19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Ziraat Mü- hendisleri Odasõ Başkanõ Gökhan Günaydın, ge- çen yõl ve bu yõl yaşanan aşõrõ yağõş ve yüksek nemden kaynaklanan hastalõklar ve don, dolu, sel gibi doğal afetlerin, Türkiye genelinde buğday ve- rimi ve üretimini yüzde 20 düzeyinde azaltabile- ceğini söyledi. Günaydõn, düzenlediği toplantõda, tarõm sektö- rünün uzun zamandõr ciddi sorunlarla karşõ karşõ- ya olduğunu vurgulayarak, geçen hafta yayõmla- nan büyüme verilerinde ekonominin ithalata da- yalõ bir tempoyla yüzde 11.7 büyüdüğü, tarõm sektörünün yüzde 3.8 küçüldüğünü anõmsattõ. Kü- çülmenin, rekor niteliğinde olduğunu ifade eden Günaydõn, “2000-2001-2009 kriz yılları ve 2007- 2008 kuraklık yıllarında dahi küçülmenin bu boyutlarda yaşanmamış olması, durumun cid- diyetini ortaya koyuyor” dedi. Üreticinin pas nedeniyle zamanõnda uyarõl- mamasõ ve gerekli mücadele- nin yapõlmamasõ nede- niyle ortaya çõkan eko- nomik zararõn 200 mil- yon lira düzeyinde olduğunun hesap edildiğini ifade eden Günaydõn, 62 kuruş maliyeti olan buğdaya 55 kuruş fiyat açõklayan TMO uygulamalarõnõn, üretici zararõ- nõ daha da arttõracağõnõ belirtti. [email protected] 5 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 15 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Avar = İmdat!!! Avar Kürtçe, Arapçasıyla bizim de çok kullandığımız imdat demek; Türkçesiyle, yetişin, kurtarın anlamına geliyor. Geçen hafta sonu olduğu gibi yıllardır şehit anneleri bu sözle Kürtçe ağıtlar yakıyor. Avar ya da barış çığlığı, toplumsallaşıyor ve güçlü bir biçimde yükseliyor. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu 99 sivil toplum örgütü adına açıklıyor: “Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt sorununun çözümünde demokrasi dışı yöntemler çözüm aracı olarak kullanıldığı için ülkemiz büyük acıların yanında ekonomik, sosyal ve siyasal krizleri de beraberinde yaşamıştır. Sağduyulu, vicdan sahibi ve akıl tutulması olmayan herkes tarihsel ve toplumsal olan bu sorunun yasakçı, baskıcı, inkârcı ve operasyonel politikalarla çözülmeyeceğini artık yüksek sesle ifade etmektedir. Son bir yılda Kürt sorununun çözümü için tarihi fırsatlar yakalanmasına rağmen somut adımlar atılmamış ve bu süreç heba edilmektedir. Türkiye toplumuna güven verici demokratik yasalar zaman geçirilmeden yaşama geçirilmediği, Kürt sorununun tüm boyutlarıyla özgür ortamda tartışılması için düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadığı, seçme ve seçilme sisteminde düzenlemeler yapılmadığı, hazırlanan anayasa taslağının Kürt sorununun çözümünü kolaylaştırmadığı, Habur’dan gelenlerin, çocukların, seçilmiş siyasetçi ve insan hakları savunucularının tutuklanması, şiddet ortamına ve silahların konuşmasına davetiye çıkardığı görülmüştür. Tüm bu gelişmeler toplumda barışın geleceğine dair güven ortamını zedelemiştir. Her türlü operasyonlar durmalı, PKK eylemsizlik kararı almalıdır. Kürt sorununun çözüme kavuşması ve ülke insanlarımızın birlikte ve barış ortamında yaşamasını sağlamak için çözümünde etkin rol alacak bütün dinamikler sürece müdahil edilmelidir. Hükümeti, muhalefet partilerini, TBMM’yi ve devletin tüm kurumlarını Kürt meselesinin demokratik çözümünün anayasal zeminini hazırlama sürecini başlatmak ve eksiksiz irade koymaya, Kürt meselesinin çözümünde tüm taraf ve dinamikleri yok sayan yaklaşımlardan vazgeçmeye davet ediyoruz. Silahların sustuğu, siyasetin önünün açıldığı ortamın sağlanması için görev almaya hazır olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz.” Batman’da faaliyet gösteren 83 sivil toplum kuruluşu (STK) adına açıklama yapan Baro Başkanı Yusuf Tanrıseven, temsilciler adına hazırlanan ortak basın açıklamasını okudu. Tanrıseven, ‘Hiçbir amaç insan yaşamından önemli değildir’ Vurgusunu yaptıktan sonra şunları söylüyor: “Şiddetin, özellikle masum ve yoksul ailelerde açtığı onarılmaz yaralar, çözümü daha da zorlaştırırken var olan şiddet cari sistemden beslenen bütün kesimleri oy devşiricilerini ve silah tüccarlarını sevindirmeye devam etmektedir. Bu amaçla PKK’nin silahlı eylemlerine son vermesini, devletçe yürütülen askeri operasyonların durdurulmasını, şiddetin taraflarca hak arama yöntemi olarak kullanılmasından vazgeçilmesini istiyoruz...” Diyarbakır ve Batman’dan toplam 182 STK’nin yükselttiği, daha sonra da Mardin’de 45 ve Şanlıurfa’da 44 STK’nin sürdürdüğü bu “barış çığlıklarının”, “silahlar sussun” kararlılığının, ülkenin her karış toprağında yaşayan ve “şiddetten beslenmeyen” herkesin ortak özlemi olduğu çok açık bir gerçektir. Var olan koşullarda, Avar diye, güçlü ve örgütlü bir biçimde “Ölüm çözüm değildir” çağrısının çıkması, içinden geçilmekte olan kanlı süreçte çok “önemli ve yaşamsal bir dönüm noktası” sayılmalıdır. Açıklamalar STK’nin toplumsal tabanının istemleri olarak algılanmalıdır. Halk, çatışma istemediğini haykırıyor. İçlerinde herkesin onaylamayabileceği kimi sözcükler olsa da, bu durum barış çağrısının herkesçe sahiplenilmesini engellememelidir. Ülkenin her tarafında bulunan tüm barışseverlerin bu çağrıya var güçleriyle katılmaları; özellikle de STK’nin ve siyasetle uğraşanların çabaları, özgürlükçü, eşitlikçi, ülke insanını kardeşlikte birleştiren ve dayanışmacı bir barışın ana dayanağı olmalıdır. Sorunun çözümü için sağlıklı bir düşünce alanına geçilmesi bir önkoşuldur ve bunu sağlayacak olan da her şeyden önce “silahların susmasıdır”. Türkiye’nin barışa giden yolunun açılması, birlikte yaşama anlayışının sağlamlaşması ve aydınlık yarınlara kapı aralanması için, avar çığlıklarına tam bir sorumlu duyarlılığıyla yanıt verilmesi gerekiyor. [email protected] Sevgili annem ve babam LEMAN ve AZİZ TANER Cumhuriyete ve Atatürk devrimlerine olan inançlarıyla, öğrencilerine ışık tuttular. İlkeli ve onurlu yaşadılar. Yaşamları örnek olsun. BEYHAN TANER Nüfus cüzdanõmõ kaybettim. Hükümsüzdür. KEZİBAN KARASU Dünya ekonomisinde koşullar “yeniden” bozulmaya başladı. Bu yazımda bu gelişmeleri irdeleyecektim. Ancak, gözüm, Andrew Gavin Marshall imzalı “Küresel Siyasi Uyanış ve Yeni Dünya Düzeni” başlıklı bir yazıya takıldı (“http://globalresearch.ca”). Yazıda, Zbigniew Brzezinski’den ilginç alıntılar vardı. Bu alıntıların izini sürmeye başlayınca da rastladıklarımın, artık iyice çıkmaza girmiş gibi görünen “Kürt sorununu” düşünmeye yardımcı olabileceğini gördüm. ‘Büyük uyanış’ Zbigniew Brzezinski’nin uzmanlık alanı jeopolitik ve “ABD hegemonyasını koruma” paradigması içinde çalışıyor. Marshall’ın yazısındaki alıntılarda, Brzezinski, günümüzde uluslararası jeopolitiği iki önemli gelişmenin belirlediğini vurguluyor. Birincisi, küresel siyasi liderliğin giderek çeşitlenmeye başlamasıyla, yükselen güçlerle ilgili. Bu ABD hegemonyasını korumayı giderek zorlaştırıyor. İkincisi, daha ilginç olanıysa “Büyük uyanış” (“Great awakening”) dediği olguyla ilgili. Brzezinski’ye göre, “Geçen yüzyıl boyunca insanlık siyasi olarak uyandı ve giderek kımıldanıyor. Artık, nereye giderseniz gidiniz, insanların çoğu, dünyada neler olduğunu genel olarak biliyorlar; küresel eşitsizliklerin, sömürünün ve saygı yokluğunun farkındalar”... “Bugün yaşananlar tarihsel olarak özgün olmakla birlikte, insanlık genelde Fransız devriminin ilkeleriyle hareket ediyor. İnsan onuruna saygı talebi ilk kez bu kadar yaygın bir biçimde dile getiriliyor.” Bu, tarihte görülmemiş bir karşılıklı iletişim içinde gerçekleşen siyasi uyanış, çoğu kez kendini etnik, dini kimliklere saygı talebi olarak gösteriyor. Aslına bakarsanız, bu “büyük uyanışı” konuşmaya başlamamız, neoliberalizmin egemenliğiyle ve iletişim araçlarında yaşanan gelişmelerle yakından ilgili. Bu yöndeki ilk saptamaları 1990’larda izlemeye başlamış (örneğin, Tony Judth, “Social Question Redivivus” Foreign Affaires, Eylül Ekim 1997), bu konuyu Seattle 1999 olayından sonra, “yükselen yeni bir dalga” bağlamında işlemeye çalışmıştım. Geçen 25 yılda serbest piyasa modelinin toplumların dokuları üzerinde yaptığı tahribatların yarattığı güvensizlik duygusu dini, etnik kimliklerin kendi aralarındaki çelişkileri keskinleştirdi. Bu süreçte, genelde neolibralizmin kaynağı ABD ve Batı egemenliğine (emperyalizme), özelde de egemen konumdaki etnik gruplarda, sertleşen bölüşüm ilişkilerinin basıncıyla gelişen aşağılayıcı, küçük görücü, suçlu arayıcı tavırlara tepkiler giderek arttı. Bu zeminde, iletişim teknolojilerinin getirdiği haberleşme ve bilgilenme olanaklarının, bu teknolojiler üzerinde başlayan yeni sınıf şekillenmelerinin de (yeni orta sınıf proletarya) katkısıyla toplumsal yapıların içinde “patlayıcı” koşullar oluşmaya başladı. Bu sırada ABD ve Avrupa Birliği dış politika çevreleri bu gelişmeleri görüyor, etnik, dini talepleri, yeni sınıf şekillenmelerini, yeni iletişim araçlarının sunduğu tüm olanaklardan, mali kaynaklardan da yararlanarak çarpıtarak, kışkırtarak kullanmanın, böylece tepkiyi savuşturmanın yollarını arıyorlardı. Bu arayışları “renkli devrimlerde” görüyor, çeşitli düşünce kuruluşlarının yayımladıkları raporlarda okuyorduk. Ekonomi önemli ama söylem de... Geçen hafta borsalarda endekslerin yeniden kritik sınırların altına inmesi, destekleme paketlerinin etkisinin bitmesiyle, tam kemer sıkma politikaları devreye girerken, dünya ekonomisinde sanayi üretiminde genelleşmiş bir gerilemenin başlaması çok özel bir dönemin başladığını haber veriyordu: Yukarda özetlediğim çelişkilerin önümüzdeki dönemde daha da keskinleşeceğini, sürecin hızlanacağını kolaylıkla söyleyebiliriz. Böyle durumlarda, yönetenlerin, (krize karşı bir ortak politika geliştirilememesinin de gösterdiği gibi) yönetemediğinin görülmesiyle birlikte, halk arasında umutsuzluk, kızgınlık giderek artıyor. Süreçten zarar gören kesimler radikal çözümlere ilgi duymaya, güvenlik kaygısıyla öncelikle somut aidiyetlere (din, etnik kimlik, aile, klan vb.) cevap veren siyasi projelere yönelmeye başlıyorlar. Bu karanlık sürece müdahale edebilen halkçı, sosyalist hareketler, liberal/sosyal demokrat hükümetler, etnik, dini çelişkilerin kanlı iç savaşlara yol açmasını, toplumlarının dağılmasını engelleme şansını yakalayabilecekler. Bu şansın yakalanmasıysa son tahlilde, vatandaşlık kimliğinin, sınıf aidiyetlerinin güçlendirilmesine dayanıyor. Ancak, bu “son tahlil”deki yere giderken Brzezinski’nin, halkların saygı talebine ilişkin gözlemlerini ciddiye almak gerektiğini düşünüyorum. Saygı talebine cevap vermek için, eşitlik, kardeşlik, dayanışma ilişkilerini güçlendirecek hukuki, kültürel, hatta ekonomik adımlar atmaya başlamak önemli. Böylece “toplumda, neyin görülebilir, neyin söylenebilir, hatta düşünülebilir olduğunu saptayan sınır” genişletilebilir. Böylece toplumda konuşma gücü olanların karşısında, yalnızca ses çıkartma gücüyle sınırlanmış olanlar, konuşma gücü kazanmaya başlayabilirler (Jacques Ranciere). Böylece konuşma gücü kazananların taleplerini dinlemek, cevaplandırmak, cevaplandırılamayan noktada, cana ve toplumsal servete en az zarar verecek çözümleri birlikte, eşit koşullarda düşünmek söz konusu olabilir. Konuşmaya ve birlikte düşünmeye başlayabilmek için de, tarafların birbirlerini insani özelliklerinden soyutlamayan, şeyleştirmeyen, canavarlaştırmayan bir söylem benimsemeleri gerekiyor. Etnik kökenli savaşlar sürerken, “silahlar sussun” diyenlerin, o silahları tutanların, inançları, umutları, ölümü, öldürmeyi göze almak için çok ciddi gerekçeleri olan insanlar olduklarını unutmamaları; onları tuttukları silaha (birer ölüm makinesine) indirgememeleri gerekiyor. Örneğin yöntemleri büyük nefret uyandırsa da PKK’yi yalnızca dağdaki silahlı insanlara indirgemek gerçekliğe uygun, konuşmaya, hatta düşünmeye yardımcı bir tutum değil. 26 yılda, çoğu Kürt olmak üzere, yaklaşık 36 bin kişi yaşamını yitirmişse, insanlar ölmeye devam ediyorsa, PKK’nin kültürel kuruluşlarını, sivil toplum içindeki temsil ilişkilerini, yerel yönetimlerdeki, parlamentodaki etkilerini görmek, buraları, konuşma, şiddet politikasına karşı ileri sürülecek savları birlikte düşünme alanı olarak değerlendirmek, kızgınlığa kapılıp bu olanakları itmemek gerekiyor. Diğer taraftan, silahları kullananların, ısrarla insanları öldürmeye devam etmelerinin arkasındaki gerekçeleri açıklıkla ortaya koymaları, savunmaları, amaçlarına yönelik eleştirilere açık yüreklilikle cevap vermeleri gerekiyor. Örneğin, geçenlerde Mustafa Sönmez, 2000’lerin Türkiyesi’nde Kürtlerin sadece Güneydoğu ve Doğu’daki 21 ilde değil, tüm Türkiye illerinde yaşamakta olmalarından hareketle, Kürtlerin demokratik haklarını coğrafya temelinde savunmaya çalışmanın, bölgeciliğe indirgemenin de kalkınmaya, yatırıma indirgemenin de yanlışlığına dikkat çekti. Güray Öz de ‘demokratik özerklik’ kavramının aslında, bir ayrılma projesinin, andaki adı olduğunu vurguladı. Ben de özerklik, hatta ayrılma projesinin gerçekleşebilirliğini, daha da önemlisi “Komünist hipotez” açısından anlamını tartışma hakkım saklı kalmak koşuluyla şu soruyu eklemek istiyorum: Feodalizme, ağa, şeyh, aşiret “vesayetine”, bunları yaşatan toprak mülkiyeti biçimlerine karşı çıkmayan bir proje ne açıdan “demokratik” oluyor? Kürt siyasi hareketinin bu saptamaların gündeme getirdiği sorunları kavradığını göstermesi, ilgili açıklamalarını, çözüm önerilerini tartışmaya açması gerekiyor. Tüm bunlar, bugünkü, Türk ve Kürt bölgelerinin iç içe geçmiş “sınıflar matrisi”, bölge jeopolitiği, ülkedeki hâkim ideoloji içinde Kürt “sorununu” çözemez. Çözemez ama “çözülmesi amaçlanan sorunun”, içeriğini, sınırlarını, 19. yüzyıl kalıntılarından arındıracak bir biçimde, düşünmeye yardımcı olabilecek diyaloglara yol açabilir. Ekonomik Kriz, ‘Büyük Uyanış’, ‘Kürt Sorunu’ [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.comDÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA ZMO Başkanõ Günaydõn: Afetlere karşõ üreticinin zamanõnda uyarõlmamasõ ve gerekli mücadelenin yapõlmamasõ nedeniyle ortaya çõkan ekonomik zarar 200 milyon lira düzeyinde hesaplanõyor. İsrail’e ihracat yüzde 20 arttı Ekonomi Servisi - Türkiye İhra- catçõlar Meclisi verilerine göre İs- rail’de Türk mallarõna boykot çağ- rõlarõnõn yoğunlaştõğõ bir dönemde, Türkiye’nin İsrail’e olan ihracatõ haziranda yüzde 20.6 aylõk dönem- de yüzde 42 oranõnda arttõ. İlk altõ aylõk dönemde İsrail, Türkiye’nin en çok ihracat yaptõğõ 17’nci ülke oldu. Türkiye’nin en çok ihracat yaptõğõ ülke 5 milyar 190.2 milyon dolarla Almanya oldu. 2023 hedefi için yüzde8büyümegerek ANKARA (AA) - Türkiye’nin, AKP’nin ortaya koyduğu ‘2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer alabilme’ hedefi için yõllõk yüzde 8.2 büyümesi gereki- yor. Türkiye’nin, orta vadeli prog- rama göre 2010’da yüzde 3.5, 2011’de yüzde 4, 2012’de yüzde 5 büyümesi öngörülüyor. IMF 2010- 2011 büyüme tahminlerine göre, 2 yõla ilişkin ortalamanõn 2023’e ka- dar sürdürülmesi halinde Türkiye, yõllõk yüzde 4.3 büyümeyle dünya- nõn 15. ekonomisi olabilecek. Meden kazalarõ kader değil ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - TEPAV, maden sektöründeki ölümlerin kader olmadõğõnõ, üretim yönteminin ge- reklerinin yerine getirilmemesi, üretim plan ve projesinin bulunmamasõ ve ha- valandõrmadaki eksiklik ve aksaklõklarõn ölümlere yol açtõğõnõ bildirdi. TEPAV’õn hazõrladõğõ ‘Madenlerde Yaşanan İş Kazaları ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme’ araştõrma- sõna göre kömür sektöründe, 1991-2008 döneminde iş kazalarõ ve meslek hastalõ- ğõ nedeniyle toplam 2 bin 554 kişi haya- tõnõ kaybetti. Sürekli iş göremez hale ge- lenlerin sayõsõ ise 13 bin 87’ye ulaştõ. Kazalarõn nedenleri arasõnda, üretim yönteminin gereklerinin tam olarak yeri- ne getirilmemesi, üretim plan ve projesi- nin bulunmamasõ ve havalandõrmadaki aksaklõklar ilk sõralarda yer alõyor. Buyõlyaşananaşõrõyağõş,dolu,selgibidoğalafetler,Türkiye’debuğdayüretiminiyüzde20düzeyindeazaltacak Fatura yine çiftçiye çõktõ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle