19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 AĞUSTOS 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Müslümanmış... Müslümanmış... Oysa herif-i naşerif Müslümanlığını düpedüz pazarlıyor, rozet gibi yakasına takıyor, etiket diye elbisesine iliştiriyor, içsel inancı dışsal reklama dönüştürüyor, imana ilişkin olanı tezgâha sürüyor, dini metalaştırıyor, piyasasını kurup borsasında oynuyor, kutsallığı bayağılaştırıp ayağa düşürüyor... Müslümanmış... Arabistan krallarının, şeyhlerinin, emirlerinin ikinci, üçüncü sınıf hısım akrabalarına yüzsuyu döküyor, el etek öpüyor; holdinglerin, şirketlerin, ihracatın, ithalatın gıllıgışında çöl Müslümanlığının komisyonculuğunu sürdürmek uğruna hazretin yapmayacağı şey yok... Müslümanmış... Seçim namazı kılıyor, oy orucu tutuyor, particilik iftarı açıyor, siyaset duası okuyor, Allah’ın adını iktidar koltuğuna tırmanmak için kurduğu politika merdiveninde basamak basamak kullanıyor, Peygamber Hazretlerini -tövbe estağfurullah- siyasal partisine üye kaydetmiş, takkesini giyip de sakalını sıvazladığı zaman saf yurttaşa üçkâğıt açıyor, mübarek Müslümanlığın vicdana yönelik anlamını, koltuk hırsının manasızlığında sığlaştırıyor... Müslümanmış... İslamı tespih, iftar, türban, gösteriş, böbürlenme, şatafat, sahtecilik, hotzot, şişirmeyle siyaset malzemesine dönüştürüyor... Tespih elde.. Takke kafada.. Hinoğlu... Gözler, dışarı değil, içeri bakıyor, utanmaz oğlu utanmaz ne halt ettiğini çok iyi biliyor; siyasette açılan üçkâğıdın ayırdına gerçek Müslümanların varmalarından korkuyor... İstediği önünde hazretin, istemediği ardında!.. Gak dedi mi su, guk dedi mi et!.. Ürettiği kirli politikanın içyüzü bir gün ortalığa dökülecek, herkes kokudan burnunu tıkayacak... İktidar koltuğuna oturmak için şantaj silahını kullandı; koalisyonun mayasını kirli elleriyle yoğurdu; iktidar koltuğuna oturup muradına nail oldu. Peki, ne yaptı?.. Yolsuzluk dosyalarını Meclis’e taşımıştı, kedi pisliğini örter gibi hepsini kapatmaya girişti... ABD’ye atıp tutmuştu, Sam Amca’nın önünde kırk takla atıp el etek öptü... “Faiz haramdır” diye sözde Müslümanlık taslayıp mangalda kül bırakmamıştı; koltuğa oturur oturmaz faiz üstüne mürekkep faiz bindirerek halkın canına okudu... Özelleştirmeye karşı çıkarken devletin ne kadar kuruluşu ve fabrikası varsa haraç mezat toptan satışa çıkardı... “Ey ümmet-i Muhammet, zam yapmayacağız, vergi koymayacağız” diyordu; koyduğu dolaylı vergiden Müslümanlar “Aman Allah” dediler; uyguladığı zamlardan oluşan kazıklar ormanında müminler Kâbe’sini şaşırdı.... Vatanın taşını, toprağını, arsasını, binasını, fabrikasını, deposunu; temelinde saçı bitmedik yetimin hakkı ve her Müslümanın alın teri bulunan devlet mallarını yabancılara peşkeş çekip satılığa çıkardı; ta ki kıçı koltuğun sıcaklığından uzak kalır da poposu soğur korkusuyla ulusal varımızı yoğumuzu pazarlamaya kalkıştı... Osmanlı bile gâvurla Müslümana eşit davranmaya çabalamışken ümmet-i Muhammet’i “Senden mi benden mi?” diye ayırdı; dinci partiden olup da kendisine biat edenlere ayrıcalık tanıdı... Müslümanmış... Hazretin Müslümanlığı, ümmet-i Muhammet’e kazık atmak için yakasına iliştirdiği rozet, dudağına kondurduğu sahte gülücük, pazarlama tekniklerinde kullandığı bir mecradan başka ne anlam taşıyor? (10 Aralık 1996 tarihli yazısı) B ugün dillerde yi- ne 35 sayõsõ do- laşmakta. Ancak bu 35, Cahit Sıt- kı Tarancı’nõn 35’i değil. Ne güzel söylemiş büyük şair: Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bak- madan gider. Cahit Sõtkõ Tarancõ “Otuz Beş Yaş” şiir kita- bõnõ 1946 yõlõnda yayõm- lamõş. Bu şiir, kitaba da adõnõ vermiş. Türk şiirine damgasõnõ vurmuş bir baş- yapõt. “Yaş otuz beş! Yo- lun yarısı eder” dizesini hemen herkes anõmsar. Ko- nu yaş etrafõnda döndü- ğünde, bu dize tekrarlanõr. Keşke tartõşma bu dizeler etrafõnda dönse, ne gezer... Tartõşõlan, Silahlõ Kuv- vetler İç Hizmet Kanu- nu’nun 35. maddesi. Mad- de şöyle der: “Silahlı Kuv- vetler’in vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Tür- kiye Cumhuriyeti’ni kol- lamak ve korumaktır.” Maddenin içi neler söylü- yor? - Türk Silahlõ Kuvvetle- ri Türk yurdunu koruya- caktõr. - Türk Silahlõ Kuvvetle- ri anayasa ile belirlenmiş olan Türkiye Cumhuriye- ti’ni kollayacaktõr. Kolla- mak, gözetmek, korumak- tõr (TDK Sözlüğü). - Türk Silahlõ Kuvvetle- ri anayasa ile belirlenmiş olan Türkiye Cumhuriye- ti’ni ayrõca koruyacaktõr. Korumak, tehlikelerden uzak tutmak, zararlõ du- rumlarõ önlemektir (TDK Sözlüğü). - Bu iki terimin madde- de birlikte kullanõlmasõ- nõn amacõ, anlamõ kuvvet- lendirmektir, çünkü bunlar birbirine yakõn terimler- dir. Silahlõ Kuvvetler İç Hiz- met Kanunu’na bu hü- kümler konulurken önlen- mek istenen tehlikeler ne- lerdir? Öncelikle Türk yur- duna yapõlacak saldõrõlarõ TSK göğüsleyecektir; onun temel görevi budur. Ayrõ- ca TSK’ye, anayasaya ve temelleri anayasada belir- lenmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çõk- mak ve korumak ödevi de verilmiştir. Demek ki anayasaya yö- nelik ve hedefinde Türki- ye Cumhuriyeti’ne zarar vermek, ortadan kaldõr- mak teşebbüslerine karşõ koyacak güçler arasõnda TSK de yer almaktadõr. Demek ki hareketler TSK’nin dõşõndan gelme- lidir. Yoksa bu hüküm Si- lahlõ Kuvvetler mensup- larõna darbe yapma yetki- si veren, böyle bir teşeb- büsü hukuka uygun kõlacak bir norm değildir. Durum böyle olunca, TSK ülkenin anayasal düzenini ortadan kaldõrmak için, İç Hizmet Kanunu’nun 35. madde- sinden güç alabilir mi? Böyle bir düşüncenin ana- yasal sistemde ve hukuk düzeninde yeri olabilir mi? Elbette olamaz. 35. madde O zaman, biraz da ülke- nin gündemini değiştirmek için, neden bugünlerde 35. maddenin ilga edilmesin- den söz ediliyor ki? Bazõ- larõna göre 35. madde hu- kuk dünyasõndan çizilir- se, TSK’nin anayasal dü- zeni ortadan kaldõrma ve ülke yönetimine el koy- ma olanağõ ortadan kaldõ- rõlõr. Ne kadar yanlõş bir yaklaşõm! Yeni Türk Ceza Yasa- sõ’nõn (TCK) 309. madde- si, “Anayasayı ihlâl” baş- lõğõ altõnda, “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriye- ti Anayasası’nın ön- gördüğü düzeni or- tadan kaldırmaya ve- ya bu düzen yerine başka bir düzen ge- tirmeye veya bu dü- zenin fiilen uygulan- masını önlemeye te- şebbüs edenler ağır- laştırılmış müebbet hapis cezası ile ceza- landırılırlar” hükmü- nü içermektedir. Bu madde yürürlükten kaldõrõlan TCK’nin 146. maddesini karşõ- layan maddedir. Bu madde ile Türkiye Cum- huriyeti’nin anayasal dü- zeni ceza korumasõ altõna alõnmõştõr. Dikkat çekmem gerekir ki, maddede yal- nõzca bu suça teşebbüsten söz edilmektedir. Bu suçun tamamlanmõş şeklinden söz etmemek bir rastlantõ değildir. Bu tür suçlarõ iş- leyip başarõ gösteren fail- ler hukuk düzenini kendi- leri yeniden kuracaklarõna göre, onlarõn cezalandõrõl- malarõ diye bir olanak el- bette olmayacaktõr. Ayrõca böyle bir durum- da önleyici hukuk zõrhõ da hazõrlanacaktõr; anayasa- nõn, son değişiklikle kal- dõrõlan geçici 15. maddesi gibi. Darbe başarõsõz olur- sa, yakõn geçmişte (1963) Talat Aydemir örneğinde olduğu gibi, fail/failler ce- zalandõrõlõr. Şimdi şu soruyu sorma- nõn zamanõdõr: Neden 35. maddenin kaldõrõlmasõ ak- la geliyor? Bu sorunun cevabõnda ülkemizde yakõn geçmişte yaşanan iki darbenin izle- ri vardõr. Gerek 27 Mayõs 1960, gerek 12 Eylül 1980 dar- belerinde, darbeciler ilk açõklamalarõnda ve bildiri- lerinde güçlerini TSK’nin İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinden aldõklarõnõ ifade etmişlerdi. Bu doğru bir adres hiç değildi. Doğru adres, onlarõn elindeki silahlardõ. Bu ha- reketlerin amacõ, yapanlar açõsõndan kendi içinde hak- lõlõk taşõsa da, o zamanki TCK’nin 146. maddesi kapsamõnda suçtu. Ama bu suçlar “başarılı” dar- becilere uygulanamaz. Ce- za hukukunun eli oraya kadar uzanmaz. Ayrõca 35. madde böyle bir suçu hu- kuka uygun hale getire- cek bir madde de değildir. Son söz: Ülkeyi darbe- lerden korumanõn çõkõş yo- lu 35. maddeyi kaldõrmak- tan geçmez. Bu yol, Tür- kiye Cumhuriyeti Anaya- sasõ’nõn hükümleriyle sağ- lam temellere oturtulmuş olan Cumhuriyeti koru- mak ve kollamaktan geçer. 35. madde darbelere yetki veren bir norm değildir. 35. Madde Darbe Yetkisi Vermez! Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi Ülkeyi darbelerden korumanõn çõkõş yolu 35. maddeyi kaldõrmaktan geçmez. Bu yol, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasõ’nõn hükümleriyle sağlam temellere oturtulmuş olan Cumhuriyeti korumak ve kollamaktan geçer. 35. madde darbelere yetki veren bir norm değildir. Güzel Türkçem, Tatlõ Dilim Anadilimden ya da Türkçemden söz açõldõğõnda, Güzel Türkçem / Tatlõ dilim /Ağõz tadõ / Bal şekerim / Düşüncemdir ilmek ilmek / Ak kâğõtta sergilemek… demeden edemiyorum. Yaşamda da sõklõkla tanõk olduğumuz üzere anadili önemlidir. Bunu en iyi şekilde Konfüçyüs öykülemektedir. Okurlarõmla paylaşmak isterim: İsa’dan önce 551 doğumlu olan Büyük Çin bilgesi Konfüçyüs’e sormuşlar: “Eğer bir ülkede yönetici olsaydınız, ilk olarak ne yapmak isterdiniz?” Konfüçyüs yanõtlamõş: “Kuşkusuz ilk iş olarak dili düzeltirdim.” Bu kez oradakiler şaşõrarak sormuşlar: “Niçin?” Konfüçyüs: “Çünkü eğer dilde bozukluk varsa, söylenen şey, söylenmek isteneni anlatmaz; eğer söylenen, istenen anlamı yansıtmazsa, yapılması istenen şey yapılmaz; eğer istenen yapılmazsa, ahlak ve sanat bozulmaya uğrar; eğer ahlak ve sanat bozulursa, adalet doğru yoldan çıkar; eğer adalet doğru yoldan çıkarsa, halk çaresiz bir bunalıma sürüklenir. Sonunda söylenen söz hakkında doğru karar verme fırsatı kalmaz. Böyle bir durumu önlemek, her şeyden önemlidir.” Bir ulusu yok etmek için önce onun dilini bozacaksõn ya da onu yüceltmek istiyorsan eğer dilini düzelteceksin. Dil, insanõ diğer varlõklardan ayõran en önemli bağdõr. Dil, beyin gelişimini ve zekâ düzeyini belirler. Sosyal ilişkilerin de iletişim aracõdõr. Yazõmõzõ, K. Atatürk’ün güzel bir özdeyişi ile sonlandõralõm: “Türk dili, varsıl geniş bir dildir. Bütün kavramları anlatma yetisi vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak bulmak toplamak, onlar üzerinde işlemek gereklidir.” Muhsin DURUCAN Eğitimci yazar MİRASYEDİ denirdi eskiden ve pek parlak tınısı yoktu; aileden kalan mirası har vurup harman savuranlar için kullanılırdı bu söz çoğu zaman, çünkü genellikle satışla biterdi iş, evdeki halıdan ailenin şerefine kadar. Yoksa, hukukta miras düşenlere mirasyedi değil, daha renksiz bir terimle sadece “mirasçı” denir ve mirası doğru kullanana, hatta daha da değerlendirene kimse bir şey demez. Miras yalnız bireylere mi düşer? “Ulus” denen büyük aileye de düşen miras vardır: Ecdadın can vererek koruduğu vatan, birkaç kuşağın ortak emeği ve özverisiyle yaratılmış ulusal varlıklar, üretim araçları, kamu işletmeleri falan. Onların da kamu yararına kullanılması gerekir, zarara sokmadan. Kamuda mirasyedilik suç sayılmalıdır, ailede olduğu gibi sade ayıp sayılsa da. Her ikisinde de, en azından geçmiştekilere saygısızlıktır. Miras bahsinde çağdaş, hatta küresel denebilecek bir de mirasyiyicilik var ki, onu tanımlamak, keşfetmek, yakalayıp cezalandırmak, eski ceza yasalarındaki “irtikâp” kadar kolay değildir. Tam tersine, kamu yararına bir marifetmiş gibi, övülür, kamuda çalışan bazı insanlar bu iş için maaş, takdirname ve terfi alır. Son günlerin bazı ihalelerini, örneğin elektrik dağıtımındaki kamu şirketlerinin satımına ilişkin olanları izlerken bunları bir düşünmeden durmak zordur. Şöyle bir düşünürseniz, elektrik üretip dağıtmak, hele Türkiye gibi bir ülkede kamu hizmeti sayılmaz mı? Bu hizmetin ihaleyle özel kesime devri için o kesimde daha iyi, dolayısıyla daha verimli, daha düzgün, kamuya daha yararlı olacağının ispatlanması gerekir değil mi? Hatta, aynı düşünce dizisini uzatarak, başka hizmetlerin de görülmesi için kamusal sermaye birikimine katkıda bulunuyor olmayı da bu gerekliliklere ekleyebilirsiniz. Bu tür ihalelerde kamuya ödenmesi üstlenilen milyarlarca dolarlık miktarlar öylesine büyük ki, televizyonda izleyen vatandaş kamusal yarar, hizmetin niceliği ve niteliği konusunda hiç kuşku duymaz, hatta ucuzluk bekler... Şimdi, bugüne kadarki uygulamalarla doğrulanan gerçeğe bakalım. İhaleyi kazananın öne geçmek için ileri sürdüğü ve ödeyecek olduğu miktarı daha fazlasıyla sonuçta vatandaştan çıkarmış olacağını bilmeniz gerekir. Bir defa, aynı hizmet olabildiğince parçalara bölünüp saat okuma, fatura çıkarma, tahsilat şirketleri gibi bir yığın taşeron şirket kurulup oralarda iktidar yandaşları maaşa bağlanacaktır. Hizmetin buna benzer yollarla iyice uzayıp yavaşlaması ve dolayıyla pahalılaşması kaçınılmazlaşır. Büyük ihaleyi kazanan, bu taşeronlaştırmanın bedelini de vatandaşa niçin yüklemesin? Bunları yazmak, kişileri, kamu görevlilerini, şirketleri suçlamak değil, sistemi anlatmak içindir. Bilelim ki, göklere çıkarılan sistemi doğru tartışalım. [email protected] AÇI MÜMTAZ SOYSAL Mirasyiyicilere İhtar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle