23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 24 MAYIS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9 EMRE DÖKER İZMİR - Toplum Liderlerini Teşkilatlandõrma Projesi kapsamõnda Türk Kõzõlayõ tarafõndan hazõrlanan “Afetlerde Toplum Liderlerinin Rolü ve Depremden Korunma Bilinci” kitapçõkta, afetlerin Allah tarafõndan geldiğini belirten vaazlara ve ayetlere geniş biçimde yer veriliyor. 2008 yõlõnda hazõrlanan kitapçõğõn 4. baskõsõ İzmir’de, Türk Kõzõlayõ’ndan gelen görevliler tarafõndan verilen deprem seminerlerinin ardõndan dağõtõlõyor. Kitapçõkta vaaz ve hutbelerin yanõ sõra Kuranõkerim’den Arapça ve Türkçe ayetler bulunuyor. Yaşanan olumsuz olaylarõn insanlarõn kusurundan geldiği de vurgulayan yazõda şu görüşlere yer veriliyor: “Musibetlerin meydana gelmesinde insanların kusurlarının bulundunu yüce Allah birçok ayetinde bildirmektedir. Allah zulümleri sebebiyle birçok toplumu çeşitli afetlerle cezalandırmış ve helak etmiştir. Her türlü musibet, ancak Allah’ın izni ve takdiriyle meydana gelmektedir. Ancak musibetlerin meydana gelmesinde ya insanların maddi veya manevi kusurları vardır ya da Allah kullarını imtihan etmektedir. Şirk, küfür, isyan ve zulümleri sebebiyle Allah, geçmişte pek çok insanı cezalandırmış, afet, felaket ve musibetlere maruz bırakmış ve helak etmiştir.” ÖZLEM ALTUNOK “Gerek tiyatroda, gerek operada, araya ara- ya, düşüne düşüne karakterleri çözdüm. Aşkta da öyle, tamamen kendinizi verecek, her şeyi düşünecek, hakkını vereceksiniz” di- yordu Semiha Berksoy. Sonradan yaptõğõ bir re- simde, “Aşkın gizi, ölümün gizinden daha bü- yüktür” diyerek dile gelecekti Richard Stra- uss’un Ariadne’si. Altõ yõl önce, 94 yaşõnda ölene kadar, hâlâ aşk- la her sabah ‘do’ sesini veren, yüzünü tuval, tu- valini yaşamõnõ anlattõğõ roman, sesini canlan- dõrdõğõ karakterlerin sesi gibi kullanan, sanatõ- nõn hem nesnesi hem öznesi bir kadõn... İlk Türk opera temsili “Özsoy”da, ilk sesli Türk filmi “İs- tanbul Sokakları”nda rol alan, Berlin Müzik Akademisi Opera Bölümü’nü birincilikle bitiren, Avrupa’da ve Türkiye’de sahneye çõkan ilk Türk opera sanatçõsõ Semiha Berksoy, edindiği onca sõfatõn altõnda ‘ağırlaşmak’ yerine, resimden ya- zõya, enstalasyondan performansa yaşamõnõn son günlerine kadar gitgide hafifleyerek çalõştõ. 24 Mayõs 1910’dan bugüne uzanan bu aşk ve sanat dolu hayat için, 100. doğumyõlõ, dolayõsõyla birçok etkinlik düzenleniyor. Bugün, tam da do- ğum gününde, tüm yõla yayõlan 100. yõl etkin- liklerini de vesile ederek kõzõ, tiyatro sanatçõsõ Zeliha Berksoy’la annesi, dostu, sanatçõ Semi- ha Berksoy’u konuştuk... FARKLI BİR YARADILIŞ - Onu tek bir kimlikle tanımlamak zor ol- sa da Semiha Berksoy her şeyden önce bir opera sanatçısı, öyle değil mi? - Bilemiyorum, avangart, 21. yüzyõlõn resmi- ne hitap eden, kavramsal sanat yapan bir ressam, bir yandan yüksek dramatik soprano, teatral an- latõmõ, bedenini kullanmasõ, performans anlayõşõ, yazdõklarõ, yaşayõşõ, kõyafetleriyle bütüncül bir sanatçõ... Doğuştan farklõ bir yaradõlõş, sõra dõ- şõ bir yetenek... Son yõllarda ressam kimliği da- ha çok bilinir olmuştu ama o, opera artisti kim- liğini gölgelememek için resmi uzun süre sak- ladõ. - Daha çok da 1972’de Devlet Opera ve Ba- lesi’nden emekli olduktan sonra ortaya çı- karıyor sanırım... - Evet, çünkü ‘İşi resme vurdu ve operayı bıraktı’ derler diye o dönem resmi hiç çõkarmadõ ortaya. Oysa dünya çapõnda kavramsal işler ya- põyordu ama opera kariyerine gölge düşürme- me kaygõsõyla üstünü örttü. -1972’de operayla resmi olarak bağlarını koparsa da sonrasında yine pek çok temsil- de görüyoruz Semiha Berksoy’u. Bu emek- lilik için erken emeklilik denilebilir mi? - Erken tabii. Almanya’da bir TV programõnda da sormuşlardõ ona bu soruyu. Yanõtõ ‘Hiç üzülmedim, çünkü özgürce şarkı söylemeye başladım’ olmuştu. Zaten ondan sonra coştu. Ni- tekim 89 yaşõnda New York’ta opera söyledi. Resmi bir kurumda çalõşõyorsanõz her şeyiniz kontrol altõndadõr, Semiha da o yõllarda Anka- ra Devlet Opera ve Balesi’nin başartisti olarak sõfatlarõnõ kuşandõ, kurallara uydu o süreci da- ha verimli geçirebilecekken. SAVAŞ YILLARI - Semiha Berksoy, birçok ‘ilk’in öncülü- ğünü yapmasının yanı sıra, son yıllarına ka- dar hep aktif ve sanatla yaşayan bir kadın- dı. Böyle zengin ve yoğun bir sanat hayatına rağmen çok da keşfedilmemiş, fark edilme- miş olduğunu düşünüyor musunuz? Ya da bu daha çok onun tercihi miydi? - Onun bulunduğu durumun iki handikapõ var- dõ, birincisi 40’lõ yõllar, savaş yõllarõ, Avrupa’da kalõrsa buraya dönmemesi lazõmdõ, ikincisi Türkiye’de o dönemde bir opera yoktu. Annem ‘Ülkeme döneceğim, orada kendi insanıma hizmet edeceğim ve bir numaraya çıkaraca- ğım’ diyor ve dönüyor. Burada ise ne yazõk ki özellikle o yõllarda yö- netim, zihniyet, eğitim; uzun yõllar sahneye çõ- kabileceği ADOB mesela, onun sanatsal ol- gunluğundan geride. Düşünün 1940’ta Ber- lin’den geldiğinde burada opera yok, konser- vatuvar 1936’da kurulmuş ama daha mezun yok... Karl Ebert onu görünce ‘Nihayet ope- raya başlayabilirim’ diyor. Ama Ebert 48’de ülkesine dönünce, opera yerel bir çizgiye kayõ- yor ve annem de onlara uymak yerine çõtayõ yük- seltmek istediği için yok sayõlõyor. Tabii bu ka- dar cüretkâr ve ileri bir sanat yapmak istediği- nizde anlaşõlmak da pek kolay olmuyor. Ülke sõ- nõrlarõnõn dõşõna çõktõğõnda Semiha hep daha yük- seklerde oldu. NÂZIM VE POLİTİK DURUŞ - Nâzım Hikmet’le dostluğu, politik duru- şu da etki etmiş olmalı sanat kariyerine... - 50’li, 60’lõ yõllarda Türkiye’de de sanat ve fikir insanlarõna karşõ yürütülen bir McCarthy avõ vardõ. Annem de bundan payõnõ aldõ elbet- te. Bir de cemaat ilişkilerinden, bu tür ahbap- lõklardan uzak durdu. Dolayõsõyla öne çõkmak, kendini göstermek için bu yollarõ kullanmadõ. Kendini bildiği için de ne moral bozukluğu ya- şõyor ne de alõnganlõk üretiyordu. Bilmenin ge- tirdiği rahatlõk... O böyle şeylere eleştirel bakar, burada iş yürümeyince Viyana’da, Münih’te kon- ser verir, güzel tepkiler alõrdõ. - Bir de hayatını sanata dönüştüren biri, va- roluşsal bir performansın parçaları gibi tüm yaptıkları... - Acõlarõ, mücadelesi, karşõlaştõklarõ, dene- yimleri, dostluklarõ... Hepsini farklõ bir boyutta bir imajinasyon içinde anlatõyor, bunu yaparken de bütün anlattõklarõna efsanevi, kozmik bir form veriyor. Bir de sevinçle anlatõyor, hep pozitif, ama bu sevincin altõnda hayata çok derinden bakan biri var. GÜNDELİK HAYAT - Bu coşku, son yıllarında da azalmıyor. Ser- giler, konserler, performanslar devam edi- yor... - Tabii her gün ‘do’ sesi verilecek, projeler üre- tilecek, çalõşõlacak... Hayatta olduğunu öyle hissediyor çünkü. Bir kere çok disiplinli, sis- temliydi. ‘Sanat meselesi ciddiyet ister’ derdi, çok amansõz, acõmasõzdõ bu konuda. Hatta Nâ- zõm bir mektubunda ‘Artistlik tarafınızın ne ka- dar insafsız olduğunu bildiğim için affı artist Semiha Berksoy’dan beklemiyorum’ der. Ama Semiha en iyisini, en kusursuzunu yapmak için kendine acõmasõzdõ. - O kadar neşeye, enerjiye karşın çalışkan, hırslı insanların yalnızlığını taşır mıydı? - Evet, zaten yalnõzlõğõ severdi, çok yakõn dost- larõ dõşõnda zamanõ kendine harcar, kuru gürül- tüden hoşlanmazdõ. Hep çok meşguldü, o kadar meşguldü ki hiç vakti yoktu başkalarõna... Sabah 5’te kalkar, kafasõnda hep bir proje, hemen he- yecanla üstüne kafa yormaya başlardõ. Mesela ölümünden bir yõl önce bir gün yine odasõnda ça- lõşõyor, “Ne oluyor?” dedim, “Müthiş bir proje hazırlıyorum, bir bomba, ‘Salome’ ya- pacağım” dedi. 24 sayfalõk arya çalõşõyor, hem de nota mota değil, orkestral versiyonunu çalõ- şõyor. “Salome”nin felsefesini araştõrõyor, Oscar Wilde okuyor, Salome’yi resmediyor, kumaş- lar, tütsüler alõyor, kostümleri hazõrlõyor. Bir gün Herald Szemann geldi, Salome çalõştõğõnõ öğ- renince Viyana’daki performans gösterisine ça- ğõrdõ, kalktõk gittik... Yani her şey kendiliğinden oluyor onun dünyasõnda. O yoğunluktan, ka- panmadan kendiliğinden ortaya çõkan işler. ÇOCUKSU BİR COŞKU - Peki, onun dünyası sizin hayatınıza nasıl yansıdı. Siz de sanatçısınız, ama bir yandan da neredeyse hep ona eşlik ederek onun ha- yatını yaşamışsınız... - Kõzõ olarak zor bunu tanõmlamak ama ben Se- miha’yõ annem olmasõndan çok, belki de ben de bir sanatçõ olduğum için, kendine has, rengârenk, nadide bir kuşu korumak zorunda gibi hisse- derdim kendimi. Ama kõzõ olmasaydõm da iliş- kimiz pek farklõ olmazdõ diye düşünüyorum. Pek çok yakõn dostunun yaptõğõ gibi benden bir şey istese işimi bõrakõr eşlik ederdim ona. Gündelik hayatõmõzda elbette anne-kõz gibiydik ama onun kafasõnda hep bir proje olur, bir şey okur anlatõrdõ. Beş yaşõndaki bir çocuğun coş- kusunu taşõrdõ. Son dönemlerde artõk sen benim annem oldun der, ‘Anne’ diye seslenirdi bana. İş, sanata geldiği zaman ise bizi bilinçli bir şe- kilde ayõrõrdõ. İki sanatçõ kişiliktik. Eğer ben bir oyuna, projeye hazõrlanõyorsam o süre boyun- ca evde çõt çõkmaz, o zaman adõm Zeliha Hanõm olur ve bana destek çõkardõ. Tiyatro sanatçõsõ Zeliha Berksoy, 100. doğum gününde annesi, dostu, sanatçõ Semiha Berksoy’u anlatõyor A nnem Alman repertu- varõna çok hâkimdi, çok güzel Beethoven, Schu- mann, Schubert söylerdi. “Fide- lio”yu ondan dinlemek ayrõ zevk- ti, bir de “Salome” elbette... Ölü- münden 8-9 ay önce, Viyana’da Tanzquartier Sahnesi’nde “Salo- me” performansõnõn ardõndan, ona “Semiha Hanım Viyana’da nereye gitmek istersiniz?” de- diler. “Beni, Beethoven’in me- zarına götürün” dedi. Ortada Mozart’õn anõtõ, etrafõnda Beet- hoven, Strauss’un mezarlarõ... Semiha, önce gitti Mozart’a bak- tõ, sonra diğerlerine, en sonunda Beethoven’in mezarõnõn önünde dimdik durdu ve Beethoven’in “Ölümün Huzurunda” aryasõnõ, ardõndan da “Fidelio”yu söyledi. Mezarlõk çõn çõn ötüyor, insanlar etrafõmõza toplandõ ama o hiç bilmiyor. Bitti. Selam vererek geri geri çekildi oradan. Son söy- lediği şarkõydõ. Sonra Türkiye’ye döndüğümüzde bana “Sana bir şey söyleyeyim mi Zeliha, ben artık noktayı koydum, bitti ar- tık, bundan sonrası arsızlığa gi- rer” dedi. 8 ay sonra da öldü... “İstediğim her şeyi yaptım ve son derece mesudum. Özellik- le şu son 10 senede tüm dün- yada performans, resim, sahne, konser, ne istediysem hepsini di- bine kadar yaptım” diyordu. Artõk o yok. Şimdi benim işim onun yaptõklarõnõn hizmetini gör- mek. ‘ÖlümünHuzurunda’ 100yaşõndaetkinlikleri Hayatõ sanat gibi yaşadõ“Her gün ‘do’ sesi verilecek, projeler üretilecek, çalõşõlacak... Hayatta olduğunu öyle hissediyordu çünkü. Bir kere çok disiplinliydi. ‘Sanat meselesi ciddiyet ister’ derdi, çok amansõz, acõmasõzdõ bu konuda. Hatta Nâzõm bir mektubunda bu yüzden ‘Artistlik tarafõnõzõn ne kadar insafsõz olduğunu bildiğim için affõ artist Semiha Berksoy’dan beklemiyorum’ der.” 11 Ağustos 1999... Saat 13.30’a yaklaşõyor. Bizimki daha ön- ceden öğrenmiş ve hazõrlõklara başlamõş bile, saat 13.30’da güneş tutulacak! Kostüm, makyaj hazõr, ses açõl- mõş, her şey tamam, Semiha pencerenin önünde güneşin tutulmasõnõ bekliyor “Fidelio”yu söylemek için... Sonra- dan öğrendim ki güneş tutulduğunda yerlilerin yaptõğõ bir ritüelmiş bu. O performansõ kaydetmiştim, Semiha bu kaydõ bir mektup eşliğinde Robert Wilson’a ithaf etti. Semiha Berksoy Opera Vakfõ, 15 yõldõr sanatçõnõn eserleri- nin korunmasõ ve tanõtõlmasõna hizmet ediyor. Zeliha Berksoy’un girişimleri sonucunda Kültür ve Turizm Ba- kanlõğõ ve Beyoğlu Belediyesi, vakõf için Galata’da bir müze binasõ tahsis etti. Tahsis işlemleri bittiğinde Semiha Berksoy’un opera arşivi, resimleri, dialar, özel eşyalar, mektuplar, belgeleri de içeren bu zengin koleksiyon sü- rekli değişen sergilerle sanatseverlere sunulacak. Semiha Berksoy’un fırçasından, Alman opera sanatçısı Elizabeth Schwarzkopf portresi (solda), 1958’de Almanya’da Bayreuth Festivali’ne katılan Semiha Berksoy, Bayreuth Festspiel Haus’un önünde (ortada), Sebati Karakurt’un objektifinden Semiha Berksoy. S emiha Berksoy’un 100. yaş kutlamalarõ Şubat ayõnda Türkçe oynanan ilk opera “Tos- ca”dan alõntõ “Ben Yaşardım Aşk ve Sanatla” başlõğõ al- tõnda Yapõ Kredi Kültür Mer- kezi’nde açõlan kapsamlõ ser- giyle başladõ. İzmir Devlet Opera ve Ba- lesi, 15 Mayõs’ta, Strauss’un “Ariadne Naksos’ta”sõyla Almanya’da opera sahnesine ilk kez çõkan bu Türk sopra- nosunu aynõ eseri ona ithaf ederek sahneledi. Semiha Berksoy, bugün, yani 100. doğum gününde, İs- tanbul Devlet Opera ve Ba- lesi’nce Süreyya Operasõ’nda onun seslendirdiği operalar- dan oluşan bir gala konserle anõlacak. Kutlamalar, yarõn, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Ege Çağdş Eğitim Vak- fõ’nõn düzenlediği bir konser ve küratörlüğünü Melih Gü- neş’in üstlendiği kapsamlõ bir sergiyle İzmir’de süre- cek. Haziran ayõnda ise Mimar- lar Odasõ’nda, yine Melih Güneş’in düzenleyeceği, ca- mi, şadõrvan ve türbeleri res- mettiği mimari ağõrlõklõ re- simlerden oluşan bir sergi düzenlenecek. 100. yaş kut- lamalarõ, Semiha Berksoy Opera Vakfõ’nõn düzenleye- ceği konserle son bulacak. Zeliha Berksoy, Semiha Berksoy’un kendi hayatını özetlediği ve “Bütün dünyam odamın içinde” sözleriyle tanımladığı enstalasyonu “Semiha Berksoy Odası”nda. SÜHEYL BATUM Yazdı İki Demeç ve Tarihsel Sorumluluk Bu yazıyı yazarken daha CHP kurultayı başlamadı. Doğal olarak, partiyi de ancak dışarıdan izleyebildiğim için, bu yazıyı daha Sayın Kılıçdaroğlu’nun seçilip seçilmediğini, kaç oy aldığını bilmeden yazıyorum. Ama Sayın Başbakan’ın son günlerdeki iki demeci, beni, bu yazıyı hemen yazmaya itti. Çünkü Sayın Kılıçdaroğlu’nun da, kurultaya tüm katılanların da, tüm CHP’lilerin de, hatta CHP’li olmayan tüm Cumhuriyetçilerin de, ne denli büyük sorumlulukları, hatta hepimizin sorumluluğu olduğunu şimdiden vurgulamak istedim. Neydi Sayın Başbakan’ın iki demeci? Birincisini, halkoylaması tarihini 120 gün sonraya atan Yüksek Seçim Kurulu’nun kararını eleştirirken verdi: “Son günlerde YSK’nin de siyasallaşmaya başladığı söyleniyordu, bu kararı ile onu doğruladı” dedi. Pekiyi, ne yapmıştı YSK? İktidar yasayı değiştirmiş ve halkoylamasının yapılış süresini 120 günden 60 güne indirmişti. Ve YSK de anayasanın 67 ve 79. maddelerini bir arada değerlendirip bu değişikliğin, bu ilk halkoylaması için uygulanamayacağını söylemişti. Yani hukuksal bir soruna hukuksal bir çözüm üretmişti. İşte Sayın Başbakan, bu hukuksal yoruma katılmadığı için çok kızmış. Ve anayasal bir kurumun siyasallaştığına karar veriyor. Azarlıyor. Hem de bugüne kadar hiçbir başbakanın yapmadığı gibi. Ki hatırlayın, aynı YSK, 1964’te iktidar partisinin İstanbul belediye başkanını görevinden düşürmüştü. Yine 1968’de iktidar partisinin tüm belediye meclisi üyelerinin üyeliklerini düşürmüştü. Ve ne o zaman, ne de sonra hiçbir siyasetçi böyle bir yorumda bulunmadı. Bulunamadı. Oysa şimdiki Başbakanımız, diğer tüm yargı organlarına olduğu gibi, YSK’ye de çok kızdı. Nedeni de, YSK’nin yorumunun kendisininkinden farklı olması. Anayasal bir kurummuş, anayasa bu konuda tüm yetkiyi YSK’ye vermiş... Hiç önemli değil. Nasıl olur da Başbakan’dan farklı düşünür... O kadar... İkinci demecini de dün duydum. Grizu patlaması sonucu yaşamını yitiren işçilerimiz için geldiği Zonguldak’ta, Sayın Başbakan şunları söyledi: “Bu arkadaşlar, bu tür olaylara alışkın olmalıdır, bunu bilerek işe giriyorlar.” Daha sonra da aynen şöyle dedi: “Birkaç kişi protesto ettiler, derhal emniyet müdürüm ve tüm emniyetimiz ilgilendiler, protesto eden kişi buralı değilmiş, siz sakın provokatörlerin bu oyunlarına gelmeyin.” Düşünün bir tarafta eşlerini, babalarını, yakınlarını yitirmiş acılı aileler ve diğer tarafta üzülen, bağıran, protesto eden varsa, onlara “protesto etmeyin, ederseniz emniyet gözaltına alır, soruşturur, buralı mısınız diye de bakar, bir de buralı değilse, provokatör olduğu anlaşılır” diyen bir siyasetçi. İşte bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu’nun da, tüm CHP’lilerin de, kurultaya katılanların da, hatta Cumhuriyeti savunan tüm partilerin de büyük sorumlulukları var. Cumhuriyeti sevenler adına, Türkiye’nin tüm aydınlık insanları adına “gereğini yapmak.” Ve bu insanlar, gerçekten de “Türkiye’nin aydınlık insanları”. Yani “demokratik, laik, sosyal, hukukun üstünlüğüne dayalı bir Cumhuriyeti savunan” ve bundan başka hiçbir şey istemeyen kişiler. Yani “Benim param yok, çocuklarımı arkadaşlarım okutuyor” deyip, birkaç yıl sonra onlara gemiler, elektrik santralları, pırlanta dükkânları almayan kişiler. Yani TEKEL’i peşkeş çekip sonra TEKEL işçilerine dayağı, biber gazını reva görüp, daha da kızınca “dışarıda milyonlarca işsiz var, sizi atar, onları alırız” demeyen insanlar. Yani Zonguldak’ta grizu patlaması sonucu yaşamlarını yitiren insanlara “siz bunlara alışkın olmalısınız, bunu bilerek işe giriyorsunuz” demeyen kişiler. Yani parasının kaynağını soranlara, “annemin çıkınından çıktı” ya da “size ne, varsayın ki sünnet düğününde geldi” demeyen insanlar. İşte bu yüzden, CHP kurultayının bu sorumluluğu yerine getireceğine emin olarak, bu yazıyı, Türkiye’nin aydınlık insanları için, daha şimdiden yazıyorum. ‘İnsan kusur işliyor Allah cezalandõrõyor’ KIZILAY’IN AFETLERE BAKIŞI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle