12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 24 MAYIS 2010 PAZARTESİ 12 DIŞ BASIN [email protected] Washington’õn İran’la uranyum takasõ anlaşmasõna yanõtõ ambargolarõn devam etmesini istemek oldu ABD kalenin yerini değiştiriyor ROGER COHEN Bir zamanlar Tahran’da rehin kalmõş Amerikalõ John Limbert, şimdi dõşişleri bakanlõğõnda İran işlerinden sorumlu kişi olarak, ABD-İran ilişkilerini çõğrõndan çõkaran karikatürleştirmenin gayet başarõlõ bir özetini yaptõ. Amerikalõlar, İranlõlarõ “sahtekâr, yalancı, fanatik, sert ve çetrefil” olarak görürler, İranlõlar ise Amerikalõlarõ sadece “saldırgan, yalancı sofu, Allahsız ve ahlaksız, materyalist, hesapçı” olarak görmekle kalmaz bir de zorba ve sömürücü olduklarõna inanõrlar. Bu yeryüzündeki en sarsõcõ ve en boş ümitler vaat eden ilişkideki sõfõr noktasõdõr. Boşuna ümit verir zira aslõnda İran ve ABD arasõndaki düşmanlõk doğal bir düşmanlõk değildir. Buzlar bir kõrõlabilse anlaşabilecekleri birçok konu ortaya çõkabilir. Limbert bir arabulucu olarak ömrünün yarõsõnõ bu mesajõ taşõmaya çalõşarak harcadõ. Ama zehirli tarih hep araya girdi. Ve tabii bu zehirden kâr edenler de... Bu güvensizliği anlatmaya katkõda bulunabilecek yepyeni bir örnek daha ortaya çõktõ şimdi; Brezilya ve Türkiye’nin İran’la düşük zenginleştirmeli uranyum anlaşmasõ, ABD’nin buna ters reaksiyonu, Obama yönetimi tarafõndan yönlendirilen büyük güçlerin başarõsõzlõğa daha fazla gömülmek yolundaki açõk kararlõlõğõ... Oysa Obama’nõn İran konusunda yeniden düşünmeye hazõr olduğuna inanmõştõm. Belli ki değilmiş. Başkanlar belli başlõ dõş politika girişimlerini yönlendirmelidirler. Bir seçim yõlõnda Washington’daki İran’a karşõ alev alev kõzgõnlõk gibi, iç siyaset unsurlarõnõn zorbalõklarõna pabuç bõrakmamalarõ gerekir. Buna tekrar geri döneceğim ama önce Brezilyalõ ve Türk liderlerin Tahran’daki başarõsõnõn soğukkanlõ bir değerlendirmesini yapalõm; daha önceki Amerikan anlaşmasõ girişimi ile olan ilişkisine ve önemli ölçüde bir güç değişiminin yaşandõğõ bir dünyada bütün bunlarõn ne ifade ettiğine bir göz atalõm. Sondan başlayacağõm. Brezilya ve Türkiye gelişmekte olan Post-Batõ dünyasõnõ temsil etmektedir. Bu yapõ gelişmeye devam edecektir. Bu yüzden de Dõşişleri Bakanõ Hillary Clinton, Brezilya ile Ankara’nõn “samimi gayretlerini” sönük bir övgü ile öldürmek için tetiği çekerken biraz daha dikkatli olmalõdõr. Batõ’nõn İran’õn nükleer programõ gibi küresel konulardaki çözüm dayatma yeteneğinin ölçüsü ortaya çõkmõştõr. ABD artık ‘tayin edici’ değil Müslüman ülkelerde neticesiz kalmõş iki ayrõ savaşla meşgul bir Amerika üçüncü bir savaşa girmeyi göze alamaz. 21. yüzyõlõn ilk on yõlõ Amerika’nõn sõnõrlarõnõ belirledi; Amerika “büyük”, ama artõk “tayin edici” değil. Birçok Amerikalõ, bu duruma kõzgõn. Ama gerçeklerden kaçõlamayacağõnõ öğrenecekler. Hazõr konu gerçeklere gelmişken, burada biraz teknik detaylara da girmem gerekiyor. İran, Uluslararasõ Atom Enerjisi Kurumu’nun denetimi altõnda düşük zenginleştirmeli uranyum üretmektedir (yaklaşõk yüzde 5 PIERRE PRIER Ocak 2011’de, Sudan’õn tarõm ve hayvancõlõkla geçinen güney kesimi, Araplardan oluşan kuzeyden bağõmsõzlõk referandumu için oy kullanacak. Ancak gerilim, özellikle Abyei bölgesinde gittikçe yükseliyor. Güneş, Araplarõn dediği gibi “gökyüzünün ciğerinde”. Sõcaklõk 45 dereceden fazla. Kahverengi küçük inek sürüleri, kuru ağaçlarla çevrili kurumuş bir õrmak yatağõnda dolaşõyor. Bir avuç adam, bir ağacõn dört dalõ arasõna gerilmiş bir çarşafõn altõnda sõcaktan korunmaya çalõşõyor. Omzunda BM rozeti olan Norveçli bir subay adamlara yaklaşõyor: “Ben sadece bir gözlemciyim, buraya şikâyetlerinizi kaydetmek ve hükümete iletmek için geldim” diyor. Göçebelerden biri olan Hamit “Yakında burada yeteri kadar su olmayacak. Ama Güney ordusu ırmağa gitmemize izin vermiyor. Bunu daha önce söylemiştik, ancak cevap alamadık” diyor. Barõnağõn ayağõna bir Alman saldõrõ tüfeği yaslanmõş. Göçebe bir Arap kabilesi olan Misseriyalar, topraklara, kuru nehir yatağõndaki havuzlara döktükleri bulanõk sularõ çõkardõklarõ kuyular kazmõşlar. Birkaç kilometre ötede ise bol ve temiz suyun aktõğõ bir õrmak var. Bu, Misseriyalarõn Bahr el-Arab (Arap Nehri), Afrikalõ yerel bir kabile olan Dinkalarõn Kiir Nehri adõnõ verdiği ince uzun bir õrmak. Sonsuzluğun ortasında bir sınır... Afrika’nõn en büyük ülkesi olan Sudan’õn çöllerle kaplõ orta yerinde Araplar ve Kara Afrikalõlar yüzlerce, hatta belki binlerce yõldõr karşõ karşõya. Her sene aralõkta, kurak mevsim başlayõnca, Misseriyalar Kordofan’õn kurak topraklarõnõ terk ediyor ve Abyei bölgesindeki nehirlere doğru yola çõkõyor. Bu yolculuğu on binlerce erkek, kadõn ve çocuk 300 bin -500 bin civarõ sürü hayvanõyla yapõyor. Ve her sene mayõsta yağmurlarõn başlamasõyla kabileler Kuzey’e geri dönüyor. Sonsuz bir döngü. Misseriyalar döngünün durmasõndan, Arap Nehri’ne giden yolun sonsuza kadar kesilmesinden korkuyorlar. Çünkü ocak ayõnda yaklaşõk 10 milyon Güney Sudanlõ kendi geleceklerinin tayini için referandumda oy kullanacak. Anketler, oy kullananlarõn 30 milyon nüfuslu Kuzey’den kesin bir şekilde ayrõlacağõnõ öngörüyor. Bu da sonsuzluğun ortasõnda bir sõnõr oluşacağõ anlamõna geliyor. Güney’de, temel olarak hayvancõlõkla geçinen siyahi Dinkalardan oluşan yeni bir hükümet kurulacak. Misseriyalarõn liderlerinden biri “Hayvanlarımız ölecek ve biz de birer dilenci olacağız” diyor. Hamit ise: “Yüzlerce yıldır Dinkalarla barış içinde yaşıyoruz. Bizim sınırımız yok” diyor. Gerçekte ise Misseriyalar ve Abyei bölgesinde yaşayan Ngok Dinkalarõ’nõn geçmişi çatõşma dolu. Göçebe Misseriyalar dönüş yollarõnda esir almakla kalmayõp, Dinka liderlerine göre 1983-2005 yõllarõ arasõndaki Kuzey-Güney iç savaşõnda 8 bin kadõn ve çocuk kaçõrmõş. Ancak UNICEF veya sivil toplum kuruluşu Save the Children gibi uluslararasõ komiteler kaçõrõlanlarõ geri bulma konusunda kararlõ. Askeri bir darbenin ürünü olan Hartum’daki Kuzey hükümeti, 2005’te yoğun ABD baskõlarõ sonucunda, Güney’deki gerillalarla ve onlarõn siyasi ayağõ olan SPLM (Sudan Halk Kurtuluş Hareketi) ile barõş imzalamõştõ. Bu antlaşma geçenlerde yapõlan seçimleri öngörüyordu. Bu seçimler ülkenin ikiye bölünmesini onaylamõş oldu. Kuzey’de seçimleri Sudan Cumhurbaşkanõ Ömer el Beşir’in partisi olan Ulusal Kongre Partisi kazanõrken, Salva Kiir’in SPLM’si de Güney’de kazandõ. SPLM cumhurbaşkanlõğõ seçimlerini boykot etti, ancak Hartum’da siyasi durum çok karõşõk olduğu için, Kiir 2005’teki antlaşmaya uyarak federal hükümetin başkan yardõmcõlõğõ görevini sürdürüyor. Ancak nisandaki oylama unutulmuş bile. Sudan şu an sadece Ocak 2011’deki referandumu düşünüyor... Sudan’da durum değişti. Güney’in, antlaşmanõn imzalanmasõndan hemen sonra bir helikopter kazasõnda ölen efsanevi kumandanõ John Garang ülkenin birliğinden yanaydõ. Ulusal ordunun bu eski subayõ laik ve birleşmiş bir Sudan’õn hayalini kuruyordu. Ancak halefleri farklõ görüşte. Onlar, Afrikalõlardan oluşan ve Kuzey’deki Araplarõn ekonomik ve siyasi hükmünden kurtulmuş yeni bir devlet istiyor. Seçimlerden güçlenerek çõkan El Beşir referandumun tarihine saygõ göstereceğine söz verdi. Ancak Kuzey ve Güney gelecekteki sõnõrlar üzerinde anlaşamamõşken El Beşir’in başarõlõ olacağõna nasõl inanõlabilir? Kulübelerden bir başkent Sudan’õn Arap ve Afrikalõ bölgelerinin arasõndaki sõnõrda bulunan 3 eyaleti olan Mavi Nil, Güney Kordofan ve Birlik’in kaderi belirsiz durumda. Petrol kuyularõnõn çoğu bu üç eyalette ve bu kuyular geçtiğimiz aylarda Çin’in ulusal şirketi tarafõndan işlenmeye başladõ. Bu üç eyalet aralõkta özerklik veya Kuzey’e bağlõlõk arasõnda bir seçim yapmak için oy kullanacak. Petrol açõsõndan zengin 10 bin kilometrekarelik bir bölge olan Abyei için ise özel bir uygulama söz konusu: Lahey Uluslararasõ Tahkim Kurulu tarafõndan Abyei’nin sõnõrlandõrõlarak Güney ile aynõ gün kendi referandumunu düzenlemesi öngörüldü. Ancak kimler oy kullanacak? Cevap bir felaket doğurabilir. Antlaşma metni Abyei’de yaşayan Dinkalar ve “diğer Sudanlılar”dan bahsediyor. İktidara göre bu madde, yõlõn 6 ayõnõ Abyei’de geçiren Misseriyalarõ da kapsõyor. Hartum’un hesabõ basit; Misseriyalar oy kullanõrsa dengenin Kuzey lehine değişmesini sağlayacaklar. Göçebe Araplar ve Dinkalar artõk yalnõz değiller. Sonsuz çekişmeleri artõk siyasi partiler, BM, bölgenin kuzeyindeki kuyularõ işleten Çinli petrol şirketleri gibi aktörler tarafõndan sekteye uğratõlõyor. Ngok Dinkalarõnõn bölgeye hükmeden 9 şefliğini birleştiren büyük Dinka şefi Kuol Deng açõk konuşuyor: “Misseriyalarla iyi ilişkilerimiz var. Ancak bir halk olarak oy kullanırlarsa savaşın yeniden başlaması işten bile değil.” Abyei kulübelerden oluşan bir başkent. İki yõl önce gerçekleşen ve şehrin yõkõlmasõyla sonuçlanan saldõrõdan sonra Abyei’den kaçanlar şimdi şehre geri dönüyor. Saldõrõ, federal hükümetin tarafõna geçen Dinkalar tarafõndan gerçekleştirilmişti. Barõş sürecinde gerçekleşen bu saldõrõ Hartum’un Abyei’nin gidişine izin vermeye yanaşmadõğõnõ gösteriyor. Misseriya kabilelerinin bazõlarõnda ortaya çõkan şiddet yanlõsõ genç milisler Dinka şefi Deng’i de kaygõlandõrõyor: “Hükümet tarafından destekleniyorlar” diyor ve ekliyor: “Geleneksel yöneticilerin onların geleceğiyle ilgilenmediği, bu yüzden kendi haklarını silahlarla savunmaları gerektiği söyleniyor.” Haç veya hilal... Bir patlamanõn gerçekleşmesi olasõlõğõ hiç de küçük değil. Üstelik bu defa komşu bölgelere, hatta bütün Sudan’a da sõçrayabilir. SPLM ordusuna mensup askerler de böyle bir durumda Dinkalarõ koruyacak bir müdahalede bulunabilmek için Abyei sõnõrõna yõğõlmõş durumda. Referandum tarihi yaklaştõkça atmosferin gerilmesinden endişe ediliyor. Ve oylamanõn iptali halinde Güney’in tek taraflõ yapacağõ bir bağõmsõzlõk ilanõ uluslararasõ toplumun kaygõlarõnõ arttõrõyor. Abyei’de çatõşmalar alevlenirse bunun kõvõlcõmõ din olmayacak. Yaygõn bir durumda olan Müslüman-Hõristiyan çatõşmasõ Abyei’de söz konusu değil. Dinkalarõn önderi Kuol Deng, tõpkõ kardeşlerinin çoğu gibi bir Müslüman. Diğerleri ise Hõristiyan. Samandan yapõlmõş çatõlarda ya bir haç ya da bir hilal göze çarpõyor. Savaş çõkarsa, toprak, petrol ve inekler için çõkmõş olacak. Fransızcadan çeviren: Onur Uygun (Le Figaro, Fransa, 18 Mayıs 2010) Sudan’õn kaygõ verici bölünüşü oranõnda zenginleştirilmiş). Eğer İran nükleer silah üretecekse, işte bu düşük zenginleştirilmiş uranyumun bomba ölçeğinde uranyuma dönüştürülmesi gerekiyor (yani yüzde 90 üstünde). Geçen ekim ayõnda Cenevre’deki Amerikan anlaşmasõnõn ardõnda yatan fikirler şunlardõ; İran’daki düşük zenginleştirmeli uranyumun büyük bir kõsmõnõn İran dõşõna çõkarõlarak güven inşa edilmesini sağlamak, pazarlõk için biraz alan açmak ve işleri bozabilecek materyali bertaraf etmek. Karşõlõk olarak da İran, daha sonra, Tahran’daki bir tõbbi araştõrma reaktörü için yakõt çubuğu alacaktõ. İran pazar rutinini yaparken, Obama’yõ çileden çõkartarak, “evet” dedi, “belki” dedi, “hayır” dedi. İran düşük zenginleştirmeli uranyumun, Uluslararasõ Atom Enerjisi Kurumu’nun kontrolünde kendi topraklarõnda depolanmasõnõ, uranyumun hareketinin orada fazlandõrõlmasõnõ ve yakõt çubuğu alõşverişinin eşzamanlõ yapõlmasõnõ istedi. Obama’nõn buna yanõtõ ise “unut gitsin” oldu. Türkiye ve Brezilya ekim anlaşmasõnõn ana unsurlarõnõ; 1200 kg.’lõk düşük zenginleştirmeli uranyumun İran dõşõnda başka bir yere (Türkiye’ye) nakli, ve emanetin teslim edilmesinden bir yõl sonra yakõt çubuklarõnõn sevkiyatõ (aradaki bir yõl daha geniş pazarlõk yapõlabilmesi için gerekli olan bir süre) geri getirdiler. Peki buna ABD’nin yanõtõ ne oldu? BM’nin İran’a karşõ tamamen felce uğratacak ölçüde olmasa da “güçlü ambargolar” uygulamaya devam etmesini istemek ve ekimdeki anlaşmada olmayan uranyum zenginleştirilmesinin önceden askõya alõnmasõ.. Davutoğlu’nun kızmasına şaşırmamalı Obama şöyle de dese aynõ kapõya çõkardõ “Baskı işe yarıyor! İran yeni BM ambargolarından hemen önce göz kırptı. Bu bizim teklifimize geri gelmektir. İranlıların ikiyüzlülüğüne karşı ihtiyatlı olmalıyız, ama bu bir ilerlemedir. İzolasyon İranlı şahinleri yola getiriyor.” Türk Dõşişleri Bakanõ Ahmet Davutoğlu’nun kõzmasõna şaşõrmamalõ. Davutoğlu bu yõlõn başõnda Obama ve ABD yetkililerinin anlaşmayõ tekrar canlandõrmasõ için Türkiye’yi teşvik ettiklerini söylüyor ve ben ona inanõyorum. “Bizim takas için İran’a güven telkin etmemizi istediler. Biz görevimizi yaptık” diyor. Evet. Türkiye görevini yaptõ. 1200 kg.’õn İran’da ekim ayõndaki uranyum miktarõnõn daha az bir kõsmõnõ karşõladõğõnõ biliyorum. İran’õn emanetine karşõlõk yakõt çubuğunun gelip gelmeyeceği de henüz belli değil. Ama bunlar küresel güvenlik adõna “yalancı” İranlõlarla, “zorba” Amerikalõlar arasõnda narin bir köprü inşa etmeye çalõşanlarõn karşõlaşõlabilecekleri õvõr zõvõr meseleler. Fransa ve Çin’in tepkileri - ihtiyatlõ destekleri- daha mantõklõ. Amerikalõlar hiçbirini yapmadõlar. Daha fazla ambargo İran’õn nükleer konusundaki yaklaşõmõnõ değiştirmeyecektir, ama pazarlõklar değiştirebilir. ABD’nin bu kõzgõnlõğõnõn bir ilk adõm olduğunu umabilirim ancak. Geçen yõl BM’de konuşan Obama sorumluluklarõn paylaşõldõğõ yeni bir dönem için çağrõda bulunmuştu. “Birlikte eski bölünmeler arasında köprü oluşturacak yeni koalisyonlar kurmalıyız” dedi. Türkiye ve Brezilya onu yanõtladõlar ve küçük görüldüler. Obama kendi aydõnlõk sözlerinin içinin bomboşmuş gibi görünmesine neden oldu. İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp (International Herald Tribune, 21 Mayıs 2010) Ülkenin güneyinde gelecek yõl yapõlacak kuzeyden bağõmsõzlõk referandumu öncesinde gerginlik artõyor. Oylamanõn iptali halinde Güney’in tek taraflõ yapacağõ bir bağõmsõzlõk ilanõ uluslararasõ toplumu kaygõlandõrõyor. Abyei’de çatõşmalar alevlenirse bunun kõvõlcõmõ din olmayacak. Savaş çõkarsa, toprak, petrol ve inekler için... Geçen yõl BM’de konuşan Obama sorumluluklarõn paylaşõldõğõ yeni bir dönem için çağrõda bulunmuştu. “Birlikte eski bölünmeler arasõnda köprü oluşturacak yeni koalisyonlar kurmalõyõz” dedi. Türkiye ve Brezilya onu yanõtladõlar ve küçük görüldüler. Obama kendi aydõnlõk sözlerinin içinin bomboşmuş gibi görünmesine neden oldu. DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Dalay Lama’nın İsyanı... Birleşik Devletler’de Başkan Obama’nın kimi ekonomistlere göre bugün bile varlığını sürdüren büyük finansal krizde belirleyici rolü olan Wall Street’i belli ölçülerde sınırlayan reformu, 20 Mayıs’ta senatoda onaylanmış bulunuyor. Reform yasası Temsilciler Meclisi’nde de tartışılıp oylanmasından sonra imza için başkanın önüne gelecek. Avrupa’da da neredeyse aynı zaman dilimi içinde Avro krizinin sorumluları arasında yer alan bazı banka ve borsaların spekülatif eylemlerinin önünün kesilmesine yönelik bazı kararlar alınmaktadır. Alman şansölyesi Angela Merkel’in girişimiyle başlayan söz konusu süreç geçen çarşamba yaptığı konuşmada birliğin diğer üyelerinin de Avro’yu kurtarmak için aynı yönde karar almalarını önermiştir. Merkel’e göre “Avro tehlikededir. Eğer önlem alınmazsa Avrupa için olduğu gibi Avrupa dışı ülkeler de hesaplanması olanaksız ağır sonuçlarla karşı karşıya kalacaklardır. Avro çökerse Avrupa da çöker” demiştir. ABD ve AB’de alınan bu önlemlerin yeni bir krizin önünü ne ölçüde keseceği bilinmiyor. Bilinen salt ABD ve Avrupa Birliği’nin değil dünyanın büyük bölümünde yıllardır egemen olan, sınır, kural, etik tanımayan serbest piyasa ekonomisinin dayattığı yeni dünya düzeninin kaçınımaz bir biçimde bir avuç insanın sürekli zenginleşmesine karşın büyük halk kitlelerinin sürekli yoksullaşmasına yol açtığıdır. Gelir dağılımındaki acımasız eşitsizliğin insanların yaşamını karatmaya bütün hızıyla devam ettiği ise kimse için sır değil. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, toplumların yaşamının içinde bulunduğu durumu şaşmaz bir biçimde saptayan mihenk taşları arasındadır. Dış satımlar, borsaların, bankaların rekor düzeylerden inmeyen kârları, zenginlerin her yıl artan sayıları, ekonomik göstergeler, sözde kişi başına düşen gelir masalları gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Bunlar daha çok gerçeğin gizlenmesinin bilinen araçlarıdır. Bu açıdan yaklaşıldığında adı zengine çıkmış ülkeler, aslında, zenginlerin egemen olduğu ülkelerdir. Örneğin Fransa’da ulusal istatistik kurumu İnsee’nin 2004-2007 arasında yaptığı araştırmalarda, zenginlerin sayılarının sürekli artmasına karşın halkın yüzde 22’si en az bir yıl yoksullukla karşı karşıya kalmıştır. Bugün zenginlerin Fransası’nda 8 milyon yoksul bulunmaktadır. (Toplam nüfusun yüzde 13. 4’ü). Kuşkusuz zengin takımı da ‘tek tip’ değil. Nüfusun yüzde 1’i olan en zengin takımın yıllık gelirleri 68 bin Avro ile 13 milyon Avro arasında değişiyor. Sayıları ise 5 bin 800. Fransa’da 2004’den bu yana yüksek gelire sahip 5 bin 800 kişi ile kalanı arasındaki eşitsizlik uçurum haline gelmiş durumdadır. Yönetimlerin (Sarkozy dönemi) ‘vergi kalkanı’ yasasıyla koruma altına aldıkları yüksek gelir sahiplerinin sayıları sadece 973’tür. Bunlara söz konusu yasa ile yüzde 63 oranında yarar sağlanmıştır. Ünlü Fortune dergisine göre dünya zenginliğini neredeyse eser sayıda az insanın büyük oranda sahiplenmesi kabul edilmesi olanaksız bir durumdur. Acı gerçek şu ki zenginler her geçen yıl daha fazla zenginleşirken yoksulların sayıları artmaktadır. Gezegenin yüzde 0.15’ine tekabül eden on milyon kişi dünya zenginliklerinin yüzde 25’ine sahip bulunmaktadır. Söz konusu zenginliklerin yüzde 5’i ise 100 bin kişinin elindedir. Bu toplam dünya nüfusunun yüzde 0.00015’dir. Böylece 10 milyon insan dünya ortalamasından 220 kez daha zengin sayılırken, 100 bini ise söz konusu ortalamaya göre 35 bin kez daha zengin durumda. Çalışanların ücretlerinde de aynı eğilim söz konusudur. Örneğin Fransa’da 1983-2006 döneminde çalışanların ücretleri yüzde 9.3 düşerken sermayenin kârları yüzde 39.3 artmıştır. Başka bir deyişle ücretler yüze 15’e gerilerken hisse sahiplerinin payları yüzde 33 artış göstermiştir. Açıkça görüldüğü gibi büyük halk kitlelerinin olup bitenlerin bilincine varmadıkları sürece her türlü insaf ve adaletten uzak gelir dağılımındaki eşitsizlikler artarak sürecektir. Para babalarının ‘amaç zenginleri yoksullaştırmak değil, yoksulları zenginleştirmektir’ masalı, uzun süredir inandırıcılığını kaybetmiştir. Biraz da bu yüzden birkaç gün önce Tibet’in sürgündeki ruhani lideri Dalay Lama, Birleşik Devletler’de verdiği bir konferansta, Çin usulü kapitalizmin bazı erdemlere sahip olduğunu, ne ki baskıyı da elden bırakmadığının altını çizerken hâlâ Marxsist olduğunu açıklamıştır. Ruhani lider, Marx’ın bu çarpıklığın gizini ortaya koyan öğretisinin etik karakterini vurgularken kapitalizmi gözünü kârdan başka bir şey görmemekle suçlamaktan da geri kalmamıştır. Marxizmin ‘servetin eşit dağılımı’ konusuyla ilgilenen tek doğru ve etik ekonomi sistemi olduğunu savunan Dalay Lama’ya katılmamak mümkün değil. Zira ülkemizde ve sermayenin dünyasında gelir dağılımdaki insafsız eşitsizlik irdelenmeden toplumların düze, esenliğe ulaşması hayaldir. BM üniversitesinin araştırmalarına göre zengin ülkeler de dahil olmak üzere dünyada bu konudaki adaletsizlik kabul edilemez düzeydedir. Dünyanın yüzde 2 en zengin yetişkinleri tüm zenginliklerin yüzde 40’ını sahiplenmiş durumda. Zenginlerin en zengini, sadece yüzde 10 ise dünya zenginliklerinin yüzde 85’inin sahibidir. Toplam sayıları ise 6 milyar nüfuslu bir dünyada sadece 37 milyondur !
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle