25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
ekonomi@cumhuriyet.com.tr 15 MART 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B Dünya Kadınlar Günü nedeniyle AKP Genel Merkezi’nde düzenlenen toplantıya katılan Başbakan Erdoğan, bir bayan konuğa tokalaşmak üzere elini uzatmış; bayan karşılık vermeyince Başbakan’ın eli havada kalmış. Bu olaya nasıl bakılmalı? Önce bayanın bu davranışı yalnızca kişisel bir seçim değildir. Hangi cemaate bağlı oldukları bir tarafa, kimi İslamcı kadın ve erkekler ısrarla böyle bir davranış sergiliyor. Neden? İslamın hangi alt inanç kesiminden oldukları gibi önemli bir sorunun yanıtı bir tarafa, karşısındakiyle tokalaşmamanın yalnızca güvene dayalı iki nedeni olabilir; biri, karşıdakine güvenmemek; öbürü kendine güvenmemek. Kısaca el sıkmamak, güvenmemektir. Nedeni Başbakan tarafından bilinmeyen veya kimilerince çok iyi bilindiği anlaşılan bu olgunun, güven boyutu önem kazanıyor. Doğrusu, güvenmemenin nedenlerini düşünmek ve onların içini doldurmak size kalıyor. Ancak konunun hiç de küçümsenemeyecek bir yabancılaşma boyutu var. Önce el sıkışmayacak kadar uzak duran kişi karşısındakini yabancı sayıyor. Ancak yabancılaşma, güven gibi tek taraflı değildir; iki taraflıdır; el sıkmayan karşısındakini yabancı görünce, kaçınılmaz olarak kendisi de yabancı görülür. Yabancılaşma burada sonlamıyor. El sıkmayan kişi, yalnızca başkaları karşısında yabancılaşmakla kalmaz; asıl, kendisine yabancılaşır. Aslında bu ikili, yani, başkalarına güven duymama ve yabancılaşma, bireysel değil toplumsaldır. Toplumu oluşturan bireylerin karşılıklı güven duygusu içinde olmaları ve yabancılaşmanın karşıtı olarak toplumsal dayanışmanın varlığı ve gücü toplumun dokusunu oluşturur. Bu ikili, bu nedenle de toplumsal yapı ve onun gelişmesi açısından büyük önem taşır. Çünkü toplumsal yapının güçlenmesi, güven duygusunun ve dayanışmanın varlığıyla olanaklıdır. Başbakan’ın elini havada bırakan bir toplumsal gidiş, hiç de sağlıklı sayılamaz. Hemen her konuda söyleyecek bir sözü bulunan Başbakan, kamuoyuna açıklama yapmanın ötesinde, elini havada bırakan bu alandaki gelişmeleri açıkça sorgulama sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Çünkü elini havada bırakan gelişmeler kendisinin öncülük ettiği İslamcı rüzgârların üretimidir. Bu ve benzeri konulara sorumlu bir duyarlılıkla yaklaşılmazsa, birlik, kardeşlik nutukları, artan oranda anlamsızlaşır; giderek yok olur. Havada kalma konusu, Başbakan’ın elinin dışında da olabiliyor. Yakın bir gelecekte genel seçim var. Seçimlere gidilirken, değişik söylemlerin söz konusu olması; bunun da ötesinde değişik seçeneklerin seçmenin önüne konulması vazgeçilmez bir siyasal zorunluluktur. Yoksa seçmenin özlemi ve istekleri, bir kez daha, Başbakan’ın eli gibi, havada kalır. Geçen hafta CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Güneydoğu’da bir il kongresinde yaptığı konuşmada, toplumsal barışa katkı yapacaksa bir genel af düşünülebilir anlamındaki sözleri, çok büyük bir tartışma yarattı. Çünkü, var olan siyasal yapının içine kapalı ve kendini korunmaya dayalı tutucu yapısının ezberini bozuyor. Oysa, siyasi partilerin, o bölgede, işsizliği azaltmak ve üretimi arttırmak üzere neler yapacaklarını açıklamalarının tam zamanıdır. Yörenin barışsever Kürtlerini olabildiğince kucaklayacak; insan-toprak ve insan-insan ilişkilerini içerecek kapsamlı ekonomik ve toplumsal gelişme programlarının oluşturulması ve bu amaçla araştırmacı ve uzmanların göreve çağrılması büyük önem taşıyor. Bunları halkla birlikte programlamanın silahların tamamıyla bırakılmasının sonrasına bırakılmasının anlamlı bir nedeni bulunmuyor. Kaldı ki, eğer sorunların çözümü için yoğun çabalar hemen başlatılmazsa, silahı bugün birileri bırakır, yarın bir başkası kolayca alır. Ayrıca böyle bir kapsamlı program üzerinde çalışmak, AKP’nin tek taraflı yargı ve asker kavgalarıyla toplumu yormaktan ve kutuplaşmalara savrulmasına yol açmaktan başka bir işe yaramayan yaklaşımlarını da boşa çıkaracaktır. Böylelikle ülke siyaseti, o bölgede, dinci ve etnik etkenlerin ve onların partilerinin esiri olarak kalmaz. Parti içi kavgalara girmeden, kırmadan, dökmeden, kucaklayıcı bir anlayışla, kurultaya gitmekte olan CHP’nin bu yönde öncülük etmesi, büyük bir tarihsel ve ertelenemez önem taşıyor. CHP üst yönetimi ve örgütleriyle böyle bir iktidara yürüyüş programına öncülük edecek esnekliği gösterebilirse, gerçek bir açılım seçeneği oluşturulabilir; partinin tüm ülkenin partisi olması sağlanır. Sonrasında Başbakan’ın eli belki bir süre daha havada kalır ama, Türkiye’de, barışın, dayanışmanın ve demokrasinin eli havada kalmaz. Yaşamını yitiren usta karikatürist Turhan Selçuk’un ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. yakupkepenek06@hotmail.com ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Havada Kalan... “Yunanistan mali krizi Avro’nun geleceğini tehlikeye attı.” Sorunu böyle koyunca, ister istemez, Yunanistan’ın mali dengeleri, Avro’nun zaafları öne çıkıyor. Ancak, bir boyutu daha var bu sorunun. O da yarım asırdan daha uzun bir süredir uluslararası rezerv para işlevi gören ABD Doları’nın, dolayısıyla hegemonyasının geleceğiyle ilgili. Geçen yıl bu zamanlar Geçen yıl bu zamanlar, mali piyasalara ilişkin tartışmaların odağında doların geleceğine ilişkin kaygılar vardı. ABD dünya toplam nüfusunun yüzde 5’ini oluşturuyor. Dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 20’sini üretirken toplam savunma harcamalarının yüzde 50’sini gerçekleştiren ABD’nin parası dolar, küresel döviz rezervlerinin yüzde 65’ini oluşturuyor. Buna karşılık ABD’nin dış ticaret ve bütçe açıkları kritik düzeylere ulaşmıştı, dış borçları, en güçlü jeopolitik rakiplerinin elinde yoğunlaşıyordu. ABD, bu borçlarla, savunma harcamalarını, toplumsal refahını ve küresel siyasi gücünü finanse ediyordu. Doların değer kaybetmesi halinde, bu borçları elinde tutanların büyük kayıplar yaşama riski artıyordu. Diğer taraftan, bu borçları elinde tutanların en önemlileri ile ABD arasındaki siyasi ekonomik gerginlikler artma eğilimi kazanıyordu. Geçen eylül ayında yayımlandığında büyük ilgi çeken bir analiz [Antonio Mosconi, “The world supremacy of dolar and the rendering” (1917-2008) http://www.centroeinstein.it/novita/17 -the-world-supremacy-of-the-dollar-at- the-rendering-1917-2008], doların tarihini iki döneme ayırıyor, bu krizin öncekilerden farklı olduğunu, “doların uluslararası konumunun son spazmı” olduğunu savunuyordu. Mosconi’nin başarıyla sergilediği gibi, dolar 1917-1968 arasında, önce sterline rakip olarak yükselmiş, onu devirdikten sonra en çok kredi veren (en güçlü) ülkenin parası olmuştu. İkinci dönemde ise dolar artık “borç imparatorluğu”nun (Bonner ve Addison Wiggin, 2005) parasıydı. Mosconi, “Her gün eski borçları servis etmek, yenilerini oluşturmakla meşgul olan ABD yönetiminin uluslararası mali piyasaların denetlenmesini istemesini, tehlikeli spekülatif araçların sınırlanmasını kabul etmesini, neredeyse sonsuza doğru genişleyen kaldıraç oranlarına bir üst sınır koymasını beklemek boş bir hayaldir... ABD yönetimlerinin, piyasa köktenciliği özelleştirme/mülksüzleştirme, serbestleştirme gibi ıvır zıvırın altında esas gizlemeye çalıştıkları, asla ödemeye niyetli olmadıkları bir borç yükünü inşa etmekte olmalarıydı” diyordu. Mosconi’ye göre, eğer uluslararası sistem bir an önce radikal bir reformdan geçirilmezse, korumacılığa, savaş ortamına düşülebilirdi. Geçen yıl bu zamanlarda, bu reformlara yönelik, taleplerin, çabaların da artmaya başladığı görülüyordu. Örneğin, Çin’in ve Asya ülkelerinin petrol ihraç eden ülkelerin, uluslararası rezervlerini çeşitlendirmeye başladıklarına ilişkin haberler artmaya başlamıştı. Diğer bir deyişle, dolardan uzaklaşma eğilimi güçleniyordu. Doların uluslararası rezerv para olarak kalmasının en önemli dayanaklarından biri, belki de en önemlisi enerji mallarının ticaretinin dolar üzerinden yapılmasıydı. Bu koşullarda OPEC ülkelerinin, petrol fiyatını, dolardan koparıp bir uluslararası döviz sepetine geçirme talepleri (ki bu fiilen başlamış bir olaydı) giderek güçleniyordu. Çin açıktan açığa dolardan, “Özel Çekim Hakları” (Special Drawing Rigts) gibi birimlere geçmeyi öneriyordu. Asya Para Fonu’nun kurulmasına ilişkin çalışmalar yoğunlaşıyordu. ‘Bunların niyeti zaten kötüydü’ Avrupa Birliği’nin ekonomisi, ABD’ninki kadar büyük. Bu yüzden Avro başından itibaren, doların yerini almaya en güçlü aday olarak görüldü. 2008’de kriz başladığında, uluslararası varlıkların içinde doların payı yüzde 40 iken Avro’nun payı yüzde 30’a ulaşmıştı. Uluslararası döviz işlemlerinde Avro’nun payı yüzde 20’ye ulaşırken dolarınki yüzde 44’e gerilemişti. Bu krizin içinde Avro öne geçebilirdi. O zaman ABD’nin dolar hegemonyası da sona erme sürecine girebilecekti. Buna karşılık Avro’nun aday olmaktan çıkması, doların rezerv para olarak kalma süresini uzatabilirdi. Yunanistan krizi başladığında, dikkatler hemen ABD sermayesinin, Anglosakson medyasının üzerinde yoğunlaştı. AB liderliği, “ateşe benzin döküldüğünden”, spekülatif saldırılardan yakınmaya başladı. Spiegel’ın özetlediği gibi Berlin başta olmak üzere AB liderliği, John Paulson, John Taylor, Jonathan Clark gibi büyük ABD spekülatörlerinin etkinliklerini, “istikrar bozucu manevralar, Avro’ya başından beri karşı olan Londra ve New York finans kurumlarının kasıtlı operasyonları” olarak görüyordu. Bu liderler “belli ki Avro’nun düşmanları, öldürücü darbeyi vurmak için zamanın geldiğine inanıyorlar” diye düşünüyorlardı (Der Spiegel 09/03/2010). Böylece AB, Berlin ve Paris’in önderliğinde hızla tedbir almaya, hatta misilleme yapmaya başladı. Geçen hafta, Berlin ve Paris, “heç fonların”, spekülatif enstrümanların, özellikle kredi sigortalarının (CDS) denetlenmesi gerektiğini, bu talebin G20 toplantısı kararlarıyla uyum halinde olduğunu ileri sürdü, bu niyetlerini ABD yönetimine bildirdi. İngiltere hükümetini de yanına alan ABD yönetimi adına cevap veren Maliye Bakanı Tim Geithner’in, “böyle bir girişimin korumacılık anlamına geleceğini” ileri süren tepkisiyse oldukça sert (Financial Times 11/03/10) oldu. Cumartesi günü Washington Post, bu çatışmayı “ABD küresel düzenleme istiyor, Avrupa, ABD kaynaklı heç fonları yasaklamak istiyor” anlamına gelecek biçimde sunuyordu. Geçen hafta, Yunanistan Başbakanı Papandreu, Brooking Institute’de, “spakülatörler demokrasiye karşı” başlıklı bir konuşma yapıyor, AB IMF’nin devreye girmesine karşı çıkıyor, Avrupa Para Fonu önerisi gündeme geliyordu. Avro’nun korunma refleksi bunlarla da kalmıyordu. Alman Maliye Bakanı’nın ağzından Moody’s, Standard and Poors gibi reyting kuruluşlarını hedef alıyordu. Bunlar hem kriz gelirken gözlerini kapamışlardı. Hem de sonra Güney Avrupa’ya gelip, ülke reytingini indirerek krizi derinleştirmeye başlamışlardı. Avrupa Merkez Bankası’na da ülke ekonomilerine ilişkin olarak, reyting yapma yetkisi verilerek ABD reyting kuruluşlarının tekelinin kırılmasından söz ediliyordu. Bu karşılıklı gerginlik başka alanlara da sıçrıyor, Alman basını AB’nin dış ilişkiler temsilcisi Layde Ashton’u ilgili görevlere hep kendi ülkesinden uzmanları getirmekle suçluyordu. İngiltere medyası Ashton’u savunmak için kolları sıvamıştı. Şubat ayında da AB Parlamentosu, ABD yönetiminde şok yaratan bir kararla, ABD güvenlik soruşturma kurumlarının SWIFT üzerinden AB bankalarının hesaplarına girmesine izin verecek olan yasa önerisini reddetmişti. Geçen hafta Avrupa havacılık şirketi EADS, ABD ordusunun 35 milyar dolarlık 179 havada ikmal tankeri ihalesinden çekildi. Fransız ve Alman yönetimleri ABD yönetimini Boeing lehine korumacılık uygulamakla suçladılar. İktidar ve muhalefet partilerinin liderlikleri, olayı “skandal” olarak nitelerken ABD’yi ikiyüzlülükle suçladılar. Fransız Dışişleri de ABD yönetimine, “bunun etkilerini gözden geçireceklerini” bildiren sert bir mektup gönderdi. Dünya ekonomisinin fay hatları üzerindeki basınçlar bu kez dolar-Avro rekabeti üzerinden artmaya devam ediyor… DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU/ LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com Avro - Dolar ‘Savaşları’ Ekonomi Servisi - Kuveyt Emiri Şeyh el Sabah el Ahmed el Cabir el Sabah’õn Türki- ye’deki resmi danõşmanõ olan Şems Türk Kuveyt-Türkiye Ya- tõrõm Danõşmanlõğõ Şirketi Grup Başkanõ Uğur Akkuş, El Sa- bah’õn şimdiye kadar 1.5 milyar dolarlõk yatõrõm yaptõğõ Türki- ye’de 3 milyar dolarlõk 3-4 adet büyük projeyi daha hayata ge- çirmeyi planladõğõnõ söyledi. Dünyadaki konjonktürün değiş- mesiyle Türkiye’nin AB ve ABD ülkelerinden daha cazip hale geldiğini anlatan Akkuş, 2010’da büyük yatõrõm sürprizlerinin baş- layabileceğini dile getirdi. Akkuş yaptõğõ açõklamada: “3 milyar dolarlık yatırımda ağır- lık emlak olacak. Fokuslan- dıkları nokta İstanbul... 2009 yılındaki dünyadaki finans ve bankacılık sektörü gerileme- sine rağmen Türkiye’deki ban- kacılık sektörünün çok kârlı ol- masıyla bankacılık sektörü... Ayrıca enerji ve biz enerjide hidroelektrik santrallarıyla il- gileniyoruz. Tarım da ilgilen- dikleri önemli sektörlerden bi- ri. Körfezde her şey ithalata dayalı. Türkiye, önümüzdeki yıllarda körfez bölgesinin be- sin deposu olabilecek konum- da. Tarımda yoğunlaştığımız bölge ise GAP... Tarım faali- yetinde bulunan firmanın bel- li hisselerini alıp ortaklık şek- linde veya mevcuda yatırım ya- pıp geliştirme şeklinde olabilir. 3 milyar dolarlık yatırımın 2012 sonuna kadar artacağını düşünüyorum. 2010’da bir sürpriz de yapabiliriz” dedi. Kuveyt Emiri Cabir el Sabah Türkiye’de emlak, bankacõlõk, enerji ve tarõm alanlarõnda 3 milyar dolarõ bulacak yatõrõm için düğmeye bastõ. Önümüzdeki yüzyılın Orta Doğu’nun yeni İsviçre’sinin Türkiye ola- cağını dile getiren Akkuş, bölgede oynanan çok sayıdaki Türk di- zilerinin etkilerinin çok rahatlıkla görülebildiğini, Türk popülari- tesinin en üst seviyede bulunduğunu vurguladı. KrizlebirlikterotasõnõAB’denTürkiye’yeçevirenKörfezülkesi3milyardolarilegeliyor Kuveyt’ten dev yatõrõm
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle