Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
24 MAYIS 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9
EMRE DÖKER
İZMİR - Toplum Liderlerini Teşkilatlandõrma
Projesi kapsamõnda Türk Kõzõlayõ tarafõndan
hazõrlanan “Afetlerde Toplum Liderlerinin Rolü
ve Depremden Korunma Bilinci” kitapçõkta,
afetlerin Allah tarafõndan geldiğini belirten
vaazlara ve ayetlere geniş biçimde yer veriliyor.
2008 yõlõnda hazõrlanan kitapçõğõn 4. baskõsõ
İzmir’de, Türk Kõzõlayõ’ndan gelen görevliler
tarafõndan verilen deprem seminerlerinin
ardõndan dağõtõlõyor. Kitapçõkta vaaz ve
hutbelerin yanõ sõra Kuranõkerim’den Arapça ve
Türkçe ayetler bulunuyor. Yaşanan olumsuz
olaylarõn insanlarõn kusurundan geldiği de
vurgulayan yazõda şu görüşlere yer veriliyor:
“Musibetlerin meydana gelmesinde
insanların kusurlarının bulundunu yüce
Allah birçok ayetinde bildirmektedir. Allah
zulümleri sebebiyle birçok toplumu çeşitli
afetlerle cezalandırmış ve helak etmiştir. Her
türlü musibet, ancak Allah’ın izni ve
takdiriyle meydana gelmektedir. Ancak
musibetlerin meydana gelmesinde ya
insanların maddi veya manevi kusurları
vardır ya da Allah kullarını imtihan
etmektedir. Şirk, küfür, isyan ve zulümleri
sebebiyle Allah, geçmişte pek çok insanı
cezalandırmış, afet, felaket ve musibetlere
maruz bırakmış ve helak etmiştir.”
ÖZLEM ALTUNOK
“Gerek tiyatroda, gerek operada, araya ara-
ya, düşüne düşüne karakterleri çözdüm.
Aşkta da öyle, tamamen kendinizi verecek, her
şeyi düşünecek, hakkını vereceksiniz” di-
yordu Semiha Berksoy. Sonradan yaptõğõ bir re-
simde, “Aşkın gizi, ölümün gizinden daha bü-
yüktür” diyerek dile gelecekti Richard Stra-
uss’un Ariadne’si.
Altõ yõl önce, 94 yaşõnda ölene kadar, hâlâ aşk-
la her sabah ‘do’ sesini veren, yüzünü tuval, tu-
valini yaşamõnõ anlattõğõ roman, sesini canlan-
dõrdõğõ karakterlerin sesi gibi kullanan, sanatõ-
nõn hem nesnesi hem öznesi bir kadõn... İlk Türk
opera temsili “Özsoy”da, ilk sesli Türk filmi “İs-
tanbul Sokakları”nda rol alan, Berlin Müzik
Akademisi Opera Bölümü’nü birincilikle bitiren,
Avrupa’da ve Türkiye’de sahneye çõkan ilk Türk
opera sanatçõsõ Semiha Berksoy, edindiği onca
sõfatõn altõnda ‘ağırlaşmak’ yerine, resimden ya-
zõya, enstalasyondan performansa yaşamõnõn son
günlerine kadar gitgide hafifleyerek çalõştõ.
24 Mayõs 1910’dan bugüne uzanan bu aşk ve
sanat dolu hayat için, 100. doğumyõlõ, dolayõsõyla
birçok etkinlik düzenleniyor. Bugün, tam da do-
ğum gününde, tüm yõla yayõlan 100. yõl etkin-
liklerini de vesile ederek kõzõ, tiyatro sanatçõsõ
Zeliha Berksoy’la annesi, dostu, sanatçõ Semi-
ha Berksoy’u konuştuk...
FARKLI BİR YARADILIŞ
- Onu tek bir kimlikle tanımlamak zor ol-
sa da Semiha Berksoy her şeyden önce bir
opera sanatçısı, öyle değil mi?
- Bilemiyorum, avangart, 21. yüzyõlõn resmi-
ne hitap eden, kavramsal sanat yapan bir ressam,
bir yandan yüksek dramatik soprano, teatral an-
latõmõ, bedenini kullanmasõ, performans anlayõşõ,
yazdõklarõ, yaşayõşõ, kõyafetleriyle bütüncül bir
sanatçõ... Doğuştan farklõ bir yaradõlõş, sõra dõ-
şõ bir yetenek... Son yõllarda ressam kimliği da-
ha çok bilinir olmuştu ama o, opera artisti kim-
liğini gölgelememek için resmi uzun süre sak-
ladõ.
- Daha çok da 1972’de Devlet Opera ve Ba-
lesi’nden emekli olduktan sonra ortaya çı-
karıyor sanırım...
- Evet, çünkü ‘İşi resme vurdu ve operayı
bıraktı’ derler diye o dönem resmi hiç çõkarmadõ
ortaya. Oysa dünya çapõnda kavramsal işler ya-
põyordu ama opera kariyerine gölge düşürme-
me kaygõsõyla üstünü örttü.
-1972’de operayla resmi olarak bağlarını
koparsa da sonrasında yine pek çok temsil-
de görüyoruz Semiha Berksoy’u. Bu emek-
lilik için erken emeklilik denilebilir mi?
- Erken tabii. Almanya’da bir TV programõnda
da sormuşlardõ ona bu soruyu. Yanõtõ ‘Hiç
üzülmedim, çünkü özgürce şarkı söylemeye
başladım’ olmuştu. Zaten ondan sonra coştu. Ni-
tekim 89 yaşõnda New York’ta opera söyledi.
Resmi bir kurumda çalõşõyorsanõz her şeyiniz
kontrol altõndadõr, Semiha da o yõllarda Anka-
ra Devlet Opera ve Balesi’nin başartisti olarak
sõfatlarõnõ kuşandõ, kurallara uydu o süreci da-
ha verimli geçirebilecekken.
SAVAŞ YILLARI
- Semiha Berksoy, birçok ‘ilk’in öncülü-
ğünü yapmasının yanı sıra, son yıllarına ka-
dar hep aktif ve sanatla yaşayan bir kadın-
dı. Böyle zengin ve yoğun bir sanat hayatına
rağmen çok da keşfedilmemiş, fark edilme-
miş olduğunu düşünüyor musunuz? Ya da bu
daha çok onun tercihi miydi?
- Onun bulunduğu durumun iki handikapõ var-
dõ, birincisi 40’lõ yõllar, savaş yõllarõ, Avrupa’da
kalõrsa buraya dönmemesi lazõmdõ, ikincisi
Türkiye’de o dönemde bir opera yoktu. Annem
‘Ülkeme döneceğim, orada kendi insanıma
hizmet edeceğim ve bir numaraya çıkaraca-
ğım’ diyor ve dönüyor.
Burada ise ne yazõk ki özellikle o yõllarda yö-
netim, zihniyet, eğitim; uzun yõllar sahneye çõ-
kabileceği ADOB mesela, onun sanatsal ol-
gunluğundan geride. Düşünün 1940’ta Ber-
lin’den geldiğinde burada opera yok, konser-
vatuvar 1936’da kurulmuş ama daha mezun
yok... Karl Ebert onu görünce ‘Nihayet ope-
raya başlayabilirim’ diyor. Ama Ebert 48’de
ülkesine dönünce, opera yerel bir çizgiye kayõ-
yor ve annem de onlara uymak yerine çõtayõ yük-
seltmek istediği için yok sayõlõyor. Tabii bu ka-
dar cüretkâr ve ileri bir sanat yapmak istediği-
nizde anlaşõlmak da pek kolay olmuyor. Ülke sõ-
nõrlarõnõn dõşõna çõktõğõnda Semiha hep daha yük-
seklerde oldu.
NÂZIM VE POLİTİK DURUŞ
- Nâzım Hikmet’le dostluğu, politik duru-
şu da etki etmiş olmalı sanat kariyerine...
- 50’li, 60’lõ yõllarda Türkiye’de de sanat ve
fikir insanlarõna karşõ yürütülen bir McCarthy
avõ vardõ. Annem de bundan payõnõ aldõ elbet-
te. Bir de cemaat ilişkilerinden, bu tür ahbap-
lõklardan uzak durdu. Dolayõsõyla öne çõkmak,
kendini göstermek için bu yollarõ kullanmadõ.
Kendini bildiği için de ne moral bozukluğu ya-
şõyor ne de alõnganlõk üretiyordu. Bilmenin ge-
tirdiği rahatlõk... O böyle şeylere eleştirel bakar,
burada iş yürümeyince Viyana’da, Münih’te kon-
ser verir, güzel tepkiler alõrdõ.
- Bir de hayatını sanata dönüştüren biri, va-
roluşsal bir performansın parçaları gibi tüm
yaptıkları...
- Acõlarõ, mücadelesi, karşõlaştõklarõ, dene-
yimleri, dostluklarõ... Hepsini farklõ bir boyutta
bir imajinasyon içinde anlatõyor, bunu yaparken
de bütün anlattõklarõna efsanevi, kozmik bir form
veriyor. Bir de sevinçle anlatõyor, hep pozitif, ama
bu sevincin altõnda hayata çok derinden bakan
biri var.
GÜNDELİK HAYAT
- Bu coşku, son yıllarında da azalmıyor. Ser-
giler, konserler, performanslar devam edi-
yor...
- Tabii her gün ‘do’ sesi verilecek, projeler üre-
tilecek, çalõşõlacak... Hayatta olduğunu öyle
hissediyor çünkü. Bir kere çok disiplinli, sis-
temliydi. ‘Sanat meselesi ciddiyet ister’ derdi,
çok amansõz, acõmasõzdõ bu konuda. Hatta Nâ-
zõm bir mektubunda ‘Artistlik tarafınızın ne ka-
dar insafsız olduğunu bildiğim için affı artist
Semiha Berksoy’dan beklemiyorum’ der.
Ama Semiha en iyisini, en kusursuzunu yapmak
için kendine acõmasõzdõ.
- O kadar neşeye, enerjiye karşın çalışkan,
hırslı insanların yalnızlığını taşır mıydı?
- Evet, zaten yalnõzlõğõ severdi, çok yakõn dost-
larõ dõşõnda zamanõ kendine harcar, kuru gürül-
tüden hoşlanmazdõ. Hep çok meşguldü, o kadar
meşguldü ki hiç vakti yoktu başkalarõna... Sabah
5’te kalkar, kafasõnda hep bir proje, hemen he-
yecanla üstüne kafa yormaya başlardõ. Mesela
ölümünden bir yõl önce bir gün yine odasõnda ça-
lõşõyor, “Ne oluyor?” dedim, “Müthiş bir
proje hazırlıyorum, bir bomba, ‘Salome’ ya-
pacağım” dedi. 24 sayfalõk arya çalõşõyor, hem
de nota mota değil, orkestral versiyonunu çalõ-
şõyor.
“Salome”nin felsefesini araştõrõyor, Oscar
Wilde okuyor, Salome’yi resmediyor, kumaş-
lar, tütsüler alõyor, kostümleri hazõrlõyor. Bir gün
Herald Szemann geldi, Salome çalõştõğõnõ öğ-
renince Viyana’daki performans gösterisine ça-
ğõrdõ, kalktõk gittik... Yani her şey kendiliğinden
oluyor onun dünyasõnda. O yoğunluktan, ka-
panmadan kendiliğinden ortaya çõkan işler.
ÇOCUKSU BİR COŞKU
- Peki, onun dünyası sizin hayatınıza nasıl
yansıdı. Siz de sanatçısınız, ama bir yandan
da neredeyse hep ona eşlik ederek onun ha-
yatını yaşamışsınız...
- Kõzõ olarak zor bunu tanõmlamak ama ben Se-
miha’yõ annem olmasõndan çok, belki de ben de
bir sanatçõ olduğum için, kendine has, rengârenk,
nadide bir kuşu korumak zorunda gibi hisse-
derdim kendimi. Ama kõzõ olmasaydõm da iliş-
kimiz pek farklõ olmazdõ diye düşünüyorum. Pek
çok yakõn dostunun yaptõğõ gibi benden bir şey
istese işimi bõrakõr eşlik ederdim ona.
Gündelik hayatõmõzda elbette anne-kõz gibiydik
ama onun kafasõnda hep bir proje olur, bir şey
okur anlatõrdõ. Beş yaşõndaki bir çocuğun coş-
kusunu taşõrdõ. Son dönemlerde artõk sen benim
annem oldun der, ‘Anne’ diye seslenirdi bana.
İş, sanata geldiği zaman ise bizi bilinçli bir şe-
kilde ayõrõrdõ. İki sanatçõ kişiliktik. Eğer ben bir
oyuna, projeye hazõrlanõyorsam o süre boyun-
ca evde çõt çõkmaz, o zaman adõm Zeliha Hanõm
olur ve bana destek çõkardõ.
Tiyatro sanatçõsõ Zeliha Berksoy, 100. doğum gününde annesi, dostu, sanatçõ Semiha Berksoy’u anlatõyor
A
nnem Alman repertu-
varõna çok hâkimdi, çok
güzel Beethoven, Schu-
mann, Schubert söylerdi. “Fide-
lio”yu ondan dinlemek ayrõ zevk-
ti, bir de “Salome” elbette... Ölü-
münden 8-9 ay önce, Viyana’da
Tanzquartier Sahnesi’nde “Salo-
me” performansõnõn ardõndan,
ona “Semiha Hanım Viyana’da
nereye gitmek istersiniz?” de-
diler. “Beni, Beethoven’in me-
zarına götürün” dedi. Ortada
Mozart’õn anõtõ, etrafõnda Beet-
hoven, Strauss’un mezarlarõ...
Semiha, önce gitti Mozart’a bak-
tõ, sonra diğerlerine, en sonunda
Beethoven’in mezarõnõn önünde
dimdik durdu ve Beethoven’in
“Ölümün Huzurunda” aryasõnõ,
ardõndan da “Fidelio”yu söyledi.
Mezarlõk çõn çõn ötüyor, insanlar
etrafõmõza toplandõ ama o hiç
bilmiyor. Bitti. Selam vererek
geri geri çekildi oradan. Son söy-
lediği şarkõydõ. Sonra Türkiye’ye
döndüğümüzde bana “Sana bir
şey söyleyeyim mi Zeliha, ben
artık noktayı koydum, bitti ar-
tık, bundan sonrası arsızlığa gi-
rer” dedi. 8 ay sonra da öldü...
“İstediğim her şeyi yaptım ve
son derece mesudum. Özellik-
le şu son 10 senede tüm dün-
yada performans, resim, sahne,
konser, ne istediysem hepsini di-
bine kadar yaptım” diyordu.
Artõk o yok. Şimdi benim işim
onun yaptõklarõnõn hizmetini gör-
mek.
‘ÖlümünHuzurunda’ 100yaşõndaetkinlikleri
Hayatõ sanat gibi yaşadõ“Her gün ‘do’ sesi
verilecek, projeler üretilecek,
çalõşõlacak... Hayatta
olduğunu öyle hissediyordu
çünkü. Bir kere çok
disiplinliydi. ‘Sanat meselesi
ciddiyet ister’ derdi, çok
amansõz, acõmasõzdõ bu
konuda. Hatta Nâzõm bir
mektubunda bu yüzden
‘Artistlik tarafõnõzõn ne kadar
insafsõz olduğunu
bildiğim için affõ artist
Semiha Berksoy’dan
beklemiyorum’ der.”
11 Ağustos 1999... Saat 13.30’a yaklaşõyor. Bizimki daha ön-
ceden öğrenmiş ve hazõrlõklara başlamõş bile, saat
13.30’da güneş tutulacak! Kostüm, makyaj hazõr, ses açõl-
mõş, her şey tamam, Semiha pencerenin önünde güneşin
tutulmasõnõ bekliyor “Fidelio”yu söylemek için... Sonra-
dan öğrendim ki güneş tutulduğunda yerlilerin yaptõğõ bir
ritüelmiş bu. O performansõ kaydetmiştim, Semiha bu
kaydõ bir mektup eşliğinde Robert Wilson’a ithaf etti.
Semiha Berksoy Opera Vakfõ, 15 yõldõr sanatçõnõn eserleri-
nin korunmasõ ve tanõtõlmasõna hizmet ediyor. Zeliha
Berksoy’un girişimleri sonucunda Kültür ve Turizm Ba-
kanlõğõ ve Beyoğlu Belediyesi, vakõf için Galata’da bir
müze binasõ tahsis etti. Tahsis işlemleri bittiğinde Semiha
Berksoy’un opera arşivi, resimleri, dialar, özel eşyalar,
mektuplar, belgeleri de içeren bu zengin koleksiyon sü-
rekli değişen sergilerle sanatseverlere sunulacak.
Semiha Berksoy’un
fırçasından, Alman opera
sanatçısı Elizabeth
Schwarzkopf portresi
(solda), 1958’de
Almanya’da Bayreuth
Festivali’ne katılan Semiha
Berksoy, Bayreuth
Festspiel Haus’un önünde
(ortada), Sebati
Karakurt’un objektifinden
Semiha Berksoy.
S
emiha Berksoy’un
100. yaş kutlamalarõ
Şubat ayõnda Türkçe
oynanan ilk opera “Tos-
ca”dan alõntõ “Ben Yaşardım
Aşk ve Sanatla” başlõğõ al-
tõnda Yapõ Kredi Kültür Mer-
kezi’nde açõlan kapsamlõ ser-
giyle başladõ.
İzmir Devlet Opera ve Ba-
lesi, 15 Mayõs’ta, Strauss’un
“Ariadne Naksos’ta”sõyla
Almanya’da opera sahnesine
ilk kez çõkan bu Türk sopra-
nosunu aynõ eseri ona ithaf
ederek sahneledi.
Semiha Berksoy, bugün,
yani 100. doğum gününde, İs-
tanbul Devlet Opera ve Ba-
lesi’nce Süreyya Operasõ’nda
onun seslendirdiği operalar-
dan oluşan bir gala konserle
anõlacak. Kutlamalar, yarõn,
İzmir Büyükşehir Belediyesi
ve Ege Çağdş Eğitim Vak-
fõ’nõn düzenlediği bir konser
ve küratörlüğünü Melih Gü-
neş’in üstlendiği kapsamlõ
bir sergiyle İzmir’de süre-
cek.
Haziran ayõnda ise Mimar-
lar Odasõ’nda, yine Melih
Güneş’in düzenleyeceği, ca-
mi, şadõrvan ve türbeleri res-
mettiği mimari ağõrlõklõ re-
simlerden oluşan bir sergi
düzenlenecek. 100. yaş kut-
lamalarõ, Semiha Berksoy
Opera Vakfõ’nõn düzenleye-
ceği konserle son bulacak.
Zeliha Berksoy, Semiha Berksoy’un
kendi hayatını özetlediği ve “Bütün
dünyam odamın içinde” sözleriyle
tanımladığı enstalasyonu “Semiha
Berksoy Odası”nda.
SÜHEYL BATUM
Yazdı
İki Demeç ve
Tarihsel Sorumluluk
Bu yazıyı yazarken daha CHP kurultayı
başlamadı. Doğal olarak, partiyi de ancak
dışarıdan izleyebildiğim için, bu yazıyı daha Sayın
Kılıçdaroğlu’nun seçilip seçilmediğini, kaç oy
aldığını bilmeden yazıyorum. Ama Sayın
Başbakan’ın son günlerdeki iki demeci, beni, bu
yazıyı hemen yazmaya itti. Çünkü Sayın
Kılıçdaroğlu’nun da, kurultaya tüm katılanların da,
tüm CHP’lilerin de, hatta CHP’li olmayan tüm
Cumhuriyetçilerin de, ne denli büyük
sorumlulukları, hatta hepimizin sorumluluğu
olduğunu şimdiden vurgulamak istedim.
Neydi Sayın Başbakan’ın iki demeci? Birincisini,
halkoylaması tarihini 120 gün sonraya atan Yüksek
Seçim Kurulu’nun kararını eleştirirken verdi: “Son
günlerde YSK’nin de siyasallaşmaya başladığı
söyleniyordu, bu kararı ile onu doğruladı” dedi.
Pekiyi, ne yapmıştı YSK? İktidar yasayı değiştirmiş
ve halkoylamasının yapılış süresini 120 günden 60
güne indirmişti. Ve YSK de anayasanın 67 ve 79.
maddelerini bir arada değerlendirip bu değişikliğin,
bu ilk halkoylaması için uygulanamayacağını
söylemişti. Yani hukuksal bir soruna hukuksal bir
çözüm üretmişti. İşte Sayın Başbakan, bu hukuksal
yoruma katılmadığı için çok kızmış. Ve anayasal bir
kurumun siyasallaştığına karar veriyor. Azarlıyor.
Hem de bugüne kadar hiçbir başbakanın yapmadığı
gibi. Ki hatırlayın, aynı YSK, 1964’te iktidar partisinin
İstanbul belediye başkanını görevinden düşürmüştü.
Yine 1968’de iktidar partisinin tüm belediye meclisi
üyelerinin üyeliklerini düşürmüştü. Ve ne o zaman,
ne de sonra hiçbir siyasetçi böyle bir yorumda
bulunmadı. Bulunamadı. Oysa şimdiki
Başbakanımız, diğer tüm yargı organlarına olduğu
gibi, YSK’ye de çok kızdı. Nedeni de, YSK’nin
yorumunun kendisininkinden farklı olması. Anayasal
bir kurummuş, anayasa bu konuda tüm yetkiyi
YSK’ye vermiş... Hiç önemli değil. Nasıl olur da
Başbakan’dan farklı düşünür... O kadar...
İkinci demecini de dün duydum. Grizu
patlaması sonucu yaşamını yitiren işçilerimiz için
geldiği Zonguldak’ta, Sayın Başbakan şunları
söyledi: “Bu arkadaşlar, bu tür olaylara alışkın
olmalıdır, bunu bilerek işe giriyorlar.” Daha sonra
da aynen şöyle dedi: “Birkaç kişi protesto ettiler,
derhal emniyet müdürüm ve tüm emniyetimiz
ilgilendiler, protesto eden kişi buralı değilmiş, siz
sakın provokatörlerin bu oyunlarına gelmeyin.”
Düşünün bir tarafta eşlerini, babalarını, yakınlarını
yitirmiş acılı aileler ve diğer tarafta üzülen, bağıran,
protesto eden varsa, onlara “protesto etmeyin,
ederseniz emniyet gözaltına alır, soruşturur, buralı
mısınız diye de bakar, bir de buralı değilse,
provokatör olduğu anlaşılır” diyen bir siyasetçi.
İşte bu nedenle Sayın Kılıçdaroğlu’nun da, tüm
CHP’lilerin de, kurultaya katılanların da, hatta
Cumhuriyeti savunan tüm partilerin de büyük
sorumlulukları var. Cumhuriyeti sevenler adına,
Türkiye’nin tüm aydınlık insanları adına “gereğini
yapmak.”
Ve bu insanlar, gerçekten de “Türkiye’nin
aydınlık insanları”. Yani “demokratik, laik,
sosyal, hukukun üstünlüğüne dayalı bir
Cumhuriyeti savunan” ve bundan başka hiçbir
şey istemeyen kişiler. Yani “Benim param yok,
çocuklarımı arkadaşlarım okutuyor” deyip, birkaç
yıl sonra onlara gemiler, elektrik santralları, pırlanta
dükkânları almayan kişiler. Yani TEKEL’i peşkeş
çekip sonra TEKEL işçilerine dayağı, biber gazını
reva görüp, daha da kızınca “dışarıda milyonlarca
işsiz var, sizi atar, onları alırız” demeyen insanlar.
Yani Zonguldak’ta grizu patlaması sonucu
yaşamlarını yitiren insanlara “siz bunlara alışkın
olmalısınız, bunu bilerek işe giriyorsunuz” demeyen
kişiler. Yani parasının kaynağını soranlara,
“annemin çıkınından çıktı” ya da “size ne, varsayın
ki sünnet düğününde geldi” demeyen insanlar.
İşte bu yüzden, CHP kurultayının bu
sorumluluğu yerine getireceğine emin olarak, bu
yazıyı, Türkiye’nin aydınlık insanları için, daha
şimdiden yazıyorum.
‘İnsan kusur işliyor
Allah cezalandõrõyor’
KIZILAY’IN AFETLERE BAKIŞI