29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 6 HABERLER CUMHURİYET 21 ARALIK 2010 SALI ‘Maraş artık bizim kurtarılmış bölgemizdir, bizden farklı düşünen, farklı inananları katlederek buradan söküp attık’ diyen K. Maraş’taki saldırganların zihniyeti yine aynı BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI ‘32 yıl önce yaptık, yine yaparız’ MİYASE İLKNUR Yoksulluk Üreten Parti Şüphesiz, görünür gelecekte ne yoksulluk tarihe gömülebilir ne de insanların ekonomik sorunlarının üstesinden, bir “kılıç darbesi” ile gelinebilir. CHP tek başına iktidar olsa bile! Ama 4 yıllık bir iktidar döneminde bu yolda epey büyük bir adım atılabilir! Önemli olan, büyük kitlelerin aleyhine bozulan gelir/ kazanç dengesini, yoksulların lehine yeni bir dengeye oturtmak... Ekonomi politikalarının farklılığı ve amaçlarından en önemlisi, milli gelirin yeniden veya daha dengeli dağıtılmasını sağlamaktır (bölüşüm)! Konumuz, Kılıçdaroğlu’nun ekonomik vaatleri... AKP medyası, CHP liderinin ekonomik “girişimlerine” veryansın halinde: Vayyy nereden bulacaksın! Onu yapamazsın, bunu yapamazsın, yoksulu koruyamazsın, üniversite harçlarını kaldıramazsın... Ekonomide gelir dağılımının bozukluğunu düzeltebilecek her düşünceyi, her adımı kötüleme yarışındalar... Önerilerin gerçekleşmesinin imkânsızlığını göstermek için de bugüne kadar ağızlarına almadıkları, medyalarında bugüne kadar dillendirmedikleri AKP iktidarının gerçeklerini bile yazmak zorunda kalıyorlar... İşte bunlardan biri: “TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) verilerine göre, nüfusun 14.4’ü, yani 10.5 milyon kişi yoksulluk sınırının altında. 4 kişilik aile baz alındığında, 2.6 milyon aileye aylık 600 lira maaş bağlanması gerekiyor. Bunun yıllık maliyeti 18.9 milyar lira..” (Star) Kendilerine uygun birtakım kişileri de CHP’nin ekonomik paketi aleyhine konuşturuyorlar! Oysa, yukarıda dillendirdikleri yoksulluk olgusunu, kendi iktidarları nasıl yarattı, önce bunu tartışsınlar. Yoksa, Allah, milli gelirin böyle bölüştürülmesi için Erdoğan’ı mı görevlendirdi! (Sadece, İstanbul’un yarattığı rantla, İstanbul’da yoksul kalmaz!) Abartılmış rakam ve hesaplarla, bir imkânsızlık sergiliyorlar. Biri de demiş ki bu öneriler asalak bir toplum yaratır... Bu sözler bana, Obama’nın, sosyal sigorta yasasına karşı çıkan, muhafazakârların direncini anımsattı! Onlar da aynı gerekçelerle yasa tasarısını iki yıldır bloke ediyordu! Sosyal asalaklar yaratılmasını önlemek de sosyal devletin önemli bir görevidir! Eh, sorunlara Amerikancı düşünme kalıplarıyla, yeni liberalizmle yaklaşmaya başlarsanız... Bir kamuoyu araştırmalar şirketi yöneticinin, CHP’nin sosyal devletsol devlet söylemi üzerine itirazlarını, doğrusu şaşkınlıkla dinledim. Diyordu ki sol söylemler yüzde 42’yi ürkütür! CHP’den uzaklaşırlar! Şaşırtıcı! Ama o kadar da sığ bir itiraz! CHP yüzde 42’nin malını mülkünü alıp daha yoksul kesimlere mi dağıtacak ki bu kesim ürksün! Bu, on yıllardır sürdürülen, sol herkesi yoksul yapar, yoksullukta eşitlik sağlar, edebiyatının, hâlâ nerelerde ve ne kadar etkili olduğunun bir göstergesidir! Buna göre, orta halli yurttaşlar, yoksulların gelirlerinin düzelmesini istemezler, bundan endişe ederler... Bu mantıkla şöyle de diyebiliriz: Partiler yoksul sayısını ne kadar arttırırlarsa, orta sınıf ve zenginler arasında o kadar çok tutulur! Ege’deki 1950’li yılların düşünceleri çok hızla dönüştü! Ekonomik zeminin modernleşmesiyle birlikte, buna uygun bir üst yapı kültürü gelişmiştir. Not: Cindoruk, iyi niyetle, bir düş peşine düştü! ANAP’ın, Doğru Yol’un cenazesini diriltme kavgasına dönüştü durum. Ölü diriltilmez. Cindoruk, boşa bir çırpınış içinde! Ölüler mezarlığından isimleri çağırıp duruyor parti; Çiller, olmadı Ahmet Özal... Özal ki her yıl babasının ölümü üzerinden vitrine çıkan bir adam! (Babaları asla hiç ölmeyecekti, ölümü normal olamaz!) Her ikisi de seçimlerde ancak sıfır çeker... Eski “merkez sağ”ın yeniden siyasal olarak biçimlenmesinin anahtarı, AKP’nin elindedir! AKP’nin politikaları ve gidişatı, burada belirleyici olur... Okur notu: Kurultay oldu, daha saati dolmadan yorumlara bakınca “Çok basit bir konuşmaydı”, “Beklentiyi karşılamadı”, “CHP hâlâ bildiğimiz yerde” gibi kurnazlık kokan söylemlerin sahipleri, artık kendilerini düzeltmesi gerekir. CHP’nin projelerini soranlar, AKP’nin de projelerini sormalı. Kürt sorunu, sıcak paraya dayalı büyümeden kurtulmak uzerine bir stratejisi, bölgesel kalkınma üzerine somut bir projesi vaır mı? Dr. Okan Öztürk K atliamın 32. yıldönümünde yaşamını kaybedenleri anmak için kente gelen Alevilere kalaslarla saldırmak isteyen ülkücüler, katliamı meşru gören zihniyetin temsilcileriydi. Otuz iki yıl önce sahneye konan katliam dört gün sürdü ve aralarında yaşlı, kadın ve çocukların bulunduğu 111 kişi yaşamını yitirdi. Katliamın mağdurları kenti terk ettiler. K. Maraş tek kutuplu iller kervanına eklendi. Maraş katliamının 32. yıldönümünde katliamda yaşamını yitirenleri anmak için AleviBektaşi Federasyonu tarafından düzenlenen anma etkinliğinde yeni bir katliamın eşiğinden dönüldü. Sivas katliamının firari sanıklarından biri kendisiyle yapılan söyleşide sorduğu “Aleviler neden Sivas’ta etkinlik düzenliyor? Biz gidip Tunceli’de etkinlik düzenliyor muyuz” sorusuyla Sivas’ın kurtarılmış bir bölge olduğunu ve kendileri gibi düşünmeyenlerin bu ilde etkinlik yapmaya hakları bulunmadığını anlatmaya çalışıyordu. Önceki gün de Maraş’ta belki de katliamı yapanların çocukları ellerinde kalaslarla 32 yıl önce kaybettikleri yakınlarını anmaya gelenlerin üzerine saldırmaya çalıştı. İki hafta önce gösteri yapan, üniversitede siyasetçilere yumurta atan öğrencileri yerlerde sürükleyen, tekmeler atan, kafasını gözünü yaran emniyet güçleri, Kahramanmaraş’taki saldırganlara karşı oldukça hoşgörülü davrandı. Saldırganların dağılması için ikna konuşmaları yapıldı. İkna olmadıkları görülünce en sonunda biber gazıyla dağıtılmaya çalışıldı. Eğer anma törenini düzenleyen Alevi örgütleri sağduyulu davranıp tö 32 yıl önce sahneye konan katliam dört gün sürmüş ve aralarında yaşlı, kadın ve çocukların bulunduğu 111 kişi faşistler tarafından katledilmişti. reni erken bitirmeselerdi, bu saldırganları biber gazı da durdurmaya yetmeyecekti belki. Söylemek istedikleri, “Maraş artık bizim kurtarılmış bölgemizdir, bizden farklı düşünen, farklı inananları katlederek burdan söküp attık. Otuz iki yıl önce yaptık, yine yaparız”dı. 4 gün süren saldırının bilançosu: 111 ölü 1978 yılı Aralık ayının 20’sinde başlayan ve dört gün süren saldırılarda 111 kişi gerici ve faşistlerce katledildi. Bu hafta Menemen katliamının da 85. yıldönümü. Eğer Menemen katliamını unutmamış, sorumlularını aklama yarışına girmemiş olsaydık Maraş, Çorum, Malatya ve Sivas’taki kıyımları belki yaşamayacaktık. Bu katliamlarda suçluluk duygusuna kapılan çevreler nedense hep “provokasyon”, “dış güçlerin ve derin devletin işi” oluyordu. Ama provokatörlerin, dış güçlerin ve derin devletin neden hep aynı kesimleri tetikçi ve kiralık katil olarak kullandığının yanıtı yoktu. Maraş katliamı 12 Eylül darbesine giden kilometre taşlarının sonuncusuydu. Ülkede genel bir sıkıyönetim istemlerine karşı direnen Ecevit hükümeti, hükümet etmesi gereken devlet kurumlarına hükmedemiyordu. Ecevit’in arşivinde yer alan ve katliamdan sonra kendisine yakın kaynakların ulaştırdığı rapor, Maraş katliamında MİT’in de parmağı olduğunu gösteriyordu. Ecevit’in arşivindeki 3 Ocak 1979 tarihli raporda, MHPMİT ilişkileri ve Maraş katliamı ile ilgili ayrıntılı bilgiler veriliyor: “CHP iktidarı devraldıktan sonra vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas ve Kahramanmaraş) çıkacağına dair 12 ay evvelinden haber verilmediğinden yüzlerce vatandaşımızın can ve mal kaybına sebebiyet vermişlerdir. Önceden haber vermek bir tarafa, olayın yaratılmasında en etkin rolü oynamışlardır. Nitekim Kahramanmaraş olayı MİT’ten .... müşterek planlamaları ile çıkarılmıştır. Türkeş oraya ......’in tavassutuyla ....’u tayin ettirerek Güney Bölgesi’ni ele geçirmiş ve Maraş olaylarını rahatlıkla tertip ettirmiştir. MİT olayın içinde olmasaydı Maraş’tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi.” ‘Mezhep çatışması mı?’ Kahramanmaraş katliamı ne zaman gündeme gelse olaydan “mezhep çatışması” olarak söz edilir. Bir çatışmadan söz edebilmek için iki tarafın birbirine yönelik saldırısının olması gerekirdi. Oysa Maraş’ta tek taraflı bir katliam söz konusuydu. Maraş katliamı davasının görüşüldüğü sıkıyönetim mahkemesinin gerekçeli kararı da bunu doğruluyor. 27 Aralık sabahında Maraş’a gelen İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı da valilikteki açıklamasında ‘mezhep çatışması’ndan söz ederek yanılgıya ortak olmuştu. Oysa olaylar, 19 Aralık 1978’de Çiçek Sineması’na konulan gücü az bombanın patlamasıyla başlamıştı. 21 Aralık’ta öldürülen sol görüşlü iki öğretmenin cenazesinde ülkücüler saldırıya geçti. 23 Aralık günü Maraşlılar belediye hoparlöründen ve Ulu Cami minarelerinden yapılan anonslarla ellerinde sopa ve kesici aletleri yanlarına alarak Alevi evlerine saldırdılar. meden toplu kıyıma başladılar. Hamile kadınların karınları deşildi, bastıkları evin kadınlarına eşlerinin ve çocuklarının önünde tecavüz edildi. Yıllarca komşuluk ettikleri, sabah akşam selam alıp selam verdikleri, düğünlerde birlikte halaya durdukları, Maraş’ın Fransız işgaline karşı direnen dedelerinin kahramanlık öykülerini birbirlerine anlatıp birlikte gözyaşı döktükleri insanların uzuvlarını gövdelerinden ayırırken ne gariptir ki kendileri de birer anne olan kadınları da onlara balta, keser ve bidonlarla benzin taşıdılar. Ortada güvenlik güçleri görünmüyordu. Katliamın bilançosu 111 ölü, bine yakın yaralı, tecavüze uğramış onlarca kadın. Alevilerin yüzde 70’i kenti terk etti. Hükümet aylarca direndiği sıkıyönetimi ilan etmek zorunda kaldı. Katliam davası 1991’e kadar sürdü. Kahramanmaraş Davası’nın 1. No’lu sanığı Ökkeş Kenger’di. Mahkum olanlar indirimlerden yararlanarak serbest bırakıldı ve dava kapandı. Başta soyadını değiştiren Ökkeş (Kenger) Şendiller olmak üzere bazı sanıklar sonraki yıllarda MHP’de milletvekilli ve milletvekili adayı olarak karşımıza çıktılar. Önceki gün Kahramanmaraş’taki anma törenini basmak isteyen saldırganları izleyenler arasında 32 yıl önceki katliamın sanıklarından Ökkeş Şendiller de vardı. Kapısında “Ökkeş Şendiller İrtibat Bürosu” yazılı büyükçe bir tabela bulunan binanın balkonundan olayları izleyen Ökkeş Şendiller, o katliamı yaşamış biri olarak en ufak bir tepki vermedi. Bu arada ortada bir seçim yokken Şendiller’in irtibat bürosunda kimlerle, ne tür irtibatta bulunduğu da anlaşılamadı. Toplu kıyıma davet 23 Aralık günü Maraşlılar belediye hoparlöründen ve Ulu Cami minarelerinden yapılan anonslarla uyandılar: “Alevi komünistler suya zehir kattı”, “Aleviler Yörükselim’de din kardeşlerimizi katlediyor, Allahını seven Müslümanlar hazır olsunlar...” Katliam bu çağrıyla başladı ve 4 gün sürdü. Saldırganlar önceden işaretledikleri Alevi evlerine, baltalar, keserler, sopalar ve ateşli silahlarla saldırdılar. Yaşlı, genç, kadın, çocuk de orhanbursali.blogspot.com [email protected] TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ 17 Aralık günü Ankara’daydım... O sabah kente girer girmez, başkente her gittiğimde görmeden edemediğim o muhteşem yapıya yöneldim... Karanlığa şemsiye tutan sisli havanın tam ortasında; tüm görkemiyle hem geçmişe hem geleceğe kucak açmış, ölümün mabedinde yaşama ömür saçan o devasa anıta yürüdüm... Anıtkabir’de, Büyük Önder’in mozolesinin önünde kucağında bebek taşıyan anaları, Ata’sının huzurunda ilk kez saygıyla durmanın heyecanını yaşıyan çocukları, bastonuna yaslanarak Cumhuriyetin geçtiği evreleri düşünen yaşlıları, zihinlerine Atatürk’ün muasır medeniyet sevdası işlenmiş gençleri, başörtülü kadınları ve tesettürlü kızları izledim... Bir heykel gibi Ata’sını bekleyen Mehmetçiğe, nöbet değişimini dünyanın hiçbir ordusunda görülmeyecek titizlik ve ciddiyetle yapan askerlere bakakaldım!.. Anıtkabir’in görkemli atmosferine sığınmış kitleler eminim içlerinden, Atatürk’e şöyle sesleniyorlardı: Ne emek ve kavgayla oluşturdun bu Cumhuriyeti ve senin temellerini attığın, hatta adını verdiğin kurumlar ne hale geldi?.. Orada bir Cumhuriyet devrimcisi yatsa da Anıtkabir aslında bir mezar... Ancak orası insana şaşılacak derecede büyüleyici bir huzur veriyor... O huzurdur ki, ölümünün üzerinden 72 yıl geçen bir büyük devrimcinin yattığı yeri halen izdiham altında bırakabiliyor... Orada dolaşırken, elimdeki gazetenin birinci sayfasında, BDP’nin dayattığı “iki dil” tartışmasıyla ilgili haberi gördüm. İşte o zaman, Anıtkabir’deki mozolenin çevresini, dev avluyu ve Aslanlı Yol’u dolduran binlerce insanın oraya hangi kaygıyla değil, hangi kültürden geldiklerini de düşündüm... Türkçenin dışında hangi dili biliyordu bu insanlar acaba?.. Eminim içlerinde Arapça, Kürtçe, Zazaca, Lazca, Çerkezce ya da başka dillerle konuşan binlerce insan da vardı... [email protected] www.mehmetfarac.com hedefinin “Demokratik Özerk Kürdistan’ın inşası” olduğu belirtildi!.. Bakınız, o toplantıda, önümüzdeki günlerde çok tartışılacak hangi kararlar alındı: Demokratik Özerklik’te siyasi yönetim, tabandan başlayarak, demokratik konfederal temelde örgütlenmesini yaparak toplum kongresinde temsiliyetini bulur. DTK Kongresi, demokratik Türkiye Cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikalarına dahil olur. Demokratik Özerk Kürdistan, kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir. Demokratik özerklik alanında farklı kimlikler de kendi sembollerini kullanır. Türkiye ve Kürdistan’ı ortak vatan olarak görmekteyiz!.. Kürtler her türlü işgal ve saldırılara karşı varlığını korumak için öz savunma içinde olmuştur! Kürtçenin, önündeki engellerin kaldırılarak anaokulundan üniversiteye kadar eğitim dili haline getirilmesi sağlanmalıdır. tehlikelerin dürtüsüyle de hareket etmişlerdi!.. Oysa ne devleti yönetenler, ne korku imparatorluğuyla sindirilmiş kitleler, ne Cumhuriyetin kurumlarına Truva atlarını sızdırmak için zavallı durumuna düşen kalem sahipleri, ne de onların gazına gelerek kalenin kapısını ihanete açan gaflet sahipleri farkında!.. Güneydoğu’yu hedef alan bir plan ülkeyi bölünmeye sürüklerken siyasetin her kurumunda yaşanan kadrolaşma da büyük bir tehlikeye ne yazık ki katkı sunuyor!.. Son dönemde yaşanan “özerklik”, “öz savunma” ve “iki dil” gibi tartışmalar TürkKürt kardeşliğinin temeline dinamit yerleştirirken, Türkiye’nin hızla bölünmüşlük tuzağına sürüklendiğini de gösteriyor. Üstelik süreç; gaflet ve tehdit kıskacında, toplumun gözü önünde o kadar pervasızca yürütülüyor ki, insanın “uyanınnnn...” diye bağırası geliyor!.. Tam da çaresizliğin çırpınışa yol açtığı böylesi zamanlarda aklıma; yoksulluk, geri bırakılmış ve cehaletin karanlığında bir mum yakmayı başaran babamın ısrarla dile getirdiği o çok etkileyici özdeyiş geliyor: “Doğru dur oğlum... Doğru duvar yıkılmaz!..” Anıtkabir Ayaktayken Doğru Duvar Yıkılır mı?.. dansözleri ne de laiklik ve cumhuriyet düşmanları anlayabilirdi!.. Aydınlanmanın sonsuz ışığında, dilleri ayrı, inançları ve idealleri aynı olan insanların buluştuğu bir demokrasi ve uygarlık sembolüdür Anıtkabir!.. İşte bu yüzden orası yılın 365 günü milyonlarca insanın adeta Cumhuriyetin kavgasını bir kez daha içine sindirmek için sığındığı bir kale gibidir!.. Çünkü bir gün sonrasında, yani 18 Aralık günü yalnızca Cumhuriyeti kuran partinin değil, ne rastlantıdır ki Cumhuriyeti yıkmak için çırpınan BDP’nin örgütlediği Demokratik Toplum Kongresi’nin de (DTK) kurultayı vardı!.. “Çalıştay katılım davetlileri” arasında tam da o gün CHP PM’ye seçilen Prof. Dr. Binnaz Toprak ile Prof. Dr. Doğu Ergil ve Prof. Dr. Ahmet İnsel de bulunuyordu!.. Peki, AnkaraDiyarbakır hattında, Atatürk’ün partisiyle aynı gün kurultay toplayanların amacı neydi?.. DTK’nin eşbaşkanı Ahmet Türk, kurultayın açılışında şöyle demişti: “Merkeziyetçibürokratik yönetim şekli, ortak vatanımız Kürdistan’da da, Anadolu’da da, hiçbir zaman kabul görmemiş bir rejimdir.” Tehdidin boyutları!.. Tam da o gün, otele dönüp bilgisayarımı açtığımda çok çarpıcı bir haber düşmüştü PKK’nin ajansına... Terör örgütünün İmralı’da yatan liderinin avukatlarına yazdırdıkları çok şaşırtıcıydı!.. Öcalan, “Önümüzdeki altı ay demokratik çözüm için son şans. Aksi takdirde çatışmalar başlar, korkunç bir savaş gelişebilir” demişti!.. Yanlız bu sözleri değil, “Gülen cemaatiyle de ittifak değil uzlaşma arayışındayız” şeklindeki açıklamaları ise Cumhuriyeti hedef alanların aynı yolda ilerlemeye nasıl da hazır olduğunu gösteriyordu!.. Ankara o gece, bir gün sonrasına kar altında hazırlandı!.. Aydınlanma abidesi!.. Peki, farklı dilleri konuşan on binlerce insanı her gün Anıtkabir’e taşıyan hangi ruh haliydi?.. Bunu ne beyinleri alkolden süngere dönmüş sözde aydınlar, ne rüşvetin ve sahteciliğin batağındayken zirveye tırmanabilmiş profesyonel siyasetçiler, ne politik merkezleri dizayn etmeye çalışan medya Özerklik taslağı!.. Öcalan’ın İmralı’dan verdiği talimatlarla kurulan DTK’nin kurultayı 19 Aralık’ta sona erdi... Çalıştayın sonuçları medyaya dün yansıdı... O kurultayda, Türkiye’yi önümüzdeki süreçte kaosa sürükleyecek “Demokratik Özerklik Modeli Taslağı” da hazırlandı. Üstelik bu taslakta Kürt siyasetinin asıl Doğru duvar yıkılır mı?.. Evet, Ankara’da olduğum o gün de Anıtkabir’e gidenler, aslında zihinlerini kurcalayan böylesine büyük C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle