Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 23 AĞUSTOS 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
PENCERE
Raslantı mı?
Tesadüf mü?
Eskiden tesadüf derlerdi raslantıya.
Bakarsınız pazar sabahı gezmesinde
sevdiğiniz bir dosta raslayıvermişsiniz:
- Aman efendim, ne güzel tesadüf...
Ortaokul sıralarında öğrendiğimiz bir
tekerleme vardı rastlantı üzerine:
Babıâli kapısından hulûl edip geçerken;
Tek bir atlı süvariye tesadüfen rasgeldim.
Raslantı kavramında; irade dışı, kural dışı bir
anlam var. Daha öncesinden
kararlaştırılmamış, bilinç dışı bir olay...
Ormanda dolaşırken bir ayıya raslamak,
kütüphanede kitap ararken bir eski mektuba
raslamak gibi.. Ama bazan raslantı
sayılamayacak çapta büyük işler söz
konusudur. Bir ülkenin tarihini vurgulayan, bir
toplumun yazgısını damgalayan işlerde raslantı
ne demek? Sözgelişi “İstanbul’a metro mu
yapalım, köprü mü?” sorusunu yanıtlarken,
büyüklerimizden birisi o gece rüyasında Boğaz
Köprüsü’nü gördüğü için mi önermiştir:
- Beyler, bir ayağı Ortaköy’de bir ayağı
Beylerbeyi’nde çelik gerdanlık gibi bir köprü
yapalım!..
Hayır.
Dünyanın büyük bölümünü denetleyen
çokuluslu otomobil ve petrol kumpanyalarının
uzantıları sayılan yol aygıtları ve köprüler
endüstrisinin Türkiye’de işine geldiği gibi
karara varılmıştır. Köprü mü, metro mu?
tartışmasında, ülkemizin teknik uzmanları,
ulusal çıkarlarımızın hesaplarında çeşitli fikirler
öne sürmüşler; Boğaz’a oturtulacak ilk
köprünün “Köprüler tuzağı”nın oltası
niteliğinde olacağını söylemişlerdi. Köprüler
tuzağının kentin gelişimini olumsuz yönde
etkileyeceğini, akıl almaz çapta arsa-apartıman
spekülasyonuyla ulusal geliri çarçur edeceğini,
çevre yollarının da trafik sorununu
çözümlemeye yetmeyeceğini yüz kez
yazmışlardı.
Şimdi yıl 1976.
İstanbul trafiğine ne köprü yetiyor, ne çevre
yolu.. İkinci ve üçüncü Boğaz köprülerinin
tasarıları tezgâhlandı. Halk kentin yollarında
salkım saçak taşıt bekliyor; bir dolmuşa
binmek için birbirini çiğniyor. Akşam sabah
sinirler yay gibi gerili... İşe nasıl gideceğim,
işten nasıl döneceğim? sorusu kasap çengeli
gibi takılmış kafalara... Ve piyasaya boyuna
özel otomobil çıkıyor. Bir raslantı mı bu?
Yoksa bilinçli sömürünün bir parçası mı?
Boğaz Köprüsü’nün, daha açıkçası
köprülerinin metroya tercihi, bir raslantı mı?
Birkaç gram aklı olan yurttaş eline kalemi alır,
Türkiye ithalatının yüzde kaçını ham petrol;
yüzde kaçını otomobil, otobüs, kamyon
parçaları tutuyor? diye küçük bir hesap
yaparsa, hiçbir şeyin raslantı olmadığını
görecektir.
Motorunu yapamayan azgelişmiş ülkeleri
özel otomobil hastalığına alıştırmak, süper
kapitalist ülkelerin tüketim salgınını
körükleyerek yoksul ülkeleri sömürmek
stratejisinin bir parçasıdır...
Cumhuriyetin ilk yıllarında benimsenen
“Demirağ politikası”nı bir yana iteleyip, ya da
hiçe sayıp, karayolları taşımacılığını
pompalamak bir raslantı mı? Demiryolculuk
tam kıvamına gelirken, bizimki gibi bir yoksul
ülke, nasıl olur da devlet eliyle kurup işlettiği
tren taşımacılığını iflasa sürükleyecek ve
milyarları toprağa gömecek bir yol tutabilir?
Ancak dışa bağımlı yerli kumpanyaların ve
kökü dışarıda sermaye sınıfının iktidarları
yapabilirdi bu işi; bilinçle, planla, Amerikalı
uzmanların öğütleriyle. İstanbul - Ankara
arasındaki asfaltı mezbahaya çevirmek
pahasına insan yığınlarını otobüslere,
otomobillere ve ticaret mallarını kamyonlara
vurarak Anadolu’yu birbirine katmak, ancak
emperyalizmin sömürüsünden büyük
vurgunları cebe atan siyasal iktidarların marifeti
olabilir. Yoksa İstanbul ile Ankara arasını beş
saate indirecek bir demiryolu, Türkiye trafiğini
büyük çapta rahatlatabilir; bunca ulusal gelirin
çarçur edilmesini de engellerdi.
Hiçbir şey raslantı değildir, ülkemizde
uygulanan; planlıdır. Bu planların profesörleri
Amerika’da; asistanları Türkiye’dedir. Şimdi
her bakımdan dışa bağımlı bir sanayileşme
sürecini yaşıyoruz. Neo-emperyalizmin
yöntemi budur: Piramidin başından eteklerine
doğru birbirine bağlı ekonomiler oluşturmak,
sınırlar-ötesi sömürüyü bu düzenin üstüne
oturtmak...
Emperyalizmin kitabında “tesadüfen
rasgelmek” diye enayilik yoktur; enayilik yoksul
ülkelerde aranmalı.
(31 Temmuz 1976 tarihli yazısı)
mumtazsoysal@gmail.com
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Anlatılmayanı
Anlatmak
HANEFİ AVCI, herkesçe bilinen, ama dile
getirilmeyeni anlattı. Sıra, yirmi gün sonra
halkoylamasına sunulacak olan, ama halka
doğru dürüst anlatılmayan anayasa
değişikliğine gelmiştir.
Bir defa, bu paket 12 Eylül 1980’in ürünü
olan 1982 Anayasası’nın niteliğini kökünden
değiştirici ve o dönemin sorumlularını
cezalandırıcı yeni bir değişiklik getirmiyor.
Anayasa şimdiye kadar yirmiye yakın
girişimle zaten köklü bir nitelik değişikliği
geçirdiği için iddianın bu yanı yalan.
Cezalandırma iddiasına gelince, geçici 15.
maddenin kaldırılması hiçbir şey
kazandırmıyor; çünkü sorumluların çoğu
artık sağ değil, sağ kalanlar da çoktan dava
ve ceza zamanaşımına geçtiler. İddianın o
kısmı da göz boyamaktan başka bir şey
değil.
Öbür yanda, değişikliklerin “çağdaş ve
Avrupa ayarında” olduğu iddiasına
gelince: Birkaç örnek, oradaki büyük
aldatmacayı göstermeye yetebilir...
Örneğin, kamu görevlilerine
toplusözleşme yapma hakkı tanınacak ama,
grev hakkından söz edilmiyor. Grev kamu
görevlilerine de tanınmadıkça
toplusözleşme uzlaşmazlıklarının
mücadelesi verilebilir mi?
Örneğin, kadınların ve çocukların
korunması için “olumlu eşitsizlikler”
getirilmesi övülüyor ama, siz olumlu
eşitsizlik yapıldı diye erkeklerin ve reşit
vatandaşların ayaklandığını duydunuz mu?
Yapılınca itiraz eden mi çıkıyor?
Hele, anayasa aykırılıklarına karşı bireylere
Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakkı
tanımaya gelince, yeme de yanında yat.
Dava açma hakkına sahip kurumlarla
siyasilerin başvuruları ya da vatandaşa
uygulanan böyle yasalara karşı
mahkemelerde ileri sürülebilen ciddi aykırılık
itirazları amacı sağlamaya yetmedi mi?
