23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 13 MART 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 19 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Para Fonu Noktayı Koydu Uluslararası Para Fonu (IMF) açıklaması açıktı ve özetle şöyle diyordu: “Küresel finansal pazarlardaki iyileşmeler ve Türk yetkililerince uygulanmakta olan Orta Vadeli Ekonomik Program çerçevesinde alınan önlemler, Türkiye’nin ekonomik geleceği konusundaki beklentileri de iyileştirmiştir. Bu nedenlerle IMF yönetimi ve Türk yetkililerin mayıs başındaki toplantısında, bütün üye ülkeler ile yapıldığı gibi anasözleşmemizin gerektirdiği genel ekonomik değerlemeler yapılacak ve bir genel durum raporu yayımlanacaktır. Bundan böyle Türkiye ile destekleme (stand-by) görüşmeleri yapılmayacaktır. Türkiye ile bundan önceki destek görüşmeleri, Mart 2007’de yapılmıştı. Mayıstaki görüşmeler, anasözleşmemizin dördüncü maddesi kapsamında düzenli değerlendirmeler özelliğinde olacaktır.” Hükümetten yapılan açıklamalar, daha belirsizdi; mali destek anlaşmaları konusunda IMF ile uzlaşmaya varılamadığını söylüyordu: “Bunalım içinde ve öncesinde alınan önlemlerle, mali destek anlaşmalarına gerek kalmamıştır; uluslararası kuruluşlara ve öteki finansal kuruluşlara olan borçlarımızı ödeme gücümüz artmıştır. Üstelik belediye borçları gibi bazı konularda IMF ile uzlaşma sağlanamamıştır.” Finansal pazarlar, bu açıklamaları önce olumsuz karşıladı, ama sonra olağan dalgalanmalara geri döndü. İş hayatından alınan görüşler karışıktı; davranışı olumlu karşılayanlar çoğunluktaydı; bazı görüşlere göre, dış ödemelerde ve borçlanma için kaynak sağlanmasında güçlükler çekilebilecekti ve bunlara göre hazırlık yapılmalıydı. Ekonomi uzmanları, IMF disiplini yokluğunda bütçe açıklarına ve dış ticaret açıklarına karşı daha sıkı önlemler alınması konusunda uyarılarda bulundular. 2008 Mayıs’ından beri, “IMF geldi; geliyor. Uzlaşma oldu; oluyor. Küçücük pürüzler kaldı, onlarda da uzlaşmaya varıldı; varılıyor” gibi açıklamalarla, son iki yılda, finansal pazarlarda zararlı dalgalanmalar yaratılmıştı. Sekiz on kez yinelenmiş olan dalgalanmalar, hisse senetleri fiyatlarındaki değişmelerden çıkar sağlayanlara (spekülatörlere) yaramış, ama finansal pazarlardaki dinginliği bozmuş ve ekonomimizde sarsıntılar çıkmasına neden olmuştu. IMF yetkililerinin son açıklaması, finansal pazarlarda yaratılmakta olan bu “gel-git” lere son vermiş bulunmaktadır. Hükümet de anayasa değişiklikleri referandumuna ve 2011 seçimlerine giderken IMF’den destek istemeyi uygun bulmamıştır. Oysa bu hükümet görüşünün, ekonomik açıdan bir yarar/zarar hesabı yapılabilmelidir. İşin özeti şöyledir: Önceki mali destek anlaşmaları nedeniyle Türkiye, IMF’ye 8 milyar dolar borçludur ve bu borç IMF’ye 2013 yılı sonuna kadar ödenecektir. Ülkemizin, bu borcun ödenmesinde güçlük çekmesi beklenmemektedir; ama önümüzdeki dört yılda elde edeceğimiz döviz kaynakları, bu ödemeler nedeniyle 8 milyar dolar azalacaktır. Ancak, asıl önemli sorun, bunalımdan çıkarken büyük devlet bütçesi açıkları biriktirmiş olmamızdan kaynaklanmaktadır. 2009 bütçesi, 52.2 milyar ile kapanmış, 2010 bütçesi de 50 milyar TL ile uygulanmaya başlanmıştır. Bunalımdan çıkarken hareketlenecek olan finansal pazarlarda, bu iki açık kontrol edilmelidir ki, enflasyon hızlanmasın. Oysa bu hızlanma eğilimi yılın ilk çeyreğinde başlamıştır. Buna ek olarak devletimiz, 2010’da toplam olarak 200 milyar TL dolaylarında borç ödemesi yapacaktır. Bunun 182.6 milyar lirası iç borç, 17.7 milyar TL dış borçtur. 2010’daki sorunumuz, bu paraların, enflasyonu hızlandırmadan ödenebilmesidir. Bu para akımları iyi kontrol edilmediği takdirde, enflasyonun hızlanması önlenemeyecektir. Onun için bazı yazarlar, “IMF çapası yerine kendi çapalarımızı geliştirmeliyiz” önerisinde bulunuyorlar. Bunun da yolları vardır; ama IMF ile mali destek anlaşmalarının başladığı 1980’den önce, kendi çapalarımız, fazla işe yaramamış. 2010’da harcama kontrollerinde çok sıkı davranmalıyız ve mayıstaki IMF raporunu iyi değerlendirmeliyiz. maysan@cumhuriyet.com.tr maaysan@superonline.com” Ağıt Dağlar kadar babayiğit, doğru çizginin doruğu, gönüldeşimiz Abdülcanbaz... Bizi; hem kel hem fodul, kendin bilmez, üstten atıp alttan yiyen, ah almış vah vermiş, ikiyüzlü, üçkâğıtçı, dört ayaklı, beş para etmez Gözlüklü Sami’lere bırakıp da gitmek var mıydı?.. Bekle, bekle; ilerlersin! Hastane kuyruğu 45 dakikadır hiç ilerlemiyordu. Sonunda arkalardan biri, başını, işlemleri yapması gereken memura uzattı: “Epeydir bekliyoruz. Oysa radyolar-televizyonlar, hastanelerde kuyrukların bitirildiğini duyuruyordu!” Sıranın en başında, diğerleri gibi 45 dakikadır bekleyen sakallı, alaylı alaylı ne derse beğenirsiniz? “Ya, ya; ver adresini, Tayyip Baba’ya söyleyelim de, evine doktor göndersin.” Türey Köse, Murat Kışlalı, Ayşe Sayın, İlhan Taşcı ve Emine Kaplan ile birlikte Silivri’deki bildik davanın salonuna giriyoruz. İlk görüntü: Burası bir yere çok benziyor... Nereye? 12 Eylül askeri darbesinden sonra Mamak’ta kurulan sıkıyönetim mahkemelerine. Yargıçların oturduğu kürsünün abartılmış yüksekliği, savcıların mahkeme heyetinden ayrıksı konumu. Alçak parmaklıklarla çevrelenmiş sanıklar bölümünün dışında nöbet tutan askerler, avukatlar için ayrılan bölüm. Toplumdan tecrit edilmiş bina havası. Sanıkları yalnızlaştırma çabasının sindiği duvarlar. Hepsi aynı... Bir farkla... Yargıç kürsüsünün iki yanına dev ekranlar yerleştirilmiş, duruşma, salona canlı yayınlanıyor. Avukatların önünde birer mikrofon var. Anladık ki, adalet dağıtılırken teknolojide çağ atlamışız... Dinleyiciler ve basın en arkaya itilmiş. Sıkıyönetim mahkemelerinde en azından basın, yargılanmakta olanların yüzlerini görebiliyordu. O olanak bile yok. Sanıkları, özellikle tutuklu sanıkları yalnızlaştırma çabası böylece katmerlenmiş... Bir yıldır tutuklu olan Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan ile uzaktan uzağa el sallaştık. Dirençli görünüyorlardı. Biz onlara değil de, onlar bize moral verdi sanki. Özverinin ve desteğin sözlük anlamında nasıl yaşama geçtiğini, dinleyici koltuklarında oturan Cumhuriyet okurları gösterdi bize. Hele de Saniye Yurdakul... Hüznü damıtmış, yüzüne bir gülücük olarak oturtmuş. Arkadaşları ile birlikte insanlığın cankurtaran çanının hiç susmayacağını kanıtlıyorlar. Sağ ve de var olsunlar... Arkadaşlarla salondan çıkıyoruz. Dışarıda fırtına. Sabahattin Ali’nin deli dalgaları gerinip gerinip Silivri kıyılarında patlıyor bu kez. Önümüz bahar. Doğanın cadısı elbet bir gün süpürgesinden inecek, bizi tutsak kılan büyü, gözbağı çözülecek, görebileceğiz ılık seheri. Güngüzelleri açacak, ağaracak tanyerimiz. Çocuklarımıza, torunlarımıza anlatacağız; bir zamanların ayazını... Silivri’den... Tüketici Haftası Yaklaşırken Farkında mısınız? SADIK ÇELİK Onkolog Uz. Dr. Yavuz Dizdar 3 Mart ve 10 Mart 2010 tarihlerinde Dünya gazetesindeki köşesinden soruyor; “Sütler ve yoğurtlar neden bozulmuyor, bunlar dayanıklı beyaz eşya mı yoksa bozulmaya karşı efsunlular mı?” diye. Herkes dikkat etmiştir, son yıllarda satın aldığımız kutu sütler ve yoğurtlar buzdolabında bir ay kalsa dahi ekşimiyor, ancak günler sonra ekşiyerek değil küflenerek bozuluyor. Eskiden satın aldığımız yoğurtlar 3-4 gün içerisinde tüketilmezse ekşir, tadı değişirdi. Şimdilerde marketlerden satın aldığımız yoğurtların ve kutu sütlerin içerisindeki bakteriler, UHT teknolojisi kullanılarak yok edildiğinden, içerisinde bakteri bulunmayan sütler ve yoğurtlar ekşime yapmıyor, hatta günlerce bozulmadan saklanabiliyor. Ancak, pastörizasyon yapılan yani hızla ısıtılıp soğutulan süt ürünlerindeki sağlığa zararlı bakteriler ortadan kaybolurken sağlığa yararı olanlar da yok oluyor. Uzmanlar, sütün içerisindeki bazı bakterilerin hastalık yapmadığını, birçok hastalığı önlediğini ve sütün kesilmesini ve ekşimesini sağladığını söylüyorlar. Hatta bu bakterilerin, sağlıklı sütün bir çeşit sigortası olduğunu da belirtiyorlar. Bu durumda, aslında süt çok faydalı bir içecekken pastörizasyon, UHT gibi işlemler sonrası zararlı bir ürün haline geliyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın bu zararları 2 şekilde açıklıyor; 1- Teknolojinin elini değdirdiği süt ve süt ürünleri, yapılan işlemler sonucu doğal enzimlerini ve proteinlerini kaybederken sindirilemez hale geliyor. Sütün sindirimini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimleri pastörizasyon ve UHT gibi işlemler sonrası canlılığını yitiriyor ve yetişkin mideler tarafından gerektiği kadar sindirilemiyor. 2- Enzim eksikliği ve hayati öneme sahip proteinlerin değişmesi, sütteki kalsiyumu ve mineral elementlerini eritiyor. Konuyla ilgili 1930’lu yıllarda Dr. Francis M. Pottenger’in 900 kedi üzerinde 10 yıl süreyle yaptığı araştırmaya göre, çiğ süt içen bir grup kedi, sağlıklı olarak büyürken, pastörize sütle beslenen grup bir süre sonra durgun, sersem ve normalde insanlarla ilişkilendirilen kalp krizi, böbrek yetmezliği, tiroit bozukluğu, solunum rahatsızlıkları, diş kaybı, kemik zayıflığı gibi kronik yozlaştırıcı rahatsızlıklara karşı savunmasız hale geldi. Görüldüğü gibi doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış süt, insan ömrünü değil yalnızca raf ömrünü uzatıyor. Kutu süt ve süt ürünlerinin aylarca bozulmaması, uzun ömürlü olması pastörizasyon işlemleri ve UHT teknolojisinden mi yoksa ambalajlamalarından mı ya da inekleri yayılım için hiç meralara çıkarmadan ahır ortamında hazır yemlerle, antibiyotik kullanarak büyütülüp beslenmesinden mi kaynaklanıyor bilemiyoruz ancak bildiğimiz bir şey var ki, kaymak bağlamayan, ekşimeyen, kesmeyen sütler ve yoğurtlar doğal değildir. Ayrıca homojenizasyon sırasında süte 2 ton civarında bir basınç uygulanıyor ve süt proteinlerinin moleküler yapısı büyük ölçüde değişiyor. Moleküler yapısı değişmiş proteinlerin ise immün sistemini aşırı uyararak bazı hastalıklara sebebiyet verdiği de bilinmektedir. Yoğurt ve süte benzer bir başka örnek de açıkta bırakılan margarinlerde görülmektedir. Yapılan bir araştırma margarinlerin günlerce bozulmadığını, acımadığını hatta karınca ve sineklerin bu margarine yaklaşmadığını gösterdi. Bu ilginç araştırma, acaba margarinlerin içerisinde ne tür bir katkı maddesi var, yoksa bunlar da mı efsunlu, diye düşündürüyor. Margarinlerin üzerinde transyağ yoktur, kalp dostudur gibi doğruluğu margarin üreticilerince kanıtlanmış, tüketicilerin sorgulamadan inandığı ibarelerin yer almasına artık söz söylemiyoruz fakat margarinlerin gözle görülen, şahit olunan bu durumuna ne diyeceğiz? Teknolojinin elinin değdiği sütlerin ve süt ürünlerinin her ne kadar zararları bilinse de sağlığa olan yararlarından ötürü süt ve süt ürünlerinin tüketimi tüm dünyada artmaktadır. Yaşamsal aminoasitleri içeren yüksek değerli süt proteini, yaşamsal yağ asitlerini içeren süt yağı, birçok mineral madde, süt şekeri ve birçok vitamini ile süt, temel gıda maddesi olarak kabul edildiğinden kutu sütlerin raf ömrünü uzatmak için yapılan çalışmalarda aşırıya kaçılmamalı, süt ve süt ürünleri doğal özelliklerini kaybetmemelidir. “Karikatürist çizgiyle düşünen, düşündüğünü çizgiyle izleyiciye ulaştıran kişidir” diyen, çizgisinden ödün vermeyen, Türk mizahının büyük ismi, karikatürist Turhan Selçuk’un ebedi yolculuğunda tek tesellimiz bizlere kalan ölümsüz eserleridir. sadik.celik@keyveni.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Tarihi fırsatlar CHP, “AKP’nin Açılım Fiyaskosu” başlıklı bir kitapçık çıkardı. Kitapçıkta, açılım konusundaki tutarsızlıkların temelinde Recep Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki yanlış millet ve kimlik anlayışı yattığına değinilmiş ve birbirine benzer iki ayrı konuşma alıntılanmış. Alıntılardan ilki, Recep Tayyip Erdoğan’ın 21 Kasım 2005’te Şemdinli’de yaptığı konuşmadan: “Türk, Kürt, Laz, Çerkez, aklınıza ne gelirse, hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında bir ve beraber olacağız.” İkinci alıntı, Abdullah Öcalan’dan. 5 Aralık 2005’te şunları söylemiş: “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını anayasal üst kimlik olarak kabul ediyoruz. Alt kültürlere engeller kaldırılmalı.” Açılımın sürecine gelince... Kitapçıkta ona da yer verilmiş, bir özet çıkarılmış: “5 Mayıs 2009’da terör örgütünün Kandil’deki başı Karayılan, ‘Diyalog yeri İmralı’dır, kabul edilmiyorsa diyalog yeri biziz, bizi de kabul etmiyorsa siyasal olarak seçilmiş iradedir’ dedi. Bundan birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kürt sorununun çözümü için tarihi bir fırsat olduğunu söyleyerek ‘İyi şeyler olacak’ dedi. Arkasından da terör örgütü başı Abdullah Öcalan yol haritası hazırlamaya başlayıp bunu da 15 Ağustos 2009’da açıklayacağını ifade etti. Başbakan Erdoğan bu gelişmeler üzerine 23 Temmuz 2009’da Suriye’ye giderken havaalanında Kürt açılımı yapılacağını açıkladı.” Yakın geçmişi bir kez daha anımsamakta yarar var. Böylelikle tarihi fırsatlarımızı kimlerin, nasıl yakaladıklarını bilincimizde taze tutmuş oluyoruz. Hem de bir tarihi fırsatın daha, anayasa değişikliğinin hemen öncesinde... Kabile Soruşturulan cemaat lideri diyor ki: “AKP bizi korumak zorunda, çünkü onlara oy verdik.” AKP onları koruyor, soruşturan cumhuriyet savcılarını, MİT bölge başkanlarını da cezaevine atıyor. Stratejik ortağı bize “soykırımcı” damgası vurunca, Başbakan diyor ki: - Biz, kabile devleti değiliz... Değildik, olduk... Geçim Atatürk ile ilgisi olmayan bir Atatürk filmini daha piyasaya sürmüşler. Atatürk’ün üzerinden para kazanarak Atatürk’ü kötülemek de yeni geçim kaynağı oldu. BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ İncir ya da kayõ- sõ ve cevizle yapõlan bir tür kurabiye. 2/ Güney Anadolu’da bir dağ... Bir soru eki. 3/ Bir nota... Erkekliğini gider- mek, iğdiş etmek. 4/ Gemide hareket ha- lindeki halatõn ya da zincirin bir an durdurulmasõ için verilen komut. 5/ Karadeniz Bölgesi’nin ba- tõ kesiminde, “ulusal park” kapsamõna alõnmõş bir dağ... Adlarõ sõfat yapan bir yapõm eki. 6/ Bahçe- lerde çiçek dikmeye ay- rõlmõş yer... Zafer. 7/ İn- ternette, bir kullanõcõ adõ- nõn altõnda yer alan grafik ya da resim... Utanç duy- ma. 8/ Doğranmõş ekme- ği yağ ve et suyuyla sahanda pişirerek yapõlan bir yemek. 9/ “Ne âkilem ne divane / Gel gör beni --- neyledi” (Yu- nus Emre)... Sepicilikte ve hekimlikte kullanõlan, tadõ bu- ruk bitkisel bir madde. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kõrmõzõ mercimekle yapõlan bir tür çorba. 2/ Üstü ka- palõ olarak anlatma... İnce açõlmõş hamurdan yapõlan ek- mek. 3/ Radyum elementinin simgesi... Hindistan’da, Tac Mahal’in bulunduğu kent. 4/ 1571’de yapõlan ve Osmanlõ donanmasõnõn Batõlõlar karşõsõnda yenilgisiyle sonuçlanan deniz savaşõ. 5/ Kolyos, uskumru, sardalye gibi balõkla- rõn ufağõ... Birinin buyruğu altõnda olan görevli. 6/ Os- manlõlarda gece bekçisi... İzmir’in bir ilçesi. 7/ Bira yap- mak için çimlendirilip kurutularak hazõrlanmõş arpa... Tar- la sõnõrõ. 8/ Kuzu sesi... Yerine koyma, yerine kullanma. 9/ Argoda peşin paraya verilen ad... Sanayi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 D İ V A N N E T İ D İ L K O T A V İ Z İ T E A R A L İ P A Ş A A N T A K A L A K K E Ş A N P N O A L T İ K E T A A P İ K O T A R A K K O T 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle