Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Ziraat Mü-
hendisleri Odasõ Başkanõ Gökhan Günaydın, ge-
çen yõl ve bu yõl yaşanan aşõrõ yağõş ve yüksek
nemden kaynaklanan hastalõklar ve don, dolu, sel
gibi doğal afetlerin, Türkiye genelinde buğday ve-
rimi ve üretimini yüzde 20 düzeyinde azaltabile-
ceğini söyledi.
Günaydõn, düzenlediği toplantõda, tarõm sektö-
rünün uzun zamandõr ciddi sorunlarla karşõ karşõ-
ya olduğunu vurgulayarak, geçen hafta yayõmla-
nan büyüme verilerinde ekonominin ithalata da-
yalõ bir tempoyla yüzde 11.7 büyüdüğü, tarõm
sektörünün yüzde 3.8 küçüldüğünü anõmsattõ. Kü-
çülmenin, rekor niteliğinde olduğunu ifade eden
Günaydõn, “2000-2001-2009 kriz yılları ve 2007-
2008 kuraklık yıllarında dahi küçülmenin bu
boyutlarda yaşanmamış olması, durumun cid-
diyetini ortaya koyuyor” dedi. Üreticinin pas
nedeniyle zamanõnda uyarõl-
mamasõ ve gerekli mücadele-
nin yapõlmamasõ nede-
niyle ortaya çõkan eko-
nomik zararõn 200 mil-
yon lira düzeyinde
olduğunun hesap
edildiğini ifade
eden Günaydõn, 62 kuruş
maliyeti olan buğdaya 55
kuruş fiyat açõklayan TMO
uygulamalarõnõn, üretici zararõ-
nõ daha da arttõracağõnõ belirtti.
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
5 TEMMUZ 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 15
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Avar = İmdat!!!
Avar Kürtçe, Arapçasıyla bizim de çok
kullandığımız imdat demek; Türkçesiyle, yetişin,
kurtarın anlamına geliyor. Geçen hafta sonu
olduğu gibi yıllardır şehit anneleri bu sözle Kürtçe
ağıtlar yakıyor.
Avar ya da barış çığlığı, toplumsallaşıyor ve
güçlü bir biçimde yükseliyor.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı
Galip Ensarioğlu 99 sivil toplum örgütü adına
açıklıyor:
“Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar
Türkiye’nin temel sorunu olan Kürt sorununun
çözümünde demokrasi dışı yöntemler çözüm
aracı olarak kullanıldığı için ülkemiz büyük acıların
yanında ekonomik, sosyal ve siyasal krizleri de
beraberinde yaşamıştır. Sağduyulu, vicdan sahibi
ve akıl tutulması olmayan herkes tarihsel ve
toplumsal olan bu sorunun yasakçı, baskıcı,
inkârcı ve operasyonel politikalarla
çözülmeyeceğini artık yüksek sesle ifade
etmektedir. Son bir yılda Kürt sorununun çözümü
için tarihi fırsatlar yakalanmasına rağmen somut
adımlar atılmamış ve bu süreç heba edilmektedir.
Türkiye toplumuna güven verici demokratik
yasalar zaman geçirilmeden yaşama
geçirilmediği, Kürt sorununun tüm boyutlarıyla
özgür ortamda tartışılması için düşünce, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller
kaldırılmadığı, seçme ve seçilme sisteminde
düzenlemeler yapılmadığı, hazırlanan anayasa
taslağının Kürt sorununun çözümünü
kolaylaştırmadığı, Habur’dan gelenlerin,
çocukların, seçilmiş siyasetçi ve insan hakları
savunucularının tutuklanması, şiddet ortamına ve
silahların konuşmasına davetiye çıkardığı
görülmüştür. Tüm bu gelişmeler toplumda barışın
geleceğine dair güven ortamını zedelemiştir.
Her türlü operasyonlar durmalı, PKK eylemsizlik
kararı almalıdır. Kürt sorununun çözüme
kavuşması ve ülke insanlarımızın birlikte ve barış
ortamında yaşamasını sağlamak için çözümünde
etkin rol alacak bütün dinamikler sürece müdahil
edilmelidir. Hükümeti, muhalefet partilerini,
TBMM’yi ve devletin tüm kurumlarını Kürt
meselesinin demokratik çözümünün anayasal
zeminini hazırlama sürecini başlatmak ve eksiksiz
irade koymaya, Kürt meselesinin çözümünde tüm
taraf ve dinamikleri yok sayan yaklaşımlardan
vazgeçmeye davet ediyoruz. Silahların sustuğu,
siyasetin önünün açıldığı ortamın sağlanması için
görev almaya hazır olduğumuzu kamuoyuna
duyuruyoruz.”
Batman’da faaliyet gösteren 83 sivil toplum
kuruluşu (STK) adına açıklama yapan Baro
Başkanı Yusuf Tanrıseven, temsilciler adına
hazırlanan ortak basın açıklamasını okudu.
Tanrıseven,
‘Hiçbir amaç insan yaşamından önemli değildir’
Vurgusunu yaptıktan sonra şunları söylüyor:
“Şiddetin, özellikle masum ve yoksul ailelerde
açtığı onarılmaz yaralar, çözümü daha da
zorlaştırırken var olan şiddet cari sistemden
beslenen bütün kesimleri oy devşiricilerini ve silah
tüccarlarını sevindirmeye devam etmektedir. Bu
amaçla PKK’nin silahlı eylemlerine son vermesini,
devletçe yürütülen askeri operasyonların
durdurulmasını, şiddetin taraflarca hak arama
yöntemi olarak kullanılmasından vazgeçilmesini
istiyoruz...”
Diyarbakır ve Batman’dan toplam 182 STK’nin
yükselttiği, daha sonra da Mardin’de 45 ve
Şanlıurfa’da 44 STK’nin sürdürdüğü bu “barış
çığlıklarının”, “silahlar sussun” kararlılığının,
ülkenin her karış toprağında yaşayan ve
“şiddetten beslenmeyen” herkesin ortak özlemi
olduğu çok açık bir gerçektir.
Var olan koşullarda, Avar diye, güçlü ve örgütlü
bir biçimde “Ölüm çözüm değildir” çağrısının
çıkması, içinden geçilmekte olan kanlı süreçte
çok “önemli ve yaşamsal bir dönüm noktası”
sayılmalıdır.
Açıklamalar STK’nin toplumsal tabanının
istemleri olarak algılanmalıdır. Halk, çatışma
istemediğini haykırıyor. İçlerinde herkesin
onaylamayabileceği kimi sözcükler olsa da, bu
durum barış çağrısının herkesçe sahiplenilmesini
engellememelidir.
Ülkenin her tarafında bulunan tüm
barışseverlerin bu çağrıya var güçleriyle
katılmaları; özellikle de STK’nin ve siyasetle
uğraşanların çabaları, özgürlükçü, eşitlikçi, ülke
insanını kardeşlikte birleştiren ve dayanışmacı bir
barışın ana dayanağı olmalıdır. Sorunun çözümü
için sağlıklı bir düşünce alanına geçilmesi bir
önkoşuldur ve bunu sağlayacak olan da her
şeyden önce “silahların susmasıdır”.
Türkiye’nin barışa giden yolunun açılması,
birlikte yaşama anlayışının sağlamlaşması ve
aydınlık yarınlara kapı aralanması için, avar
çığlıklarına tam bir sorumlu duyarlılığıyla yanıt
verilmesi gerekiyor.
yakupkepenek06@hotmail.com
Sevgili annem ve babam
LEMAN ve AZİZ
TANER
Cumhuriyete ve Atatürk devrimlerine
olan inançlarıyla, öğrencilerine
ışık tuttular.
İlkeli ve onurlu yaşadılar.
Yaşamları örnek olsun.
BEYHAN TANER
Nüfus cüzdanõmõ kaybettim. Hükümsüzdür. KEZİBAN KARASU
Dünya ekonomisinde koşullar
“yeniden” bozulmaya başladı. Bu
yazımda bu gelişmeleri
irdeleyecektim. Ancak, gözüm,
Andrew Gavin Marshall imzalı
“Küresel Siyasi Uyanış ve Yeni
Dünya Düzeni” başlıklı bir yazıya
takıldı (“http://globalresearch.ca”).
Yazıda, Zbigniew Brzezinski’den
ilginç alıntılar vardı. Bu alıntıların
izini sürmeye başlayınca da
rastladıklarımın, artık iyice çıkmaza
girmiş gibi görünen “Kürt
sorununu” düşünmeye yardımcı
olabileceğini gördüm.
‘Büyük uyanış’
Zbigniew Brzezinski’nin
uzmanlık alanı jeopolitik ve “ABD
hegemonyasını koruma”
paradigması içinde çalışıyor.
Marshall’ın yazısındaki alıntılarda,
Brzezinski, günümüzde
uluslararası jeopolitiği iki önemli
gelişmenin belirlediğini
vurguluyor. Birincisi, küresel
siyasi liderliğin giderek
çeşitlenmeye başlamasıyla,
yükselen güçlerle ilgili. Bu ABD
hegemonyasını korumayı giderek
zorlaştırıyor.
İkincisi, daha ilginç olanıysa
“Büyük uyanış” (“Great
awakening”) dediği olguyla ilgili.
Brzezinski’ye göre, “Geçen yüzyıl
boyunca insanlık siyasi olarak
uyandı ve giderek kımıldanıyor.
Artık, nereye giderseniz gidiniz,
insanların çoğu, dünyada neler
olduğunu genel olarak biliyorlar;
küresel eşitsizliklerin, sömürünün
ve saygı yokluğunun
farkındalar”... “Bugün yaşananlar
tarihsel olarak özgün olmakla
birlikte, insanlık genelde Fransız
devriminin ilkeleriyle hareket
ediyor. İnsan onuruna saygı
talebi ilk kez bu kadar yaygın bir
biçimde dile getiriliyor.”
Bu, tarihte görülmemiş bir
karşılıklı iletişim içinde
gerçekleşen siyasi uyanış, çoğu
kez kendini etnik, dini kimliklere
saygı talebi olarak gösteriyor.
Aslına bakarsanız, bu “büyük
uyanışı” konuşmaya başlamamız,
neoliberalizmin egemenliğiyle ve
iletişim araçlarında yaşanan
gelişmelerle yakından ilgili. Bu
yöndeki ilk saptamaları
1990’larda izlemeye başlamış
(örneğin, Tony Judth, “Social
Question Redivivus” Foreign
Affaires, Eylül Ekim 1997), bu
konuyu Seattle 1999 olayından
sonra, “yükselen yeni bir dalga”
bağlamında işlemeye çalışmıştım.
Geçen 25 yılda serbest piyasa
modelinin toplumların dokuları
üzerinde yaptığı tahribatların
yarattığı güvensizlik duygusu dini,
etnik kimliklerin kendi aralarındaki
çelişkileri keskinleştirdi. Bu
süreçte, genelde neolibralizmin
kaynağı ABD ve Batı
egemenliğine (emperyalizme),
özelde de egemen konumdaki
etnik gruplarda, sertleşen
bölüşüm ilişkilerinin basıncıyla
gelişen aşağılayıcı, küçük görücü,
suçlu arayıcı tavırlara tepkiler
giderek arttı. Bu zeminde, iletişim
teknolojilerinin getirdiği
haberleşme ve bilgilenme
olanaklarının, bu teknolojiler
üzerinde başlayan yeni sınıf
şekillenmelerinin de (yeni orta
sınıf proletarya) katkısıyla
toplumsal yapıların içinde
“patlayıcı” koşullar oluşmaya
başladı.
Bu sırada ABD ve Avrupa Birliği
dış politika çevreleri bu
gelişmeleri görüyor, etnik, dini
talepleri, yeni sınıf
şekillenmelerini, yeni iletişim
araçlarının sunduğu tüm
olanaklardan, mali kaynaklardan
da yararlanarak çarpıtarak,
kışkırtarak kullanmanın, böylece
tepkiyi savuşturmanın yollarını
arıyorlardı. Bu arayışları “renkli
devrimlerde” görüyor, çeşitli
düşünce kuruluşlarının
yayımladıkları raporlarda
okuyorduk.
Ekonomi önemli ama
söylem de...
Geçen hafta borsalarda
endekslerin yeniden kritik sınırların
altına inmesi, destekleme
paketlerinin etkisinin bitmesiyle, tam
kemer sıkma politikaları devreye
girerken, dünya ekonomisinde
sanayi üretiminde genelleşmiş bir
gerilemenin başlaması çok özel bir
dönemin başladığını haber
veriyordu: Yukarda özetlediğim
çelişkilerin önümüzdeki dönemde
daha da keskinleşeceğini, sürecin
hızlanacağını kolaylıkla söyleyebiliriz.
Böyle durumlarda, yönetenlerin,
(krize karşı bir ortak politika
geliştirilememesinin de gösterdiği
gibi) yönetemediğinin
görülmesiyle birlikte, halk arasında
umutsuzluk, kızgınlık giderek artıyor.
Süreçten zarar gören kesimler
radikal çözümlere ilgi duymaya,
güvenlik kaygısıyla öncelikle somut
aidiyetlere (din, etnik kimlik, aile,
klan vb.) cevap veren siyasi
projelere yönelmeye başlıyorlar.
Bu karanlık sürece müdahale
edebilen halkçı, sosyalist hareketler,
liberal/sosyal demokrat hükümetler,
etnik, dini çelişkilerin kanlı iç
savaşlara yol açmasını, toplumlarının
dağılmasını engelleme şansını
yakalayabilecekler. Bu şansın
yakalanmasıysa son tahlilde,
vatandaşlık kimliğinin, sınıf
aidiyetlerinin güçlendirilmesine
dayanıyor.
Ancak, bu “son tahlil”deki yere
giderken Brzezinski’nin, halkların
saygı talebine ilişkin gözlemlerini
ciddiye almak gerektiğini
düşünüyorum.
Saygı talebine cevap vermek için,
eşitlik, kardeşlik, dayanışma
ilişkilerini güçlendirecek hukuki,
kültürel, hatta ekonomik adımlar
atmaya başlamak önemli. Böylece
“toplumda, neyin görülebilir, neyin
söylenebilir, hatta düşünülebilir
olduğunu saptayan sınır”
genişletilebilir. Böylece toplumda
konuşma gücü olanların karşısında,
yalnızca ses çıkartma gücüyle
sınırlanmış olanlar, konuşma gücü
kazanmaya başlayabilirler (Jacques
Ranciere). Böylece konuşma gücü
kazananların taleplerini dinlemek,
cevaplandırmak,
cevaplandırılamayan noktada, cana
ve toplumsal servete en az zarar
verecek çözümleri birlikte, eşit
koşullarda düşünmek söz konusu
olabilir.
Konuşmaya ve birlikte düşünmeye
başlayabilmek için de, tarafların
birbirlerini insani özelliklerinden
soyutlamayan, şeyleştirmeyen,
canavarlaştırmayan bir söylem
benimsemeleri gerekiyor.
Etnik kökenli savaşlar sürerken,
“silahlar sussun” diyenlerin, o
silahları tutanların, inançları,
umutları, ölümü, öldürmeyi göze
almak için çok ciddi gerekçeleri olan
insanlar olduklarını unutmamaları;
onları tuttukları silaha (birer ölüm
makinesine) indirgememeleri
gerekiyor.
Örneğin yöntemleri büyük nefret
uyandırsa da PKK’yi yalnızca
dağdaki silahlı insanlara indirgemek
gerçekliğe uygun, konuşmaya, hatta
düşünmeye yardımcı bir tutum değil.
26 yılda, çoğu Kürt olmak üzere,
yaklaşık 36 bin kişi yaşamını
yitirmişse, insanlar ölmeye devam
ediyorsa, PKK’nin kültürel
kuruluşlarını, sivil toplum içindeki
temsil ilişkilerini, yerel
yönetimlerdeki, parlamentodaki
etkilerini görmek, buraları, konuşma,
şiddet politikasına karşı ileri
sürülecek savları birlikte düşünme
alanı olarak değerlendirmek,
kızgınlığa kapılıp bu olanakları
itmemek gerekiyor.
Diğer taraftan, silahları
kullananların, ısrarla insanları
öldürmeye devam etmelerinin
arkasındaki gerekçeleri açıklıkla
ortaya koymaları, savunmaları,
amaçlarına yönelik eleştirilere açık
yüreklilikle cevap vermeleri
gerekiyor.
Örneğin, geçenlerde Mustafa
Sönmez, 2000’lerin Türkiyesi’nde
Kürtlerin sadece Güneydoğu ve
Doğu’daki 21 ilde değil, tüm Türkiye
illerinde yaşamakta olmalarından
hareketle, Kürtlerin demokratik
haklarını coğrafya temelinde
savunmaya çalışmanın, bölgeciliğe
indirgemenin de kalkınmaya,
yatırıma indirgemenin de yanlışlığına
dikkat çekti. Güray Öz de
‘demokratik özerklik’ kavramının
aslında, bir ayrılma projesinin,
andaki adı olduğunu vurguladı. Ben
de özerklik, hatta ayrılma projesinin
gerçekleşebilirliğini, daha da
önemlisi “Komünist hipotez”
açısından anlamını tartışma
hakkım saklı kalmak koşuluyla şu
soruyu eklemek istiyorum:
Feodalizme, ağa, şeyh, aşiret
“vesayetine”, bunları yaşatan toprak
mülkiyeti biçimlerine karşı çıkmayan
bir proje ne açıdan “demokratik”
oluyor?
Kürt siyasi hareketinin bu
saptamaların gündeme getirdiği
sorunları kavradığını göstermesi,
ilgili açıklamalarını, çözüm
önerilerini tartışmaya açması
gerekiyor.
Tüm bunlar, bugünkü, Türk ve
Kürt bölgelerinin iç içe geçmiş
“sınıflar matrisi”, bölge jeopolitiği,
ülkedeki hâkim ideoloji içinde Kürt
“sorununu” çözemez. Çözemez
ama “çözülmesi amaçlanan
sorunun”, içeriğini, sınırlarını, 19.
yüzyıl kalıntılarından arındıracak bir
biçimde, düşünmeye yardımcı
olabilecek diyaloglara yol açabilir.
Ekonomik Kriz, ‘Büyük Uyanış’, ‘Kürt Sorunu’
erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.comDÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA
ZMO Başkanõ Günaydõn: Afetlere karşõ
üreticinin zamanõnda uyarõlmamasõ ve
gerekli mücadelenin yapõlmamasõ nedeniyle
ortaya çõkan ekonomik zarar 200 milyon
lira düzeyinde hesaplanõyor.
İsrail’e ihracat
yüzde 20 arttı
Ekonomi Servisi - Türkiye İhra-
catçõlar Meclisi verilerine göre İs-
rail’de Türk mallarõna boykot çağ-
rõlarõnõn yoğunlaştõğõ bir dönemde,
Türkiye’nin İsrail’e olan ihracatõ
haziranda yüzde 20.6 aylõk dönem-
de yüzde 42 oranõnda arttõ. İlk altõ
aylõk dönemde İsrail, Türkiye’nin
en çok ihracat yaptõğõ 17’nci ülke
oldu. Türkiye’nin en çok ihracat
yaptõğõ ülke 5 milyar 190.2 milyon
dolarla Almanya oldu.
2023 hedefi için
yüzde8büyümegerek
ANKARA (AA) - Türkiye’nin,
AKP’nin ortaya koyduğu ‘2023’te
dünyanın en büyük 10 ekonomisi
içinde yer alabilme’ hedefi için
yõllõk yüzde 8.2 büyümesi gereki-
yor. Türkiye’nin, orta vadeli prog-
rama göre 2010’da yüzde 3.5,
2011’de yüzde 4, 2012’de yüzde 5
büyümesi öngörülüyor. IMF 2010-
2011 büyüme tahminlerine göre, 2
yõla ilişkin ortalamanõn 2023’e ka-
dar sürdürülmesi halinde Türkiye,
yõllõk yüzde 4.3 büyümeyle dünya-
nõn 15. ekonomisi olabilecek.
Meden kazalarõ kader değil
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) -
TEPAV, maden sektöründeki ölümlerin
kader olmadõğõnõ, üretim yönteminin ge-
reklerinin yerine getirilmemesi, üretim
plan ve projesinin bulunmamasõ ve ha-
valandõrmadaki eksiklik ve aksaklõklarõn
ölümlere yol açtõğõnõ bildirdi.
TEPAV’õn hazõrladõğõ ‘Madenlerde
Yaşanan İş Kazaları ve Sonuçları
Üzerine Bir Değerlendirme’ araştõrma-
sõna göre kömür sektöründe, 1991-2008
döneminde iş kazalarõ ve meslek hastalõ-
ğõ nedeniyle toplam 2 bin 554 kişi haya-
tõnõ kaybetti. Sürekli iş göremez hale ge-
lenlerin sayõsõ ise 13 bin 87’ye ulaştõ.
Kazalarõn nedenleri arasõnda, üretim
yönteminin gereklerinin tam olarak yeri-
ne getirilmemesi, üretim plan ve projesi-
nin bulunmamasõ ve havalandõrmadaki
aksaklõklar ilk sõralarda yer alõyor.
Buyõlyaşananaşõrõyağõş,dolu,selgibidoğalafetler,Türkiye’debuğdayüretiminiyüzde20düzeyindeazaltacak
Fatura yine çiftçiye çõktõ