Elbet bu hak herkesi sevindirir; ama söyler
misiniz, sıradan vatandaşların kaçta kaçı
ciddi başvuru dilekçesi yazabilir ve
dilekçelerin kaçta kaçı yükü bu yüzden
ağırlaşan Anayasa Mahkemesi’nin elemesini
geçer?
Yüksek yargıyla ilgili olarak daha da
kötüleştirilerek kalan konular, tercihin
asıl püf noktasını oluşturuyor. Öyle bir püf
nokta ki bu, çağdaş ve iyi olduğu söylenen
bütün değişikliklerin değerini sıfıra
indirmekte. Değişikliğe ilişkin yasaların
çıkarıldığını ve uygulandığını varsayalım.
Peki, yanlış, ihmal, haksızlık olunca konu
yargıya gelmez mi? Orada bağımsızlık
yoksa n’olacak?
Süreç, tam bu noktadaki geriye gidişle
başlamadı mı? İktidar, yargıyı düzenleyen,
yargıçlarla savcıların atanmasını,
yükselmesini ve iş koşullarını etkileyen
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda
ağırlığını arttırmak için üye sayısını çoğaltıp
atamaların bir kısmını yandaş üye seçmekte
beis görmeyen devlet başkanına bırakmak
ve aynı şeyi Anayasa Mahkemesi için de
yapmak istemişti. Muhalefette, hukuk
camiasında ve kamuoyunda kıyamet
kopunca, kusurlu sorunun halkoylamasıyla
çözülmesi yoluna gidildi. Halkı aptal sayarak.
“Hayır”, bu utanç verici saygısızlığa halkın
kesin yanıtı olmalıdır.
T
ürkiye, Cumhuriyet dönemi-
nin en önemli yol ayrõmõna 12
Eylül 2010 sabahõ varõyor.
Halkoylamasõ, şeklen, ana-
yasa değişiklikleriyle ilgilidir.
Ancak, 12 Eylül’de yapõlacak oylama Tür-
kiye’nin hayat tarzõ, toplumsal değerleri,
siyaset anlayõşõ, dõş ilişkileri, diğer bir de-
yişle ülkemizin geleceğini yeni baştan be-
lirleyecek bir sonraki dönemin oylama-
sõ olacaktõr. Diğer bir deyişle referan-
dumda oylanacak olan Türkiye’nin ge-
lecekteki yapõsõ, kaderi ve uygarlõk id-
diasõdõr.
Anayasa değişiklik paketinin içine baş-
ka unsurlarla süslenerek konulmuş olan
ve iktidar partisinin asõl hedeflediği bir
nokta vardõr ki açõk hedefi itibarõyla re-
ferandumun can alõcõ noktasõnõ oluş-
turmaktadõr. İktidar, paketin içine yer-
leştirdiği malum maddelerle hukukun
üstünlüğü yerine siyasi iradenin hâki-
miyetini kurmayõ amaçlamaktadõr. Yar-
gõ, özellikle Anayasa Mahkemesi ve di-
ğer yüksek yargõ organlarõ, bugün ikti-
dar partisi tarafõndan icraatlarõ önünde
birer engel olarak görülmektedir. Yar-
gõyõ da siyasi vesayet altõna alarak ik-
tidar bilinen dünya görüşünü hayata ge-
çirmek için mutlak (denetime tabi ol-
mamak anlamõnda) bir güce sahip ol-
mayõ amaçlamaktadõr. Demokrasimizin
bekasõ bakõmõndan bu yaklaşõm yete-
rince tehlikelidir.
İktidara güvenoyu meselesi
Ancak iktidar partisi referandumla
daha da stratejik bir iddia gütmektedir. Re-
ferandum tekrar iktidara gelmek için ta-
sarlanmõş bir ara basamaktõr. Paket bilinçli
olarak birbiriyle ilgisiz maddelerden
oluşturularak vatandaş topluca “evet” ya
da “hayır” oyu kullanmaya mahkûm
edilmiştir. Bunun demokratik seçim hak-
kõyla ilgisi yoktur. “Ya benimlesin, ya
benden değilsin” dayatmasõdõr. 42 mil-
yondan fazla seçmenin belki sadece bir-
kaç on bininin, o da yaklaşõk olarak an-
layabildiği bir paket oylanacaktõr.
Dolayõsõyla, konu anayasa değil, iktidara
güvenoyu meselesidir. Eğer maksat daha
iyi bir anayasa olsaydõ, sadece birkaç yõl
önce, “Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir si-
vil demokratik anayasadır!” söyle-
miyle ortaya çõkan, hatta bir de taslak ha-
zõrlattõran bugünkü iktidarõn bu savõna uy-
gun hareket eder, “genel seçimlerden
sonra yeni bir anayasa” demesi gere-
kirdi. Oysa tamamen iktidarda tutuna-
bilmek saikiyle bir referandum tasarlan-
mõştõr. Referandum sürecini Türk mah-
kemeleri önünde süregelen çeşitli dava-
lar ve Yüksek Askeri Şûra toplantõlarõna
paralel bir takvim içinde götürerek de ka-
muoyu Türk demokrasisinin hem sözde
“yargı vesayeti”, hem “askeri vesa-
yet”ten kurtarõlmakta olduğuna inandõ-
rõlmaya çalõşõlmaktadõr. İktidar partisi
“askeri etkiden arındırılmış sivil de-
mokrasi” ve “üstünlerin hukuku yeri-
ne hukukun üstünlüğü” gibi kulağa
hoş gelen, ancak Adalet ve Kalkõnma Par-
tisi liderlerinin emelleri bakõmõndan bam-
başka anlamlar taşõyan bu savlarla de-
mokrasi ve özgürlük adõna hareket ettik-
lerini iddia etmektedir.
AKP’nin hedefi
Ne var ki, bu iddia AKP liderlerinin ger-
çek hedefini örtememektedir. Artõk giz-
lisi saklõsõ da pek kalmamõş olan bu he-
def, “laik değerlere” değil, “inançlara”
dayalõ yeni bir toplumsal düzen yaratmak
ve bu farklõ Türkiye için küresel planda
yeni bir adres belirlemektedir. Bu, “ikin-
ci Cumhuriyet”, “neo-Osmanlıcılık” gi-
bi söylemleri çok aşan, laik olmayan
esaslara dayalõ bir toplumsal yaşam, din
ile devlet işleri arasõndaki çizginin kal-
dõrõlmõş olduğu, “hukuk”un üstünlüğü
yerine “inanç” üstünlüğünün hâkim kõ-
lõnacağõ ve buna uygun bir dõş politika-
nõn izleneceği bir düzenin özlemidir.
Demokratik özgürlükler üzerindeki kõ-
sõtlamalar sözde kaldõrõlarak özel alan ko-
nusu olan inanç uygulamalarõ kamu ala-
nõna taşõnacaktõr. Türbanõn üzerindeki bi-
linçli olarak gündemde tutulan siyasi
tartõşma bu tasarõmõn kõrõlma noktalarõn-
dan sadece birisidir. Bu sürecin anlamõ,
Cumhuriyetimizin temelinde yatan ve
laikliğin en kesin ifadesi olan, egemenliğin
bu dünyaya, insana ait bir kavram oldu-
ğunu ifade eden “Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir” ilkesinin anlamõnõ yi-
tirmesidir. Sürecin önü kesilmediği tak-
dirde üreteceği sonuç ise laik bireylerin
hür iradesine dayalõ bir ulus-toplum ye-
rine, cemaatlerden oluşan bir ümmet,
laik ve eşitlikçi kurallarõn değil, herkesin
sorgulamadan kendini tabi saydõğõ dini
esas ve normlarõn egemen olacağõ bir top-
lum düzenidir. AKP sekiz yõl önce ikti-
dara geldiği güne göre bugün daha ce-
surdur ve daha fazla özgüvene sahiptir. İlk
dönemde AB trenine binerek çõktõğõ siyasi
yolculuğun önemli bir merhalesini, Av-
rupa ve Amerika’da kendisine uzun sü-
re devam edecek destek de sağlayarak ta-
mamlamõş, gerek kalmayõnca da AB’ye
katõlma hedefi “Avrupalılar bizi iste-
miyor” bahanesiyle bir kenara itilerek
trenden inilmiştir.
Çelişkiler yumağı
Bugün Türkiye bir çelişkiler yumağõ,
gerilim ve sevgisizlikle dolu bir ülke ha-
line gelmiştir. İç ve dõş açõlõmlarla Tür-
kiye içerde kutuplaşmalara dõşarõda ise be-
lirsizliklere mahkûm edilmiştir. Ülke
ekonomisi zenginleşirken halkõ yoksul-
laşmõş, üniversite mezunu gençlerin sa-
yõsõ artarken iş bulamayanlarõnõn sayõsõ
büyümüş, kadõn haklarõ kâğõt üzerinde
sözde düzeltilirken kadõnlar eve, tesettü-
re, çocuk yapma, töre ve kuma gibi çem-
berlerin içine sõkõştõrõlmõşlardõr. Çocuk-
lar ve gençler çağõmõzõn ihtiyaçlarõnõn çok
gerisinde kalan yetersiz bir eğitim siste-
minin yükü altõnda ezilmektedirler. Etnik
köken, izlenen yanlõş politika ve gelişi-
güzel açõlõmlarla, birleştirici, zenginleş-
tirici bir unsur olmaktan çõkmõş, bugün
toplumsal gerginliklerin ana kaynağõna
dönüşmüştür. Çözüm üretmesi gereken si-
yasetçiler ise ülke enerjisini kõsõr kavga-
larõyla tüketmekte, toplum psikolojisini
tehlikeli bir biçimde bozmaktadõrlar.
Dõş ilişkilerimizde de iç dönüşüme
bağlõ olarak, AB ve Avrupa-Atlantik ca-
miasõndan bilinçli bir uzaklaşma, buna
mukabil ağõrlõklõ olarak Müslüman ül-
kelerle kararlõ bir yakõnlaşma politikasõ iz-
lenmekte, dine dayalõ bir bakõş açõsõyla
uyumlu bir dõş politika ekseni oluşturul-
maktadõr.
Sonuç:
Referandum olumlu sonuçlandõğõ tak-
dirde, AKP tekrar iktidara gelmek için is-
tediği zemini hazõrlayacak ve uzun dö-
nemli hamlelerle ülkede arzuladõğõ düzeni,
denetime tabi olmaksõzõn, kurmaya devam
edecektir. Bu nedenle, referandum 2010
yõlõnda yapõlacak ama belki Türkiye’nin
2110 yõlõndaki yapõsõnõ etkileyecek so-
nuçlarõ olacaktõr.
Türkiye, laik demokratik siyasi bir ya-
põ, güçlü bir ekonomi ve toplumsal barõşla
ve bu doğrultuda hazõrlanõp hayata geçi-
rilecek yepyeni bir anayasayla 21. yüzyõlõn
yükselen yõldõzlarõndan biri olmalõdõr,
olabilir. Bunu sağlayacak güç vardõr. Bu
güç vatandaşõmõzõn sağduyusudur. 12
Eylül günü yapõlacak olan halkoylamasõ,
ülkemizin geleceğine sahip çõkmak için
hayati bir fõrsat, bu fõrsatõ doğru değer-
lendirmek ise her birimizin tarihi so-
rumluluğudur.
12 Eylül 2010 – 12 Eylül 2110?
Faruk LOĞOĞLU Emekli Büyükelçi
Referandum olumlu sonuçlandõğõ takdirde, AKP tekrar iktidara gelmek
için istediği zemini hazõrlayacak ve uzun dönemli hamlelerle ülkede
arzuladõğõ düzeni, denetime tabi olmaksõzõn, kurmaya devam edecektir. Bu
nedenle, referandum 2010 yõlõnda yapõlacak ama belki Türkiye’nin 2110
yõlõndaki yapõsõnõ etkileyecek sonuçlarõ olacaktõr.
G
ünlerdir meydanlar-
da, 12 Eylül’den son-
ra yargõda bir döne-
min sona erdirileceği söylemi
geliştirilmekte; referandum-
dan sonra yüksek yargõnõn
farklõ kararlar vereceği, dün-
ya ve Avrupa yargõçlar bir-
liklerinin Türkiye temsilcisi
olan YARSAV’õn kapatõla-
cağõ açõklamalarõ yapõlmakta.
Aslõnda, 6-7 yõldan bu ya-
na hâkim, cumhuriyet savcõ-
sõ ve mahkemelere dair bir yõ-
ğõn olumsuz haberi parçalõ
olarak basõn aracõlõğõyla duy-
muş ve Türk yargõsõndan ümi-
dimizi kesmiştik!
İlk olarak dönemin Yargõ-
tay Başkanõ’nõn telefonlarõ
dinlenip ifşaat yapõlarak baş-
layan bu kampanya, döne-
min Adalet Bakanõ’nõn
“Önümüzdeki günlerde da-
ha çok şeyler olacak” açõk-
lamasõyla daha da heyecanlõ
bir hal almõştõ. 2007 yõlõna
geldiğimizde dil altõndaki
bakla çõkartõldõ.
Yeni ve demokratik bir ana-
yasa yapõlacaktõ. En büyük re-
vizyon da yargõya ilişkindi. O
zaman hâkim, savcõ ve mah-
kemelere yönelik olumsuz
haber ve beyanlarõn hikmeti
anlaşõldõ.
Yargõ, içi vasõfsõz perso-
nelle doldurulup teknolojik
yatõrõm yapõlmayarak güdük
bõrakõlan, sonra da “Bunlar
devlete yük oluyorlar’’ de-
nip, arsa fiyatõna satõşa çõkar-
tõlan KİT’ler gibi yenisiyle de-
ğiştirilmek isteniyordu. Çün-
kü yargõ, iktidarlarõn istediği
kararlarõn uygulanmasõ önün-
de engel teşkil ediyordu.
“Yargıtay taraflı”, “Danış-
tay ideolojik”, “Anayasa
Mahkemesi siyasi”, “YSK
vs.vs...” kararlar veriyordu.
Sonrasõnõ hepimiz biliyoruz.
Gelinen noktada önümüzde
bir referandum var. Referan-
dum sonucundan da farklõ
kesimlerin farklõ beklentileri
var elbette.
Işık hızıyla karar
Yürütme organõnõn en yet-
kili ağzõ, Danõştay’õn, Türk
Telekom’un özelleştirilme-
sine izin vermediğini ve bun-
dan dolayõ Türkiye’nin tam
25 milyar dolar zarar ettiğini,
bu zararõn bedelinin millete
ödettirildiğini, Danõştay’õn
yasalara aykõrõ olarak geç ka-
rar vermesinin bedelinin de
bazõ ihalelerde milyar dolar-
larõ bulduğu, Sağlõk Bakanlõ-
ğõ’nõn internet sitesinde tam-
gün yasasõyla ilgili yayõmla-
dõğõ görüşüne de “ışık hızıy-
la” karar verdiğini ve uygu-
lamayõ durdurduğunu söyle-
yip “Anayasa değişikliğiyle
bu dönem artık sona eri-
yor” diyor.
YARSAV’õn bir boşluktan
yararlanarak geldiğini, bunu
en yakõn zamanda halletme-
lerinin gerektiğini söylüyor.
Bu söylemlerin anlamõ; re-
ferandumdan evet çõkmasõ
halinde yüksek yargõnõn ikti-
darlarõn isteklerine göre karar
vereceği ve iktidarlarõn be-
ğenmediklerini söyleyen ya-
põlanmalarõn dağõtõlõp kapõ-
larõna da kilit vurulacağõdõr.
Peki, Danõştay artõk görüş
mü değiştirecek? Elbette bir
hukuk devletinde bir yargõ ku-
rumunun iktidarlar istemedi
diye görüş değiştirmesi dü-
şünülemez.
Ancak, mahkemelerin üye
yapõlarõnõ değiştirip iktidar-
larõn istedikleri gibi düşüne-
bilme yeteneğine sahip, adap-
tasyon güçlüğü çekmeyen
yargõçlarõ o makamlara ata-
yabilirseniz problem kendili-
ğinden ortadan kalkacaktõr.
Yukarõdaki sözler gayet
kendinden emin şekilde söy-
lenebiliyorsa, Danõştay ve
Yargõtay gibi yüksek mahke-
melere üye seçen HSYK’nin
oluşumuna dair ince hesaplar
da yapõlmõş demektir.
Bu durumda “HSYK’nin
içinde idareden yana olacak
7 kişi bulunduğu varsayılsa
bile geriye kalan 15 hâkim
ve savcı yargıyı temsil et-
mektedir” şeklindeki karşõ
eleştiri anlamõnõ yitirmektedir.
Geriye kalan bu 15 yargõçtan
10’u bu görev süreleri içinde
idari açõdan Adalet Baka-
nõ’nõn emrindeki müfettişle-
rin denetimine tabi olacak-
lardõr. Görev sürelerinin so-
nunda ise hem Adalet Ba-
kanlõğõ hem de HSYK mü-
fettişlerinin denetimine tabi-
dirler.
Dolayõsõyla Adalet Baka-
nõ’nõn karşõsõnda tarafsõz ka-
labilmeleri zordur.
Mevcut halde bile Adalet
Bakanõ’nõn istemediği hiçbir
atama kararõ kuruldan geçiri-
lemezken, kendi sekreteri ve
diğer destek unsurlarõnõ
(Cumhurbaşkanõ ve TBMM
tarafõndan atanan diğer üye-
ler) yanõna alan Adalet Ba-
kanõ artõk yargõnõn patronu
olacaktõr.
Kaldõ ki; kurula kürsüden
seçilecek hâkimlere ilişkin
kaygõlar da artmaktadõr.
Son zamanlarda yargõç kim-
liği dünya görüşünün geri-
sinde kalan bir yargõç nesli
yetişmektedir.
Dünyayõ hâlâ sağcõlar ve
solcular penceresinden gö-
ren bu zihniyet, korkarõm ki
önümüzdeki dönemin yargõ
teşkilatõnõ şekillendirecektir.
Aşağõdaki satõrlar 2 yõllõk
bir hâkim tarafõndan hukuk-
çulara açõk bir internet foru-
muna yazõldõ. Bu yazõyõ yo-
rumsuz olarak aktarõyorum.
“Tek parti döneminden
sonra, ta bugüne kadar ke-
sik kesik fakat çok az süre
iktidar olabilen sol zihniyet,
eline geçirdikleri her fır-
satta yargıyı kuşatma ope-
rasyonlarına imza atmışlar
ve bu anlamda kendilerin-
den o kadar emin olmuş-
lardır ki... Ben kendi adıma
artık ‘Seyfi Dede’nin kulis
yapamadığı bir yargı ar-
zuladığım için bu anayasa
değişikliğine evet diyorum.”
YARSAV üyelerine güven-
miyorlarmõş.
12 Eylül’den sonra gereği-
ni yapacaklarmõş. Yeni
HSYK’de görev almasõ bek-
lenen güvenilir hâkim tipi iş-
te budur. Perşembenin gelişi
çarşambadan bellidir. Yapõl-
mak istenen ortadayken, hâ-
lâ 12 Eylül darbesinin öcü alõ-
nõyor saflõğõna düşmenin ge-
reği yoktur.
Nuh Hüseyin KÖSE YARSAV Yön. Kur. Bşk. Yard. İstanbul Temsilcisi
12 Eylül’den sonra gereğini yapacaklarmõş. Yeni HSYK’de görev almasõ
beklenen güvenilir hâkim tipi işte budur. Perşembenin gelişi çarşambadan
bellidir. Yapõlmak istenen ortadayken, hâlâ 12 Eylül darbesinin öcü alõnõyor
saflõğõna düşmenin gereği yoktur.
Güvenilir Hâkimler...