19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 26 NİSAN 2010 PAZARTESİ 6 KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Helvacı’nın İlişkileri Diyanet Vakfı’ndan “Güneş Sisteminin Mekaniği ve Ayın Yörünge Analizi” konusunda doktora yapmak için ABD Kentucky Üniversitesi’ne giden ve 4 yılı aşkın süreyle burs alan, ancak orada başka işlerle uğraşan, döndükten sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’na sahte bir doktora tezi veren Yard. Doç. Dr. Mustafa Helvacı, halen Akdeniz Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Helvacı, AKP iktidarı döneminde bakanlıklar arasında ve TÜBİTAK’ta neredeyse el üzerinde tutulup paylaşılamayan bir insan görünümünde! Nedenini araştırdığınızda, ilginç ilişkiler yumağı ile karşılaşıyorsunuz. İlişkilerin merkezinde örneğin Birlik Vakfı var. Vakıf 1985’te kurulmuş. Kurucular arasında, Mustafa Helvacı var, henüz 20 yaşında! Başka? İlginç isimler var, örneğin: Abdülkadir Aksu, Azmi Ateş, M. Bahaeddin Cebeci, Mehmet Zeki Akıncı, Ali Çokun, Cemil Çiçek, Ömer Dinçer, R. Tayyip Erdoğan, Zeki Ergezen, İsmail Kahraman... İsimlerin büyük çoğunluğu bugün Türkiye’yi yönetiyor!!! Burada kilit isimlerden biri Mehmet Bahaeddin Cebeci. Gül’ün 58. Hükümeti’nde Başbakan Müşaviri (Daha sonra Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Gül “40 yıllık” Kayserili arkadaşı Cebeci’yi yanından ayırmıyor!). Helvacı da o dönemde Başbakan Gül’ün özel kalem müdürü yapılıyor! Birlik Vakfı kardeşliğinin ötesinde bir aile bağı da var. Mustafa Helvacı eşi dolayısıyla Cebecilerle aile ilişkileri içinde. Cebeciler, Helvacı’ya devlet içinde kapıları açan isimler! Cebeciler dedim, bir tanıdık Cebeci daha var: Prof. Dr. Ömer Cebeci! Ömer Cebeci, TÜBİTAK’ın neredeyse gizli yöneticisi! Bilim Kurulu üyesi, TÜBİTAK’ın Bilim ve Teknik dergisinin baskısını, kapak konusu olarak Darwin konduğu için durduran, derginin içinden Darwin’i çıkartan ve dergiyi yeniden basarak büyük skandal yaratan kişi! Helvacı’nın Cebecilerle birlikte Malatya’da maden işletmeleri var mı yok mu? Diyanet İşleri, 2003’te Mustafa Helvacı’ya, ver bakalım doktoranı, diyor! Neden o kadar gecikiyor? Helvacı 2001’de Türkiye’ye dönüyor? Diyanet’in kadrosunda 2004 yılına kadar çalışıyor. Helvacı, sahte bir doktora veriyor, “Bilgisayar diskleri hasara uğradı” komik gerekçesiyle! Diyanet’te ilgililerin bu dosyayı doktora olarak nasıl kabul ettiklerine akıl sır erdirmek mümkün değil! Büyük bir olasılıkla, Helvacı’nın arkasındaki güçlü dinsel ilişkiler nedeniyle, bu sahte tezi doktora olarak kabul edip dosyayı kapatıyorlar! Ama bir yandan da Helvacı’yı maaşla besleyip duruyorlar! Çok ayıp! Helvacı’nın Akdeniz Üniversitesi’nde göreve başlaması da büyük bir olay! Dünkü gazetemizde yayımlanan “Diyanet bursu ile sahte doktora” konulu haberde, iki minik yanlışı düzeltmek isterim. Birincisi, Yard. Doç. Dr. Mustafa Helvacı için birinci sayfadaki anonsta “TÜBİTAK Başdanışmanı” demişim, aslında “Başkan danışmanı” olacaktır ki yazıda böyledir. İkincisi, yazı içinde verdiğim orijinal alıntıda tezin kayıtlı olduğu ve bozulduğu ileri sürülen ortamın “bilgisayar diskleri” olarak geçmesine rağmen, haberde CD diye geçiyor. Helvacı’nın “seyahat sırasında aşırı manyetik ortama maruz kaldığından bozulmaya uğramış..” diye tarif ettiği ve bilgisayar diskleri dediği, herhalde disketler olabilir. Bilgisayar disklerinden hard diski mi kastettiği de bilinmiyor. Ayrıca, “bilgisayar diskleri” diye bir deyim de bulunmuyor! Bu arada, haber içinde belge 6 ve belge 7 diye geçen belgeler yer darlığından basılamadı. Bu belgeler Kentucky Üniversitesi’nden, Helvacı’nın “tez danışmanı” Moshe Elitzur ve Fizik Bölümü Başkanı Joe Bril ile yapılan e- posta yazışmalarını içeriyor. Elitzur, verdiği yanıtta, Helvacı’nın tez danışmanı olmadığını, Joe Bril de Helvacı’nın üniversitelerinde kayıtlı olmadığını açıklamaktadır. ÖZLEM ALTUNOK B elki de en doğrusu kõzlarõnõn adõnõ sa- yarak başlamak... Zeynep, Ophelia ve Mavi... Işıl Kasapoğ- lu’nun üç kõzõ. Zeynep ve Ophelia babalarõ gi- bi Sorbonne’da tiyatro okuduktan sonra, bir za- manlar babalarõnõn Paris’te kurduğu kumpanyayõ tekrar canlandõrdõlar. Zeynep yönetmenlik yo- lunda ilerliyor, Ophelia oyunculuk. Mavi henüz 10 yaşõnda ama daha şimdiden onun yönettiği beş oyunda rol almõş durumda. Sonrasõnõ siz düşünün… Atlamamak gerek, çünkü en az tiyatro kadar tutkunun dolup taştõğõ mecra deniz, Işõl Kasapoğlu için. Üç kõzõnõn da adõ su ile bitiyor. Tekrar ede- lim; Zeynep Su, Ophelia Su, Mavi Su. Işõl Kasapoğlu’nun denizle ilişkisini tanõmla- masõ, şu hayatta başka bir şey yapmayõ bilmi- yorum dediği tiyatroyu yaşayõşõyla pek denk dü- şüyor. Her yanõnõ kaplayan içinde kaybolabildiği bir dünya... Bir başlangõç daha... Rita’nın Şarkısı, Profesyonel, Narnia, Pe- ter Pan, Trainspotting, Peer Gynt, Prömiyer... Şu sõralar sahnelenen oyunlarõndan bazõlarõ. Kimisi çocuk oyunu, ama herkese, kimisi ‘her- kesin’ Semaver’i kumpanyaya, kimisi Ankara, Konya DT’ye... Bir sezonda 12-13 oyunu farklõ tiyatrolarda sah- nelenen, şimdiye kadar 100’ün üzerinde oyuna imza atmõş, Anadolu’da ilk ödenekli tiyatro İz- mit Şehir Tiyatrosu’nu, gençlere Semaver Kum- panya’yõ kurmuş, Aksanat’õn kurulmasõnda en az Cüneyt Türel, Tilbe Saran kadar payõ var, bir süredir İşSanat’ta çocuk oyunlarõ yapõyor, daha da aklõnda onlarca oyunun takla attõğõ bir yö- netmen. Sevmeyeni çok olmalõ sevenleri kadar. Nerden, nasõl çõkõyor bu kadar hikâye derse- niz, ‘karnımdan’ diyor. Bir tarihi, hesabõ kita- bõ yok hiçbir oyunun. Hem durmayõ sevmiyor, hem tutmayõ. Acõ da sevinç de keder de içinde birikip boğazõna kadar yükselince hooop sahneye taşõyor. Bu o kadar kolay mõ? Pek de önemse- miyor. Seyirci kim, sahne nerde, bütçe nasõl kar- şõlanõr? Elbet bir yolu bulunur. Önce anlatõlmak istenen anlatõlacak. Yönetmen yerine ‘anlatıcı’ diyor kendine. Hikâyeler anlatõyor. Hayatta bir karşõlõğõ varsa, içindeki ona ait bir parçanõn, iğne ucu kadar da etki edeceğini bilse, tamam. Suskunluğu, isyanõ, varoluşu, tõ- kanõklõğõ paylaşmak olsun. Ama bir seyirci, ama 100. Çünkü se- yirci hep aynõ kişi. Biraz ben- cilce mi? Bir daha başlayalõm... Her prömiyer gecesinde ti- yatronun en kuytu köşesi onun. Çünkü her prömiyer bir ağõt onun için, artõk bitmiş olan oyuna. Ama bu son, ay- nõ zamanda bir başlangõç da… Önceleri Paris’te, Theatre a Ve- nir yõllarõnda her oyun sonrasõnda hastane yolunu tutmak bedenine pa- halõya patlayõnca merhemini kendisi bulmuş: Gelsin sõradaki oyun! Peki, hayalet gibi bir görünüp bir kaybolan, sadece o an orada olan bir şey için insan nasõl bu ka- dar uğraşabilir? Başka türlüsünü bilmiyor. Ölümle mücadele- nin çetrefilli bir yolu, bu. Te- melinde de kalõcõ olana mesa- fe var. Bir oyunu ancak sezonunda izleyebilir- siniz öyle değil mi? Sonra uçar gider, yerine ye- nileri gelir. İşte tam da bu, bir şeyler seyircinin kafasõnda asõlõ kalsõn yeter. Kalõcõlõk dediğiniz nedir ki! Ona kalanlar, onda kalanlar var ama... Bu bir girizgâh daha ister... “Kral Lear” babasõ için, “Gılgamış” dostla- rõna, “Trainspotting” uyuşturucudan ölen Pa- ris’teki üst komşusu demek biraz da. Her oyu- nunun içinde Onat Kutlar, Mehmet Ulusoy var, tanõştõğõ hayatlar, okuduğu masallar, iktidarlar, şiddet, bir gazete manşeti, deprem, Anadolu, Van, Diyarbakõr, Trabzon... Şu sõralar Semaver’li “Titus” var İstanbul Tiyatro Festivali için, son- ra kim bilir neler neler... O, devam ediyor... VE TİYATRO! “Galatasaray Lisesi’ndeyken başladım ti- yatro yapmaya. Nedenini tam bilmiyorum ama başından beri kafamda dramaturji oku- mak ve tiyatroyla yaşamımı sağlamak vardı. Okulda ‘Yaprak Dökümü’nü sahneye koy- duğumuzu hatırlıyorum, hatta ben oyunda Ali Rõza Bey’i oynuyordum. Yine o sıralarda ŞT’de figürandım, Beklan Ağabey’in (Algan) oyununda oynuyor, asistanlık yapıyordum. Li- seyi bitirir bitirmez Ankara Dil Tarih’te Dramaturji bölümüne başvurdum ve kazan- dım, ama grevlerde, fabrikalarda sokak ti- yatrosu yaparken İstanbul’dan ayrılamaya- cağımı anladım. Bir süre endüstri tasarımı, bi- raz hukuk okudum. Bu arada Onat Ağabey’le tanıştım, Sinematek dönemi, ASA (Sanat ha- berleri ajansı) derken 77’de her şeyi bırakıp tiyatro okumaya Paris’e gittim. Sorbonne’da tiyatro okurken bir taraftan da Mehmet Ağabey’e (Ulusoy) yardım ettim. Işık, ses, dekor... Uzun ve derin bir süre, eşek- ler gibi çalıştım. 1982’ydi sanırım, ilk mi- zansenimi bana Chaillot Tiyatrosu’nda An- toine Vitez verdi. O oyunla yönetmenlik dün- yasına adımımı attım. Yönetmenliğin sadece sahne değil, hayatla ilgili olduğunu da ondan öğrendim. 1983’te Theatre a Venir’i, ‘Geleceğin Ti- yatrosu’nu kurdum. Pinter, Duncan, Sha- kespeare, Soudee… Yüzlerce turne yaptım, bütün Fransa, Kuzey Afrika, Antil Ada- ları, Avrupa’nın hemen her kenti... Ti- yatro kurulduktan iki yıl sonra ba- kanlıktan ödenek almaya başladık, ödenek her sene arttı ve sonunda ilk 110 tiyatronun içine girdik.” FRANSA’DAN TÜRKİYE’YE - Peki her şey yolundayken Türkiye’ye nasıl ve niye döndü- nüz? Ödenek bir yerde tõkanmõştõ ve be- nimse büyük bir adõm atmam, 9-10 değil, 20-25 kişilik oyunlar yapmam ge- rekiyordu. Bunun zorluğunun farkõna vardõm. 1990’dõ sanõrõm, Türkiye’de “Kral Lear” yapmamõ istiyorlardõ. Ben de hem orada hem de Türkiye’de oyun yapmaya karar verdim. Diyarbakõr’da “Macbeth”, Trabzon’da “Venedik Taciri” derken arkasõndan diğerleri geldi ve 4 sene sonra Paris’te evim, arabam, tiyatrom dururken burada olduğumu fark ettim. - Gelelim oyunlarınıza... Tanımlaması zor, size özgü bir sentez görüyoruz. Bir Shakes- peare klasiğinde Makber şarkısını da duya- biliyoruz, ortaoyunu öğeleri de görebiliyoruz. Kuklalar, maskeler derken, opera, müzikal ya da Narnia gibi fantastik bir oyun da yapabi- liyorsunuz. Nereden geliyor bu çeşitlilik? Bu anlamda Fransa’nõn bana çok yararõ oldu. Açõkçasõ en başta kendi dünyamdan elemanlarõ kullanmak, daha verimli sonuçlar elde etmemi sağlõyordu. Bu yüzden oradayken Türk tiyatro- sunu çok iyi inceledim; ortaoyunu, meddah, ma- sallar, Pertev Naili Boratav, Hacivat-Karagöz, kuklalar... Her şeyin içine girdim. Türk tiyatro- sunun geleneğinden öğrendiklerimi okulda ya da diğer yönetmenler sayesinde öğrendiklerimle bir- leştirince kendime özgü başka bir tiyatro çõkõ- yordu ortaya. Buraya döndüğümde de yaptõğõm oyunlarda geleneksel Türk tiyatrosuyla Fran- sa’daki 20 yõlõn birikimini karõştõrabildim. - İki farklı ortam içinde gelgitler yaşama- dınız mı yani? Ben bir yere gelmiş ya da bir yerden gitmiş gi- bi hissetmiyorum kendimi. Sadece işimi yapõ- yorum. - Kızlarınızı ve tiyatroyu çıkarırsak ne ka- lıyor geriye hayatınızda? Kõzlarõmõn adõndan da belli. Deniz... Kendi- mi bildim bileli balõkçõ teknesi, gezi teknesi hep denizin içinde oldum. Eskiden dalardõm, gözlük, şnorkel 4-5 saat çõkmazdõm. Kalp krizlerinden sonra balõkçõlõkla ilgilenmeye başladõm. Ama hâ- lâ istiridye çõkarõrõm kendi gizli köşelerimden. Denizin sunduğu güzellikleri keşfetmek, balõk- larla konuşmak büyük özgürlük... Bu yõl yapayalnõz 3 ay geçirdim denizin üs- tünde. Suyla olan ilişkime de kendi dünyam di- ye bakõyorum. İçine girdiğinizde her yerinizi kap- sõyor ve reddetmiyor. Siz de onun içinde devi- niyorsunuz. Pek anlatõlabilecek bir şey değil sa- nõrõm... Ama isterseniz deniz yemekleri anlatõ- rõm, ahtapot, kalamar... Tiyatro yönetmeni Işõl Kasapoğlu ile yönetmenlikten oyunculuğa, tiyatro tutkusundan deniz tutkusuna ‘Muhalefet etmeyen tiyatro olmaz’ ‘Muhalefet etmeyen tiyatro olmaz’ Öğrencilik yõllarõndan, 70’lerden bu yana tiyatronun içinde Işõl Kasapoğlu. Çocuk oyunundan operaya, gölge tiyatrosundan müzikale her şeye yer var onun sahnesinde. Renkli, büyük ve hõzlõ bir dünya... ‘Anlatõcõ’ rolünü üstlendiği onlarca oyunda Onat Kutlar, Mehmet Ulusoy, izlediği yaşamlar, okuduğu masallar, iktidarlar, şiddet, bir gazete manşeti, deprem, yani hayat var.  Yönetmenin görevi oyuncudan ge- len yaratõcõlõğõ ona ayna gibi geri yansõ- tõp bir ilerisine gitmesini sağlamak, ama yönetmenin bir dünyasõ yoksa bunlar ol- maz. Türkiye’de böyle oyunlarla çok kar- şõlaşõyoruz: Eli yüzü düzgün bir oyun, her şey iyi yürüyor, ama ortada bir dünya yok. Benim tek becerebildiğim şey, o dünyayõ kurmak ve oyuncularõ içine at- mak.  En önemli huyum, masa başõ çalõş- masõ yapmamak. Bir metni neden sev- diğimi, ancak o metni, provada aktörler okuduğunda, sahnede gördüğümde anlõ- yorum. O yüzden aktör olmadan ben yo- kum.  Provalarõmda oyuncular bazen zor- lanmaktan ağlõyor. Zorluyorum çünkü ‘Ben, siz ne verecekseniz onun üstüne çıkmak için buradayım’ diyorum. O za- man onlar da değişiyor, ben de...  Bizde çok iyi aktörler var ama ço- ğu kendisini mahvediyor. Aktör olmadan dizi, reklam, seslendirme çarkõna giren- lerin oralarda posalarõ çõkõyor, sonra da yok oluyorlar. Ama Selçuk Yöntem, Zu- hal Olcay, Tilbe Saran, Bülent Emin Yarar, Yetkin Dikinciler, Serkan Kes- kin, Tansu Biçer gibi, önceden zaten ak- törlerse onlara bir şey olmaz.  Herkes kendine ‘sanatçı’ diyor, çünkü sanatçõyõm dedikleri zaman kur- tarõyorlar, ‘oyuncuyum’ deseler, izleyi- ci ‘Ne zaman, hangi oyunlarda izledik sizi’ diyecek.  Muhalefet etmeyen tiyatro olmaz. Bütün bu serseri dizilerin, medyanõn kapattõğõ ufuklarõ yeniden açabilmek, arkadaşlarõmõn TV’yle bozduklarõ, kir- lettikleri yaşamlara katkõda bulunabilmek için tiyatro yapõyorum.  Türkiye’de herkes değişmemekte õs- rarlõ, çünkü değişmek korkutucu bir şey ve değişmek istediğin zaman çalõşman ge- rekiyor. O yüzden pano dekorlar uygu- lamak, aynõ Macbeth’leri oynamak pek çoğuna kolay geliyor.  70 milyonluk koca ülkede gösteri sa- natlarõyla hayatõnõ geçindiren hepi topu 3 bin kişiyiz. Bu sayõ sadece Paris’te 90 bin. Tiyatroda en büyük sorunumuz ço- ğalabilmek.  Türkiye’de hem çocuk hem de ye- tişkin oyunu yapan sanõrõm bir tek ben va- rõm. Benim için çocuk ya da yetişkin oyu- nu fark etmiyor. Zaten bütün oyunlarõmõ bir çocuğa anlatõr gibi aktarmaya çalõşõ- yorum. Çocuklar vazgeçilmezlerim. Bi- zi onlar yönetecek, ben de iyi yönetilmek istiyorum. “Muhalefetetmeyen tiyatroolmaz. Bütün buserseri dizilerin,medyanın kapattığıufukları yenidenaçabilmek,arkadaşlarımınTV’yle bozdukları,kirlettikleriyaşamlara katkıdabulunabilmek içintiyatro yapıyorum.” [email protected] Sarıgül: Siyaset ülke için yapılır BALIKESİR (Cumhuriyet) - Türkiye De- ğişim Hareketi lideri Mustafa Sarõgül, 2006’da yaşamõnõ yitiren halk ozanõ Ali Ekber Çiçek’in ölüm yõldönümü nedeniyle Balõkesir’in Güre il- çesinde ve Çiçek’in mezarõnõn bulunduğu Tah- takuşlar köyünde düzenlenen anma törenlerine katõldõ. Güre’de halka hitap eden gelen Sarõgül, ilk seçimde Ankara’daki siyasi tablonun değişe- ceğini belirtti. Sarõgül “Siyaset, koltuğu koru- mak için değil, ülkeye hizmet için yapõlõr” dedi. PSAKD’de Gümüş yeniden başkan ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Genel Kurulu’nda, genel başkanlõğa Fevzi Gümüş ye- niden seçildi. Derneğin Genel Kurulu, Hacõ Bektaş Veli Anadolu Kültür Salonu’nda ger- çekleştirildi. Seçimde derneğin genel başkanõ olan Gümüş, 2 yõldõr aynõ görevi yürütüyordu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle