10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 MAYIS 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Lüferin gidişine üzülürken TÜRK Deniz Araştırmaları Vakfı’nın verdiği rakamlar çok ürkütücü: İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla Marmara’da otuz yıl önce toplam 1.300 ton lüfer avlanırken, 1990’da bu rakam 300 tona, 1997’de 70 tona düşmüş. Bunun, uskumru, kolyoz, palamut, kılıç ve kalkandan sonra, denizlerimizin bu balığını da kaçırma noktasına geldiğimizden başka bir anlamı olabilir mi? Su ürünlerinde “otorite” olan Türk Deniz Araştırmaları Vakfı Başkanı Profesör Bayram Öztürk, “Boğaz balıklarının kraliçesidir” dediği lüferdeki azalışı, 11-15 santimlik çinakopların tam büyümeden erken avlanışıyla açıklıyor. Lüferin gençliği sayılan çinakop avlandıkça, elbet lüferin büyüğü olan kofana da azalacak. Boyu belirli ölçüden küçük hamsi avı nasıl yasaklanıyorsa sarıkanatla çinakopun avlanması da sınırlanamaz mı? Büyükbaş hayvanların Doğu Anadolu meralarından gitgide siliniyor olması gibi, yeryüzünün en lezzetli balıklarının avlandığı harika bir besin deposu olan Marmara ve boğazlardaki deniz yaşamının ölmesi de bu konunun doğrudan doğruya ulusal ekonomiyi ve beslenme politikalarını ilgilendiren temel sorunlardan biri olarak ele alınmasını zorunlu kılmakta. Ayrıca, balıklarının lezzeti konusunda Marsilya, Venedik ve Taranto gibi bir ünü olan İstanbul’un o kentleri bile geride bırakan bir özelliğinin, yani balık bolluğunun büsbütün kaybolmaması da bu zorunluluğun yerine getirilmesine bağlı. Eski çağlardan beri balıklarıyla ünlü bir kıyı ve boğaz kentinin balık yenemez duruma düşmesi kadar hazin bir sonuç olabilir mi? Yüzeye yakın suları ile derinliklerinde birbirine ters yönlü iki akıntının geçtiği, Karadeniz ve Akdeniz gibi iki büyük denizdeki çeşitli balıkların mevsimlere ve yumurtlama aylarına göre sürekli gidip geldiği böyle bir doğa nimetini yoksullaştırmak kadar büyük yanlışlık olabilir mi? Et bunalımı nasıl boş kalmış meraları akla getirdiyse, balıkların sularımızdan kaçışı bakımından en anlamlı gösterge olan lüferin gitgide azalması da sağlam bir balıkçılık politikası için son uyarı çanı sayılmalıdır. Kaldı ki, sorun bundan ibaret de değil. Artık sadece baş başa kaldığımız istavritle yetinmeye alışmak da değil. Kıyı sularının ötesine, uzak denizlere ağ atabilen ve tutulmuş balıkları süreçten geçirip konserve yapabilen açık deniz üretimini hedefleyerek dünyaya açılmış bir Türk balıkçılığı niçin düşünülmesin? Çok şükür artık bütün kıyılarımızda uzaklara gidebilecek hacimde ve dayanıklıkta orta boy sac tekneler yapabilen tersanelerimiz, değişik denizleri göğüsleyebilecek gözüpek denizcilerimiz, sürüleri bulma, izleme ve avlama işleri için en modern araçları üretebilecek bir elektronik sanayiimiz de var. Deniz ürünleri araştırmaları için yetiştirdiğimiz insanları daha elverişli gemilerle donatıp her yönüyle bu hedefe yönelen bir Türkiye niçin yaratılmasın? D emokrasinin gereği ola- rak her hükümetin ka- muoyunu doğru bilgi- lendirmesi ana görevle- rindendir. Daha çok AKP iktidarõ döneminde bunun Türkiye’de gereğince yapõlmadõğõnõ biliyoruz. Ne var ki özellikle dõş politikada kamuo- yundan gerçeklerin saklanmasõ ve hat- ta kamuoyuna yanlõş bilgi verilmesi son derece sakõncalõdõr. Bu yöndeki poli- tikalar, Türk halkõnõ olduğu gibi, Azer- baycan’õn siyasi yetkililerini ve halkõ- nõ da rahatsõz etmektedir. Başbakan Sayõn Erdoğan, yaptõğõ açõklamalarda, Ermenistan’la yapõlan görüşmeler ve imzalanan protokol ko- nusunda Azerbaycan’la sürekli bir di- yalog içersinde bulunulduğunu ve Azerbaycan’õn görüşlerinin alõndõğõnõ belirtmektedir. Ne yazõk ki bu söylem gerçeği yansõtmamaktadõr. Nitekim Ermenistan’la imzalanan protokollerin Azerbaycan yetkililerini ve halkõnõ ne denli üzdüğünü ve haklõ olarak kuş- kulandõrdõğõnõ biliyoruz. Çelişkiler Hatõrlanacağõ gibi Başbakan Sayõn Erdoğan, kardeş ülke Azerbaycan par- lamentosunda yaptõğõ konuşmada ve Cumhurbaşkanõ Sayõn İlham Aliyev’le yapõlan basõn konferansõnda ve daha sonra defalarca yaptõğõ açõklamalarda, Ermenistan tarafõndan işgal edilen Azerbaycan topraklarõ terk edilmeden ve Dağlõk Karabağ sorunu çözülmeden, Türkiye’nin Ermenistan sõnõrõnõ aç- mayacağõ sözünü verdi. Oysa Ermenistan’la imzalanan pro- tokolde bundan tek kelimeyle söz edil- miyor. TBMM’ye gönderilen protokole karşõ oluşan çok yönlü tepkiler so- nunda, Azerbaycan konusunda da bir çözüm bulunmasõ halinde protokolün mecliste görüşülebileceği belirtildi. Hatta Ermenistan bu nedenle Türki- ye’yi imzalanan protokole uymamak- la suçlayarak, dondurma kararõ aldõ. Er- menistan Anayasa Mahkemesi’nin Kars ve Moskova anlaşmalarõnõ adeta hiçe sayan ve Ermenistan için “soykı- rımın” tartõşma konusu olamayacağõ- nõ belirten kararõ olmasaydõ, dünya ka- muoyunda Türkiye yaptõğõ anlaşmaya bağlõ kalmayan ülke durumuna düşe- cekti. Türkiye, komşu ülke Ermenis- tan’la ilişkilerini normalleştirmeye el- bette önem vermelidir. Ancak bu yak- laşõm asla ödünler vererek ve ABD ve- ya AB istediği için, yani güdümlü po- litika izlenerek olmamalõdõr. Her ülke gibi Türkiye de kendi ulusal çõkarlarõ- nõ ödünsüz savunmalõdõr. Türkiye’ye saygõ ancak bu ölçüde artacaktõr. Tür- kiye-Ermenistan ilişkilerinin normal- leşebilmesi yalnõzca Türkiye’nin bunu istemesiyle gerçekleşemez. Ermenis- tan’õn da bu iyi komşuluk ilişkilerinin gereğini yerine getirerek, koşulsuz olarak Kars ve Moskova anlaşmalarõ- nõ ve Türkiye’nin 1921’de kabul edi- len ülke sõnõrlarõnõ tanõmasõ ve Türki- ye’den herhangi bir toprak talebinin ol- madõğõnõ resmen deklare etmesi, 18 yõl önce işgal edilen Azerbaycan toprak- larõndan çekilmesi ve soykõrõm iddia- larõnõn kurulacak ortak bir tarihçiler ko- misyonunun araştõrma sonuçlarõna bõ- rakõlmasõna “evet” demesi gerekir. Tarihi bir hata olur Kanõmca, Türkiye’nin asla vazgeç- memesi gereken bu koşullar yerine ge- tirilmeksizin, söz konusu protokolün meclis onayõna sunulmasõ bile tarihi bir hata olacaktõr. Böyle bir politika, dost ve kardeş Azerbaycan halkõyla ilişki- lerimizi -onarõmõ zor biçimde- zede- leyecektir. Ermenistan’õn Türkiye ile imzalanan protokolü dondurma kara- rõndan önce, Başbakan Sayõn Erdoğan, Erivan’a gönderdiği mektup ve med- yaya yaptõğõ açõklamada Türkiye’nin ahde vefa gereği, Ermenistan’la imza- lanan “protokole bağlı kalacağını” ilan etmiştir. Peki Azerbaycan’a veri- len sözler ve güvenceler unutulacak mõ? Ahde vefa, kardeş ülke