23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 31 TEMMUZ 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER SAVAŞ öğretiminin önemli aşamalarından biri manevra eğitimidir. Konusu, çapı ve başarılacak hedefleri, öngörülen savaşla ve olası harekât ya da muharebelerle uyumlu olmak koşuluyla. 12 Eylül halkoylamasının kampanyası ülkedeki iktidar savaşının bir parçası ise, ona hazırlık olarak iktidar ve muhalefetçe şimdiye kadar ortaya konan gereksiz manevralara bakınca şaşmamak mümkün değil. Halkoylaması, görünürde bir anayasa değişikliği metni üzerinden yapılacak. Ama, hep biliniyor ki, bu oylama aynı zamanda ardından gelecek bir genel seçimin peşrevi gibidir; halkoylamasının sonucu seçimin sonucunu da belirleyebilir. Böyle olduğu için, “evet”çiler savundukları değişikliklerin yeni bir iktidar dönemi açısından “daha iyi bir Türkiye” anlamı taşıdığını savunacaklardır; “hayır”cılar ise şimdiye kadarki AKP iktidarının başarısızlığını öne çıkarıp devamını istemediklerini vurgulayacaklardır. Daha doğrusu, gerçekçilik ve sağduyu, taraflardaki tutumların böyle olmasını gerektirir. Şimdi, söyler misiniz ileriye dönük olması beklenen bir kampanya başlangıcında ileri sürülen “12 Eylül mağduriyeti” ile son günlerde ortaya atılan “Dolmabahçe görüşmesi”nin bu gereklilikle herhangi bir ilgisi olabilir mi? Seçmen oyları açısından baktığınızda, hele halkoylaması açısından, 12 Eylül’ün defteri yaklaşık yüzde 92 “evet”le sonuçlanan o zamanki oylamayla kapanmış değil midir? O bile, tek başına, “referandum” denen sözde demokratik yöntemin gerçek değerini ya da değersizliğini ortaya koymuyor mu? Bunun ışığında “asıl mağdur siz değildiniz, bizdik” tartışması yapmanın gelecekteki Türkiye açısından herhangi bir anlamı olabilir mi? Dolmabahçe’de Sayın Orgeneral Büyükanıt ile Sayın Başbakan Erdoğan ne konuşmuş olurlarsa olsunlar, ister bir hesaplaşma olsun ister danışıklı dövüş konusu, bunu şu sırada gündeme getirmek ülkenin geleceğine yönelik ne anlam taşıyabilir, askerle sivili biraz daha birbirine düşürmekten başka? Kampanya taraflarının, böyle gereksiz manevralar yerine, gerçekçilik ve sağduyu gereklerine uygun temalarla işe başlamaları daha doğru olmaz mıydı? Öyle anlaşılıyor ki, “doğru devlet anlamı fıkdanı”mız henüz sürmektedir. Oysa, yeryüzünün en kritik coğrafyasında ağır tarih yükü ile geniş bilgi ve uzak görüş isteyen bir yönetime ve yönlendirişe gereksinimi var Türkiye’nin. Tarih böylesine büyük sorumluluğu üstlenebilen Mustafa Kemal gibi bir dehayı her zaman nasip etmiyor her ülkeye. Ama, eksiklerini nitelikli ekipler kurarak ve onlara söz hakkı tanıyıp yetki devrederek giderme olanağını da hiçbir ülkede hiçbir önderden esirgemiş değildir tarih. Yeter ki, bu olanağın varlığını düşünebilecek kadarcık akıl olsun. mumtazsoysal@gmail.com AÇI MÜMTAZ SOYSAL Gereksiz Manevralar PENCERE Patlama!.. Hacivat: -Yar bana bir eğlence medeeeet... Karagöz: -Geliyorum patlama!... Patlama Türkçede değişken bir sözcüktür. Eskiden geceleri kentin çeşitli yerlerinde sık sık patlamalar duyulurdu. Çok şükür öyle patlamalar kalmadı. Şimdi başka türlü patlamalar söz konusudur. Nasıl patlamalar? Ekonomik patlamalar. Sözgelimi bu yazın başında herkes ne umuyordu? Ya da ne söyleniyordu: - Bu yaz turizm patlaması olacak... - Nasıl? - Basbayağı; paaat diye patlıyacak... - Turizm öyle paaat diye patlar mı? - Patlar. Sabırsızlar soruyorlar: - Patladı mı? - Patlıyacak... - Haydi artık patlasın canım... - Ne kadar sabırsızsın, bekle biraz. - Patladı mı? Ağustosun ortasına geldik; patlama olmadı, kim bilir? Belki yine de olur. Patlama ilginç bir olaydır. Kimi tabanca patlatır, kimi tüfek patlatır, kimi kafa patlatır, kimi şampanya patlatır, kimi çiklet patlatır, kimi balon patlatır, kimi lastik patlatır, kimi apandisit patlatır, kimi egzos patlatır, kimi davul patlatır, kimi tüpgaz patlatır, kimi atom patlatır, kimi mısır patlatır, kimi başka şey patlatır; kimi de patlatmaz patlar; can sıkıntısından patlar, öfkeden patlar, parasızlıktan patlar... Patlama bazan çok yararlıdır. Sözgelimi yol yapmak için dağa dinamit koydun; bekliyorsun: -Şimdi patlayacak... -10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1, 0... Güüm!.. Yol açılır. Maden ocağında grizu patlaması güzel değil; korkunç ve acı. Ama dış alım-satım patlamasına ne buyrulur. Peki, dış alım-satımda patlama var mı? Kimileri: - Var diyorlar, patladı bile... Kimisine soruyorum: - Patladı mı? - Vallahi ben duymadım. - Patladı, patladı... - Sessiz patlama mı bu? - Hayır ucuna susturucu taktık. - Tabanca mı bu mübarek? - Sen bilmezsin, kimi patlama sessiz sedasız olur, kimisi sesli olur; patlamadan patlamaya fark var; her yiğidin bir yoğurt yiyişi yok mu? Sosyeteden Fintoş: - Patlıyacağım, diyor. - Neden güzelim? - Ooof, bilmem ki, sıkılıyorum. - Ceyar’ın Sue Ellen’ı gibi mi? - Nerde o günler? Bizde öyle kadın özgürlüğü mü var? Vallahi kocam duymasın... Fintoş hanımefendi patlayacak, patlayamıyor; dışsatımla turizm de öyle... Ah hep birlikte bir patlayabilseler... (15 Ağustos 1981 tarihli yazısı) B aşbakan Recep Tayyip Er- doğan, Kütahya’da yaptõğõ konuşmada, milletvekili do- kunulmazlõklarõnõ neden kal- dõrmadõğõnõ şöyle açõklamaktadõr: “Tüm 657’ye tabi olanlar, yargı, Silahlı Kuvvetler, tüm memurlar, aynı şe- kilde milletvekilleri, hepsinin doku- nulmazlıklarından arındırılması ha- linde ‘evet’. Bizim düşüncemiz bu. Si- yasetçiyi birilerinin eline mahkûm edelim… Kusura bakma, bunun al- tındaki tezgâhı biliriz.” (Sözcü, 29.07.2010) Sayõn Başbakan’õn bu ge- rekçesi, dokunulmazlõklar gündeme her geldiğinde yinelendiği için, gerçeği yansõtõp yansõtmadõğõ üzerinde durmak gerekir. Aslõnda esas neden üçüncü tümcede gizlidir. “Siyasetçiyi birileri- nin eline mahkûm etme” korkusu, ik- tidar olunduğu ilk günlerdeki “yargıya güvenmiyoruz” söylemiyle örtüşmek- tedir. Milletvekillerinin teslim edilmek istenmediği “birilerinin”, yargõ olduğu anlaşõlmaktadõr. Henüz yargõnõn tümü ve özellikle yüksek yargõ ele geçirilemediği ve AKP’li milletvekillerinin aklanmasõ güvenceye alõnamadõğõ için yargõya gü- vensizlik sürmektedir. Siyasal iktidar karşõtlarõ ile rejimi dönüştürme yolunda potansiyel engel oluşturan Silahlõ Kuvvetler mensupla- rõnõn sindirilmesi için yapay davalarda yargõya güvenip, milletvekillerine atõlõ adi suçlarda yargõya güvenmemek, si- yaset arenasõnda görülmek istenmeyen bir tutarsõzlõk örneğidir. Birinci öbek- tekiler için mutlaka “mahkûmiyet”, ikinci öbektekiler için mutlaka “beraat” kararõ verilmesi beklentisi, yargõya gü- venmenin ölçüsünü oluşturursa, kuşku- suz söylemlerin çelişkili olmasõndan kaçõnõlamaz. İşte anayasa değişikliği de, önemli bir yönüyle bunun için tasarlanmõştõr. Yük- sek yargõ dahil yargõnõn tümü siyasal ik- tidarõn lideri tarafõndan atanan yargõç ve savcõlardan oluşmalõdõr ki, siyasal da- valar “mahkûmiyetle”, milletvekille- rinin davalarõ ise “beraatla” sonuçla- nabilsin. Kamu görevlilerinin dokunul- mazlõğõ konusuna gelince: Sayõn Baş- bakan, kõsaca “Yalnız milletvekilleri- nin dokunulmazlığı yok, bunun ya- nında kamu görevlilerinin de doku- nulmazlığı var, hepsi kaldırılırsa va- rız” demek istiyor. Bu sav doğru değildir. Anayasanõn 83. maddesinde, “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis’in kararı olma- dıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz” de- nilerek milletvekilleri mutlak doku- nulmazlõğa sahip kõlõnmõştõr. TBMM’nin “dokunulmazlığı kaldırmama” olum- suz işlemine karşõ hiçbir yargõ yerine baş- vurulamadõğõ için, bu konuda ilk ve son sözü söyleme yetkisi, TBMM’de ço- ğunluğu elinde bulunduran siyasal ikti- darõndõr. Oysa, kamu görevlilerinde “dokunulmazlık” değil, “izin verme” söz konusudur. Yani kamu görevlileri- nin soruşturulmasõ ve yargõlanmasõ “iz- ne” bağlõdõr. Ancak, izin mercii, TBMM gibi son sözü söyleme yetkisine sahip de- ğildir. Verilen karar yargõ denetimine bağlõdõr. Kamu görevlisinin soruşturu- lup soruşturulmamasõ, yargõlanõp yar- gõlanmamasõ konusunda son sözü yar- gõ söyler. Gerçekten, anayasanõn 129. madde- sinde, “Memurlar ve diğer kamu gö- revlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuş- turması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdi- ği idari merciin iznine bağlıdır” de- nilmektedir. Madde kuralõndan da an- laşõlacağõ gibi, kamu görevlilerinin so- ruşturulup yargõlanmasõ yetkili “idari merciin” iznine bağlõdõr. Kamu görev- lilerine ilişkin yasalarda, hangi kamu gö- revlisine hangi merciin izin vereceği dü- zenlenmiştir. İzni verecek olan “idari merci” ol- duğu için, “izin vermeme” işlemi “olumsuz bir idari işlem” olarak ida- ri yargõ denetimine bağlõdõr. Bunun uy- gulamada pek çok örneğini görmek olanaklõdõr. Güncel olmasõ yönünden anõmsatmak gerekirse, Adalet Baka- nõ’nõn İstanbul cumhuriyet savcõlarõ için soruşturma izni vermemesi, idari yargõ tarafõndan denetlenmiş ve iptal edi- lerek savcõlarõn soruşturulmasõnõn yolu açõlmõştõr. Görüldüğü gibi, kamu görevlileri için mutlak bir dokunulmazlõk söz konusu değildir. “İzin” kurumu da yetkinin si- yasetçide (bakanda), sorumluluğun ise kamu görevlisinde olduğu gözetilerek bir dengeleme öğesi olarak öngörülmüştür. Ancak, ne yazõk ki, izin verip verme- me, uygulamada doğru ve hukuksal de- ğil, ödüllendirme ya da cezalandõrmanõn yolu olarak kullanõlmaktadõr. Siyasal ik- tidarõn vücut dilinden anlayan ve veri- len buyruklarõ gözü kapalõ yerine geti- ren kamu görevlileri soruşturmalarõna ve yargõlanmalarõna izin verilmeyerek kol- lanmakta, ödüllendirilmekte; tersine, görevini anayasa ve yasalar bağlamõn- da yapmaya çalõşanlar, düzmece rapor- lar sonucu soruşturma ve yargõlanma- larõna hemen izin verilerek cezalandõ- rõlmaktadõr. Son söz olarak belirtmek ge- rekir ki, milletvekillerinin dokunul- mazlõklarõ ile kamu görevlilerinin izin verme durumunu karşõlaştõrmak doğru ve hukuksal değildir. Ayrõca, anayasa de- ğişiklik paketini hazõrlayan siyasal ikti- dar, milletvekillerinin dokunulmazlõğõ- nõn kaldõrõlmasõ konusunda eğer sami- mi olsa idi, anayasanõn 129. maddesini de pakete koyar ve kamu görevlilerinin yargõlanmasõnõ izne bağlõ olmaktan çõ- karõrdõ. Ne var ki, salt milletvekillerinin dokunulmazlõğõnõn bahanesi kaybedil- mesin diye bu yola gidilmemiştir. Anayasa değişiklik paketine reform di- yenlerin bu konuyu da gözden kaçõr- mamalarõ gerekir. Kamu Görevlilerinin ‘Dokunulmazlõğõ(!)’ Bülent SERİM Eski Anayasa Mahkemesi Genel Sekreteri “Hükümdar” Tayyip Erdoğan’õ dinledim gözlerim kapalõ. Silivri’de sõ- cak, rutubet, zindan bir de Recep Tay- yip Erdoğan... Ulu hükümdara gözü açõk katlanamadõm. Diyor ki: “Ben her şeyi yapıyorum, siz de ey muhalefet ne düşünüyorsanız getirin bana söyleyin, ne öyle televizyonda orada burada boş boş konuşuyor- sunuz. Konuşturuyorsunuz...” Anlamak mümkün değil Gerçi Erdoğan’õn ardõndan ne demek istediğini anlatmak için onlarca “Er- doğan’ı anlama kılavuzu” devreye gi- rip; “Aslında”, “Kastı”, “Demek is- tedi ki” gibi başlangõçlarla her şeyi bi- len hükümdarõ bize anlatõyorlar. Yok- sa anlamak mümkün değil. Muhalifi olduğum için Recep Tay- yip Erdoğan tarafõndan zindanda, Si- livri esir kampõnda tutulan biri olarak, bundan sonra iktidarõn başõna katkõmõ her sabah sorgulayacağõm. Silivri’de onun zulmüyle yattõğõmõ unutup, ayna karşõsõna geçip soracağõm kendime: “Bugün Recep Tayyip Erdoğan için ne yaptım? Terör sorununu çözmesi için proje ürettim mi? Eko- nomik bataklıktan hükümdarı çı- karmak için ne yapacağız? İşsizlik için önerim ne? Finansman açığını nasıl kapatacak? Et, süt, ta- hıl, ziraat, çiftçi, işçi, memur, açlık, yokluk, yoksulluk sorunları nasıl çözülecek? Yolsuzluk ve çürümüş- lükten nasıl sıyıracaklar? Dış poli- tika bataklığından ne yapıp çıka- caklar? Dokunulmazlıkları ömür boyu nasıl devam edebilir? Bu ve benzeri konularda Tayyip Erdoğan’ı kurtarmak için ne yap- tım?” Tayyip Erdoğan ne istiyor? Hazret öyle istiyor. Bütün muhalif- leri; onun, partisinin, iktidarõnõn da- nõşma kollarõ gibi olacağõz. Bu rejimin adõ da demokrasi olacak! Tayyip Erdoğan, 12 Eylül referan- dumunda “Evet” diyeceksiniz, böylece daha özgür ve demokrat olacaksõnõz, di- yor. Yani topluca her sabah ayna karşõ- sõnda kendimize “Bugün Recep Tay- yip Erdoğan için ne yaptım” diye sor- ma, projelerinizi kendisine sunma öz- gürlüğü ve demokrasisi içinde yaşa- yacaksõnõz. Ama “Hayır” derseniz, muhalefet ederseniz Ergenekon’a dahil olursunuz. Cehennemlik olursunuz. Yarõşma meşhur. Eskiden iki kelime ile yapõlõyordu: “Evet” ve “Hayır”. 12 Eylül’de sandõk ortaya konunca; hükümdar oyundan “Hayır” kelime- sini çõkarmak istiyor. Soruyor: - AKP iktidarõnõn ve böylece istik- rarõn korunmasõna, büyük Türkiye’nin yaratõlmasõna 12 Eylül’de ne diye- ceksiniz? AKP’li yüksek zevat bağõrõyor: “Evet.” - Daha özgür, demokrat, millet ira- desinin emrindeki hukuk yapõlanma- sõna 12 Eylül’de ne diyeceksiniz? “Evet.” - 12 Eylül’de “Evet” demezseniz bunca yaptõğõmõz yüzünüze, gözünü- ze dursun. “Evet.” Başefendi rahatlayacak Türkiye’nin dinamosu muhalefeti olmuştur. Bugün bir yere geldiysek Cumhuriyet’in muhalefet etme, “Ha- yır” deme, karşõ çõkma hakkõ sayesinde geldik. Şimdi hayõr demeyi yok eden, ikti- dara hep evet diyen, danõşman muha- lefeti yaratmaya çalõşanlarõ alkõşlaya- cağõz. Onlara “Evet” diyeceğiz. İktidarõn başõnõn istediği herkesin sal- labaş olmasõ. Topluca “Evet” diyeceğiz. Baş- efendi rahatlayacak. Toplumun aklõ, vicdanõ, sorumluluğu, bilgeliği; ceha- letin iktidarõna ve cüretine teslim edi- lecek ve Türkiye, Anadolu buna “Evet” diyecek! Öyle mi? Türkiye 12 Eylül 1980’de itildiği ka- ranlõğa da, bugün sürüklendiği batak- lõğa da var gücüyle en büyük çõğlõğõyla “Hayır” diyecektir. Herkes, “Bugün Türkiye için ne yaptım?” diye soracak, kapõ kapõ do- laşacak, AKP’ye oy veren değerli yurttaşõmõza gidecek, felaketi anlata- cak, onlarla kucaklaşõp 12 Eylül’de “Hayır” diyerek 13 Eylül’de, hayõrlõ günlerin gelmesine, başlamasõna neden olacaktõr. Bugün birlik, güven ve dayanõşma içinde cehaletin karanlõğõnõn yenil- mesi için çalõşma günüdür. Türkiye aş- kõ ile vicdan sahibi yurttaşlar el ele, gö- nül gönüle 12 Eylül’de hayõrlõ günle- ri getirecektir. 13 Eylül günü hayõrlõ günlerin aydõnlõğõ, Türkiye’nin üze- rinde bir sevda güneşi gibi parlaya- caktõr. Bugün Tayyip Erdoğan İçin Ne Yaptõnõz? Bugün birlik, güven ve dayanõşma içinde cehaletin karanlõğõnõn yenilmesi için çalõşma günüdür. Türkiye aşkõ ile vicdan sahibi yurttaşlar el ele, gönül gönüle 12 Eylül’de hayõrlõ günleri getirecektir. 13 Eylül günü hayõrlõ günlerin aydõnlõğõ, Türkiye’nin üzerinde bir sevda güneşi gibi parlayacaktõr. Tuncay ÖZKAN Yeni Parti Genel Başkanõ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle