25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 19 NİSAN 2010 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Nükleer Silahların Azaltılması ve Silahlanma Yarışı... Birleşik Devletler ve Rusya’nın nükleer silahların azaltılması konusunda anlaşmaları, kuşkusuz ilk bakışta yetersiz de olsa, barış yönünde atılmış önemli bir adım. Ama daha da önemlisi, yine buna bağlı olarak nükleer silahların yaygınlaşmasının önlenmesi anlaşmasının bu kez, sorunun diplomatik görüşmelerle çözümüne öncelik verilmesi koşuluyla yaptırımların çok daha ciddi boyutlarda ele alınması kararlılığı, kanımızca en az nükleer silahların azaltılması anlaşması kadar önemli görünmektedir. Bu konuda dün olduğu gibi bu kez de Kuzey Kore, özellikle de İran söz konusudur. Neden Pakistan, İsrail ya da Hindistan değil de söz konusu olan sadece Kuzey Kore ve İran’dır, sorusunun yanıtlanması zor değil. İran, sayılan nükleer güçlerden ayrı olarak nükleer silahların yaygınlaştırılmasının önlenmesi anlaşmasını imzalayan ülkeler arasında yer almaktadır. Ancak uzun zamandan bu yana, amacının nükleer silahlara sahip olmak olmadığını savlamasına karşın BM Güvenlik Konseyi’nin söz konusu anlaşma uyarınca yapması gereken açıklama ve denetimlere ısrarla karşı koymakta, bu konuda işbirliğinden sistematik biçimde kaçınmaktadır. Buna karşılık İran’ın barış amaçlı çalışmalarına kimsenin karşı çıktığı da yoktur. Zira, herkesin bildiği gibi İran enerji amaçlı nükleer santral inşasını sürdürmektedir. Ancak görülen o ki İran yönetimi, nükleer enerjinin bir adım ötesinde bulunan nükleer silah yapımı çalışmalarına, Uluslararası Atom Konseyi’nin tüm uyarılarına karşın devam etmektedir. Fransız Dışişleri Bakanı Kouchner’in açıklamalarına bakılırsa İran uyarıları kös dinlemekte, nükleer silaha sahip olmanın gerekleri yönündeki çabalarından vaçgeçmeye niyetli görünmemektedir. İşi sürekli yokuşa sürmesi, savsaklayıp durmasının ardında ise nükleer silah yapımı için gerekli belli oranlarda zenginleştirilmiş uranyuma sahip olmak için ‘zaman kazanma’ amacı yatmaktadır. Öte yanda İran’ın 1968’de imzaladığı nükleer silahların yaygınlaştırılmasının önlenmesi anlaşmasını (TNP) saymamakta, salt bu anlaşmaya karşı çıkmamakta, dahası, sırada bekleyen başka ülkeleri de aynı silaha sahip olmaya zorlamaktadır. Nitekim Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye, Suriye, Birmanya gibi ülkelerin de bu konuda ‘sırada’ olduklarından söz edilmektedir. Bu karmaşada nükleer silahın El Kaide gibi terörist grupların eline geçmesi ise ayrı bir tedirginlik kaynağıdır. BM Güvenlik Konseyi’nin ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun bu tehlikeli girişimlerin önlenmesi için başvurduğu uyarılar, dahası ambargolar ise Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin, İran’la olan yoğun ticari ilişkileri nedeniyle çekimser tavır almaları yüzünden sonuç vermemektedir. Ancak görünen o ki, son güvenlik zirvesinde adı geçen bu ülkeler, İran eski tavrında ısrar ederse yeni ambargolar da eskisi gibi çekimser kalmayacaklardır. Gelen haberler, İran yönetiminin bu kez olaya daha yapıcı yaklaşacağı yönündedir. Umarız sorun görüşmelerle çözüme ulaşır. Öte yanda nükleer silahların azaltılmasıyla ilgili anlaşmanın, Başkan Obama’nın 2009 yılında Prag’da savladığı gibi nükleer silahların sıfırlanması düşüne yıldızlar kadar uzak bir seraptan ibaret olduğunda da kuşku yok. İki nükleer gücün nükleer silah potansiyeline bakıldığında söz konusu ‘azaltma’ -tabir caizse- devede kulak bile değildir. 2010 Nisanı’nda varılan anlaşmaya göre, sayı her iki taraf için 1500 başlıkla sınırlıdır. Ne denli olumlu bir gelişme olsa da ‘azaltmanın’ aslında devede kulak olduğu ortadadır. Nitekim bugün ABD ve Rusya ayrı ayrı 34 ton plutonyuma sahip bulunmaktadır. Bu rakam, diğer nükleer güçlerin stokları dışında, yüz bin nükleer başlık anlamına gelmektedir. Bu söz konusu azaltmanın ‘eser miktarda’ olmaktan öte anlam taşımadığını ortaya koymaktadır. Dahası, söz konusu anlaşma, ABD’nin bazı koşulları yerine getirmesiyle gerçekleşecektir. Bu koşullar arasında en önemlisi ABD’nin antibalistik füze kapasitelerini (füze kalkanı) arttırmaması durumda geçerli olacaktır. Oysa bilindiği üzere ABD Alaska’yı ve Avrupa’nın bazı ülkelerini ‘füze kalkanı’yla donatma planından vazgeçmiş değildir. Bu konuya 5 milyar doların üzerinde bütçe ayrılmış durumdadır. Ayrıca dünyada çok sayıda ülke hummalı bir silahlanma yarışı içindedir. Bu silahlar en az nükleer silahlar kadar yıkıcıdır. Örneğin ABD’nin 2011 Savunma bütçesi 3000 milyar dolar gibi ürkünç düzeylere tırmanmıştır. Bu rakam, ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki tüm askeri harcamalarından daha fazladır. Buna karşılık Çin’in askeri harcamaları bu yıl 130 milyar, Rusya’nın ise 80 milyar dolardır. Ahmedinejad’õn, Nasrallah ve Meşal’in de katõldõğõ Esad’la buluşmasõndaki ana vurgusu stratejik ortaklõktõ İran kesin çizgiyi çektiED BLANCHE Gerginliğin giderek tõrmandõğõ Ortadoğu daha da büyüyebilecek olasõ bir kargaşaya karşõ direnirken İran’õn delifişek başkanõ Mahmud Ahmedinejad kendisine en yakõn üç Arap müttefiki, Suriye Devlet Başkanõ Beşşar Esad, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve Hamas lideri Halid Meşal ile bir toplantõ yapmak üzere Şam’a uçtu. Suriye’nin başkentinde, Esad’õn sarayõndaki bir ziyafetle perdelenen ve kapalõ kapõlar ardõnda gerçekleşen toplantõda konuşulanlarõn detaylarõ yalnõzca bir avuç insan tarafõndan biliniyor. Ama gündemin en önemli maddesinin, İsrail’in İran’õn nükleer altyapõsõnõ hedef alacak uzun süredir korkulan önleyici bir askeri harekât başlatmasõ halinde (ve hatta bazõ Arap yorumculara göre İsrail harekât başlatmasa bile) İsrail’e saldõrmak için birliklerinin koordinasyonu olduğu hakkõnda pek kuşku yok. Her ne kadar İsrail’e karşõ tekrar savaşa girmeye pek hevesli görünmeyen Şam ile Tahran arasõndaki görüş ayrõlõğõ fõsõltõlarõ artmõş olsa da Ahmedinejad, Esad’la yaptõğõ Aralõk 2009 ortak savunma antlaşmasõnõ yeniden doğruladõ. Yine İsrail’i kõnama ritüeli gerçekleşti ve Ahmedinejad’õn “İslami direnişin cehennemin dibine göndereceği ‘çürüme mikrobu’ tanımlaması” en çok akõlda kalan ifadelerden biri oldu. Kanõ donduran, ürkütücü ifadeler... Her zamanki nefret dolu nutuklardan birini atarken böylesine ateşli ifadelere yer vermek, savaş tehditleri savurmak bölgenin liderlerinin benimsediği cazibeli bir yöntem. Ama bu defa, bu en son görüşmede kötü günlerin yaklaştõğõna dair içler acõsõ bir duyguyu derinleştiren bir sivrilik, korkutucu bir gerginlik var. Nasrallah’ı sığınağından çıkaran toplantı Diplomatik kaynaklar Ahmedinejad’õn Şam’daki asõl amacõnõn İran’õn sahip olduğu gücü kamuoyuna göstermek olduğunu söylüyorlar. Herhalde İran’õn Suriye ile yürüttüğü 30 yõllõk stratejik işbirliğini vurgulamasõnõn, tam da ABD yönetiminin Esad’õ Tahran’dan uzaklaştõrmak gayretiyle beş yõllõk bir aradan sonra ilk defa Şam’a bir büyükelçi atanacağõnõ duyurmasõndan birkaç gün sonraya denk gelmesi bir tesadüf değil. Bu defa kuma kesin bir çizgi çeken Tahran oldu. Toplantõya atfedilen büyük önem Nasrallah’õn saklandõğõ güvenli sõğõnaktan başõnõ çõkarmasõndan da anlaşõlabilir. Nasrallah, 2006 yazõnda Hizbullah’õn İsrail’e karşõ savaş açmasõndan bu yana, Beyrut’un güneyindeki Dahiya bölgesinde yer alan sõğõnak kompleksinde saklanõyor. Nasrallah, selefinin İsrail’in helikopterden yaptõğõ bir saldõrõ sonucunda öldürüldüğü Şubat 1992’den bu yana Hizbullah’õn genel sekreterliğini yürütüyor. Bu saldõrõ İsrail ordusunun bir helikopterden gerçekleştirdiği ilk suikast oldu. O zaman gri sakallõ din adamõ Hizbullah’õ bir gerilla örgütünden bir askeri bir güce dönüştürdü ve İsrail’in en az iki suikast girişiminden Depremler bir şehri silebilir mi? FRANCO LA CECLA Renzo Piano (*) kendisini çok etkileyen bir bilgiyi paylaştõ. Geçen yõl deprem felaketine uğrayan Aquila’nõn tarihi merkezinde hizmet veren tek kahve olan Nurzia, depremin boşalttõğõ kentte önemli bir dayanak noktasõ. Çünkü Nurzia’ya gelip bir kahve içmek Aquilalõlar açõsõndan kendi şehirleriyle doğrudan iletişim kurmayõ ifade ediyor. Aquila’nõn tarihi merkezinin yeniden nasõl inşa edilmesi gerektiği konusunda Piano’nun ne düşündüğünü takip ettiğimden anlattõ Nurzia’nõn önemli bir buluşma noktasõ oluşunu. Trento yerel yönetiminin parasal desteğini dikkate alan Piano, Aquila’da şehir surlarõnõn dõşõnda kale ile kale kapõsõ arasõnda kalan alana bir oditoryum inşa edilmesine sõcak bakõyor. Renzo Piano’nun Aquila halkõ için tasarladõğõ tarihi merkezde depreme dayanõklõ, ekonomik ve hafif malzemeler kullanõlarak hemen inşa edilmesi tasarlanan ve bu yönde bir model oluşturan oditoryumun sembolik bir önemi var. Piano õsrarcõ, “Bir şehri yalnız evlerden oluşan bir bütün olarak düşünmemek gerekir. Her şehrin canlı dokusunda saklı duran değerli ayrıntıları bir kalemde silmek akıl işi değil”. Deprem sonrasi Sivil Savunma Örgütü’nce depremzedeler için hazõrlanan prefabrik evlerin yanlõş bir adõm olduğunu söylemiyor Piano ancak şehrin tarihi dokusuyla hiçbir biçimde uyuşmayan bu evlerin tarõm alanõna inşa edilmesini eleştiriyor. Bu evlerden hareketle Aquila’da bir rönesans beklenemeyeceğine vurgu yapõyor. İnşa etmek, farklõ bir anlam ifade etmeli görüşünde olan Piano şunlarõ söylüyor: “Belki de ilk inşa edilmesi gereken yöre halkının yaşadığı bölgenin tarihine katılımını sağlamak. En büyük tehlike Aquila’nın duvarlar, köşeler, ışıklar, gündoğumları, rüzgâr, köpekler, dağlar, yemek tatları, yöresel lehçeler, selamlama biçimlerinde kimliğini bulan bireysel ve kolektif bir tarihini unutmak olabilir. Çünkü biz insanların etten ve coğrafyadan yapıldığını düşünüyorum. Bizi büyüten yerlerle tanımlandığımıza inanıyorum. Dünyada hareket etmeyi önce doğduğumuz şehirde yukarı aşağı giderek, ardından bu çemberi hayatımız boyunca genişleterek öğrensek de doğduğumuz şehir her birimizin içinde ilk ölçü birimi olarak kalacaktır...” Sahibi olduğumuz, bize miras kalan ya da zaman içinde ona sevgiyle bağlanarak fethettiğimiz bir şehirde büyümüş olmak olağanüstü bir şans. Bu nedenle depremler bir şehri, ancak sakinlerinin ona yeniden sahip olma, onu yeniden inşa etme arzusunu yok ettiğinde silebilir. Dünyaya geldikleri topraklardan binlerce kilometre uzakta yaşasalar da, kendi zihinsel haritalarõnõ büyük bir ustalõkla inşa etmeyi beceren öyle sõğõnmacõ hikâyelerine tanõk oldum ki, bunlar aynõ zamanda bizim de öykülerimiz. Depreme dayanıklı binaların önemi anlatılmalı İtalya açõsõndan bir iç göçü ifade eden Aquila depremi, başka dünyalarõn bağrõnda tarihi merkezleri “little Italies - küçük İtalya” mantõğõyla kurmayõ ifade etti. Renzo Piano, 1980’li yõllarda Otranto’da tarihi merkezin yeniden inşa edilmesine Otrantolularõn da bizzat katõlmasõnõ öngören bir proje ortaya attõğõnõ anõmsattõ. Bir çadõr altõ toplantõsõnda yöre halkõna kent merkezinde oturan insanlarõ evlerinden kapõ dõşarõ etmeden, hafif ve antisismik malzemeler kullanõlarak evlerinin en kõsa sürede restore edilebileceğini anlatmõştõ. Otranto için uygulanan projeyi Piano şimdi Aquila’da hayata geçirmek istiyor. Cephesi meydana bakan bu oditoryuma şu anda toplanabileceği bir meydan ve açõk alandan yoksun olan Aquilalõlarõn gereksinim duyduğu inancõnda. Bu oditoryum aynõ zamanda mimarlar, yerel inşaat şirketleri ve vatandaşlar için bir enformasyon merkezi işlevi de görebilir görüşünde Piano. Halka hafif ve ekonomik malzeme kullanmak yöntemiyle depreme dayanõklõ binalarõn inşa edilebileceğini anlatmanõn önemli olduğuna vurgu yapõyor. Aquila oditoryumunun şehrin geçen yõl uğradõğõ trajik depremden daha şiddetli depremlere dayanõklõ ahşap malzemeyle yapõlabileceğini anlatõyor. Aquila’daki tarihi evlerin aslõna sadõk kalõnarak inşa edilebileceğini, ahşap malzemenin her türden sõva ve modele olanak tanõğõna, ahşaptan vazgeçilmesi durumunda depreme dirençli taş malzemede karar kõlõnabileceğini aktarõyor. “Görünmez Kentler” kitabõnõn yazarõ Italo Calvino’nun bize öğrettiği gibi şehirler, sakinlerinin gözü açõk gördükleri düşlerin birer izdüşümü. Bu nedenle her zaman yeniden doğabilirler. (*) Renzo Piano, Cenova doğumlu İtalyan mimar. 1997’de mimarlõk alanõnda en önemli ödüllerden biri kabul edilen Pritzker ödülüne değer görüldü. İtalyancadan çeviren: Aslı Kayabal (La Repubblica, İtalya, 8 Nisan 2010) sağ kurtuldu. İsrail gizli servisi MOSSAD’õn onu ve diğer Hizbullah ileri gelenlerini bulabilmek için Lübnan’da düzinelerce ajanõ harekete geçirdiği tahmin ediliyor. 2009’da 70 kadar şüpheli, şubat ayõ başõnda ise aralarõnda Lübnanlõ bir albayõn da bulunduğu altõ kişi tutuklandõ. Nasrallah, Şam’da Ahmedinejad ve Esad’la birlikte TV ekranlarõnda görününce 2006’daki 34 günlük savaştan bu yana ikinci defa ortaya çõkmõş oldu. Hizbullah’õn finansmanõnõ sağlayan ve onu silahlandõran rejimin başõndaki Ahmedinejad’a Nasrallah’õn hayõr demesi pek mümkün görünmüyordu. Öte yandan Hamas’õn en önemli silah tedarikçilerinden biri olan Mahmud el Mabhuh’un Dubai’de belli ki MOSSAD tarafõndan öldürülmesi gizli sõğõnağõn sağladõğõ emniyeti terk etmenin büyük tehlikesini ortaya çõkarõyor. Toplantõnõn mekânõ özellikle Nasrallah’õ derinden sarsmõş olmalõ. En önemli adamlarõndan, Usame bin Ladin ortaya çõkana kadar dünyanõn en çok aranan kaçağõ olarak tanõnan ve uzun süre ele geçirilemeyen İmad Mugniye, 12 Şubat 2008’de Suriye’nin başkentinde öldürülmüştü. MOSSAD bu suikasttan da sorumlu tutulmuştu. Bazõ çevrelerde bu cinayetler İsrail’in düşmanlarõnõn savaş hazõrlõklarõnõ sekteye uğratmak için giriştiği çabalar olarak kabul edildi. Bölgesel gerilim Kahverengi cübbeli Şii liderin kanlõ canlõ görünmesi, dikkatle korunduğu sõğõnağõnda TV’ye düzenli olarak yaptõğõ konuşmalardan farklõ bir etki yaratarak bölgeye sõzan korkuyu ve bugünlerde beklenen felaket duygusunu derinleştirdi. Bazõ analizcilere göre, Suriye, Hamas ve Hizbullah, İran’õ Devrim Muhafõzlarõ birliklerinden gelecek kuvvetlerle kendilerine destek olmasõ için angaje etmeye çalõşõyor. Şam’daki zirve Tahran’õn savaş stratejisine son rötuşlarõ yapmak niyetiyle gerçekleşti. İsrailli liderler aylardõr savaşõn yaklaşmakta olduğunu söylüyorlar. Ve gerçekten de 2006 yazõnda Hizbullah’õn sõnõr saldõrõsõnõn tetiklediği savaştan bu yana ortalõk içten içe kaynõyor. 34 günlük savaş Hizbullah’õ mahvetmeye yeminli İsrail’in başarõsõzlõğõ ile sonuçlanmõştõ. Şii hareketinin gerilla savaşçõlarõ sadece İsrail’i durdurmakla kalmadõ, BM’nin aracõlõğõnda gerçekleşen ateşkes, savaşõ durdurana kadar Kuzey İsrail’i 4000 adet roketle dövdü. Bombardõman, Yahudi devletinin sivil nüfusunun dayanmak zorunda kaldõğõ en uzun süreli bombalama oldu ve İsrail’in caydõrõcõlõğõ ciddi biçimde erozyona uğradõ. Son zamanlarda, İsrail’in, büyük bir tehlike olarak gördüğü nükleer tesislerini yok etmek için İran’a, yani Hizbullah’õn patronuna karşõ savurduğu önleyici saldõrõ tehditleri yüzünden bölgedeki gerilim yüksek. Genel kanaate göre eğer İsrail, ABD’nin bütün önleme çabalarõna rağmen yine de saldõrõrsa, Tahran Şahap-3B tipi balistik roketlerle misilleme yapar ve Suriye, Hizbullah ve Hamas’tan da sürekli roket bombardõmanõ desteği alõr. İsrail gizli servisine yakõnlõğõyla bilinen bir internet sitesinde (DEBKAfile) yazõlanlara göre ABD gizli servisi, Yahudi devletine karşõ yapõlacak bir İsrail Arap isyanõ girişimini ortaya çõkarttõ. Sitede bildirildiğine göre Celile’nin beş bölümünü ele geçirmek için sõnõrõ taramak üzere, 5 bin Hizbullah savaşçõsõ Tahran yakõnlarõnda eğitiliyor. Bütün bunlar tamamen olasõlõk dõşõ değilse de biraz hayal mahsulü gibi görünüyor ve burada DEBKAfile’õn materyalinin çoğunda olduğu gibi kasti bir dezenformasyon söz konusu. Öte yandan İran ile Arap müttefikleri arasõndaki hatõrõ sayõlõr farklõlõklara rağmen, bir savaş durumunda, Tahran’õn İsrail’e savaş alanõnõ mümkün olduğu kadar genişletmek isteyeceği de bir gerçek. İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp (The Middle East, Nisan 2010 sayısı) Her ne kadar İsrail’e karşı tekrar savaşa girmeye pek istekli görünmeyen Şam ile Tahran arasındaki görüş ayrılığı fısıltıları artmış olsa da Ahmedinejad, Esad ile geçen yıl yaptığı ortak savunma antlaşmasını yineledi. Ahmedinejad’ın Şam ziyaretindeki asıl amacının İran’ın sahip olduğu gücü kamuoyuna göstermek olduğu belirtiliyor. Herhalde İran’ın Suriye ile yürüttüğü 30 yıllık stratejik işbirliğini vurgulamasının, tam da ABD’nin Esad’ı Tahran’dan uzaklaştırmak gayretiyle 5 yıllık bir aradan sonra ilk defa Şam’a büyükelçi atanacağını duyurmasından birkaç gün sonraya denk gelmesi bir tesadüf değil. Sahibi olduğumuz, bize miras kalan ya da zaman içinde ona sevgiyle bağlanarak fethettiğimiz bir şehirde büyümüş olmak olağanüstü bir şans. Bu nedenle depremler bir şehri, ancak sakinlerinin ona yeniden sahip olma, onu yeniden inşa etme arzusunu yok ettiğinde silebilir. Nasrallah, Esad ve Ahmedine- jad (Soldan sağa) (REUTERS) REUTERS
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle