir olay... Ormanda dolaşırken bir ayıya raslamak, kütüphanede kitap ararken bir eski mektuba raslamak gibi.. Ama bazan raslantı sayılamayacak çapta büyük işler söz konusudur. Bir ülkenin tarihini vurgulayan, bir toplumun yazgısını damgalayan işlerde raslantı ne demek? Sözgelişi “İstanbul’a metro mu yapalım, köprü mü?” sorusunu yanıtlarken, büyüklerimizden birisi o gece rüyasında Boğaz Köprüsü’nü gördüğü için mi önermiştir: - Beyler, bir ayağı Ortaköy’de bir ayağı Beylerbeyi’nde çelik gerdanlık gibi bir köprü yapalım!.. Hayır. Dünyanın büyük bölümünü denetleyen çokuluslu otomobil ve petrol kumpanyalarının uzantıları sayılan yol aygıtları ve köprüler endüstrisinin Türkiye’de işine geldiği gibi karara varılmıştır. Köprü mü, metro mu? tartışmasında, ülkemizin teknik uzmanları, ulusal çıkarlarımızın hesaplarında çeşitli fikirler öne sürmüşler; Boğaz’a oturtulacak ilk köprünün “Köprüler tuzağı”nın oltası niteliğinde olacağını söylemişlerdi. Köprüler tuzağının kentin gelişimini olumsuz yönde etkileyeceğini, akıl almaz çapta arsa-apartıman spekülasyonuyla ulusal geliri çarçur edeceğini, çevre yollarının da trafik sorununu çözümlemeye yetmeyeceğini yüz kez yazmışlardı. Şimdi yıl 1976. İstanbul trafiğine ne köprü yetiyor, ne çevre yolu.. İkinci ve üçüncü Boğaz köprülerinin tasarıları tezgâhlandı. Halk kentin yollarında salkım saçak taşıt bekliyor; bir dolmuşa binmek için birbirini çiğniyor. Akşam sabah sinirler yay gibi gerili... İşe nasıl gideceğim, işten nasıl döneceğim? sorusu kasap çengeli gibi takılmış kafalara... Ve piyasaya boyuna özel otomobil çıkıyor. Bir raslantı mı bu? Yoksa bilinçli sömürünün bir parçası mı? Boğaz Köprüsü’nün, daha açıkçası köprülerinin metroya tercihi, bir raslantı mı? Birkaç gram aklı olan yurttaş eline kalemi alır, Türkiye ithalatının yüzde kaçını ham petrol; yüzde kaçını otomobil, otobüs, kamyon parçaları tutuyor? diye küçük bir hesap yaparsa, hiçbir şeyin raslantı olmadığını görecektir. Motorunu yapamayan azgelişmiş ülkeleri özel otomobil hastalığına alıştırmak, süper kapitalist ülkelerin tüketim salgınını körükleyerek yoksul ülkeleri sömürmek stratejisinin bir parçasıdır... Cumhuriyetin ilk yıllarında benimsenen “Demirağ politikası”nı bir yana iteleyip, ya da hiçe sayıp, karayolları taşımacılığını pompalamak bir raslantı mı? Demiryolculuk tam kıvamına gelirken, bizimki gibi bir yoksul ülke, nasıl olur da devlet eliyle kurup işlettiği tren taşımacılığını iflasa sürükleyecek ve milyarları toprağa gömecek bir yol tutabilir? Ancak dışa bağımlı yerli kumpanyaların ve kökü dışarıda sermaye sınıfının iktidarları yapabilirdi bu işi; bilinçle, planla, Amerikalı uzmanların öğütleriyle. İstanbul - Ankara arasındaki asfaltı mezbahaya çevirmek pahasına insan yığınlarını otobüslere, otomobillere ve ticaret mallarını kamyonlara vurarak Anadolu’yu birbirine katmak, ancak emperyalizmin sömürüsünden büyük vurgunları cebe atan siyasal iktidarların marifeti olabilir. Yoksa İstanbul ile Ankara arasını beş saate indirecek bir demiryolu, Türkiye trafiğini büyük çapta rahatlatabilir; bunca ulusal gelirin çarçur edilmesini de engellerdi. Hiçbir şey raslantı değildir, ülkemizde uygulanan; planlıdır. Bu planların profesörleri Amerika’da; asistanları Türkiye’dedir. Şimdi her bakımdan dışa bağımlı bir sanayileşme sürecini yaşıyoruz. Neo-emperyalizmin yöntemi budur: Piramidin başından eteklerine doğru birbirine bağlı ekonomiler oluşturmak, sınırlar-ötesi sömürüyü bu düzenin üstüne oturtmak... Emperyalizmin kitabında “tesadüfen rasgelmek” diye enayilik yoktur; enayilik yoksul ülkelerde aranmalı. (31 Temmuz 1976 tarihli yazısı) mumtazsoysal@gmail.com AÇI MÜMTAZ SOYSAL Anlatılmayanı Anlatmak HANEFİ AVCI, herkesçe bilinen, ama dile getirilmeyeni anlattı. Sıra, yirmi gün sonra halkoylamasına sunulacak olan, ama halka doğru dürüst anlatılmayan anayasa değişikliğine gelmiştir. Bir defa, bu paket 12 Eylül 1980’in ürünü olan 1982 Anayasası’nın niteliğini kökünden değiştirici ve o dönemin sorumlularını cezalandırıcı yeni bir değişiklik getirmiyor. Anayasa şimdiye kadar yirmiye yakın girişimle zaten köklü bir nitelik değişikliği geçirdiği için iddianın bu yanı yalan. Cezalandırma iddiasına gelince, geçici 15. maddenin kaldırılması hiçbir şey kazandırmıyor; çünkü sorumluların çoğu artık sağ değil, sağ kalanlar da çoktan dava ve ceza zamanaşımına geçtiler. İddianın o kısmı da göz boyamaktan başka bir şey değil. Öbür yanda, değişikliklerin “çağdaş ve Avrupa ayarında” olduğu iddiasına gelince: Birkaç örnek, oradaki büyük aldatmacayı göstermeye yetebilir... Örneğin, kamu görevlilerine toplusözleşme yapma hakkı tanınacak ama, grev hakkından söz edilmiyor. Grev kamu görevlilerine de tanınmadıkça toplusözleşme uzlaşmazlıklarının mücadelesi verilebilir mi? Örneğin, kadınların ve çocukların korunması için “olumlu eşitsizlikler” getirilmesi övülüyor ama, siz olumlu eşitsizlik yapıldı diye erkeklerin ve reşit vatandaşların ayaklandığını duydunuz mu? Yapılınca itiraz eden mi çıkıyor? Hele, anayasa aykırılıklarına karşı bireylere Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakkı tanımaya gelince, yeme de yanında yat. Dava açma hakkına sahip kurumlarla siyasilerin başvuruları ya da vatandaşa uygulanan böyle yasalara karşı mahkemelerde ileri sürülebilen ciddi aykırılık itirazları amacı sağlamaya yetmedi mi? Elbet bu hak herkesi sevindirir; ama söyler misiniz, sıradan vatandaşların kaçta kaçı ciddi başvuru dilekçesi yazabilir ve dilekçelerin kaçta kaçı yükü bu yüzden ağırlaşan Anayasa Mahkemesi’nin elemesini geçer? Yüksek yargıyla ilgili olarak daha da kötüleştirilerek kalan konular, tercihin asıl püf noktasını oluşturuyor. Öyle bir püf nokta ki bu, çağdaş ve iyi olduğu söylenen bütün değişikliklerin değerini sıfıra indirmekte. Değişikliğe ilişkin yasaların çıkarıldığını ve uygulandığını varsayalım. Peki, yanlış, ihmal, haksızlık olunca konu yargıya gelmez mi? Orada bağımsızlık yoksa n’olacak? Süreç, tam bu noktadaki geriye gidişle başlamadı mı? İktidar, yargıyı düzenleyen, yargıçlarla savcıların atanmasını, yükselmesini ve iş koşullarını etkileyen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda ağırlığını arttırmak için üye sayısını çoğaltıp atamaların bir kısmını yandaş üye seçmekte beis görmeyen devlet başkanına bırakmak ve aynı şeyi Anayasa Mahkemesi için de yapmak istemişti. Muhalefette, hukuk camiasında ve kamuoyunda kıyamet kopunca, kusurlu sorunun halkoylamasıyla çözülmesi yoluna gidildi. Halkı aptal sayarak. “Hayır”, bu utanç verici saygısızlığa halkın kesin yanıtı olmalıdır. T ürkiye, Cumhuriyet dönemi- nin en önemli yol ayrõmõna 12 Eylül 2010 sabahõ varõyor. Halkoylamasõ, şeklen, ana- yasa değişiklikleriyle ilgilidir. Ancak, 12 Eylül’de yapõlacak oylama Tür- kiye’nin hayat tarzõ, toplumsal değerleri, siyaset anlayõşõ, dõş ilişkileri, diğer bir de- yişle ülkemizin geleceğini yeni baştan be- lirleyecek bir sonraki dönemin oylama- sõ olacaktõr. Diğer bir deyişle referan- dumda oylanacak olan Türkiye’nin ge- lecekteki yapõsõ, kaderi ve uygarlõk id- diasõdõr. Anayasa değişiklik paketinin içine baş- ka unsurlarla süslenerek konulmuş olan ve iktidar partisinin asõl hedeflediği bir nokta vardõr ki açõk hedefi itibarõyla re- ferandumun can alõcõ noktasõnõ oluş- turmaktadõr. İktidar, paketin içine yer- leştirdiği malum maddelerle hukukun üstünlüğü yerine siyasi iradenin hâki- miyetini kurmayõ amaçlamaktadõr. Yar- gõ, özellikle Anayasa Mahkemesi ve di- ğer yüksek yargõ organlarõ, bugün ikti- dar partisi tarafõndan icraatlarõ önünde birer engel olarak görülmektedir. Yar- gõyõ da siyasi vesayet altõna alarak ik- tidar bilinen dünya görüşünü hayata ge- çirmek için mutlak (denetime tabi ol- mamak anlamõnda) bir güce sahip ol- mayõ amaçlamaktadõr. Demokrasimizin bekasõ bakõmõndan bu yaklaşõm yete- rince tehlikelidir. İktidara güvenoyu meselesi Ancak iktidar partisi referandumla daha da stratejik bir iddia gütmektedir. Re- ferandum tekrar iktidara gelmek için ta- sarlanmõş bir ara basamaktõr. Paket bilinçli olarak birbiriyle ilgisiz maddelerden oluşturularak vatandaş topluca “evet” ya da “hayır” oyu kullanmaya mahkûm edilmiştir. Bunun demokratik seçim hak- kõyla ilgisi yoktur. “Ya benimlesin, ya benden değilsin” dayatmasõdõr. 42 mil- yondan fazla seçmenin belki sadece bir- kaç on bininin, o da yaklaşõk olarak an- layabildiği bir paket oylanacaktõr. Dolayõsõyla, konu anayasa değil, iktidara güvenoyu meselesidir. Eğer maksat daha iyi bir anayasa olsaydõ, sadece birkaç yõl önce, “Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir si- vil demokratik anayasadır!” söyle- miyle ortaya çõkan, hatta bir de taslak ha- zõrlattõran bugünkü iktidarõn bu savõna uy- gun hareket eder, “genel seçimlerden sonra yeni bir anayasa” demesi gere- kirdi. Oysa tamamen iktidarda tutuna- bilmek saikiyle bir referandum tasarlan- mõştõr. Referandum sürecini Türk mah- kemeleri önünde süregelen çeşitli dava- lar ve Yüksek Askeri Şûra toplantõlarõna paralel bir takvim içinde götürerek de ka- muoyu Türk demokrasisinin hem sözde “yargı vesayeti”, hem “askeri vesa- yet”ten kurtarõlmakta olduğuna inandõ- rõlmaya çalõşõlmaktadõr. İktidar partisi “askeri etkiden arındırılmış sivil de- mokrasi” ve “üstünlerin hukuku yeri- ne hukukun üstünlüğü” gibi kulağa hoş gelen, ancak Adalet ve Kalkõnma Par- tisi liderlerinin emelleri bakõmõndan bam- başka anlamlar taşõyan bu savlarla de- mokrasi ve özgürlük adõna hareket ettik- lerini iddia etmektedir. AKP’nin hedefi Ne var ki, bu iddia AKP liderlerinin ger- çek hedefini örtememektedir. Artõk giz- lisi saklõsõ da pek kalmamõş olan bu he- def, “laik değerlere” değil, “inançlara” dayalõ yeni bir toplumsal düzen yaratmak ve bu farklõ Türkiye için küresel planda yeni bir adres belirlemektedir. Bu, “ikin- ci Cumhuriyet”, “neo-Osmanlıcılık” gi- bi söylemleri çok aşan, laik olmayan esaslara dayalõ bir toplumsal yaşam, din ile devlet işleri arasõndaki çizginin kal- dõrõlmõş olduğu, “hukuk”un üstünlüğü yerine “inanç” üstünlüğünün hâkim kõ- lõnacağõ ve buna uygun bir dõş politika- nõn izleneceği bir düzenin özlemidir. Demokratik özgürlükler üzerindeki kõ- sõtlamalar sözde kaldõrõlarak özel alan ko- nusu olan inanç uygulamalarõ kamu ala- nõna taşõnacaktõr. Türbanõn üzerindeki bi- linçli olarak gündemde tutulan siyasi tartõşma bu tasarõmõn kõrõlma noktalarõn- dan sadece birisidir. Bu sürecin anlamõ, Cumhuriyetimizin temelinde yatan ve laikliğin en kesin ifadesi olan, egemenliğin bu dünyaya, insana ait bir kavram oldu- ğunu ifade eden “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin anlamõnõ yi- tirmesidir. Sürecin önü kesilmediği tak- dirde üreteceği sonuç ise laik bireylerin hür iradesine dayalõ bir ulus-toplum ye- rine, cemaatlerden oluşan bir ümmet, laik ve eşitlikçi kurallarõn değil, herkesin sorgulamadan kendini tabi saydõğõ dini esas ve normlarõn egemen olacağõ bir top- lum düzenidir. AKP sekiz yõl önce ikti- dara geldiği güne göre bugün daha ce- surdur ve daha fazla özgüvene sahiptir. İlk dönemde AB trenine binerek çõktõğõ siyasi yolculuğun önemli bir merhalesini, Av- rupa ve Amerika’da kendisine uzun sü- re devam edecek destek de sağlayarak ta- mamlamõş, gerek kalmayõnca da AB’ye katõlma hedefi “Avrupalılar bizi iste- miyor” bahanesiyle bir kenara itilerek trenden inilmiştir. Çelişkiler yumağı Bugün Türkiye bir çelişkiler yumağõ, gerilim ve sevgisizlikle dolu bir ülke ha- line gelmiştir. İç ve dõş açõlõmlarla Tür- kiye içerde kutuplaşmalara dõşarõda ise be- lirsizliklere mahkûm edilmiştir. Ülke ekonomisi zenginleşirken halkõ yoksul- laşmõş, üniversite mezunu gençlerin sa- yõsõ artarken iş bulamayanlarõnõn sayõsõ büyümüş, kadõn haklarõ kâğõt üzerinde sözde düzeltilirken kadõnlar eve, tesettü- re, çocuk yapma, töre ve kuma gibi çem- berlerin içine sõkõştõrõlmõşlardõr. Çocuk- lar ve gençler çağõmõzõn ihtiyaçlarõnõn çok gerisinde kalan yetersiz bir eğitim siste- minin yükü altõnda ezilmektedirler. Etnik köken, izlenen yanlõş politika ve gelişi- güzel açõlõmlarla, birleştirici, zenginleş- tirici bir unsur olmaktan çõkmõş, bugün toplumsal gerginliklerin ana kaynağõna dönüşmüştür. Çözüm üretmesi gereken si- yasetçiler ise ülke enerjisini kõsõr kavga- larõyla tüketmekte, toplum psikolojisini tehlikeli bir biçimde bozmaktadõrlar. Dõş ilişkilerimizde de iç dönüşüme bağlõ olarak, AB ve Avrupa-Atlantik ca- miasõndan bilinçli bir uzaklaşma, buna mukabil ağõrlõklõ olarak Müslüman ül- kelerle kararlõ bir yakõnlaşma politikasõ iz- lenmekte, dine dayalõ bir bakõş açõsõyla uyumlu bir dõş politika ekseni oluşturul- maktadõr. Sonuç: Referandum olumlu sonuçlandõğõ tak- dirde, AKP tekrar iktidara gelmek için is- tediği zemini hazõrlayacak ve uzun dö- nemli hamlelerle ülkede arzuladõğõ düzeni, denetime tabi olmaksõzõn, kurmaya devam edecektir. Bu nedenle, referandum 2010 yõlõnda yapõlacak ama belki Türkiye’nin 2110 yõlõndaki yapõsõnõ etkileyecek so- nuçlarõ olacaktõr. Türkiye, laik demokratik siyasi bir ya- põ, güçlü bir ekonomi ve toplumsal barõşla ve bu doğrultuda hazõrlanõp hayata geçi- rilecek yepyeni bir anayasayla 21. yüzyõlõn yükselen yõldõzlarõndan biri olmalõdõr, olabilir. Bunu sağlayacak güç vardõr. Bu güç vatandaşõmõzõn sağduyusudur. 12 Eylül günü yapõlacak olan halkoylamasõ, ülkemizin geleceğine sahip çõkmak için hayati bir fõrsat, bu fõrsatõ doğru değer- lendirmek ise her birimizin tarihi so- rumluluğudur. 12 Eylül 2010 – 12 Eylül 2110? Faruk LOĞOĞLU Emekli Büyükelçi Referandum olumlu sonuçlandõğõ takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek için istediği zemini hazõrlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede arzuladõğõ düzeni, denetime tabi olmaksõzõn, kurmaya devam edecektir. Bu nedenle, referandum 2010 yõlõnda yapõlacak ama belki Türkiye’nin 2110 yõlõndaki yapõsõnõ etkileyecek sonuçlarõ olacaktõr. G ünlerdir meydanlar- da, 12 Eylül’den son- ra yargõda bir döne- min sona erdirileceği söylemi geliştirilmekte; referandum- dan sonra yüksek yargõnõn farklõ kararlar vereceği, dün- ya ve Avrupa yargõçlar bir- liklerinin Türkiye temsilcisi olan YARSAV’õn kapatõla- cağõ açõklamalarõ yapõlmakta. Aslõnda, 6-7 yõldan bu ya- na hâkim, cumhuriyet savcõ- sõ ve mahkemelere dair bir yõ- ğõn olumsuz haberi parçalõ olarak basõn aracõlõğõyla duy- muş ve Türk yargõsõndan ümi- dimizi kesmiştik! İlk olarak dönemin Yargõ- tay Başkanõ’nõn telefonlarõ dinlenip ifşaat yapõlarak baş- layan bu kampanya, döne- min Adalet Bakanõ’nõn “Önümüzdeki günlerde da- ha çok şeyler olacak” açõk- lamasõyla daha da heyecanlõ bir hal almõştõ. 2007 yõlõna geldiğimizde dil altõndaki bakla çõkartõldõ. Yeni ve demokratik bir ana- yasa yapõlacaktõ. En büyük re- vizyon da yargõya ilişkindi. O zaman hâkim, savcõ ve mah- kemelere yönelik olumsuz haber ve beyanlarõn hikmeti anlaşõldõ. Yargõ, içi vasõfsõz perso- nelle doldurulup teknolojik yatõrõm yapõlmayarak güdük bõrakõlan, sonra da “Bunlar devlete yük oluyorlar’’ de- nip, arsa fiyatõna satõşa çõkar- tõlan KİT’ler gibi yenisiyle de- ğiştirilmek isteniyordu. Çün- kü yargõ, iktidarlarõn istediği kararlarõn uygulanmasõ önün- de engel teşkil ediyordu. “Yargıtay taraflı”, “Danış- tay ideolojik”, “Anayasa Mahkemesi siyasi”, “YSK vs.vs...” kararlar veriyordu. Sonrasõnõ hepimiz biliyoruz. Gelinen noktada önümüzde bir referandum var. Referan- dum sonucundan da farklõ kesimlerin farklõ beklentileri var elbette. Işık hızıyla karar Yürütme organõnõn en yet- kili ağzõ, Danõştay’õn, Türk Telekom’un özelleştirilme- sine izin vermediğini ve bun- dan dolayõ Türkiye’nin tam 25 milyar dolar zarar ettiğini, bu zararõn bedelinin millete ödettirildiğini, Danõştay’õn yasalara aykõrõ olarak geç ka- rar vermesinin bedelinin de bazõ ihalelerde milyar dolar- larõ bulduğu, Sağlõk Bakanlõ- ğõ’nõn internet sitesinde tam- gün yasasõyla ilgili yayõmla- dõğõ görüşüne de “ışık hızıy- la” karar verdiğini ve uygu- lamayõ durdurduğunu söyle- yip “Anayasa değişikliğiyle bu dönem artık sona eri- yor” diyor. YARSAV’õn bir boşluktan yararlanarak geldiğini, bunu en yakõn zamanda halletme- lerinin gerektiğini söylüyor. Bu söylemlerin anlamõ; re- ferandumdan evet çõkmasõ halinde yüksek yargõnõn ikti- darlarõn isteklerine göre karar vereceği ve iktidarlarõn be- ğenmediklerini söyleyen ya- põlanmalarõn dağõtõlõp kapõ- larõna da kilit vurulacağõdõr. Peki, Danõştay artõk görüş mü değiştirecek? Elbette bir hukuk devletinde bir yargõ ku- rumunun iktidarlar istemedi diye görüş değiştirmesi dü- şünülemez. Ancak, mahkemelerin üye yapõlarõnõ değiştirip iktidar- larõn istedikleri gibi düşüne- bilme yeteneğine sahip, adap- tasyon güçlüğü çekmeyen yargõçlarõ o makamlara ata- yabilirseniz problem kendili- ğinden ortadan kalkacaktõr. Yukarõdaki sözler gayet kendinden emin şekilde söy- lenebiliyorsa, Danõştay ve Yargõtay gibi yüksek mahke- melere üye seçen HSYK’nin oluşumuna dair ince hesaplar da yapõlmõş demektir. Bu durumda “HSYK’nin içinde idareden yana olacak 7 kişi bulunduğu varsayılsa bile geriye kalan 15 hâkim ve savcı yargıyı temsil et- mektedir” şeklindeki karşõ eleştiri anlamõnõ yitirmektedir. Geriye kalan bu 15 yargõçtan 10’u bu görev süreleri içinde idari açõdan Adalet Baka- nõ’nõn emrindeki müfettişle- rin denetimine tabi olacak- lardõr. Görev sürelerinin so- nunda ise hem Adalet Ba- kanlõğõ hem de HSYK mü- fettişlerinin denetimine tabi- dirler. Dolayõsõyla Adalet Baka- nõ’nõn karşõsõnda tarafsõz ka- labilmeleri zordur. Mevcut halde bile Adalet Bakanõ’nõn istemediği hiçbir atama kararõ kuruldan geçiri- lemezken, kendi sekreteri ve diğer destek unsurlarõnõ (Cumhurbaşkanõ ve TBMM tarafõndan atanan diğer üye- ler) yanõna alan Adalet Ba- kanõ artõk yargõnõn patronu olacaktõr. Kaldõ ki; kurula kürsüden seçilecek hâkimlere ilişkin kaygõlar da artmaktadõr. Son zamanlarda yargõç kim- liği dünya görüşünün geri- sinde kalan bir yargõç nesli yetişmektedir. Dünyayõ hâlâ sağcõlar ve solcular penceresinden gö- ren bu zihniyet, korkarõm ki önümüzdeki dönemin yargõ teşkilatõnõ şekillendirecektir. Aşağõdaki satõrlar 2 yõllõk bir hâkim tarafõndan hukuk- çulara açõk bir internet foru- muna yazõldõ. Bu yazõyõ yo- rumsuz olarak aktarõyorum. “Tek parti döneminden sonra, ta bugüne kadar ke- sik kesik fakat çok az süre iktidar olabilen sol zihniyet, eline geçirdikleri her fır- satta yargıyı kuşatma ope- rasyonlarına imza atmışlar ve bu anlamda kendilerin- den o kadar emin olmuş- lardır ki... Ben kendi adıma artık ‘Seyfi Dede’nin kulis yapamadığı bir yargı ar- zuladığım için bu anayasa değişikliğine evet diyorum.” YARSAV üyelerine güven- miyorlarmõş. 12 Eylül’den sonra gereği- ni yapacaklarmõş. Yeni HSYK’de görev almasõ bek- lenen güvenilir hâkim tipi iş- te budur. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Yapõl- mak istenen ortadayken, hâ- lâ 12 Eylül darbesinin öcü alõ- nõyor saflõğõna düşmenin ge- reği yoktur. Nuh Hüseyin KÖSE YARSAV Yön. Kur. Bşk. Yard. İstanbul Temsilcisi 12 Eylül’den sonra gereğini yapacaklarmõş. Yeni HSYK’de görev almasõ beklenen güvenilir hâkim tipi işte budur. Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Yapõlmak istenen ortadayken, hâlâ 12 Eylül darbesinin öcü alõnõyor saflõğõna düşmenin gereği yoktur. Güvenilir Hâkimler...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle