Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
A
ğabeyimin sözünü etti-
ği “yetiştirme tarzı”
aslõnda benim kuşağõ-
mõn yetiştiği Laik Cumhuriyet
ailesine özel yaşam tarzõnõn tipik
bir örneği.
Cumhuriyet ailesi derken siz-
lerin, değerli dinleyicilerimin, he-
pinizin ailesinden söz ediyorum.
Türkiye’nin değişik bölgelerinde,
şartlarõnda yaşõyabilirdiniz, ama
her evde, Kurtuluş Savaşõ’na ka-
tõlmõş, şehit veya gazi olmuş, ka-
dõnlõ-erkekli bireylerin yaşadõğõ ai-
lelerdendiniz. Kurtuluş Savaşõ ka-
zanõldõktan sonra iş bitmemişti.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kur-
mak için hepinizin ailelerinden ka-
dõnlar, erkekler, Türkiye’nin dört
bir yanõndan, yerini yurdunu terk
edip, Ankara’ya koşmuş, çorak bir
Anadolu kasabasõnda yeni bir ha-
yata başlamõştõnõz. Kendi rahatõ-
nõzõ, menfaatinizi düşünmeden.
Örneğin; idealist bürokratlar ola-
rak, sõrf ülkenize, milletinize ya-
rarlõ olmak için canla başla çalõş-
mõştõnõz.
Başõmõzda sõrasõyla başkomu-
tan, sonra cumhurbaşkanõ, her
zaman başöğretmenimiz olan Ga-
zi Mustafa Kemal Paşa, büyük
Atatürkümüz vardõ. Ona inancõ-
mõz, güvenimiz sonsuzdu. Laik
Cumhuriyet devrimlerinin bizi
karanlõklardan aydõnlõğa çõkara-
cağõndan hiç kuşkumuz yoktu.
Bu yaşam tarzõmõzdaki büyük
değişim evlerde annelerimizin ve
babalarõmõzõn inançlarõ ve gay-
retleri ile elbirliği ile gerçekleşi-
yordu. Asõrlardan beri süregelmiş
alõşkanlõklardan kurtulmak kolay
değildi.
Ama, başõmõzda bizi bütün dün-
yaya karşõ büyük bir zafer ka-
zanmõş bir komutan, yeni Türki-
ye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir devlet ada-
mõ vardõ ki ona güveniyor, inanõyorduk.
İşte benim ailem de bu binlerce aileden
birisi, İsmet Paşa’nõn ailesiydi.
Bizim sizlerden bir tek farkõmõz vardõ. Ba-
bam Kurtuluş Savaşõ’ndan beri Atatürk’ün
yanõnda bulunma şansõna erişmiş, o gün-
lerden başlayarak birbirlerine hep inanmõş,
güvenmiş ve ülkelerini, milletlerini özle-
rinden çok sevdikleri için, mücadeleye
devam etmişlerdi.
Benim çocukluğuma dönelim.
Babam başbakandõ. Ama ben onun baş-
ka babalardan farklõ olduğunu bilmiyordum.
Bütün babalar böyle olur zannediyordum.
Onun özel, hele evimize sõk sõk, aile bü-
yüğümüz olarak gelen Atatürk’ün daha da
özel olduğunu zamanla fark ettim.
Atatürk, Pembe Köşk’te bütün Türk ev-
lerinde görmek istediği laik, çağdaş bir
Cumhuriyet ailesi buluyordu. Biliyordu ki
devrimler ailenin bütün fertleri tarafõndan
kabul edilmez, benimsenmezlerse yaşaya-
mazlar.
Dört duvar arasõnda bir türlü, dõşarõda baş-
ka türlü davranmak bir aldatmacadan iba-
ret kalõrdõ.
Babamõn evinde, başõnda büyük misafi-
rimiz Atatürk’ün oturduğu masada onun
akademik yemeklerine katõlmak demiyeyim
ama, birkaç kere şahit olmak, bana nasip ol-
du.
Orada, insanlara saygõyõ öğrendim. Her-
kesi sevmeye mecbur değildiniz ama her-
kesi anlamaya çalõşmanõz, fikirlerine değer
vermeniz lazõmdõ. Hiçbir zaman “Bana
ne!” deyip boş vermeyecek, aklõnõza yat-
mayan konularda direnmeyi, kendi fikir-
lerinizi savunmayõ bilecektiniz.
Yine “ben” diyorum... Aslõnda hepiniz,
tüm Cumhuriyetin 1. kuşağõ benim gibi dü-
şündü, inadõ ve bugüne kadar devrimleri ko-
rudu, yaşattõ.
Evlerimizde egemen olan, Cumhuriyeti
kurmuş olmak, benisemek, yaşatmak he-
yecanõydõ.
Aranõzda hatõrlayanlar vardõr; milli bay-
ramlar ne büyük bir coşku ile kutlanõr, biz
çocuklar 19 Mayõs Gençlik ve Spor Bay-
ramõ’nda törenlere katõlmaya ne kadar he-
vesli olurduk. Şanlõ bayrağõmõzõn dalga-
landõğõnõ, marşlarõn çalõndõğõnõ görünce, du-
yunca, aramõzda gözü yaşarmayan var
mõydõ?
Bakõn ben de sizin gibi, birçoğunuz gi-
bi, yurtiçinde ve dõşõnda vatandaşlarõmõz-
la bir araya gelme imkânõ yakalõyorum. Be-
nim yaşõtlarõm hep etrafõmõ sarõp o heye-
canõn ne olduğunu soruyor, onun hasreti-
ni çekiyorlar.
Aradan 70 yõl geçti... Kaç kuşak geçti?
Nüfusumuz 13 milyondu. Şimdi 73 milyon.
Bizden sonra gelen kuşaklar başka şart-
larda gözlerini açtõlar. Etrafõmõzda her şey
öyle hõzla değişiyordu ki. Onlar hemen bil-
gisayarõn, internetin, cep telefonunun,
MP3’ün farklõ düşünce tarzlarõnõn ve ara-
yõşlarõnõn içine düştüler. Bunlara ayak uy-
durmalarõ, dünyaya açõlmalarõ şarttõ. Olum-
lu veya olumsuz yönleri ile öyle yaptõlar.
Sizinki gibi üniversitelerde okuyabilen
gençler, bilim, düşünce, insani olarak ses-
lerini yurtiçinde ve dõşõnda duyurmayõ ba-
şardõlar, dünya vatandaşõ oldular...
Cumhuriyetin ilk kuşağõ olan bizlerin,
Atatürk’ün sofrasõnda olduğu gibi, genç ku-
şaklarõ anlamaya çalõşmamõz, kendimizi on-
lara anlatmamõz, birbirimizi ikna etmemiz,
en sonunda bilimin, aklõselimin gösterdiği
orta yolu bulmamõz lazõm. Değil mi?
BİR BABANIN PAPYON
TAKMA ZEVKİ
Küçük Özden’e dönelim...
Ben, Pembe Köşk’te, büyük yatak oda-
sõnda doğmuşum... Pirinç karyolam hâlâ du-
ruyor.
Kaç yaşõndaydõm bilmiyorum...
Ama ilk hatõrladõğõm bazõ gece-
ler üşüyüp annemin yatağõna gir-
mem, ona sarõlõp, bacaklarõmõ onun-
kilere dolayõp, õsõnmaya çalõşmam...
Onun sõcacõk yatağõnda şefkatli
kollarõnda uyuyup kalmam...
Ne güzeldi... Şimdi ben onun
yatağõnda yatõyorum. Bazen to-
runlarõm geliyor. Ben de onlara
sarõlõyorum. Büyükler değil ama kü-
çükler ilerde anõmsayacaklar mõ
diye merak ediyorum.
O odada annem gözümün önüne
geliyor.
Başõnõ örtüp, seccadesini yayõp
namaz kõlarken, bir köşeye oturup
Kuranõkerimini okurken...
Sonra bir telaş, etrafõ toplar, ba-
bamõn eşyalarõnõ hazõrlardõ. O gün
giyeceği takõm elbiseye uygun
gömleğini, kravatõnõ, çoraplarõnõ
seçer, çõkarõr, divanõn üzerine yer-
leştirirdi.
Eğer resmi bir davet varsa ve
smokin giyilecekse, iş değişirdi. Ba-
bam, papyon kravatõnõ muhakkak
annemin takmasõnõ isterdi.
Seneler sonra bir dostuna, rah-
metli Hüdai Oral’a itiraf etmiş,
“Sen hiç yaşamında, sevdiğin
eşin tarafından böyle papyon ta-
kılma zevkini tattın mı?” diye.
Ondan sonra sõra kendi hazõrlan-
masõna gelirdi. Doğal bir zevki
vardõ. Biraz düşünür, karar verir, ça-
bucak giyinirdi. Bütün makyajõ gö-
züne çektiği eski usul sürmeydi. Ço-
cukluğumdan hatõrladõğõm kumral
saçlarõnõ, yüzünün iki tarafõna dal-
galõ bir şekilde getirip arkasõnda top-
lardõ.
Tabii sonralarõ saçlarõ ağardõ ve
ona çok yakõştõ.
Her zaman kalabalõk evin her işi
ile ve bizlerle, hep o ilgilenirdi. Ama
akrabalarõnõ, dostlarõnõ hiç ihmal etmezdi.
Beni de onlara götürdüğü olurdu.
Bilhassa eşleri, politikanõn cilvesine uğ-
ramõş, mevkilerini kaybetmiş tanõdõklara va-
kit kaybetmeden hemen giderdi. Asõl, ba-
bam böyle yapmasõnõ isterdi. Annem onlarõ
teselli eder, hatta ümitlendirirdi.
“Bu politikaydı, ilerde ne olacağı hiç-
bir zaman belli olmazdı..” Belki de...
Onunla mevlitlere, peygamber sofrala-
rõna, düğünlere, gittiğimi hatõrlõyorum.
Ramazanda camiye, teravih namazõnõ kõl-
maya da...
Annemden, üç kardeş, birbirimize destek
olmayõ, paylaşmayõ, affetmeyi, sabretme-
yi ve her insanõn, her olayõn olumsuz de-
ğil olumlu yanõnõ arayõp bulmayõ öğrendik.
Aile geleneklerini, dini inançlarõnõ hiç-
bir zaman unutmadõ, onlardan vazgeçme-
di. Çağdaş bir Türk kadõnõ olarak yaşarken
zamana ve şartlara uyarak her şeyi yerin-
de yapmayõ bildi.
Abartõlõ iltifatlardan hiç hoşlanmazdõ.
Sofrada babama: “Paşam, siz insan de-
ğil insan üstüsünüz”, gibi şeyler söyle-
yenlere hep kõzar, onlar gittikten sonra:
“Niye böyle söylüyorlar, siz de Allah’ın
kulusunuz” demeyi ihmal etmezdi.
‘BİZİM BABAMA OLAN SAYGIMIZ HEP AĞIR BASTI’
B
abamõ nasõl hatõrlõyorum? Sayõn Bülent Öz-
kam’õn hazõrladõğõ sinevizyonda gördük. Ba-
şõmda kocaman bir kurdele ile babamõn yanõnda
çekilmiş birçok çocukluk fotoğrafõm var. Tõpkõ eliniz-
deki davetiyedeki gibi. Cumhuriyetin 10. yõldönümün-
de törenlere katõlmak için gelen Rus heyetinin çektiği bir
filmde Çankaya’daki bahçede, babamõn kucağõnda bir gö-
rüntüm bile var.
Küçükken benim elimden tutar, konserlere, tiyatroya,
baleye, sergilere götürürdü. Bazen toplantõlarõna bile...
Yüzmeyi, ata binmeyi bana o öğretti. Heybeliada’da
iskelenin ucundan, beni kucağõna alõp denize atõverirdi.
Tabii ödüm patlardõ, sesimi çõkaramazdõm. Ağabeylerim
benimle alay ederlerdi. “Kurbanlık koyun” diye...
Ama alõştõm, can havliyle su üzerinde durmaya... Za-
ten etrafta beni hemen tutup çõkaracaklar bulunurdu.
İlk zamanlar, attan düştüğümde hemen yanõma gelip:
“Niye indin kızım, haydi tekrar bin bakayım” di-
ye beni bindiriverirdi.
Kendi ilgisini çekenlere beni de alõştõrmaya çalõşõrdõ.
Çoksesli batõ musikisini ne kadar sevdiğini bilirsiniz! Hep
benim, ona konser vereceğim günü, ümitle bekledi. Ba-
na güzel bir piyano aldõ. Sevgili, değerli Ferhunde Er-
kin Hanõm, babamõn hatõrõna sabretti, uğraştõ ama işe ya-
ramadõ.
Allah’tan İdil ve Suna imdadõma yetiştiler.
Cumhurbaşkanlõğõ Daire Müdürü olan değerli ressam,
çok sevdiğim, saydõğõm, ömür boyu dostumuz kalan Ve-
cihi Bereketoğlu’ndan yağlõ boya resim dersi aldõm.
Yabancõ dil öğrenmeme önem verdi. Fransõzcayõ ev-
de 5 yõl kalan Fransõz bir mürebbiyeden öğrendim. Çok
ters, aksi, yaşlõ bir kadõn. Benim de, bütün ev halkõnõn
da canõna okudu. Ama babam da, annem de hiç sesleri-
ni çõkarmadõlar, beni ona teslim ettiler. Fransõzcadan baş-
ka ondan çok şey öğrendim. Disiplin, okuma, öğrenme
zevki gibi...
Giyinmemle, üstüm başõmla ilgilenirdi. Güzel bir ço-
cuk değildim, mahcuptum, kendimi hiç beğenmedim.
Ama o beni hep “güzel kızım” diye severdi.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde İngiliz Filolojisi’ne
başlayõnca derslerimle ilgilendi, İngilizce romanlar
okuduk beraber. Tabii hep yanõmõzda bir lügatla. Ata-
türk Orman Çiftliği’ne beni götürür, yürürdük. Orada iç-
tiğim köpüklü ayranlarõn tadõnõ hiç unutamadõm.
Cumhurbaşkanõydõ. İkinci Dünya Savaşõ’na girmemeye
çalõşõyordu. Dünya kadar işi vardõ. Ama hem Ameri-
ka’daki ağabeylerime her hafta mektup yazmaya, hem
de benimle ilgilenmeye vakit bulabiliyordu.
Yanõnda olduğumuz zaman, selamlaştõğõ kimselere, ta-
nõsak da tanõmasak da karşõlõk vermemizi isterdi. Nedenini
anlamazdõk ama yapardõk. Sonralarõ asansörlerde, bir-
birinin yüzüne bakmayan, yanõnda oturanlara, ağzõnõ açõp
bir laf etmeyen insanlara rastlayõnca, toplum hayatõnda
nezaketin, güler yüzün ne kadar önemli olduğunu gör-
dük.
Bize bir ödev verildi mi, o bizim sorumluluğumuz olur-
du ve onu yapmaya, sonuna kadar yapmaya mecburduk.
Böyle gördük, böyle yetiştik.
Anõlarõnda yazdõğõna göre babam kendi babasõndan çok
çekinirmiş. Onun için bizimle arkadaş olmaya çalõşmõş.
Pek başaramadõ. Bizim ona olan saygõmõz hep ağõr bas-
tõ.
Ama bizi hiç ezmedi, kendimize güvenmeyi, önemli
konularda kendi tercihlerimizi savunmayõ öğretti.
Ben Metin Toker’le evlenmek isteyince, bunu anla-
yõşla karşõladõ.
“Ona güveniyorum, onunla mutlu olacağım. So-
rumluluk benim” dediğim zaman bana inandõ.
Bu kararõmõzdan ne o, ne ben, hiç pişman olmadõk.
Arada Metin, “Ankara Hilton”da, Cebeci Hapisha-
nesi, basõn suçundan 20 ay hapis yattõ. İspat hakkõ yok-
tu. Akis dergisinde yazõlanlar iktidarõn hoşuna gitmiyordu.
Haftada iki kere babam, bazen çocuklar, ben onu zi-
yarete gittik.
Pikniğe gider gibi... Kimse şikâyet etmedi.
B
abam uzun yaşadõ.
Bir sürü rahatsõzlõğõ
vardõ ama kendisi-
nin ve doktorlarõnõn dikkati
sayesinde idare etti. Aynen
annem gibi.
Hayatlarõnda çok farklõ dö-
nemler oldu. 13 yõl süren Ata-
türk’ün Başbakanlõğõ. Sonra
kõsa bir müddet politika sah-
nesinden çekildi. Bu ayrõlõş,
Atatürk’ün ona küstüğü, ya-
nõndan uzaklaştõrdõğõ şeklinde
yorumlanõr. 1937-1938 yõllarõ.
Bizim için ne değişmişti?
Babam daha çok evdeydi. Eve
gelen yabancõlar azalmõştõ ama
hükümetteki bazõ bakanlar,
sevgili Sabiha Gökçen gibi
Atatürk’ün yakõnlarõ, eski dost-
larõ daha sõk geliyor, onlarla
bahçede dolaşõyor, ağaçlar,
çamlar hakkõnda bilgi topluyor,
yanõndakileri sõnavdan geçiri-
yordu. Bizim için Atatürk’le
babamõn beraberliği bu şekil-
de devam ediyordu.
İngilizce öğrenmeye başla-
dõ. Biri İngiliz, diğeri Türk iki
hocadan ders alõyordu. Önce-
likle İngiliz Parlamentosu hak-
kõnda kitaplar okuyordu.
Hep bir müzik enstrümanõ
çalmaya heves etmiş. Kulağõ
ağõr işittiği için vücut dili ile
notalarõ nasõl duyacağõnõ, his-
sedeceğini merak edermiş.
Viyolonselin en çok insan
sesine benzeyen sesler çõkar-
dõğõnõ duyduğu için, ona karar
vermiş. Viyolonselini Pembe
Köşk müzesinde saklõyoruz.
Babamõn Cumhurbaşkanlõğõ
döneminde Çankaya’da Cum-
hurbaşkanlõğõ Köşkü’nde otu-
ruyor, baharda Yalova’ya, ya-
zõn Florya’ya gidiyorduk. Kõş-
larõ da İstanbul’a gitmek icap
ederse Dolmabahçe Sarayõ’nda
kalõyorduk.
Ankara’dayken bazen bay-
ramlarda, hafta sonlarõnda ken-
di evimize dönerdik.
SAVAŞ YILLARI
İkinci Dünya Savaşõ yõllarõ...
Harbe girilecek mi? Giril-
meyecek mi?
Bazen Alman Büyükelçisi
Von Papen’in, bazen İngiliz
Büyükelçisi Sir Hugessen’õn
Köşk’e geldiğini duyardõk.
Öğleleri yemekte ya Başbakan
Şükrü Saracoğlu ya da Dõş-
işleri Bakanõ Numan Mene-
mencioğlu bulunur, heyecan-
lõ heyecanlõ konuşurlardõ. Ba-
bam onlarõ dikkatle dinler,
doğru kararõ vermeye çalõşõrdõ.
Almanlar Yunanistan’õ işgal
edip, Trakya sõnõrõna dayanõn-
ca endişe arttõ. Hedeflerinin
Rusya olduğu biliniyordu.
Bizim üzerimizden mi, yok-
sa kuzeyden Karadeniz’den
mi gideceklerdi?
Her an Almanlarõn bir uçak
saldõrõsõ bekleniyordu. Ak-
şamlarõ paltomu, elbisemi,
ayakkabõlarõmõ yatağõmõn ya-
nõna hazõrlayõp yatardõm. İca-
bõnda sõğõnağa çabuk gidebil-
mek için.
Yalova’da, babam Alman-
larõn Karadeniz üzerinden git-
meye karar verdikleri haberi-
ni alõnca meşhur kahkahasõnõ
atmõştõ.
Babam Ankara’da normal
hayat devam ediyor izlenimi-
ni vermek istiyordu. Gene at
yarõşlarõna, konserlere, top-
lantõlara gidiyorduk.
Devamlõ yemek konukla-
rõndan birisi de Hasan Âli
Yücel idi. Köy Enstitüleri’ni
geliştirmek için harõl harõl ça-
lõşõyordu. Babamõ en çok mem-
nun eden buydu. Arada Hasa-
noğlan Köy Enstitüsü’ne be-
raberce giderdik.
Türkiye’yi savaşa sokmak
için İngilizler, bilhassa başba-
kanlarõ Churchill çok uğraştõ.
Adana’da babamõ kandõrama-
yõnca bu sefer yanõna Başkan
Roosevelt’i de alarak onu Ka-
hire’ye davet etti. Buluştular.
Cumhurbaşkanõmõz gene da-
yandõ. Ancak ülkemiz için hiç-
bir tehlike kalmadõğõna inan-
dõğõ gün, onlarõn yanõnda sa-
vaşa katõldõ.
Keyifli keyifli anlatõrdõ.
Kahire’deyken bir toplantõ
sõrasõnda söz almõş, Mena Hou-
se Oteli’nde kalõyorlar.
“Ben her zaman günlük
yürüyüşümü yaparım. Bu-
rada da çıkıyorum bahçeye.
Ağaçlar üzerinde tüfekli nö-
betçiler var. Duvarda maki-
neli tüfekler... Rahat edemi-
yorum. Bu bana karşı değil,
beni koruyorlar; müteşek-
kirim ama, yürüyüşüm de
böyle olmuyor” demiş.
Herkes gülümsemiş. Churc-
hill söze karõşmõş:
“O sizin gördükleriniz bir
şey değil. Bizi 25 tane hava fi-
losu da yanımızdaki mey-
danlardan koruyor. Bir de
300 küsur uçaksavar topu
var. Onlar da koruyor.”
Babam sormuş: “Peki bun-
lar yeterli mi?”
Churchill: “Ooo, demiş, o
hiç belli olmaz. Alman tay-
yareleri, Girit’ten şuradan
buradan kalkar, buraya da
saldırıverir.”
Churchill bunu söylerken,
Roosevelt’in gözleri parlamõş.
İnönü’nün lafõ nereye getire-
ceğini anlamõş. Babamõn ce-
vabõ gecikmemiş...
“Yaa, demek öyle. Bizim
koca İstanbul’umuzun ko-
runmasına bir buçuk filo ye-
ter diyorsunuz. Burada fut-
bol sahası kadar yere 25 filo
yetmiyor, 300 top yetmiyor,
öyle mi?”
Roosevelt kahkahayõ at-
mõş: “Yakalandın Churchill,
yakalandın.”
Savaş bitti. Bu sefer çok
partili rejime, demokrasiye ge-
çiş mücadelesi başladõ.
1950 Mayõsõ’nda babamõn
“en büyük zaferim” dediği ol-
du. CHP seçimleri kaybetti.
Evimize, Pembe Köşk’e
döndük. Cumhuriyet’in ilk ku-
şağõ dediğim biz 3 kardeş ev-
lendik, çocuklarõmõz oldu.
Ağabeylerim, eşlerimiz, ço-
cuklarõmõz masa başõnda tek-
rar toplandõk. Babam, annem
başõmõzdaydõ. Çok mutluy-
duk. Devrin güç günlerini bir-
birimize dayanarak atlattõk.
Sohbetlerimizi hatõrlõyorum.
Televizyonlarda politik ha-
berleri seyrederken babam
“duygusal tartışmaların za-
rar verdiğini, uzayıp bir so-
nuca varılamadığını” savu-
nurdu.
Bir de kraldan fazla kral ta-
raftarõ olanlarõn politikacõlarõ
yanõlttõklarõnõ söylerdi.
“Öğreneceğiz, öğrenece-
ğiz” derdi. Hep ümitliydi.
Rahatsõzlõğõnõn son günle-
rinde beni yanõna çağõrmõştõ.
Gene aynõ yatak odasõndaydõk.
Yatağõnõn yanõna diz çöktüm,
pamuk ellerini avucuma al-
dõm, öptüm.
Gözlerini bana dikti, uzun
uzun baktõ: Kõzõm, diyebildi.
Biz İsmet Paşa’nõn ve Mev-
hibe Hanım’õn çocuklarõ ola-
rak doğmuş, İnönü’nün ço-
cuklarõ olarak büyümüş, hayata
atõlmõş, o güne kadar gelmiş-
tik. Artõk kendi başõmõza kalõ-
yorduk.
Ama doğru eğitimi almõş,
Cumhuriyet çocuklarõ olarak
yaşamayõ öğrenmiştik.
Devam edecektik. Sizler gi-
bi...
‘Atatürk devrimleri bizi
aydõnlõğa çõkaracaktõ’
‘Cumhuriyet
çocukları gibi
yaşamayı
öğrendik’
ÖZDEN TOKER, İNÖNÜ’YÜ ANLATIYOR (2)
S Ü R E C E K
23 MAYIS 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9