için geçerli ol- mayacak mõ? İktidarõn Türk kamuoyundan sakla- dõğõ bir diğer konu da, Azerbaycan’dan alõnan gaz fiyatlarõyla ilgilidir. Azer- baycan yetkilileri, son derece nezaketli bir biçimde bu konuda çok temkinli davranmaktadõrlar; hatta Türkiye’ye karşõ bir tepki oluşmamasõ için konu- yu kendi kamuoylarõna açmama ko- nusunda kararlõdõrlar. Ancak dar çer- çevedeki görüşmelerde bu durumdan çok haklõ olarak rahatsõz olduklarõnõ ve kabul edilebilir bir çözüm istedikleri- ni söylemektedirler. “Rusya’ya gaz için ödenen fiyatın daha altında Türkiye’ye gaz satalım, ama bu ar- tık yarı fiyatına da olmasın” diyor- lar Azeri yetkililer. İlginçtir ki, Türki- ye Enerji Bakanõ Sayõn Taner Yõldõz yaptõğõ basõn toplantõsõnda bu konuda açõklama yapmaktan kaçõndõ. Fiyat konusunda da miktar konusunda da “Azeri kardeşlerimizle anlaşırız, an- laşıyoruz” diyerek, somut bir rakam vermedi. Kardeş ve dost ilişkilerinde bi- le ölçü kaçõrõlmamalõ, kamuoyu doğ- ru bilgilendirilmeli ve karşõlõklõ ülke çõ- karlarõ göz önünde tutulmalõdõr. Bi- linmelidir ki, Azerbaycan döviz geli- rinin nerdeyse tamamõnõ petrol ve gaz- dan sağlamaktadõr. Avrupa ülkelerinin büyük önem verdiği ve Avrupa’nõn Rusya enerjisine olan aşõrõ bağõmlõlõğõnõ azaltacak olan Nabucco Projesi’nde, Azerbaycan kilit ülke konumundadõr. Gaz rezervleri bakõmõndan çok zengin olan Türkmenistan ve Kazakistan ga- zõ da Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye taşõnacaktõr. Öte yandan Irak’tan ge- lecek gazõn ve belki de -sular durul- duğunda- İran’õn da büyük gaz re- zervlerinin yine aynõ borulardan Av- rupa’ya akmasõ söz konusudur. Türki- ye, Avrupa Birliği ile yürütmekte ol- duğu tam üyelik görüşmelerinde, hak- lõ olarak elindeki bu koza vurgu yap- malõ ve gelecekte Avrupa enerjisinin sağlanmasõnda Türkiye’nin vazgeçi- lemez konumu ve önemine sürekli olarak dikkat çekmelidir. Azerbaycan-Türkiye ilişkilerini, çok önemli olmasõna rağmen, yalnõzca, (merhum Haydar Aliyev’in deyişiyle) “bir millet iki devlet” ruhuyla açõk- lamak yeterli değildir. Bu iki kardeş ül- kenin güçlenmekte olan beraberliğini, daha da gelişecek olan ekonomik, ticari, kültürel, eğitimsel, iletişimsel ve ener- ji alanlarõnda görmemiz gerekiyor. Azerbaycan şu anda Kafkaslar’õn en güçlü ve en etkin ülkesidir ve önemi hõzla daha da belirginleşecektir. Hükümet kamuoyunu doğru bilgilendirmiyor Prof.Dr. Hakkı KESKİN 2005-2009 Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili / Siyasal Bilimci Geçen hafta Ankara’da yapõlan “2010 Türkiye Enerji Zirvesi’nde” Enerji Bakanõ Sayõn Taner Yõldõz, Azerbaycan’la sürdürülen uzun görüşmelerde anlaşmaya varõldõğõnõ belirtti. Azerbaycan’õn, Türkiye için ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarõlacak gaz bakõmõndan vazgeçilemez önemini vurguladõ. Özellikle Azeri gazõnõn fiyatõ konusunda yine somut bilgi verilmedi. Ekonomik Kriz Nasõl, Ne Zaman Sona Erer? 2 009 yõlõnõn son çeyre- ğinde, ülke ekonomile- rindeki büyüme oranla- rõnõn yükselişi, küresel eko- nomik krizin sona erdiğine dair yorumlarõ da beraberinde getirmektedir. Oysa, Ağustos 2007’de ABD’de yavaş yavaş finans krizi olarak ortaya çõkan, Ekim 2008’den itibaren dünyaya yayõlarak küreselleşen krizin devam ettiğine ilişkin veriler mevcuttur. Salt ekonomik bü- yüme oranlarõndaki yükseliş, krizin sona erdiğine ilişkin bir gösterge olmaktan uzaktõr. Krizin başlangõcõndan günü- müze geçen zaman içinde, ti- pi konusunda, ilgili ve yetki- liler tarafõndan birçok tespit yapõlmõştõr. Kimileri “V” ve “W” kimileri de “U” ve “L” tipi kriz tespitinde bulunurken, yakõn zamanlarda özellikle politikacõlar tarafõndan krizin en kötüsünün geçildiği ve bu- günlerde de sona erdiği dile getirilmektedir. Oysa sona er- mesi bir yana, kriz devletleri de vurmaya başlamõştõr. Kimi ülke ekonomilerinin, finans ve reel sektörlerindeki işsizliğe çare üretmeyen gö- receli iyileşmesi, son örneği- ni Yunanistan’la gördüğümüz gibi devletlerin krize girmesini engelleyebilmiş değildir. Krizin dünyaya yayõlmaya başladõğõ tarihlerde finans sek- töründe yaratõlmõş bulunan fon kaynağõ tutarõ 900 trilyon dolar civarõndaydõ. Diğer de- yişle, türev ürünlerle yaratõlan ve ekonomideki karşõlõğõnõ kat kat aşmõş bulunan kaynak (balon, sanal kaynak) tutarõ yaklaşõk 65 trilyon dolar tuta- rõndaki dünya gayr isafi hasõ- lasõnõn 14 katõydõ. Bilindiği gi- bi küresel ekonomik kriz, fi- nans sektörünün, adeta bir başka ekonomi gibi hareket ederek varlõk ve türev ürünle- rin değerini olmasõ gerekenin 4-5 kat üzerinde belirlemesiyle oluşan balonun patlamasõ so- nucu mortgage (tut-sat konut kredi sistemi) temelli finans krizi ile başlamõş ve süreç içinde küresel ekonomik kri- ze dönüşmüştü. Krizi sona erdirmek için yapõlan Dünya Ticaret Örgü- tü, G20, Dünya Ekonomik Forumu, IMF, Dünya Banka- sõ toplantõlarõnda alõnan ka- rarlar, ilgili ülke halklarõnõn vergilerini kullanarak, finans sermayesinden borçlanarak ve para basarak finans sektö- rünü kurtarmaktan başka bir amaca hizmet etmiyordu. Ge- rek finans gerekse reel sek- tördeki göreceli iyileşme, kriz- den etkilenen emekçilerle hal- kõn, ne işsizliğine ne de reel ücretlerinin ve gelirlerinin dü- şük düzeyine bir çare oluyor- du. Çare olmadõğõ gibi halkõn ve ülkelerin borç tutarlarõnõn yükselerek bütçe ve cari açõk- larõnõn artmasõna, dolayõsõyla borç kõsõrdöngüsüne girmele- rine sebep oluyordu. Birkaç ay önce ABD Baş- kanõ Barack Hussein Oba- ma, kendisinin iktidara gel- mesinde etken rolü olan ve dünyayõ krize sürükleyen fi- nans sermayesine karşõ ted- birler alõnmasõndan söz ediyor, fakat etmesiyle kalõyordu. O günden bugüne değişen bir şey olmuyordu. Ekonomik-politik faktör Görüldüğü gibi alõnan ted- birler, krizin ortaya çõkõşõndaki nedenleri kaldõrmak bir yana, krizi çõkaran finans sektörünün (sermayesinin) güçlenerek te- kelleşmesi ortamõnõ yarat- mõştõr. Dolayõsõyla ekonominin ger- çeklerinden kopuk olarak üre- tilmiş bulunan karşõlõksõz fon kaynaklarõ (balon, sanal kay- nak) olduğu gibi durmakta, da- hasõ büyümeye devam et- mektedir. Buna göre krizin sona ermesini sağlayacak di- ğer ekonomi-politik faktör bi- leşenlerini göz ardõ ederek ve balonun büyümesinin bugün- kü haliyle kaldõğõ düşünülerek, balon tutarõ ile dünya gayri sa- fi milli hasõlasõ arasõnda yapõ- lacak bir karşõlaştõrma, krizin sona erme süresinin 10 yõlõn üzerinde bir zaman dilimi ola- cağõnõ ortaya koyar. Ali ATEŞ [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle