Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 24 MAYIS 2010 PAZARTESİ
12 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr
Washington’õn İran’la uranyum takasõ anlaşmasõna yanõtõ ambargolarõn devam etmesini istemek oldu
ABD kalenin yerini değiştiriyor
ROGER COHEN
Bir zamanlar Tahran’da rehin kalmõş
Amerikalõ John Limbert, şimdi dõşişleri
bakanlõğõnda İran işlerinden sorumlu kişi
olarak, ABD-İran ilişkilerini çõğrõndan
çõkaran karikatürleştirmenin gayet başarõlõ bir
özetini yaptõ. Amerikalõlar, İranlõlarõ
“sahtekâr, yalancı, fanatik, sert ve çetrefil”
olarak görürler, İranlõlar ise Amerikalõlarõ
sadece “saldırgan, yalancı sofu, Allahsız ve
ahlaksız, materyalist, hesapçı” olarak
görmekle kalmaz bir de zorba ve sömürücü
olduklarõna inanõrlar.
Bu yeryüzündeki en sarsõcõ ve en boş ümitler
vaat eden ilişkideki sõfõr noktasõdõr. Boşuna
ümit verir zira aslõnda İran ve ABD arasõndaki
düşmanlõk doğal bir düşmanlõk değildir.
Buzlar bir kõrõlabilse anlaşabilecekleri birçok
konu ortaya çõkabilir. Limbert bir arabulucu
olarak ömrünün yarõsõnõ bu mesajõ taşõmaya
çalõşarak harcadõ. Ama zehirli tarih hep araya
girdi. Ve tabii bu zehirden kâr edenler de... Bu
güvensizliği anlatmaya katkõda bulunabilecek
yepyeni bir örnek daha ortaya çõktõ şimdi;
Brezilya ve Türkiye’nin İran’la düşük
zenginleştirmeli uranyum anlaşmasõ,
ABD’nin buna ters reaksiyonu, Obama
yönetimi tarafõndan yönlendirilen büyük
güçlerin başarõsõzlõğa daha fazla gömülmek
yolundaki açõk kararlõlõğõ...
Oysa Obama’nõn İran konusunda yeniden
düşünmeye hazõr olduğuna inanmõştõm. Belli
ki değilmiş. Başkanlar belli başlõ dõş politika
girişimlerini yönlendirmelidirler. Bir seçim
yõlõnda Washington’daki İran’a karşõ alev alev
kõzgõnlõk gibi, iç siyaset unsurlarõnõn
zorbalõklarõna pabuç bõrakmamalarõ gerekir.
Buna tekrar geri döneceğim ama önce
Brezilyalõ ve Türk liderlerin Tahran’daki
başarõsõnõn soğukkanlõ bir değerlendirmesini
yapalõm; daha önceki Amerikan anlaşmasõ
girişimi ile olan ilişkisine ve önemli ölçüde
bir güç değişiminin yaşandõğõ bir dünyada
bütün bunlarõn ne ifade ettiğine bir göz
atalõm. Sondan başlayacağõm. Brezilya ve
Türkiye gelişmekte olan Post-Batõ dünyasõnõ
temsil etmektedir. Bu yapõ gelişmeye devam
edecektir. Bu yüzden de Dõşişleri Bakanõ
Hillary Clinton, Brezilya ile Ankara’nõn
“samimi gayretlerini” sönük bir övgü ile
öldürmek için tetiği çekerken biraz daha
dikkatli olmalõdõr. Batõ’nõn İran’õn nükleer
programõ gibi küresel konulardaki çözüm
dayatma yeteneğinin ölçüsü ortaya çõkmõştõr.
ABD artık ‘tayin edici’ değil
Müslüman ülkelerde neticesiz kalmõş iki ayrõ
savaşla meşgul bir Amerika üçüncü bir savaşa
girmeyi göze alamaz. 21. yüzyõlõn ilk on yõlõ
Amerika’nõn sõnõrlarõnõ belirledi; Amerika
“büyük”, ama artõk “tayin edici” değil.
Birçok Amerikalõ, bu duruma kõzgõn. Ama
gerçeklerden kaçõlamayacağõnõ öğrenecekler.
Hazõr konu gerçeklere gelmişken, burada
biraz teknik detaylara da girmem gerekiyor.
İran, Uluslararasõ Atom Enerjisi Kurumu’nun
denetimi altõnda düşük zenginleştirmeli
uranyum üretmektedir (yaklaşõk yüzde 5
PIERRE PRIER
Ocak 2011’de, Sudan’õn tarõm ve
hayvancõlõkla geçinen güney kesimi,
Araplardan oluşan kuzeyden bağõmsõzlõk
referandumu için oy kullanacak. Ancak
gerilim, özellikle Abyei bölgesinde gittikçe
yükseliyor. Güneş, Araplarõn dediği gibi
“gökyüzünün ciğerinde”. Sõcaklõk 45
dereceden fazla. Kahverengi küçük inek
sürüleri, kuru ağaçlarla çevrili kurumuş bir
õrmak yatağõnda dolaşõyor. Bir avuç adam,
bir ağacõn dört dalõ arasõna gerilmiş bir
çarşafõn altõnda sõcaktan korunmaya
çalõşõyor. Omzunda BM rozeti olan Norveçli
bir subay adamlara yaklaşõyor: “Ben sadece
bir gözlemciyim, buraya şikâyetlerinizi
kaydetmek ve hükümete iletmek için
geldim” diyor. Göçebelerden biri olan
Hamit “Yakında burada yeteri kadar su
olmayacak. Ama Güney ordusu ırmağa
gitmemize izin vermiyor. Bunu daha önce
söylemiştik, ancak cevap alamadık”
diyor. Barõnağõn ayağõna bir Alman saldõrõ
tüfeği yaslanmõş. Göçebe bir Arap kabilesi
olan Misseriyalar, topraklara, kuru nehir
yatağõndaki havuzlara döktükleri bulanõk
sularõ çõkardõklarõ kuyular kazmõşlar. Birkaç
kilometre ötede ise bol ve temiz suyun aktõğõ
bir õrmak var. Bu, Misseriyalarõn Bahr
el-Arab (Arap Nehri), Afrikalõ yerel bir
kabile olan Dinkalarõn Kiir Nehri adõnõ
verdiği ince uzun bir õrmak.
Sonsuzluğun ortasında
bir sınır...
Afrika’nõn en büyük ülkesi olan
Sudan’õn çöllerle kaplõ orta yerinde
Araplar ve Kara Afrikalõlar yüzlerce,
hatta belki binlerce yõldõr karşõ
karşõya. Her sene aralõkta, kurak
mevsim başlayõnca, Misseriyalar
Kordofan’õn kurak topraklarõnõ terk
ediyor ve Abyei bölgesindeki nehirlere
doğru yola çõkõyor. Bu yolculuğu on
binlerce erkek, kadõn ve çocuk 300 bin -500
bin civarõ sürü hayvanõyla yapõyor. Ve her
sene mayõsta yağmurlarõn başlamasõyla
kabileler Kuzey’e geri dönüyor. Sonsuz bir
döngü. Misseriyalar döngünün
durmasõndan, Arap Nehri’ne giden yolun
sonsuza kadar kesilmesinden korkuyorlar.
Çünkü ocak ayõnda yaklaşõk 10 milyon
Güney Sudanlõ kendi geleceklerinin tayini
için referandumda oy kullanacak. Anketler,
oy kullananlarõn 30 milyon nüfuslu
Kuzey’den kesin bir şekilde ayrõlacağõnõ
öngörüyor. Bu da sonsuzluğun ortasõnda bir
sõnõr oluşacağõ anlamõna geliyor. Güney’de,
temel olarak hayvancõlõkla geçinen siyahi
Dinkalardan oluşan yeni bir hükümet
kurulacak. Misseriyalarõn liderlerinden biri
“Hayvanlarımız ölecek ve biz de birer
dilenci olacağız” diyor. Hamit ise:
“Yüzlerce yıldır Dinkalarla barış içinde
yaşıyoruz. Bizim sınırımız yok” diyor.
Gerçekte ise Misseriyalar ve Abyei
bölgesinde yaşayan Ngok Dinkalarõ’nõn
geçmişi çatõşma dolu. Göçebe Misseriyalar
dönüş yollarõnda esir almakla kalmayõp,
Dinka liderlerine göre 1983-2005 yõllarõ
arasõndaki Kuzey-Güney iç savaşõnda 8 bin
kadõn ve çocuk kaçõrmõş. Ancak UNICEF
veya sivil toplum kuruluşu Save the
Children gibi uluslararasõ komiteler
kaçõrõlanlarõ geri bulma konusunda kararlõ.
Askeri bir darbenin ürünü olan Hartum’daki
Kuzey hükümeti, 2005’te yoğun ABD
baskõlarõ sonucunda, Güney’deki gerillalarla
ve onlarõn siyasi ayağõ olan SPLM (Sudan
Halk Kurtuluş Hareketi) ile barõş
imzalamõştõ.
Bu antlaşma geçenlerde yapõlan seçimleri
öngörüyordu. Bu seçimler ülkenin ikiye
bölünmesini onaylamõş oldu.
Kuzey’de seçimleri Sudan Cumhurbaşkanõ
Ömer el Beşir’in partisi olan Ulusal
Kongre Partisi kazanõrken, Salva Kiir’in
SPLM’si de Güney’de kazandõ. SPLM
cumhurbaşkanlõğõ seçimlerini boykot etti,
ancak Hartum’da siyasi durum çok karõşõk
olduğu için, Kiir 2005’teki antlaşmaya
uyarak federal hükümetin başkan
yardõmcõlõğõ görevini sürdürüyor. Ancak
nisandaki oylama unutulmuş bile. Sudan şu
an sadece Ocak 2011’deki referandumu
düşünüyor... Sudan’da durum değişti.
Güney’in, antlaşmanõn imzalanmasõndan
hemen sonra bir helikopter kazasõnda ölen
efsanevi kumandanõ John Garang ülkenin
birliğinden yanaydõ. Ulusal ordunun bu eski
subayõ laik ve birleşmiş bir Sudan’õn
hayalini kuruyordu. Ancak halefleri farklõ
görüşte. Onlar, Afrikalõlardan oluşan ve
Kuzey’deki Araplarõn ekonomik ve siyasi
hükmünden kurtulmuş yeni bir devlet
istiyor. Seçimlerden güçlenerek çõkan El
Beşir referandumun tarihine saygõ
göstereceğine söz verdi. Ancak Kuzey ve
Güney gelecekteki sõnõrlar üzerinde
anlaşamamõşken El Beşir’in başarõlõ
olacağõna nasõl inanõlabilir?
Kulübelerden bir başkent
Sudan’õn Arap ve Afrikalõ bölgelerinin
arasõndaki sõnõrda bulunan 3 eyaleti olan
Mavi Nil, Güney Kordofan ve Birlik’in
kaderi belirsiz durumda. Petrol kuyularõnõn
çoğu bu üç eyalette ve bu kuyular
geçtiğimiz aylarda Çin’in ulusal şirketi
tarafõndan işlenmeye başladõ. Bu üç eyalet
aralõkta özerklik veya Kuzey’e bağlõlõk
arasõnda bir seçim yapmak için oy
kullanacak. Petrol açõsõndan zengin 10 bin
kilometrekarelik bir bölge olan Abyei için
ise özel bir uygulama söz konusu: Lahey
Uluslararasõ Tahkim Kurulu tarafõndan
Abyei’nin sõnõrlandõrõlarak Güney ile aynõ
gün kendi referandumunu düzenlemesi
öngörüldü. Ancak kimler oy kullanacak?
Cevap bir felaket doğurabilir. Antlaşma
metni Abyei’de yaşayan Dinkalar ve “diğer
Sudanlılar”dan bahsediyor. İktidara göre
bu madde, yõlõn 6 ayõnõ Abyei’de geçiren
Misseriyalarõ da kapsõyor. Hartum’un hesabõ
basit; Misseriyalar oy kullanõrsa dengenin
Kuzey lehine değişmesini sağlayacaklar.
Göçebe Araplar ve Dinkalar artõk yalnõz
değiller. Sonsuz çekişmeleri artõk siyasi
partiler, BM, bölgenin kuzeyindeki kuyularõ
işleten Çinli petrol şirketleri gibi aktörler
tarafõndan sekteye uğratõlõyor. Ngok
Dinkalarõnõn bölgeye hükmeden 9 şefliğini
birleştiren büyük Dinka şefi Kuol Deng
açõk konuşuyor: “Misseriyalarla iyi
ilişkilerimiz var. Ancak bir halk olarak
oy kullanırlarsa savaşın yeniden
başlaması işten bile değil.”
Abyei kulübelerden oluşan bir başkent.
İki yõl önce gerçekleşen ve şehrin
yõkõlmasõyla sonuçlanan saldõrõdan
sonra Abyei’den kaçanlar şimdi şehre
geri dönüyor. Saldõrõ, federal
hükümetin tarafõna geçen Dinkalar
tarafõndan gerçekleştirilmişti. Barõş
sürecinde gerçekleşen bu saldõrõ
Hartum’un Abyei’nin gidişine izin
vermeye yanaşmadõğõnõ gösteriyor.
Misseriya kabilelerinin bazõlarõnda
ortaya çõkan şiddet yanlõsõ genç milisler
Dinka şefi Deng’i de kaygõlandõrõyor:
“Hükümet tarafından
destekleniyorlar” diyor ve ekliyor:
“Geleneksel yöneticilerin onların
geleceğiyle ilgilenmediği, bu yüzden
kendi haklarını silahlarla savunmaları
gerektiği söyleniyor.”
Haç veya hilal...
Bir patlamanõn gerçekleşmesi olasõlõğõ hiç
de küçük değil. Üstelik bu defa komşu
bölgelere, hatta bütün Sudan’a da
sõçrayabilir. SPLM ordusuna mensup
askerler de böyle bir durumda Dinkalarõ
koruyacak bir müdahalede bulunabilmek
için Abyei sõnõrõna yõğõlmõş durumda.
Referandum tarihi yaklaştõkça atmosferin
gerilmesinden endişe ediliyor. Ve
oylamanõn iptali halinde Güney’in tek taraflõ
yapacağõ bir bağõmsõzlõk ilanõ uluslararasõ
toplumun kaygõlarõnõ arttõrõyor. Abyei’de
çatõşmalar alevlenirse bunun kõvõlcõmõ din
olmayacak. Yaygõn bir durumda olan
Müslüman-Hõristiyan çatõşmasõ Abyei’de
söz konusu değil. Dinkalarõn önderi Kuol
Deng, tõpkõ kardeşlerinin çoğu gibi bir
Müslüman. Diğerleri ise Hõristiyan.
Samandan yapõlmõş çatõlarda ya bir haç ya
da bir hilal göze çarpõyor. Savaş çõkarsa,
toprak, petrol ve inekler için çõkmõş olacak.
Fransızcadan çeviren: Onur Uygun
(Le Figaro, Fransa, 18 Mayıs 2010)
Sudan’õn kaygõ verici bölünüşü
oranõnda zenginleştirilmiş). Eğer İran
nükleer silah üretecekse, işte bu düşük
zenginleştirilmiş uranyumun bomba
ölçeğinde uranyuma dönüştürülmesi
gerekiyor (yani yüzde 90 üstünde). Geçen
ekim ayõnda Cenevre’deki Amerikan
anlaşmasõnõn ardõnda yatan fikirler şunlardõ;
İran’daki düşük zenginleştirmeli uranyumun
büyük bir kõsmõnõn İran dõşõna çõkarõlarak
güven inşa edilmesini sağlamak, pazarlõk
için biraz alan açmak ve işleri bozabilecek
materyali bertaraf etmek. Karşõlõk olarak da
İran, daha sonra, Tahran’daki bir tõbbi
araştõrma reaktörü için yakõt çubuğu alacaktõ.
İran pazar rutinini yaparken, Obama’yõ
çileden çõkartarak, “evet” dedi, “belki” dedi,
“hayır” dedi. İran düşük zenginleştirmeli
uranyumun, Uluslararasõ Atom Enerjisi
Kurumu’nun kontrolünde kendi
topraklarõnda depolanmasõnõ, uranyumun
hareketinin orada fazlandõrõlmasõnõ ve yakõt
çubuğu alõşverişinin eşzamanlõ yapõlmasõnõ
istedi. Obama’nõn buna yanõtõ ise “unut
gitsin” oldu. Türkiye ve Brezilya ekim
anlaşmasõnõn ana unsurlarõnõ; 1200 kg.’lõk
düşük zenginleştirmeli uranyumun İran
dõşõnda başka bir yere (Türkiye’ye) nakli, ve
emanetin teslim edilmesinden bir yõl sonra
yakõt çubuklarõnõn sevkiyatõ (aradaki bir yõl
daha geniş pazarlõk yapõlabilmesi için gerekli
olan bir süre) geri getirdiler. Peki buna
ABD’nin yanõtõ ne oldu? BM’nin İran’a karşõ
tamamen felce uğratacak ölçüde olmasa da
“güçlü ambargolar” uygulamaya devam
etmesini istemek ve ekimdeki anlaşmada
olmayan uranyum zenginleştirilmesinin
önceden askõya alõnmasõ..
Davutoğlu’nun kızmasına
şaşırmamalı
Obama şöyle de dese aynõ kapõya çõkardõ
“Baskı işe yarıyor! İran yeni BM
ambargolarından hemen önce göz kırptı.
Bu bizim teklifimize geri gelmektir.
İranlıların ikiyüzlülüğüne karşı ihtiyatlı
olmalıyız, ama bu bir ilerlemedir.
İzolasyon İranlı şahinleri yola getiriyor.”
Türk Dõşişleri Bakanõ Ahmet
Davutoğlu’nun kõzmasõna şaşõrmamalõ.
Davutoğlu bu yõlõn başõnda Obama ve ABD
yetkililerinin anlaşmayõ tekrar canlandõrmasõ
için Türkiye’yi teşvik ettiklerini söylüyor ve
ben ona inanõyorum. “Bizim takas için
İran’a güven telkin etmemizi istediler. Biz
görevimizi yaptık” diyor. Evet. Türkiye
görevini yaptõ. 1200 kg.’õn İran’da ekim
ayõndaki uranyum miktarõnõn daha az bir
kõsmõnõ karşõladõğõnõ biliyorum. İran’õn
emanetine karşõlõk yakõt çubuğunun gelip
gelmeyeceği de henüz belli değil. Ama
bunlar küresel güvenlik adõna “yalancı”
İranlõlarla, “zorba” Amerikalõlar arasõnda
narin bir köprü inşa etmeye çalõşanlarõn
karşõlaşõlabilecekleri õvõr zõvõr meseleler.
Fransa ve Çin’in tepkileri - ihtiyatlõ
destekleri- daha mantõklõ.
Amerikalõlar hiçbirini yapmadõlar. Daha
fazla ambargo İran’õn nükleer konusundaki
yaklaşõmõnõ değiştirmeyecektir, ama
pazarlõklar değiştirebilir. ABD’nin bu
kõzgõnlõğõnõn bir ilk adõm olduğunu
umabilirim ancak.
Geçen yõl BM’de konuşan Obama
sorumluluklarõn paylaşõldõğõ yeni bir dönem
için çağrõda bulunmuştu. “Birlikte eski
bölünmeler arasında köprü oluşturacak
yeni koalisyonlar kurmalıyız” dedi.
Türkiye ve Brezilya onu yanõtladõlar ve
küçük görüldüler. Obama kendi aydõnlõk
sözlerinin içinin bomboşmuş gibi
görünmesine neden oldu.
İngilizceden çeviren:
Çimen Turunç Baturalp (International
Herald Tribune, 21 Mayıs 2010)
Ülkenin güneyinde gelecek yõl yapõlacak kuzeyden bağõmsõzlõk
referandumu öncesinde gerginlik artõyor. Oylamanõn iptali
halinde Güney’in tek taraflõ yapacağõ bir bağõmsõzlõk ilanõ uluslararasõ
toplumu kaygõlandõrõyor. Abyei’de çatõşmalar alevlenirse bunun kõvõlcõmõ
din olmayacak. Savaş çõkarsa, toprak, petrol ve inekler için...
Geçen yõl BM’de konuşan
Obama sorumluluklarõn
paylaşõldõğõ yeni bir dönem için
çağrõda bulunmuştu. “Birlikte eski
bölünmeler arasõnda köprü
oluşturacak yeni koalisyonlar
kurmalõyõz” dedi. Türkiye ve
Brezilya onu yanõtladõlar ve küçük
görüldüler. Obama kendi aydõnlõk
sözlerinin içinin bomboşmuş gibi
görünmesine neden oldu.
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Dalay Lama’nın İsyanı...
Birleşik Devletler’de Başkan Obama’nın
kimi ekonomistlere göre bugün bile varlığını
sürdüren büyük finansal krizde belirleyici
rolü olan Wall Street’i belli ölçülerde
sınırlayan reformu, 20 Mayıs’ta senatoda
onaylanmış bulunuyor. Reform yasası
Temsilciler Meclisi’nde de tartışılıp
oylanmasından sonra imza için başkanın
önüne gelecek.
Avrupa’da da neredeyse aynı zaman
dilimi içinde Avro krizinin sorumluları
arasında yer alan bazı banka ve borsaların
spekülatif eylemlerinin önünün kesilmesine
yönelik bazı kararlar alınmaktadır. Alman
şansölyesi Angela Merkel’in girişimiyle
başlayan söz konusu süreç geçen
çarşamba yaptığı konuşmada birliğin diğer
üyelerinin de Avro’yu kurtarmak için aynı
yönde karar almalarını önermiştir. Merkel’e
göre “Avro tehlikededir. Eğer önlem
alınmazsa Avrupa için olduğu gibi Avrupa
dışı ülkeler de hesaplanması olanaksız ağır
sonuçlarla karşı karşıya kalacaklardır. Avro
çökerse Avrupa da çöker” demiştir.
ABD ve AB’de alınan bu önlemlerin yeni
bir krizin önünü ne ölçüde keseceği
bilinmiyor. Bilinen salt ABD ve Avrupa
Birliği’nin değil dünyanın büyük bölümünde
yıllardır egemen olan, sınır, kural, etik
tanımayan serbest piyasa ekonomisinin
dayattığı yeni dünya düzeninin kaçınımaz
bir biçimde bir avuç insanın sürekli
zenginleşmesine karşın büyük halk
kitlelerinin sürekli yoksullaşmasına yol
açtığıdır. Gelir dağılımındaki acımasız
eşitsizliğin insanların yaşamını karatmaya
bütün hızıyla devam ettiği ise kimse için sır
değil.
Gelir dağılımındaki eşitsizlik, toplumların
yaşamının içinde bulunduğu durumu
şaşmaz bir biçimde saptayan mihenk taşları
arasındadır. Dış satımlar, borsaların,
bankaların rekor düzeylerden inmeyen
kârları, zenginlerin her yıl artan sayıları,
ekonomik göstergeler, sözde kişi başına
düşen gelir masalları gerçeği yansıtmaktan
uzaktır. Bunlar daha çok gerçeğin
gizlenmesinin bilinen araçlarıdır. Bu açıdan
yaklaşıldığında adı zengine çıkmış ülkeler,
aslında, zenginlerin egemen olduğu
ülkelerdir. Örneğin Fransa’da ulusal
istatistik kurumu İnsee’nin 2004-2007
arasında yaptığı araştırmalarda, zenginlerin
sayılarının sürekli artmasına karşın halkın
yüzde 22’si en az bir yıl yoksullukla karşı
karşıya kalmıştır. Bugün zenginlerin
Fransası’nda 8 milyon yoksul
bulunmaktadır. (Toplam nüfusun yüzde 13.
4’ü).
Kuşkusuz zengin takımı da ‘tek tip’ değil.
Nüfusun yüzde 1’i olan en zengin takımın
yıllık gelirleri 68 bin Avro ile 13 milyon Avro
arasında değişiyor. Sayıları ise 5 bin 800.
Fransa’da 2004’den bu yana yüksek gelire
sahip 5 bin 800 kişi ile kalanı arasındaki
eşitsizlik uçurum haline gelmiş durumdadır.
Yönetimlerin (Sarkozy dönemi) ‘vergi
kalkanı’ yasasıyla koruma altına aldıkları
yüksek gelir sahiplerinin sayıları sadece
973’tür. Bunlara söz konusu yasa ile yüzde
63 oranında yarar sağlanmıştır. Ünlü
Fortune dergisine göre dünya zenginliğini
neredeyse eser sayıda az insanın büyük
oranda sahiplenmesi kabul edilmesi
olanaksız bir durumdur. Acı gerçek şu ki
zenginler her geçen yıl daha fazla
zenginleşirken yoksulların sayıları
artmaktadır. Gezegenin yüzde 0.15’ine
tekabül eden on milyon kişi dünya
zenginliklerinin yüzde 25’ine sahip
bulunmaktadır. Söz konusu zenginliklerin
yüzde 5’i ise 100 bin kişinin elindedir. Bu
toplam dünya nüfusunun yüzde 0.00015’dir.
Böylece 10 milyon insan dünya
ortalamasından 220 kez daha zengin
sayılırken, 100 bini ise söz konusu
ortalamaya göre 35 bin kez daha zengin
durumda. Çalışanların ücretlerinde de aynı
eğilim söz konusudur. Örneğin Fransa’da
1983-2006 döneminde çalışanların ücretleri
yüzde 9.3 düşerken sermayenin kârları
yüzde 39.3 artmıştır. Başka bir deyişle
ücretler yüze 15’e gerilerken hisse
sahiplerinin payları yüzde 33 artış
göstermiştir. Açıkça görüldüğü gibi büyük
halk kitlelerinin olup bitenlerin bilincine
varmadıkları sürece her türlü insaf ve
adaletten uzak gelir dağılımındaki
eşitsizlikler artarak sürecektir. Para
babalarının ‘amaç zenginleri yoksullaştırmak
değil, yoksulları zenginleştirmektir’ masalı,
uzun süredir inandırıcılığını kaybetmiştir.
Biraz da bu yüzden birkaç gün önce Tibet’in
sürgündeki ruhani lideri Dalay Lama,
Birleşik Devletler’de verdiği bir konferansta,
Çin usulü kapitalizmin bazı erdemlere sahip
olduğunu, ne ki baskıyı da elden
bırakmadığının altını çizerken hâlâ Marxsist
olduğunu açıklamıştır. Ruhani lider, Marx’ın
bu çarpıklığın gizini ortaya koyan öğretisinin
etik karakterini vurgularken kapitalizmi
gözünü kârdan başka bir şey görmemekle
suçlamaktan da geri kalmamıştır. Marxizmin
‘servetin eşit dağılımı’ konusuyla ilgilenen
tek doğru ve etik ekonomi sistemi olduğunu
savunan Dalay Lama’ya katılmamak
mümkün değil. Zira ülkemizde ve
sermayenin dünyasında gelir dağılımdaki
insafsız eşitsizlik irdelenmeden toplumların
düze, esenliğe ulaşması hayaldir. BM
üniversitesinin araştırmalarına göre zengin
ülkeler de dahil olmak üzere dünyada bu
konudaki adaletsizlik kabul edilemez
düzeydedir. Dünyanın yüzde 2 en zengin
yetişkinleri tüm zenginliklerin yüzde 40’ını
sahiplenmiş durumda. Zenginlerin en
zengini, sadece yüzde 10 ise dünya
zenginliklerinin yüzde 85’inin sahibidir.
Toplam sayıları ise 6 milyar nüfuslu bir
dünyada sadece 37 milyondur !