24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 ŞUBAT 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Fetret ve Kumpas KRİTİK coğrafyalarda oturan toplumlar için iç kargaşa ve dağınıklık durumları dış tehlikenin arttığı dönemler sayılır. Toplumun birbirine düşerek zayıfladığını hissedenler kendi planlarını yürürlüğe sokmak isterler. Rumeli fetihlerinden sonra Anadolu’yu hükmü altına almak isteyen Osmanlı, taht kavgasına kapılıp fetret ortamında çekişmeye başlayınca, Papalık çevresindekilerin de uzak Asya’dan gelerek Akdeniz havzasını karıştıran Türklere karşı birtakım sinsilikler düşünmeye başladığı hep bilinir. O bakımdan, şu günlerde Kıbrıs’ta olup bitenlere dikkat etmek gerekir. Geçen hafta son derece ilginç bir karar açıklandı Güney Kıbrıs’ta. Yargısı bile kendi içinde bölünen ve Atlantik ötesindeki fesat yuvasının yol açtığı saçmalıklarla uğraşmaktan başka şey düşünemez duruma sokulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, hükümet bu karar üzerinde durmak gereğini bile duymadı ve hiç açıklama yapmadı. Oysa karar, ülkenin güvenliğiyle yakından ilgiliydi. Rum parlamentosunun oybirliğiyle aldığı bu kararda “Kıbrıs sorununun çözümü durumunda hiçbir şekilde garantörlük ve müdahale hakları kabul edilemez” denmekteydi. Güney’deki bütün partilerin “Türk askeri adadan çıkmadan çözüm olmaz” diye hep birlikte haykırdıkları tutum böylece perçinlenmiş oluyordu. İçtenlikli ve inanılması gereken bir tutum mu? Yoksa, görüşmelerden olumlu sonuç çıkmayacağını ve sonuçta Birleşmiş Milletler’in, yani aslında Annan Planı’na benzer biçimde İngiltere’yle ABD’nin bir “çözüm” oluşturacağını bilen Rum tarafının önce uzlaşmaz gözüküp sonra kendi lehine bir şeyler daha koparmak amacıyla kurduğu bir kumpas mı? Kumpas, eski matbaacılığın aletlerindendi. “Mürettip” denen dizgiciler tezgâh üzerindeki kutulardan aldıkları kurşun harfleri oluklu “kumpas”ta yan yana getirince baskıya hazır satır oluşmuş olurdu. Dolayısıyla, oradan alınan “kumpas kurma” deyimi, gizliden gizliye akıllıca düzenlenen ve tam zamanı gelince sonuç verecek bir tertibe girişmek anlamına gelir. Kıbrıs’ta böyle bir oyun hazırlanıyor. Rumların şimdiki uzlaşmazlıkları o oyunun bir parçasıdır ve Batı dünyası, günü gelince, darmadağın olmuş, kurumları birbirine düşmüş Türkiye’nin karşısına o oyunla gelecektir. Oysa, şimdi sergilenen mızıkçılıklar bu oyunu boşa çıkarmak için elverişli birer fırsat sayılmalıdır. Ankara, böyle oyunlarla daha fazla meşgul edilemeyeceğini ilan ederek, “bağımsız iki devleti barış içinde yan yana yaşatmak” diye özetlenebilecek ayrıntılı ve kesin bir planı ortaya koyabilmeli ve komediye artık bir son vermelidir. T emsili demokrasilerde, başlõca iki çeşit hükü- met şekli vardõr. Parla- menter hükümet sistemi ve başkanlõk sistemi. Başkanlõk sistemi en belirgin bi- çimle ABD’de uygulanõr. Temel ni- telikleri şöyledir: ? Devlet başkanõ belli bir zaman dilimi için (4 yõl) doğrudan halk ta- rafõndan seçilir. ? Başkan kendisine bağlõ hükü- metini istediği gibi oluşturur. Hü- kümetteki bakanlarõn başkana bağ- lõlõğõnõn belirtilmesi için onlara “sekreter” adõ verilir. ? Başkan ve hükümetinin mec- lisle bir ilişkisi yoktur ve meclisin oyuyla düşürülemez. Bu sistemde yasama, yürütme ve yargõ kesin ve sert çizgilerle bir- birlerinden ayrõlmõşlardõr ve bir- birlerini denetlerler. “Denetim ve denge” yöntemi tüm sistemin iş- leyişini sağlar. Başkan halk tarafõndan seçilir ama her şeyi de istediği biçimde yapmaya muktedir değildir. Mec- lis, başkanõn gönderdiği yasa tasa- rõlarõnõ kabul edip etmemekte öz- gürdür. Ayrõca başkanõn atadõğõ yüksek dereceli memurlarõn (müsteşar, ge- nel müdür, büyükelçi gibi) meclis tarafõndan onaylanmasõ gerekir. Başkanõn gönderdiği Bütçe Yasa- sõ mecliste değiştirilebilir veya red- dedilebilir. Yargõya gelince yargõ tamamen bağõmsõzdõr ve meclisten geçen yasalarõn anayasaya uygun olup olmadõğõnõ denetleme yetkisine sa- hiptir. Zaten yasalarõn anayasaya uygunluğunun yargõsal denetimi dünyada ilk kez 1802 yõlõnda ABD Yüksek Mahkemesi’nin verdiği bir kararla başlamõştõr. Parlamentarizm Temsili demokrasinin, diğer bir biçimi “parlamentarizm”dir. Parlamenter sistemde, mecliste çoğunluğu elde eden siyasal parti- nin başkanõ ilke olarak devlet baş- kanõ tarafõndan başbakanlõğa atanõr. Başbakanõn oluşturduğu Bakanlar Kurulu’nun göreve başlamasõ için meclisten güvenoyu almasõ gerekir. Meclis, ayrõca hükümeti her an denetleme yetkisine sahiptir. Mec- liste milletvekilleri başbakana ve bakanlara yazõlõ ya da sözlü soru önergelerini yöneltebilirler. Ayrõca milletvekilleri “Meclis araştır- ması”, “genel görüşme”, “genso- ru” ve “meclis soruşturması” yollarõnõ kullanarak hükümeti her an denetleyebilirler. Gensoru önergesi meclis tara- fõndan gündeme alõnõr ve kabul edilirse, meclisin tam sayõsõndan bir oy fazlasõyla hükümet düşürülebi- lir. Hükümet, çoğunluk oyu alõrsa “güvenoyu” alarak görevine devam eder, çoğunluk oyunu alamazsa “güvensizlik oyu” ile düşmüş sa- yõlõr. Parlamenter hükümet sisteminde yargõ organõ, yasama ve yürütme or- ganlarõndan tamamen bağõmsõzdõr. Hükümet kararlarõ idari yargõ yo- luyla denetlenir. Ayrõca Anayasa Mahkemesi, yasama organõnõn ka- bul ettiği kanunlarõn, anayasa açõ- sõndan denetimini yapar, anayasa- nõn temel ilkelerine aykõrõ olan ka- nunlarõ iptal edebilir. Parlamenter kral Parlamenter sisteme, siyaset bi- limi ve anayasa hukuku açõsõndan yapõlan en önemli eleştiri, iktidarõ ele geçiren partinin erkler üzerinde elde ettiği büyük güç konusu üze- rinde toplanmaktadõr. Şöyle ki: Seçimlerle mecliste çoğunluğa sa- hip olan parti lideri başbakan ol- makta; hükümeti kurmakta ve yü- rütme gücünü elinde tutmaktadõr. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak parti lideri meclisteki sa- yõsal çoğunluğuna dayanarak aynõ zamanda yasama organõnõ kontrol etmektedir. Böylece çoğunluk par- tisinin lideri olarak başbakan tek ba- şõna hem yürütme organõnõ hem de yasama organõnõ denetim altõna alabilmektedir. Bu durumda kuv- vetler ayrõlõğõ ilkesi zedelenmekte, giderek yürütme ve yasama güçle- ri başbakanõn kişiliğinde birleştiği için adeta bir parlamenter “kral” ortaya çõkmaktadõr, orantõsõz büyük bir güç oluşmaktadõr. Bu durumda yasama ile yürütme birleştiği için, buna siyaset bili- minde “fusion” (erime, birleşme) adõ verilmektedir. Burada anlatõlmak istenen “ya- sama”nõn, “yürütme” gücünün etkisi altõna girerek “birleşmesi” ya da “erimesi”dir. Değerli siyaset adamõ, eski Dõş- işleri Bakanõ merhum Prof. Dr. Turan Güneş, doçentlik tezinde bu yakõcõ konuyu, “Parlamenter Re- jimin Bugünkü Manası ve İşle- yişi” adlõ kitabõnda derinlemesine incelemiştir. (1) Batõ demokrasilerinde, parla- menter hükümet sisteminin bu sa- kõncalarõnõ gidermek için çeşitli anayasal mekanizmalar yaratõl- mõştõr. Her şeyden önce mecliste, anayasaya dayanarak yaptõklarõ ye- minlerine bağlõ kalan ve özgürce ya- sama görevlerini yerine getiren milletvekilleri, kendi parti başkan- larõ da olsa grup toplantõlarõnda yap- tõklarõ konuşmalar ve aldõklarõ ön- lemlerle yasadõşõ uygulamalarõ ön- lemekte ve başbakanlarõn güçleri- nin sõnõrlanmasõnõ sağlamaktadõrlar. Bu genel çerçeve içerisinde Tür- kiye’nin bugünkü durumu hiç de iç açõcõ değildir. Evet, Türkiye’de yargõ güvence- sinde gizli oy-açõk seçim esasõna bağlõ olarak özgür ve demokratik seçimler yapõlõyor. Mecliste sayõsal çoğunluğu elde eden partinin lideri başbakan olu- yor, hükümeti kuruyor ve meclis- ten güvenoyu alõyor. Buraya kadar bir sorun yok... Ancak Türkiye’de başbakan olan kişi, tek başõna yürütme ve yasama gücünü denetleyecek bir konuma geçince “milli irade” söylemine dayanarak kendisini her istediğini yapmaya “muktedir” görüyor. Başkanlığa kayış Türkiye’de partiler ve seçim ya- salarõ bir türlü demokratikleştirile- medi. Her gelen lider bu yasalardan çok memnun. Çünkü bu yasalar li- dere yasama organõndaki parti gru- bunu tek başõna atama yetkisi ve- riyor. Parti lideri olan başbakan ade- ta tek seçici olarak seçimler için par- tinin il listelerini düzenlemek yet- kisine sahiptir. Böylece meclis çoğunluğuna sa- hip olan Başbakan Erdoğan hem yürütmeyi, hem de yasamayõ de- netlemekte, her iki gücü elinde tutmaktadõr. Bu durumda neler olu- yor özetle görelim: ? AKP grubunda hiçbir millet- vekili gidişe karşõ eleştiri yapamõ- yor; sesini çõkaramõyor. Eğer ses yükseltilirse, biliniyor ki bir sonraki seçimde o milletvekili liste dõşõ bõrakõlacaktõr... (Bunun 2007 se- çimlerinde birçok örneği görüldü.) ? Başbakan Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlõğõ’ndan gelen alõşkanlõkla, Türkiye’de başkanlõk sistemi uyguluyor. Bakanlar için “Benim bakanım”, “benim va- lim”, “benim genel müdürüm” söylemini kullanõyor. Bakanlarõ dahi, halkõn önünde azarlayabili- yor... Oysa bakan bir partinin üyesidir ama TC’nin bakanõdõr. Valiler baş- bakanõn değil, “devletin vali- si”dirler. ? Başbakan, seçimlerden önce va- lilere seslenerek devlet eliyle kömür dağõtõmõnõ şöyle yönlendirdi: “Va- liler kamyonun ön koltuğuna otu- rup kömür dağõtmalõlar, bunu ya- parlarsa Türkiye’yi uçururuz.” Başbakan aslõnda bu sözleri ina- narak söylüyordu. Çünkü Başbakan Erdoğan’õn demokrasi anlayõşõ bu- dur. Oysa bu söylemiyle Başbakan 248 sayõlõ Seçim Yasasõna göre suç işliyordu. Nitekim, seçimler sõra- sõnda beyaz eşya dağõtan Tunceli Valisi Mustafa Yaman bu neden- le suçlu görüldü ve ceza aldõ. ? Başbakan bir ay kadar önce, 81 ilin valisini topladõ, yine aynõ bi- çimde partizan yönlendirmeler yap- tõ. O valiler, başbakanõn valileri de- ğildirler, “benim valim” söylemi demokrasinin ve hukuk devletinin temel ilkelerine aykõrõdõr. ? Başbakan tek seçici olarak adeta tayin ettiği milletvekillerine önem vermiyor, biraz eleştiri yap- mak isteyen hemen gözden düşü- yor. ? Başbakan hükümet işlerini ko- ordine eden bir siyaset adamõdõr. Ancak Erdoğan örneğinde görülü- yor ki, Başbakan en küçük ayrõntõ- ya kadar iniyor, en küçük ayrõntõ- da kendisi karar vermek istiyor. Başbakan, örneğin İstanbul’da ya- põlacak köprünün geçiş yollarõnõ (güzergâhõ) da kendisi saptõyor. Bu iş başbakanõn işi değil ki, hat- ta İstanbul Belediye Başkanõ’nõn da işi değil. Bu önemli karar teknik bir karardõr, Başbakan ise mühendis de- ğildir... ? Yeni kurulan Türkiye İletişim Daire Başkanlõğõ yasasõna bir mad- de konuluyor, oraya atanacak baş- kan ve tüm memurlarõ tek başõna Başbakan’õn seçmesi kabul ediliyor. Bu durum, Türk kamu yönetimi il- kelerine aykõrõ olduğu halde sür- dürülüyor. Ayrõca bilindiği gibi bu kuruluş herkesi dinliyor. Arkadaşımız Gül ? Başbakan her istediğini yapa- bilir düşüncesindedir. Nitekim 2007 seçimlerinden sonra Cum- hurbaşkanõ’nõ kendi seçti, “Arka- daşımız Abdullah Gül cumhur- başkanı olacak” dedi ve sayõsal ço- ğunluk, hiçbir uzlaşma gereğini duymadan Cumhurbaşkanõ’nõ seç- ti. Ama bu durum Meclis’teki mu- halefet partileriyle diyalog kura- mayan, uzlaşma sağlayamayan bir Cumhurbaşkanlõğõ makamõ ya- rattõ. Kuşkusuz iyi de olmadõ... Oysa Gül bir uzlaşma ile seçilsey- di bugünkü konumu daha güçlü olurdu. ? Başbakan bugünlerde çok si- nirli. Meclis’teki müzakerelerde kõzõyor, Meclis Başkanõ’nõn odasõ- na giderek müdahale ediyor. Eleş- tiri gelince de, “Ben oraya baş- bakan olarak değli, AKP Grup Başkanı olarak gittim” diyor. As- lõnda, özrü kabahatinden büyük bir durum yaratõyor. Kendisini frenleyemiyor, Meclis kürsüsünden, Meclis Başkanõ M. Ali Şahin’e “müdahale” ediyor, “Sen sustu- ramazsan ben susturmasını bili- rim” diyor. Bu sözler, TBMM za- bõtlarõna ve tarihe Başbakan Er- doğan’õn demokrasi zihniyetini gösterecek sözler olarak geçiyor. Meclis Başkanõ M. Ali Şahin de bir şey söyleyemiyor. Çünkü kendisi AKP’nin çekirdek kadrosundan, karşõlõk veremiyor. Meclis Baş- kanlõğõ’na gelişi AKP grubunun gerçek bir tercihi ile değil, Başba- kan’õn işaretiyle oldu. (Not: Mec- lis Başkanlõğõ için AKP grubunda yapõlan eğilim yoklamasõnda Ana- yasa Komisyonu Başkanõ Burhan Kuzu’nun daha fazla oy aldõğõ söylenmektedir.) ? Başbakan 4 yõlda bir yapõlan se- çimleri demokrasinin tek şartõ gör- mektedir. Mademki Meclis’te ço- ğunluktadõr, kendisi de başbakan- dõr, öyleyse her istediğini yapaca- ğõna inanmaktadõr. Oysa genel se- çimler demokrasinin olmazsa olmaz şartlarõndan sadece birisidir. De- mokrasi hukukun üstünlüğünün kabul edildiği ve her olayda uygu- landõğõ bir rejimdir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. As- lõnda bugün Türkiye’de uygula- nan “parlamenter başbakanlık” sistemi değil, Erdoğan’õn her şeye egemen olduğu, kendine özgü BAŞBAKANLIK sistemidir. Son günlerde gün yüzüne çõkan yürütme - yargõ arasõndaki savaş bu zihniyetin bir görünüşüdür. Bu sa- vaşõn gerçek nedeni, siyasal iktidarõ ele geçirmiş olan AKP’nin yüksek bürokraside olduğu gibi yargõ için- de de kesin kadrolaşmasõnõ sağla- mak amaçlarõnõ taşõmaktadõr. AKP şimdi, yüksek yargõ organ- larõ, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nin yapõsõnõ değiştirmek için yasa tasarõlarõ getirecektir. Bunlarõ da yargõda reform diye ta- nõtacaktõr. Aslõnda bu yasa tasarõ- larõ Başbakan’õn yasama ve yürüt- meyi tam anlamõyla denetlemesinin sonuçlarõdõr. “Mademki Meclis’te sayısal çoğunluğu ele geçirdim, öyleyse yargı organı da tam ola- rak bana bağlanmalıdır” zihni- yetinin bir göstergesidir. Bu tavõrlar demokrasiye bir şey kazandõrmaz. Yargõya karşõ hareket demokrasi dõşõdõr ve gerek Başba- kan için gerekse AKP için sakõn- calar doğurur... Eğer AKP gerçekten demokratsa neden Siyasi Partiler Yasasõ’nõ de- ğiştirmiyor, neden önseçimi getir- miyor, neden barajõ aşağõya çek- miyor? Neden dokunulmazlõklarõ kaldõrmõyor?.. (1) Bkz: Turan Güneş, Parlamenter Re- jimin Bugünkü Manasõ ve İşleyişi, İs- tanbul Hukuk Fakültesi yayõnõ, 1956. Erdoğan’õn Örtülü Başkanlõk Sistemi... Alev COŞKUN Aslõnda bugün Türkiye’de uygulanan “Parlamenter Başbakanlõk” sistemi değil, Erdoğan’õn her şeye egemen olduğu, kendine özgü BAŞBAKANLIK sistemidir. Son günlerde gün yüzüne çõkan yürütme - yargõ arasõndaki savaş bu zihniyetin bir görünüşüdür. Bu savaşõn gerçek nedeni, siyasal iktidarõ ele geçirmiş olan AKP’nin yüksek bürokraside olduğu gibi yargõ içinde de kesin kadrolaşmasõnõ sağlamak amaçlarõnõ taşõmaktadõr. UlusalEgemenlikTehlikede D evletin temel öğelerinden belki de ilki olan, ulus’un, serbest oylarõ ile belirttiği üstün iradesini (istencini), temsil etmek üzere seçtiği milletvekillerinin oluşturduğu parlamento (yasama organı) aracõlõğõ ile bu iradeyi kullanmasõdõr. Parlamento (yasama erki) devlet örgütünün, demokratik hak ve özgürlükleri güvence altõnda bulundurmasõ kayõt ve koşulu ile, işlerliğini sürdürmek için, düzenleyici kurallar içeren yasalar çõkarõr (yasama görevini yerine getirir) ve bu yasalar çerçevesinde, toplumu yöneten yürütme organınõ denetler ve devlet bütçesini ve bütçe kesin hesaplarõnõ kabul veya reddeder. Yürütme erki (hükümet) toplumun (ulusun), demokratik ve özgür bir ortamda, barõş, özgürlük, erinç (huzur), gönenç (refah) içinde yaşamõnõ sürdürebilmesine yönelik olarak yasama erkinin çõkardõğõ yasalar çerçevesinde özgür bir ortam hazõrlar ve devletin dõşilişkilerini yürütür. Yargı erki, toplumu oluşturan bireyler (özel ve tüzelkişiler) arasõnda ortaya çõkabilecek çekişmelerin hukuka uygun olarak çözümlenmesi, yasama ve yürütme erki’nin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu inceleyip irdeleme işlevini yerine getirmek üzere, “bağımsız mahkemeler” aracõlõğõ ile adil kararlar verir. Devletin üstün gücünü (egemenliğini) oluşturan ve yukarõda özetlenen devletin bu üç erki arasõnda duyarlõ bir denge kurulmasõ ve bu erklerden birisinin, öbürleri üzerinde üstünlük kurmasõ gibi tehlikeli olasõlõklarõn önlenmesi, sağlõklõ bir demokratik yönetim için kaçõnõlmazdõr. Demokrasinin temeli, çoğulcu ve özgürlükçü bir devlet yönetimidir. Siyasal partiler ise demokratik devlet yönetiminin yadsõnamayacak öğeleridir. Yasama organõ, çõkardõğõ her yasa ya da aldõğõ her kararda, sadece çoğunluk partisinin oylarõnõ değil ve fakat azõnlõk partilerinin katkõ ve desteğini de almalõdõr. Böylesine bir uyum (consensus) özgürlükçü demokrasinin işlerlik kazanmasõnõn yadsõnamayacak önkoşuludur. Bir siyasal partinin genel başkanõ, Türk ulusu adõna karar veren yargõ organlarõndaki (mahkemelerdeki) bağõmsõz yargõçlarõn özlük işlerinin yürütülmesi öngörülen yüksek kurullarda, (Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda) görev alacak üst düzey yargõçlarõn seçiminde, iktidardaki parti genel başkanõnõn mutlak etkisi altõndaki yasama ve yürütme erki mensuplarõ aracõlõğõ ile, etkili olabilme bağlamõnda girişmekte olduğu müdahalelerle senaryo hazõrlayabiliyorsa, bu ve benzeri gelişmeler, ülkemizde kurulmasõ öngörülen İslamcõ faşist diktatörlüğün tehlikeli adõmlarõdõr. Piyasacõlar Yeter Artõk! E konomik gelişmeyi, piyasa ve rekabete tabi kõlanlar; doğu ve güneydoğuyu nasõl kalkõndõracaklar acaba? Sosyalistlerin dõşõndaki tüm siyasiler ve partileri, önce piyasacõ ve rekabetçi, ondan sonra sağcõ, solcu ve dinci olarak tarif etmektedirler kendilerini. Yani önce piyasacõyõz derler, herhalde yanlõş anlaşõlmak istemiyorlar. Otuz yõldõr öyle bir bilgi kirliliği yaşandõ ki, hâlâ kerameti piyasada arõyorlar ve sanõyorlar ki dünyanõn bütün kaynaklarõnõ talan eden Batõlõlar rekabet ederek kalkõndõlar. Her gün televizyonlarda, piyasa, para, borsa, finans, endeks laflarõnõ kullanarak konuşan ekonomi profesörleri var. Bunlar fay hatlarõnõ değiştiren deprem profesörleri gibiler. Bunlarõn çoğu daha önce çalõştõklarõ kurumlarõn batmasõna sebep olmuşlardõr. Hayatõn içinde hiç olmamõşlardõr, gâvurcadan çevirdikleri formüllerin ülkemizde uygulanabileceğini sanõyorlar. Ağõzlarõ “iyi laf yaptığı” için de patronlar bunlardan hiç vazgeçmemektedirler. Bunlar hep bir yerlerde dolgun ücretli danõşmandõrlar. Benim tanõdõğõm hiç okula gitmemiş, pratik zekâsõyla, başarõ hõrsõyla çok zengin olmuş, ama birtakõm insani değerlerini hep korumuş insanlar var. Devlet bunlara tam yetki versin, zarar eden kamu kurumlarõnõn başõna getirsin bir yõl içinde kâra geçirirler. Batan şirketlere bakõn çoğunun yönetim kademesinde bu Prof. kõlõklõ adamlar vardõr. Ben şimdi açõkça soruyorum bu proflara, hocam Kürt sorunu bitiyor, doğuyu kalkõndõracak piyasa ve rekabet projeni açõklar mõsõn? Hani reklamlarda diyorlar ya “al, sat herkes kazansın”. Doğuda kim ne üretecek, kime satacak, kim alacak ki herkes kazansõn. Bilindiği gibi “sermaye ürkektir” diye bir laf vardõr. Bu lafõ edenler “sermayeci ürkektir” diyemezler. Peki, Anadolu’nun başka yerlerinde, Sõvas’ta, Kastamonu’da, tüm Karadeniz’de, Orta Anadolu’da sermayecileri kim ürküttü ki oralara bile gitmediler acaba? Ülke kalkõnmasõ yatõrõma ve üretime bağlõ olduğuna ve bunu da ancak özel sektörün yapmasõ gerektiğine inananlar hadi cevap versin. Bir de bu sermaye denen şey kendilerine yapõlacak her türlü kontrolü “özgürlüklere karşıdır” diye hep kenara itmiştir. 12 Eylül döneminde, emekli askerleri holdinglerin yönetimine getirip nemalandõranlar, sermayeleri ürküp kaçmasõn diye mi yaptõlar bunu? Peki, bu ülke otuz yõldõr niye kalkõnamõyor? Ne sol var ne de sendika var. Sosyalistler bunu hep söylediler. İnsanlõğõn, ülkenin çõkarõnõ kendi çõkarõ sayan, insan olmanõn zevki ve erdeminden başka çõkarõ yoktur sosyalistlerin. Onun için 1965 yõlõnda Çetin Altan, “Hiçbir zaman bir sosyalist yalan söylemez” demiştir Meclis’te. Ekonomik kalkõnmamõzõ, piyasacõ ve rekabetçilerden beklemenin hayal olduğu artõk ortaya çõkmõştõr. Bunlar ürkek olduklarõ için sürekli kafalarõnõ sağa sola çarpõp yaralanõyorlar ve kaçõyorlar. Parayla konuşan bu ekonomi hocalarõ böyle açõk konuşamazlar. Öncelikle doğu ve güneydoğu bölgeleri ancak kamu öncülüğünde ve önceliğinde kalkõnabilir. DPT yeniden kurumsal ve faal hale getirilmeli, Et Balõk Kurumu gibi KİT’ler yeniden işe başlamalõdõr. Öncelikle “solcuların” dillendirdiği “toprak reformu” lafõndan vazgeçip, devlet çiftlikleri üzerinde çalõşma yapõlmalõdõr. Doğudaki feodal yapõ, orada yaşayan insanlarõ üretime katarak yõkõlabilir. Piyasacõlar var mõsõnõz tartõşmaya? Arif ÇAVDAR Ercan YEŞİLYURT [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle