11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 23 MAYIS 2010 PAZAR 14 PAZAR YAZILARI [email protected] Üniversiteyi zombiler bastõ Bizde üniversiteyi, öğrenci yurdunu, kampusu eli satõrlõ, bõçaklõ faşistler basar, karşõt görüşlüler arasõnda kavga çõkar. Kelle koltukta okula gidilir! ABD’de ise durum farklõ. Burada kampusu zombiler basõyor! Indiana Eyaleti’ndeki, 50 bin öğrencisiyle Amerika’da ilk 10’a giren Purdue Üniversitesi’ni geçen haftalarda zombiler bastõ ve kontrol tamamen onlara geçti. Artõk bir yõl boyunca, 2011’e değin, Purdue zombilere emanet! Bu, öyle iki satõrda anlatõlacak kadar kolay olmadõ, iki üç hafta süren sokak çatõşmalarõndan sonra zombiler galibiyeti aldõ. Bakõn nasõl oldu, anlatayõm: Kasaba polis şefi John Cox’a göre emniyetten izin alõnõp oynanan bir oyun için “talebe arasından” önce 1 tane zombi seçiliyor, o zombiye karşõ binlerce Purdue’lü öğrenci insan olarak savaşõyor. Amaç zombiyi yok etmek! Ancak zombi, adõ üzerinde zombi olduğu için bir türlü ölmüyor; o zaten ölü! Zombiyi oyun için tasarlanan süre boyunca devamlõ öldürmek gerekiyor ki o tekrar canlanõp başkalarõna dokunmasõn. Kurala göre, zombinin dokunduğu insan derhal zombileşiyor; oluyor mu sana kampuste 2 zombi... O iki zombi elim sende oynayõp diğerlerine dokundukça, az evvel insan olanlar derhal mekân ve dünya değiştirip zombi olduklarõndan sayõlarõ hõzla artõyor. Malthus Teorisi bundan daha iyi anlatõlamaz! Baş et, baş edebilirsen... Bir saklambaç oyunu ki sormayõn! Bu oyunu, meğer son 5 yõldõr oynarlarmõş, ben yeni fark ettim. Zombilik, derse giren öğrencinin salt sõnõfa adõm attõğõnda geçersiz: Derslikler savaşsõz bölge, derste zombi, insan yan yana... Ama sõnõfõn kapõsõndan çõkõlõnca savaş başlõyor. Zombiler ayõrt edici sarõ bandana işaretini başa sarõyor; insanlarsa kollara takõyor. Zombi olanlar dilerse üstlerine ürkünç, korkunç, pejmürde kõyafetler giyip dolaşõyor. İnsanlõğõ devam edenlerden Rambo, Superman, Örümcek Adam, Kõzõl Maske gibi kõyafet giyenleri pek havalõ! Bir akşam alacasõydõ, kütüphaneden çõktõğõm sõrada önüme bir kõz fõrladõ, “Onu gördünüz mü, orada mı” diye sordu. Hayõrdõr inşallah! “Kimi gördüm mü kızım” dedim, “Zombiyi” dedi... PURDUE MAHMUT ŞENOL Kütüphaneci Eşek Serafino Altan’õn son şakasõ Pohpohçu renkli basõn ne kadar üfürse de Türkiye’den kalburüstü, uluslararasõ düzeyde bilim insanõ maalesef pek yetişmiyor. Hele hele kendini yabancõ bir ülkedeki mesleki faaliyetiyle dünya ölçeğinde kabul ettiren çok nadir çõkõyor. İşte böylesi ölçütlere sahip hocalarõmõzdan, ender insanlarõmõzdan birini daha, antropolog/tarihçi/çevirmen/eğitimci profesör Altan Gökalp’i çok erken ve acõ biçimde yitirdik. Olağanüstü zekâsõnõn en parlak göstergelerinden biri olan kendine özgü hiciv ve muzipliğiyle Altan bir yerlerden bizlere nanik yapõyor mu bilemem, fakat küllerinin yaklaşõk iki hafta önce Paris Père- Lachaise Mezarlõğõ’nda çekmeceye konulduğunu sanõyorum. Olur mu Altan olur mu? Senin gibi bir koskoca adam kutulara sõğar mõ? Şaka ediyorsun... Şakalarõ bitmezdi ki Altan’õn. Her ortama uygun bir fõkra, bir benzetme, bir taşlama bulur gediğine oturtuverirdi. Çevresinin çoğunluğun keyifle dinlediği bu esprilerin ardõnda “fıkra koleksiyonculuğu yapan amatör” değil, özümlediği benzersiz bilgi ve görgüyü belli pedagojik kaygõlarla muhataplarõna, öğrencilerine, yakõnlarõna daha iyi belletme yöntemini ustalõkla kullanan bir büyük öğretmen saklõydõ. 22 yõl önce geçirdiği kalp krizi, son yõllardaki by-pass’larõ onu hiç uslandõrmamõş, giderek artan bir tempoyla faaliyet alanlarõnõ çeşitlendirmeye devam etmişti. Ortak dostlarõmõzdan, değerli Osmanlõ (sanat) tarihçisi Frédéric Hitzel, 21 Nisan’da arayõp Altan’õ yarõ mesleki, yarõ şahsi bir gezi için gittiği Surinam’da (eski Hollanda Guyanasõ) bir gün önce kaybettiğimizi söyleyince bir an Altan’õn soğuk bir şakasõ gibi geldi. Stefanos Yerasimos (2005), Semih Vaner’den (2008) sonra Fransa’da yaşayan sõra dõşõ, yeri doldurulamayacak akademisyen kişiliklerimizden birini daha yitirmiştik. (Tarihin benzersiz dönemlerinden 68 rüzgârlarõnõn, o yõllarõn üretken Türkiyesi’nin doğurduğu, yetiştirdiği bu insanlara, yine o günlerin Fransasõ kucak açmõştõ. Onlarõn dünya, Fransa ve Türkiye için en güzel meyveleri vermesini sağlamõştõ. İlk ikisini 63 yaşõnda, Altan’õ ise 68 yaşõnda yitirmiştik.) Priştina kökenli Arnavut bir anne ve Antakyalõ bir babalõ, 3 çocuklu öğretmen bir ailenin çocuğu olarak 1942’de İzmir’de dünyaya gelen Altan, İstanbul St. Joseph Fransõz okulunu bitirmişti. Yaklaşõk 50 yõllõk kadim dostu Serge Petit’nin deyişiyle “Paris’e geldiği 1961’den beri zekâsı ve parlaklığıyla girdiği her ortam kendini derhal kanıtlamış ve sevdirmiş bir adam”dõ. Hayatõnõ kazanarak tamamladõğõ hukuk ve siyasal bilimler eğitiminin ardõndan, 1967’de 10. Paris Üniversitesi Karşõlaştõrmalõ Etnoloji ve Sosyoloji Laboratuvarõ’nda araştõrmacõ kadrosuyla çalõşmaya başlar. İşinin yanõ sõra Aleviler ve göçebe Türkmenler (Tahtacõlar) üzerine doktorasõnõ sürdüren Gökalp’in, 1980’de yayõmlanacak tez çalõşmasõ “Kızılbaşlar ve Kara Ağızlılar” alanõnda gerçek bir klasiktir. Ulusal Bilimsel Araştõrmalar Merkezi CNRS’de Türk ve Osmanlõ İncelemeleri Kürsüsü müdürü olarak kariyerinde hõzla tõrmanan kişilik, Avrupa Konseyi’nin Göçmen Çocuklarõn Eğitimi programlarõndan Yaşar Kemal çevirilerine geniş bir yelpazede araştõrdõ, üretti. Avrupa İslamiyet Gözlemevi, Berlin Üniversitesi Marc Bloch Merkezi gibi kurumlardaki İslam, laiklik, kadõn, göçmenlik, geleneksel toplumlar üzerine çalõşmalarõ, büyük Türkolog Louis Bazin ile Fransõzcaya kazandõrdõğõ “Dede Korkut Kitabı” sayõsõz eserinden sõnõrlõ örneklerdir. François Mitterrand’õn Türkiye gezi ve temaslarõnda güvenilir adam Altan Gökalp’ti. Cenaze törenine katõlanlar arasõnda eski kültür bakanlarõndan Jack Lang, Zülfü Livaneli ve Yaşar Kemal veya Fransõz uzman akademik çevrelerin tüm tanõnmõş simalarõ ve iki Türk büyükelçisinin bulunmasõna rağmen allõ pullu Türk basõnõnõn eksikliği, Türk kamuoyunun nankörlüğünün bir başka kanõtõydõ. Halbuki Türkçenin Fransõz ortaeğitim tedrisatõna girmesini Milli Eğitim Bakanlõğõ genel müfettişi, yani yine Altan Gökalp’e borçluyduk. Vücudu küle dönüşmezden önce Père-Lachaise krematoryumunda düzenlenen saygõ töreninde bir konuşmacõnõn dediği gibi, Altan’õn milliyeti “Dünya yurttaşı”, dini “Cumhuriyetçilik”ti. Son, 6 Nisan’da “Fransa’da Türkiye Mevsimi”nin kapanõşõnda karşõlaşmõş, çocuklarõmõzdan söz etmiştik. Büyük oğlu Mathias’õn şu anda Fransa’nõn gelecek vaat eden film yönetmenleri arasõna girdiğini söylediğimde, küçük oğlu Sébastien’õn Modern Sanat Müzesi konservatörlüğüne terfi ettiğini eklemiş, “Fakat birader, gelecek kadınlarda... Benim küçük kız Marianne göreceksin hepsini bastıracak” demişti. Çapkõnlõğõ kadar, feminizme verdiği destekle de tanõnõrdõ. Vefalõ dostu Serge Petit, Altan’dan şöyle bir şakayla noktaladõ ayaküstü sohbetimizi: “Kadınlar fotoğraf gibidir. Aptalın biri orijinali tutar, ötekiler kopyaları paylaşır.” (Son anda aldõğõm habere göre Altan’õn külleri açõklanmayan bir yere serpiştirilmiş.) [email protected] Avrupa’da, bu saatten sonra göğerip de bostan olamazsõn, beni dinlersen, buralara gelmeye hiç heveslenme bacõm! Peşinden koşturup durduğun emmoğlun da artõk o eski emmoğlun değil. Derelerde, meralarda birlikte koyun, kuzu heyheylediğiniz günleri unut... Sana gerçeği açõk açõk söylemek zorundayõm: Emmoğlun, geldikten sonra kabak çiçeği gibi açõldõ, buralarda çok değişti, çok.. Kumar makinelerine dadandõ. Borç para sõzdõrabilmek için tek ayak üstünde kõrk yalan söyleyen bir adam haline geldi. Esrarcõlarla, keşlerle arkadaşlõk kurdu. Biriken kiralarõnõ ödemediği için evden atõldõ, elektrik parasõ yüzünden kara listeye girdi. Fazla sayõp dökmeme gerek yok; uzun sözün kõsasõ, bu adamdan sana hayõr yok. Büyük kentte barõnamõyorsan, çocuklarõnõ al, köye, babanõn, kardeşlerinin yanõna dön. Buralarda soğanõ, domatesi, elmayõ tek tek satõn alõrlar; karpuz dilimle satõlõr. Evde hastalansan, aç kalsan kimse çalmaz kapõnõ. İnsanlarõnõn yüzü gülmez, hayal bilmez, düş bilmez; bir kahkaya muhtaçlar. Yaşlõlarõ, yalnõz yaşadõklarõ evlerinde ölüp gidiyor, kimsenin haberi olmuyor. Arayanlarõ, soranlarõ yok. Kokularõ apartman boşluğuna yayõldõğõnda farkõna varõyorlar. Mahalle bakkallõğõ yaptõğõm son on yõlda, uyuşturucudan ölen en az on genci tanõrõm. Küçücükken, dondurma, şeker almaya gelirlerdi, uyuşturucuya alõştõlar. Avrupa’nõn tren garlarõnda uyuşturucu gramla satõlõr, iki kilo et fiyatõna kadõnlar pazarlanõr. Buralarda, kadõn haklarõ, çocuk haklarõ da yalan dolan... Gelmeye heveslendiğin Danimarka’da, göçmen yasasõnda yeni değişiklik yaptõlar. Seni getirebilmesi için, emmoğlunun devlete 62 bin kron (yaklaşõk 17 bin TL) güvence parasõ (depozito) ödemesi gerekiyor. Parayõ, burada beklediğin süre boyunca yeme, içme giderlerini karşõlamak için alõyorlar. Oturma ve çalõşma izni alamazsan, paranõn geriye kalanõyla da uçak bileti alõp seni geri gönderecekler. Vize, pasaport işlemlerini halletsen bile, senin çulsuz bu güvence parasõnõ nereden bulacak? Sakõn, hele oraya bir geleyim, gerisi Allah kerim demeyesin.. Geldikten sonra kolay kolay oturma izni vermezler. Üzümün sapõ, armudun çöpü derler, kõrk dereden kõrk su getirir, oyalarlar. Sabah erkenden, en mahrem zamanõnda gelir kapõnõ çalarlar; yorganõna bakarlar, yastõğõna bakarlar; siz nasõl evlisiniz, kocanla aynõ yatakta mõ yatõyorsun, merak ederler... Danimarka’da böyle, İsveç’te böyle. Türkiye’de, daha önce evli olduğunuza, çocuklarõnõzõn size ait olduğuna inandõramazsõn. “Bu yabancılar, oturma izni aldırabilmek için, bacılarıyla, teyzeleriyle sahte nikâh yaparlar. Akraba çocuklarını da üzerlerine kaydettirip getirirler” diye kuşkulanõrlar. Oturma izni sonrasõ da ayrõ bir dert... Çocuklarõn farklõ bir ülkede yaşamaktan dolayõ kültür şokuna girer; oğlan bir yana, kõz bir yana gider. Onlarõ toparlamaya çalõşõrken cemaatler, tarikatlar üşüşür başõna. Yeni bir ülkeye gelirken yitirdiklerini sana buldurmaya çalõştõklarõnõ söylerler. “Kızını çarşafa sok ki, gâvurun oğlanlarıyla oynaşmasın; oğlanı tarikat camiine gönder ki, uyuşturucuya bulaşmasın” derler. Çocuklara örnek olman için önce senin örtünmen gerektiğini söyler, karartõrlar dünyanõ... Bu yakõnlarda, İzlanda’da yanardağ patladõ, her gün yeni yeni toz bulutlarõ geliyor. Bulutlarõn yüzü soğuk. Neredeyse yaz gelecek, havalar bir türlü õsõnmadõ. Nefes almakta zorlanõyoruz. Zaten soğuk ülkeler buralar. Doğru dürüst sebze, meyve yetişmiyor. Sõcak ülkelerden gelen sebzenin, meyvenin fiyatõ her geçen gün artõyor. Bu durum altõ ay böyle sürecek, diyorlar. Oralar da güllük gülistanlõk değil, biliyorum. İktidarlar gelir geçer; ülke hep böyle karanlõkta kalmaz böyle. Gün ola devran ola, biraz daha sabret hele... Beni dinlersen, gelme buralara bacõm. Gelip de kendini de, çocuklarõnõ da perişan etme. Baban da, çocuklarõ al, köye dön, demiş; ne güzel işte. Topla çoluğu çocuğu git. Oğlun, kõzõn özgür olsun, sõrtõnõz sõcak görsün. Güneşin tadõnõ, yağmurlarõn bereketini al. Samanla çamuru karõp, çeşmenin başõndaki evini elbirliğiyle bir güzel onarõr, sõvarlar. Tavuk besle; iki koyun, dört keçi al. Bahçeye, kokusunu, tadõnõ aldõğõn hormonsuz domates, maydanoz, soğan ek, suyunu bol ver. Binboğalarõn çiçekleri de ne güzel açmõştõr şimdi. Bahçenin kenarõna bir kovan yerleştir, arõcõlõk yap; bal üret. Gün olur gelirim; teyze oğlunun önüne bir tabak bal koyarsõn... [email protected] PARİS UĞUR HÜKÜM Serafino, kahverengi tüylü, uzun kulaklõ, sevimli ve çalõşkan bir eşek. Milano Eşek Derneği’nin kadrolu çalõşanõ Serafino. İşi, “seyyar kütüphanecilik”. Soyu hõzla tükenen eşekleri koruma altõna alan dernek, Milano’da bir ilke imza atarak 7’den 70’e her yaş ve kuşaktan okura kitap okuma sevgisini aşõlamak için eşekleri görevlendirdi. İşte Serafino, Milano ve çevresindeki çeşitli semtlerde konutlara, parklara, okullara, hapishanelere, organik tarõm yapõlan tatil merkezlerine kitap servisi yapan, dört ayaklõ seyyar bir kütüphane. Milano Eşek Derneği’nin yöneticisi Lucia Pignatelli, yok olma tehlikesi ile karşõ karşõya kalan eşeklerle ilgili çeşitli projeleri hayata geçiriyordu. Bu projelerde özellikle çocuklar ön plandaydõ. Çocuklarõn hafta sonlarõ eşeklerle birlikte bir gün geçirmeleri gözetilerek eşek sõrtõnda Milano ve yakõn çevresinde kültür ve doğa turlarõ düzenliyordu dernek. “Seyyar kütüphane Serafino”, Eşek Derneği’nin kitap tutkunlarõna açtõğõ yeni bir pencere. Bu hizmet kitapseverlere bulunduklarõ mekân ve yerde istedikleri kitaba ulaşabilmelerini sağlõyor. Eşeğin sabõrlõ ve ağõr kanlõ bir hayvan oluşu ile kitap okuma uğraşõsõnõ bir noktada kesiştiren dernek, Serafino ve başka eşeklerle edebiyatta eşek figürünün peşi sõra giderek okuma sevgisini yaymayõ hedefliyor. Kahvemsi yumuşak tüyleriyle ilk aşamada Milano’nun güney kesimindeki semtlerde göreve başlayan Serafino, sõrtõna yüklediği kitaplarla kapõ kapõ dolaşarak yeni çõkan kitaplarõ meraklõsõna ulaştõrõyor. Milano’ya bağlõ Corbetta Belediyesi’ndeki kütüphane için çalõşan Serafino ve başka eşekler, kütüphanelerin sõnõrõnõ aşarak okurun ayağõna gidiyor. Kütüphaneci eşek Serafino figüründen yola çõkan dernek, unutulmaya yüz tutan cefakâr eşeklerle ilgili özel günler de düzenliyor. Örneğin geçen pazar günü Serafino, Ozzero’da çocuklarla bir gün geçirdi. Çocuklar, eşeğin nasõl beslendiğini, uyuduğunu ve gününü nasõl geçirdiğini gözledi. Milano’da 30 Mayõs için öngörülen “Arabasız Bir Gün”de ise Serafino ve arkadaşlarõ, kütüphaneci aydõn eşek kimliğiyle her yaştan okura kitap önerecek. Serafino’nun dinlendiği aralarda çocuklar ve gençlerle birlikte kitap okuma atölyeleri düzenlenecek. İşte Serafino’nun öyküsü böyle. Milanolular kapõlarõnõ çalacak olan eşek Serafino’nun sõrtõna yüklediği kitaplarõ merakla bekliyor. Kitap okumayõ pek sevmeyen genç kuşaklar bakalõm eşek Serafino’nun etkisiyle kitaplarõn büyülü dünyasõnõ keşfedebilecek mi? [email protected] Zarife’ye açõk mektup... Meğer ondan kaçõyormuş. Kõza olanlarõ sordum, öğrendim. Dalga geçer gibi bakmõş olmalõyõm ki “Hocam!” dedi, “Öyle demeyin, bu hayatta kalma savaşıdır, bu aslında bir tür eğitim ki bizi hayata hazırlıyor!” Demek zombiden kaçarak, örneğin kapitalist piyasada birinci gelmeyi öğrenecek. Zombilik için bir de Boiler League of Tag adlõ dernek kurulmuş, 5 bin üyesi var. Boiler, bu üniversitenin lakabõ! Merakõm dinmiyor, kolunda sarõ bant taşõyan başkasõnõ durdurup soruyorum, o bir yandan yanõt verirken öte yandan arkasõnda bir zombi eli olmasõn diye pür dikkat kesilmiş, bir elinde plastik tabanca gibi bir şey var: “Bunu bilmemeniz şaşkınlık verici. Tag oyununu duymadınız mı hiç?” Hayõr duymadõm, biz çocukken saklambaç, körebe, uzuneşek oynardõk... İnsanlarõn zombilere plastik tabancayla ateş etmesi serbest; polis buna izin veriyor. Zaten plastik mermiler zõp zõp leblebi gibi. İsabet ederse, zombi öğrenci 20 dakika süreyle oyun dõşõ kalõyor. Sonra yeniden canlanõp, yallah oyuna! Beriki ise tabanlarõ yağlõyor o arada! “20 dakika süreye uygun davrandığını nasıl anlıyorsunuz” diye soruyorum, tam bizden duyulacak soru... Zombi olmakla ahlaksõz olmuş değil ya, kurallara uyacak elbette! “Böyle bir şey olamaz ki, kural bu!” Bunu söyleyen, Neil Armstrong Astronomi Fakültesi’nde öğrenci; yakõnda mezun olup NASA’da çalõşacak... Zombi savaşõnõn bu aşamasõnda merakõm artõş gösterince sonunu bekliyor ve son insanõn 1999 adet zombi tarafõndan kuşatõldõğõ yerde olan biteni seyrediyorum; mahşer günü, Armegeddon gibi. Zombiler son insan- öğrenciye dokunarak onu da zombileştiriyor; o anõ görmelisiniz. Böylece Purdue’de hiç insan kalmõyor! Oyunu tasarlayõp kampusta sürdüren derneğin başkanõ Kevin Barlow, önümüzdeki yõl için çok umutlu. The Exponent gazetesine “Kesinlikle bir daha üniversiteyi zombilere teslim etmeyeceğiz” diyor... Zombileşmiş olan birine ise ben soruyorum: “Aranızda hiç Türk öğrenci var mıydı?” Geçen yõl bir iki tane varmõş, “Ama artık oyuna onları almıyoruz” diyor, nedenini açõklayõnca hak veriyorum; bilmez miyim hiç! “Türkler zombi olmayı bir türlü kabullenmiyor, mızıkçılık ediyor. Sobelenince 20 dakikalığına ölmesi gerekir, ama itiraz ediyorlar...” Purdue’de 200 kadar Türk öğrenci var, aralarõnda hiçbirinin zombi olacağõna ben de kanaat getirmiyorum. [email protected] MİLANO ASLI KAYABAL MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle